17 Nisan 2007
<b>Hannover/Ankara</b><br>"KATİL Uşakmış" misali büyük sırrı yazının sonuna saklamıyorum. Başlığa koyduğum sorunun yanıtını tabii ki alamadım, ama en azından denedim. Hem de Başbakan'ın izniyle. Dünkü gazetelerde herhalde okudunuz.
Başbakan, Çankaya kararı için, "Eşim bile bilmiyor" dedi.
Ama hemen ardından ekledi, "Düşüncelerini bana aktardı tabii."
İsmet Berkan, kibarca Başbakan'dan izin istedi: "Emine Hanım da uçakta, sorabilir miyiz?"
Tayyip Erdoğan bıyık altından güldü: "Sor bakalım, ama bilemem söyler mi?"
Ertesi sabah Hannover'in ünlü yapay gölü Maschsee'yi gezen Emine Hanım'a rastlayınca aklıma bu diyalog geldi ve sordum:
- Emine Hanım, Başbakan'a Köşk için ne dediniz?
Emine Erdoğan bir an sessiz kaldı, üsteledim:
- Başbakan'dan bu soru için izin aldık.
Galiba doğru yoldaydım, çünkü bu sefer gülümsedi:
- Peki sizce söyler miyim?
- Hayır.
- Teşekkür ederim.
Bu nazik ketumiyeti nasıl izah edelim.
Ortak kararı saklama iradesi mi?
Yoksa aile mahremiyetine özen ifadesi mi?
Galiba her ikisi de!
***
Başbakan, Çankaya kararını bekleyenlerin merakıyla eğleniyor gibi.
Uçakta bir ara konu "Çıkacak, çıkmayacak" bahislerine gelince bu kez o sordu:
- Elbiseler havada uçuşuyor mu?
Malum, Ankara'da genellikle lacivert takımına iddiaya girilir.
"Elbisesine iddia" konusu otelin lobisinde yeniden açıldı.
Başbakan gece yarısını aşan yoğun programa rağmen dinç ve keyifliydi.
Gerhard Schröder'i otelin kapısına kadar değil sokağa kadar uğurladı.
Sonra AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz'la sohbet eden gazetecilere yaklaştı.
Hal hatır sormanın ardından Salih Kapusuz durum raporu verdi:
- Efendim, uçaktaki yedi gazeteciden dördü sizi Köşk'e yolladı bile.
Başbakan bir an durdu, ağzından dökülecek ilk sözcükler çok önemliydi. "Nereden çıkardınız, uydurmayın" tarzı tepki, birkaç gazetenin manşetini daha yayınlanmadan çöpe yollayabilirdi.
Ama sükûnetini bozmadı, sadece "Siz yine de elbiseleri satın alın" demekle yetindi.
Yani, "Köşk'e çıkacak" diyenlerin de bahsi kaybedebilecekleri uyarısında bulundu.
***
Başbakan'ın şaşırtmaca vererek kararını son ana kadar saklama gayretinin herkes farkında.
O zaman Hannover yolundaki güçlü çıkışı, hangi ruh haline bağlamak gerekiyor?
Ben Tandoğan mitinginin yarattığı toplumsal psikolojiyi önemsiyorum.
Her ne kadar Başbakan'ın yakın çevresi itiraz etse de...
Erdoğan'ın verdiği güçlü Hannover mesajlarını, "Mitinge rağmen geri adım yok" diye okuyorum.
"Seni Çankaya'da istemiyoruz" gibi şahsi mesajın Erdoğan tarzı çekirdekten yetişme siyasetçi tarafından ıskalanmayacağından, yanıtsız bırakılmayacağından emindim.
O yüzden, "Tandoğan'dan sonra vazgeçmek de zor" diye yazdım ve galiba haklı çıktım.
Ne var ki çevresi bu denklemi Erdoğan kadar net görüyor mu bilemem.
Tandoğan mitingine katılım rakamlarına takılıp kalmak...
Ya da Tandoğan'ı rahmetli Özal'ın mevlidiyle kıyaslamak...
Meselenin özü değil kenar süsüdür o kadar!
Yazının Devamını Oku 15 Nisan 2007
İstanbul/HannoverBU yazıyı gazeteye yolladıktan birkaç saat sonra Başbakan’la Hannover’e uçacağız. Yoldaki sohbette Başbakan, muhtemelen Cumhurbaşkanı’na yanıt vermek isteyecek.
Gazetecilerse Çankaya kararı için yine ağız yoklayacak, niyet okuyacak.
Başbakan kafasındaki takvime uygun olarak ser verip vermeyecek, hatta eğlenecek.
Bunları yazınca aranızda Ankara mitinginin coşkusunu atlamamış olanlar kızacak.
Olsun, kızanlar da bizdendir!
***
Aslında kulunuz ve birkaç kalem daha, geçen yıl bu zamanlar Başbakan’ın Çankaya niyetini yazmaya başlayınca...
Sadece Tayyip Erdoğan’ı Çankaya’da görmek istemeyenler değil, bizzat Başbakan da tepki gösterdi.
Erdoğan’ın "nisan ayına kadar konuşmayacağım" kararı, Çankaya meselesinin erken tartışılmasını önleme amacını ortaya koydu.
AKP sustu, muhalefet her geçen gün sesini yükseltti ve son viraja gelindi.
Önce tespit, ardından tartışma ve sonunda Tandoğan Meydanı'na sığmayan gövde gösterisi.
Adım adım işleyen erken uyarı sistemi, iktidarı ve muhalefetiyle herkesin işine yaradı.
***
Önce Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt konuştu, ardından Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer.
Siyasetçi aslında kurumsal uzlaşma aramalıdır, ama kimi zaman işine gelmeyeni duymak istemez.
Ne var ki Tandoğan Meydanı’ndan yükselen halkın sesidir ve kulak vermemek olmaz.
Başbakan, 14 Nisan miladından sonra siyaseten fena sıkıştı.
Toplumsal muhalefeti göz ardı ederek Çankaya’ya çıkma kararı verirse sonucu seçim sandığına yansıyabilir.
O yüzden Tandoğan’a rağmen Çankaya kararı sadece muhalefeti değil AKP seçmenini bile kızdırır.
Ancak Tayyip Erdoğan’ın Tandoğan’dan sonra vazgeçmesi de kolay değildir.
Çünkü (belki karar vermemiş olsa bile) Çankaya’dan vazgeçmesi, siyasi teslimiyet olarak algılanacak.
Seçim yarışına AKP yaralı ve muhalefet tam aksine moralli ve güçlü başlayacak.
***
Eğer sadece Büyükanıt ve Sezer konuşsa ama Tandoğan Meydanı boş kalsaydı...
Başbakan kurumsal açıklamaları "muhtıra" sayıp Çankaya’dan vazgeçseydi...
Tıpkı 2002 seçimi öncesinde olduğu gibi bu halk mağdura sahip çıkardı.
Tayyip Erdoğan belki Çankaya’ya çıkamaz ama seçimde silip süpürürdü.
Ama 14 Nisan’da Tandoğan’da bu denklem değişti.
Çünkü adaylık tabii ki Tayyip Erdoğan’ın demokratik hakkı.
Kimse hak yasaklamasına gidemez.
Ama halk da "Biz seni istemiyoruz" diyor.
Bu da demokrasinin en yalın formatı.
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>KURMAY stratejisi öncelikli hedef belirler, buna göre hareket eder. Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın sözlerini önceki gün dinledik, yorumları dün okuduk.
Ama kimse Paşa’nın basın açıklaması veya ikili görüşme yerine...
Neden basın toplantısı yolunu seçtiği üzerinde durmadı.
Halbuki sanırım asıl mesaj, şeffaflık yoluyla verildi.
* * *
Ankara gazetecileri günlerdir, hatta haftalardır aynı senaryoyu dinledi.
Paşa ya tek başına veya diğer komutanlarla birlikte Tayyip Erdoğan’ı uyaracaktı.
Çankaya’ya çıkmaması amacıyla muhtıra verecekti.
Ne var ki Paşa ile Başbakan, MGK toplantısı dışında yüz yüze gelmedi.
Spekülasyona açık baş başa görüşme olmayınca senaryo revize edildi.
Bu kez askerden "muhtıra gibi" yazılı açıklama beklenir oldu.
Ama Genelkurmay bu yolu da seçmedi.
Bunun yerine 13 TV’den canlı yayınlanan basın toplantısı düzenlendi.
Mesaj doğrudan ve en şeffaf yolla verildi.
Peki deyim yerindeyse müşterisi kimdi?
Gazeteciler mi?
Dünkü yorumlara bakarsanız, Paşa’nın ne dediği konusunda fikir birliği yok.
Siyasiler mi?
Onlar da ikiye bölünmüş. AKP de memnun, muhalefet de!
Gazeteciler, siyasiler ve kamuoyu değilse...
Paşa’nın Çankaya yorumunun ilk ve seçilmiş hedef kitlesi kimdi?
Bana "genç subaylar" gibi geliyor, Paşa’nın tabanına seslendiğini düşünüyorum. Anayasal tarifi, laiklik hassasiyeti ve "sözde değil özde" vurgusuyla icraatın takipçisi olacağı sözü... Pozisyonunu ezmeden büzmeden, aracısız, yoruma ihtiyaç bırakmadan tabanına aktardı.
Basın toplantısı, asli amacına hizmet etti.
Yabancı gazeteci olsaydım
YABANCILAR, Çankaya tartışmasını anlamakta zorlanıyor.
Paşa’nın Kuzey Irak’a askeri operasyon talebiyse çok ciddiye alındı.
Yabancı ajans ve TV’lerde ilk haber oldu. ABD’nin yanıtı gecikmedi.
Ama ben yabancı gazeteci olsaydım, açıkçası şu sözleri yorumlamakta zorlanırdım:
"Bugün Irak Meclisi’nde patlama oldu. Kaç kişi öldüğünü öğrenemedim. Çok sayıda olması lazım, parlamenterlerin yemek yediği salonun altında. Bunlar artarak devam edebilir. Bu üç grup artık mantıklı olmamız lazım, bir arada yaşamaları zor. Çünkü araya kan girmiş."
Her kan dökülen coğrafyada bölünme kaçınılmazsa...
Bu cümlenin gerisini değil tamamlamak, düşünmek bile istemiyorum.
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>MESUT Barzani gerçekten Diyarbakır'ı karıştırabileceğine inanıyor mu? Tabii ki hayır.
Peki Türk ordusu, Kuzey Irak'a girerse direnebileceğine veya Türkiye'de isyan çıkacağına?
Kesinlikle rüyasını bile görmüyordur.
Peki neden ipleri geriyor?
Sebebini anlamak için birkaç ay geriye dönmek gerekiyor.
Geçen sonbahar ve kış aylarında Türkiye ile ABD arasında PKK'yı bitirmek konusunda antlaşma sağlandı. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve Yaşar Büyükanıt'ın ziyaretlerinde harita üzerinde konuşuldu, bahar aylarında ortak operasyona, "yeşil" değilse bile "sarı ışık" yakıldı.
Yani Türkiye'ye, "biraz daha sabret" denildi.
Barzani bu mutabakatı uzaktan endişeyle izledi. PKK'yı kurtarmak adına olmasa da, egemenliğini zedelememek amacıyla askeri operasyonu önlemek için tek yolu denedi: Türkiye'yi tahrike başladı. Ankara'dan aynı sertlikte yanıt gecikmedi ve mesele Türkiye-PKK savaşı olmaktan çıktı.
ABD ve Avrupa kamuoyunda sınır ötesi operasyonun hedefi Kürtler olacak sanıldı.
ABD'nin sarı ışığı, kırmızıya dönüştü, Barzani amacına ulaştı.
Türkiye'nin bu tuzaktan kurtulması zor ama imkánsız değil, belki biraz zaman alır.
Ama asıl kaybeden, Kürt coğrafyasında (Irak, İran, Suriye) demokrasi ve açık ekonomiyle yönetilen tek ülkeyi, Türkiye'yi karşısına alan Barzani olacaktır, göreceksiniz.
42 milyar dolarlık tahkim
Geçen hafta Çukurova ve Kepez'in tahkim davasında gözden kaçan gelişme yaşandı. Libananco davasında hakem heyeti, Türkiye'nin süre uzatım talebini reddetti. Bu retle birlikte işleyen takvim uyarınca yılbaşında karar verilebilir. Eğer karar Türkiye'nin (Enerji Bakanlığı) aleyhine çıkarsa 10.1 milyar dolar ödeme söz konusu. Ayrıca bu dava yine aynı şirketlerle ilgili iki ayrı davaya daha emsal olacak ve ödeme 18 milyar dolara kadar yükselebilecek.
TMSF'nin el koyup sattığı 9 çimento fabrikası için Lahey'de açılan diğer bir davada 4 milyar 750 milyon dolar tazminat talep ediliyor. Bu davanın hakem heyeti oluştu. (Bir İngiliz, bir ABD'li ve bir Yeni Zelandalı). İlk duruşma önümüzdeki günlerde yapılacak.
Telsim için açılan 19 milyar dolarlık davayı da eklersek Türkiye'nin tazminat riski 42 milyar dolara yaklaşıyor. Tüm davalarda uzlaşma süreci geride kaldı. Yani Türkiye ya davaların tamamını kazanacak veya milli gelirin yüzde 10'unu tahkimde yitirecek!
Arınç'a nazik brifing
TBMM Başkanı Bülent Arınç, şu sıralar "devlet adamı" profili çizmeye pek meraklı.
Komutanlara gidiyor, iade-i ziyaret kabul ediyor, MİT'ten brifing alıyor.
Veya öyle gözüküyor.
Çünkü MİT brifinginin randevusu tam bir hafta önce "nezaket ziyareti" olarak alındı. Brifing meselesi Meclis açıklamasıyla gündeme geldi.
MİT nezaketini bozmadı, misafirine yapısal değişimle ilgili bilgi sunmakla yetindi.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>DUYANLAR herhalde "Bak şu Alman’ın işine" diye tebessümle karşılayacak. Okulun resmi adı, "Gıda ve Gastronomi Meslek Okulu, Et İşleme ve Döner Kebap Yapma Uzmanlığı".
Almanya’daki Türkler, kısaca "Döner Üniversitesi" diye anıyor.
Altı aylık eğitimle döner ustası yetiştiriyor, sertifika veriyor. Mezbahadan et terbiyesine ve döner sarmaya kadar her becerinin ayrı dersi var. Temmuzda ilk mezunları piyasaya çıkacak.
Ne dersiniz, Çankaya meselesini Almanya’daki döner hocalarına da soralım mı?
* * *
Eğer "Döner Üniversitesi" deyip geçecekseniz mani olmayayım.
Ama sakın unutmayın ki, Türkiye’deki meslek okullarının hali daha komik. İmam hatipliler ülkeyi ele geçirmesin diye teknik okul mezunları üniversite kapısında mağdur ediliyor. Türban ipoteği nedeniyle laik aydınlar, YÖK’ü eleştirmekten kaçınıyor.
Yabancı sevmez Almanya, 1970’de tanıştığı dönerin okulunu kuruyor.
Türkiye’de üniversite giderek yasaklar cenneti haline geliyor.
Aradaki fark budur!
O yüzden YÖK, "Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olabilir" deseydi şaşardım.
* * *
Tayyip Erdoğan’ı Çankaya Köşkü’nde görmek istememek demokratik haktır.
Ama, Anayasa ve yasalar ortada iken, "Olamazsın" diye dayatmak demokrasiye sığmaz.
Hele hukuk oyunlarıyla Çankaya yoluna barikat kurmak daha da abestir, sonuç vermez.
İnanmayan Tayyip’in Belediye Başkanlığı’ndan Başbakanlığa giden yolunu hatırlasın.
Bizim zamanımızda lise ve üniversite eğitimi arasında fark vardı.
Rejimin kitlesel insan kaynağı lisede üretilir, muhalefet üniversitede başlardı.
Belki de konjonktür öyleydi, 68 kuşağı falan diyeceğim ama sadece o kadar değil.
12 Eylül rejiminin reaksiyon kurumu YÖK, üniversiteyi liseden beter etti.
O yüzden Çankaya konusunda akademik ses duymak isteyenlere naçiz tavsiyem; Döner Üniversitesi’ni de arayın!
Yatırımcı nasıl kurtuldu?
BAKIYORUM el konulan gazetede çokça kamu yararından söz ediliyor, kalem oynatılıyor.
Oysa daha altı ay evvel ben ve birkaç kişi ikaz etmemiş olsak, kamu çıkarını nasıl çiğneyeceklerini unutmuşa benzerler.
Hatırlayacaksınız, Merkez Medya halka açılırken, "Beş yıldır parasını bekleyen eski hissedarlar ne olacak?" diye sorduk, küfrün binini bir paraya dinledik.
Hukuken, "Bu şirket farklı, o borçları Dinç Bilgin ödesin" mazeretine sığındılar.
Ama şimdi ortaya çıktı ki Bilgin’le borçta da alacakta da ortaklarmış, saklıyorlarmış.
Dahası, "Bu grup bir kere halka açıldı, battı, yatırımcısı perişan oldu. İkinci kez halka açıyorsunuz, ya yeniden TMSF’ye dönerse ne olacak?" diye sorduk, yanıt yine küfür oldu.
Ne yazık ki dediğimiz çıktı, TMSF gazeteye el koydu.
Eğer halka arz izni çıksaydı, o gün bize küfür yağdıranlar bugün yatırımcının parasını maaşlarından mı ödeyecekti acaba?
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2007
<b>ANKARA</b><br>ÇANKAYA seçimi öncesinde Ankara'nın sessizliği herkesi şaşırtıyor. Kimi "fırtına öncesi sessizliğe" yoruyor, bazısı teslimiyete bağlıyor.
Oysa size çok aykırı gelebilir; ama bence Ankara'da değişen saf yok!
Yani, ateş yine aynı ateş, barutsa her zamanki gibi patlamaya hazır.
Ne var ki, eskisi gibi yan yana gelmeleri mümkün değil.
Karışık geldiyse açalım;
1) Türk Silahlı Kuvvetleri tabii ki Tayyip Erdoğan'ı Köşk'te istemiyor.
2) Medyada Erdoğan karşıtı yorum ve haberlere az da olsa rastlanıyor.
3) İş dünyası Erdoğan'a açıkça "Çıkma, başbakan olarak kal" diyor.
Ama TSK, iş dünyası ve medya Erdoğan'a karşı cephe kurma anlayışından çok uzak.
Geçmiş örneklerde olduğu gibi ateş ve barut mantığıyla hareket edilmiyor.
Darbenin kimyasal reaksiyonu tetiklenmiyor!
Neden derseniz, herkesin kendine göre hesabı var. Örneğin iş dünyası ekonomik istikrardan ve AB rüzgárından çok kazandı. Şirket değerleri 4-5 katına çıktı.
AB sürecini kesintiye uğratmaya, geri çevirmeye kimsenin cesareti yetmiyor.
* * *
MHP'nin Özden Örnek'e ait olduğu ileri sürülen günlüklere tepkisine dikkat edin.
Yalanlanan günlüklerde MHP'li eski Meclis Başkanı Ömer İzgi'nin de ismi geçiyor.
İddiaya göre İzgi, askerlere, darbe için acele etmeleri gerektiğini söylüyor.
Ömer İzgi, hemen bir açıklama yaptı, "Ne 'darbe' ne de 'ulusal hareket' adlı hiçbir toplantıya davet edilmedim, dolayısıyla da katılmadım" dedi, ama mesele kapanmadı.
MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı, İzgi'yi aradı, bilgi istedi.
Genel Başkan Devlet Bahçeli'nin tepkisi çok daha sert oldu:
- Siyasi partilerin ilk görevi demokrasiyi koruyup kollamaktır. MHP'nin çizgisi milliyetçilik, demokrasi ve kalkınmaya dayanır. Buna karşı hareketin içinde olan ismin partiden ayrılması veya uzaklaştırılması şarttır.
Sanmayın ki Bahçeli'nin bu tavrı lafta kalıyor.
Darbe heveslileri MHP'yi, PKK bahanesiyle sokağa dökmeye uğraşıyor.
Ama Bahçeli'nin devlet adamı kimliği 12 Eylül öncesi çılgınlığa geçit vermiyor.
O yüzden Bahçeli'nin sadece MHP değil, Türkiye için de şans olduğunu kabul etmek gerekiyor.
* * *
Darbe günlüklerinin medyaya yansıdığı günlerde hükümetin çok önemli bir ismiyle sohbet ettik.
"Yazılanların hepsi doğru" dedi ve ekledi: "Çok yakından izledik; sağlam durmasaydık, her şey çok farklı olabilirdi." Hiçbir itirazımız yok, sadece tek "sağlam duranın" kendileri olmadığının bilincine varmaları koşuluyla.
Tersi mümkün mü?
AHMET Hakan dostumuz, merhum Turgut Özal'ın Tayyip Erdoğan'a özel kalem müdürlüğü teklifini yazdıktan sonra, "Buyrun atış serbest" diyor. O zaman soralım: "Tersi de mümkün mü?" Yani başı açık Semra Hanım'ın eşi Turgut Bey, Tayyip Erdoğan'ın devri iktidarında önemli bir göreve gelebilir miydi?
Yazının Devamını Oku 3 Nisan 2007
ANKARAŞARKILARDA gitmek mi zor, kalmak mı zor diye sorulur ya... Başbakan'ın şu sıralardaki ruh halini en iyi bu soru özetliyor.
Çankaya adaylığı için karar sürecinde son iki haftaya girildi.
Ve Tayyip Erdoğan'ın niyeti belli, kararı ise henüz kesin değil.
"Nereden biliyorsun?" diye sorabilirsiniz...
Yanıtım haberci ve gazete okuru şapkasıyla hep aynı yönü gösteriyor.
Haberci olarak biliyorum ki, Başbakan bu ölçüde kritik kararı tartıştırmak ister. Güvendiği mecrada işaret fişeği attırır, "çıkacak" veya "çıkmayacak" diye.
Sonra oturur tepkileri bekler, son kararını verir.
Gazete okuru olarak şimdiye kadar bu tür bir işaret fişeğine rastlamadım. Başbakan'ı takip eden hiçbir haberci, net olarak kendisini bağlamadı, manşetler atılmadı.
Ayrıca Başbakan'ın kesin kararını vermiş olması halinde... Pek uzun süre kamuoyundan saklı tutabileceğini sanmıyorum, dayanamaz, söyler!
***
Herhalde farkındasınız, başından itibaren Tayyip Erdoğan'ın niyetinin Köşk'e çıkmak olduğunu düşünüyorum. CHP Lideri Deniz Baykal'ın politikasının Erdoğan'ın manevra alanını daralttığını sanıyorum. "Çıkamazsın" tahriki CHP'ye seçimde ne kadar oy kazandırır, işin o kısmını zaman gösterecek. Ancak Tayyip Erdoğan, Köşk'e çıkmaktan vazgeçerse, CHP'nin "geri adım attırdık" kampanyasını göğüslemek zorunda kalacak.
Başbakan'ın yakınlarına göre, Köşk'e mecburi istikametin ilk ve nispeten önemsiz sebebi bu.
Diğer nedenleri de sıralarsak;
1) Evhamı yenelim:
Tayyip Erdoğan'ın yakınlarına en çok, Başbakan'ın cumhuriyet rejimine karşı çıkan siyasetçi gibi itham edilmesi dokunuyor. Belediye Başkanlığı ve Başbakanlık'ta geçen sürenin bu evhamı boşa çıkardığını düşünüyorlar. Yine de Erdoğan Köşk'e çıkarsa, herkesin bu kaygıların tamamen yersiz olduğunu göreceğini ve gerilimin sona ereceğini hesaplıyorlar.
2) Fedakárlık gösterecek:
Başbakan'ın yakınlarına göre, diğer bir haksızlık Çankaya yolculuğunu "kaçış" olarak sunmak. Son kamuoyu araştırmalarına işaret ederek, asıl Çankaya'nın zor, Başbakan olarak kalmanın kolay karar olduğunu savunuyorlar. Eğer Başbakan, Çankaya yönünde karar verirse, hem kendisi hem de partisi için "fedakárlık" göstergesi olarak kabul edilmesi gerektiğinde ısrarlılar.
İşte bu nedenle Erdoğan için doğru soru, "Gitmek mi zor, kalmak mı zor" değil.
Çünkü gitmesi zor, kalması daha kolay.
En kötüsü fon medyası
NE yazık ki bu uyarıyı her birkaç senede bir yapar hale geldim. Beş yıl önce Sabah Fon'a geçtiğinde, üç yıl önce Star Grubu'na el konulduğunda... Şimdi bir kez daha büyük bir medya grubu, TMSF yönetimine bırakılıyor. Ne Sabah'ın eski veya yeni yöneticileriyle, ne de Star sahipleriyle kanım uyuştu. Ancak yine de bu meslek için en kötüsü "fon medyasıdır" diyorum.
O yüzden TMSF'nin Sabah'ı en kısa zamanda satmasını umuyorum, diliyorum.
Yazının Devamını Oku 1 Nisan 2007
ANKARABAŞLIKTAKİ üç ismin ortak paydası yok denecek kadar az. Erol Evcil aylardır tutuklu, on gün kadar sonra duruşması var.
Kemal Derviş, BM’deki görevini sürdürüyor, Türkiye’ye pek uğramıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Çankaya için karar vermeye çalışıyor.
Tutukevi, New York ve Başbakanlık Konutu... İlginçtir, coğrafi koordinatlar çok farklı, ama ilk iki isim şaşırtıcı kehanetle Erdoğan’ın kariyer çizgisini tahmin edebiliyor.
* * *
1999 yılı Erol Evcil’e yaramadı, polis tarafından aranırken Bursa’da saklandı.
Ama boş durmadı, şirketlerinin 2002 yılına kadarki bilanço tahminlerini çıkardı.
El yazısıyla tutulan 50-60 sayfalık notlar kamuoyuna gazeteci Faruk Mercan’ın "Niso" isimli kitabıyla yansıdı. Kitaptaki notları üç müfettişin çalışması ortaya çıkardı.
Başbakanlık Teftiş’ten Bülent Tarhan, Maliye Müfettişi Naci Ağbal ve merhum Fahri Yücel.
Müfettişler, Evcil’in ayrıntılı şirket şemalarından, mali tablolarından çok etkilendi. Ama açıkçası notlarda yer alan siyasi tahminler pek rağbet görmedi, hatta hayalci bulundu.
Çünkü Evcil’e göre 1999 yılında yasaklı olan ve muhtar seçilmesi bile mümkün görülmeyen Tayyip Erdoğan, 3 yıl içinde Başbakanlık koltuğuna oturacaktı.
Başbakan’ın kariyer çizgisinde yeni viraj ihtimali, bu notları hatıra getirdi.
Erol Evcil’in avukatı Şeyda Yıldırım’ı aradım. Avukat aracılığıyla iki soru yönelttim.
1) Evcil doğrulanan tahminini hangi varsayımla yapmıştı?
2) Yakın gelecekle ilgili öngörüsü ne yöndeydi?
Evcil bu sorulara yanıt vermekte isteksiz davrandı.
(Onun yerine, "Benim asıl batacak bankalar listem tuttu" diye haber yolladı. Bahsettiği listede batan en büyük bankanın eksik olduğunu herhalde unuttu.)
* * *
Tayyip Erdoğan’ın yükselişini öngören diğer bir isim Kemal Derviş’ti.
Derviş, 2001 yılı yazında akşam yemeğinde bir dostuyla buluştu. Sohbet konusu ekonomik programın geleceğiydi, dostu Derviş’e, "Programını kim uygulayacak, hangi Başbakan cesaret edecek" diye sordu, aldığı yanıt ilginçti: "Recep Tayyip Erdoğan olabilir." Ardından Derviş, mahalli idareler reformu nedeniyle tanıştığı Erdoğan’dan ne kadar etkilendiğini uzun uzun anlattı.
* * *
Geriye dönüp bakıldığında, "Erdoğan’ın önlenemez iktidar yürüyüşünü kestirmek o kadar da zor muydu?" diye sormak gerekiyor. Hiç sanmıyorum, zaten galiba görülmedi değil görmezden gelindi.
İşte o yüzden Tayyip Erdoğan, sistemi gafil avladı, çevreden merkeze rahatça ilerledi.
Şimdi Çankaya’nın kapısında, ya kendi girecek veya başkasına yol verecek...
Gerçekten fark eder mi?
Yoksa asıl sorun, Erdoğan karşıtlarının tıpkı İstanbul Belediye Başkanlığı, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık öncesinde içinde bulunduğu (haydi kibar olalım!) aymazlık mı?
Seçmeni kazanmak yerine iyi saatte olsunlara güvenmek... Fikir yerine mazeret üretmek...
Tayyip Erdoğan’ı büyüten sihirli reçete, aslında bu hatalardan ibaret.
O hatalar ki, yakın geçmişin yenilmez armadasına tek tek teslim bayrağı çektiriyor.
Yazının Devamını Oku