Enis Berberoğlu

Direnme, teslim ol, tadını çıkar

5 Şubat 2008
<b>ANKARA</b><br>CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın duruşu dış dünyada nasıl algılanıyor? Türban itirazını korurken üniversite kapısındaki genç kızlar için ne düşünüyor? Dün sabahki sohbetimizden aktarıyorum:

2002 seçiminden sonra AKP’yi ziyaretinizde türbanı konuştunuz mu?

- Hayır, benim söylediğim türban değildi. "Temel eğitim, laiklik, kadının yeri, dış politikanın doğrultusu, istikameti, bu konularla uğraşmayın" dedim.

Böyle yapsalardı türban meselesi çözülür müydü?

- Türban işi çok mübalağa ediliyor. Konuşa konuşa bu işi çığırından çıkarttık artık. Yani en temel konu haline dönüştürüldü. Elbette şu anda türban takma kararını almış olduğu için üniversite eğitimini almakta zorlanan çocuklar var. Birkaç bin kişinin bu durumda olması mümkün. O insanların türban tercihleri dolayısıyla eğitim olanağından yoksun kalmış olması hiç kuşku yok herkesi üzer, rahatsız eder.

Siyasetçi çözüm aramasın mı?

- Ülkeyi yöneten siyasetçi sadece şu anda önlerine gelen ve kendilerinden çözüm bekleyen insanların somut taleplerine çözüm bulmakla yetinemez. Bir yandan da ülkenin gidişatını, geleceğini, 10- 20 yıl sonra ülkenin nerede durması gerektiğini ve onun için ne karar alması gerektiğini değerlendirir, ona göre tercihler yapar, ona göre bir rota izler. Şimdi bu ikisi arasında bir çelişki olmaması lazım.

Yani her sorun bu perspektifte ele alınmalı sizce...

- 20 yıl sonra nasıl bir Türkiye istiyoruz? 30 yıl önce böyle bir sorunu var mıydı Türkiye’nin? Şimdi var. 40 yıl sonra daha mı az olacak, daha mı çok olacak? Şimdi mesela 3 bin öğrenci varsa şikáyet eden, onu 30 bin öğrenci yapacak mıyız, yapmayacak mıyız? 30 bin öğrenci yaptık mı sorun daha büyük olacaktır.

Bunu sorun saymayan da çıkabilir...

- O nedir, direnme, teslim ol, tadını çıkar yaklaşımıdır. 20 yıl sonra nasıl bir Türkiye istiyoruz? Kadınlarının ezici çoğunluğu, üniversitelerde ve toplumun her kesiminde başını örtme durumuna gelmiş bir Türkiye mi istiyoruz, yoksa hiç böyle bir zorunluluk söz konusu olmadan, çağdaş bir Batı ülkesinde olduğu gibi özgürce yaşayan bir Türkiye mi istiyoruz? Şimdi bunun kararını alacaksın önce siyasetçi olarak, sonra o karar doğrultusunda adımlar atacaksın.

Yabancı temsilciliklerden size türban endişesi ileten oldu mu?

-
Tabii. Giderek artan şekilde. Eskiden bizi laikçi, bağnaz Atatürkçü, insan haklarına duyarsız diye görüp, AKP’ye ilerici, demokrat diye bakıyorlardı. Şimdi bambaşka noktaya geldiler. Bize hak vermeye başladılar. Artık AKP’ye bakış çok ciddi şekilde kırılmıştır.

AKP ne yapacak?

MERKEZİ tutmaya çalışan AKP, türban krizini çok kötü yönetiyor.

Önümüzdeki günlerde rüzgárı tersine çevirmek için iki taktik adım atabilir:

1) Başta DSP olmak üzere türban muhaliflerini YÖK Yasası değişikliğine katkıda bulunmaya ikna edebilir. Bu sayede türban cephesi genişler, endişeler belki azalır.

2) Türban uğruna AB yolundan saptığı kaygılarını gidermek amacıyla çok geniş kapsamlı bir paket açabilir. Bu paketten Kıbrıs için yeni çözüm formülü çıkabilir.
Yazının Devamını Oku

Çete tanığı sanık

3 Şubat 2008
ANKARAKÜÇÜK bir haberdi, atlamış olabilirsiniz: "Merkezi Diyarbakır’da bulunan ve bölgesel yayın yapan Diyarbakır Söz Gazetesi’nde ’Günün Yorumu’ adlı köşenin yazarı Mehmet Ali Altındağ, yazısında yargıya hakaret ettiği gerekçesiyle gözaltına alındı. Köşesindeki ’Adalet mülkün temeli midir? Ne gezer!!?’ başlıklı yazısı nedeniyle Mehmet Ali Altındağ, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatı üzerine gözaltına alındıktan sonra nöbetçi mahkemeye sevk edildi. Nöbetçi mahkeme, Altındağ’ı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bıraktı. A.A"

* * *

Mehmet Ali Altındağ sanık... Aynı Mehmet Ali Altındağ tanık.

Yargıya hakaretten sanık, Şemdinli askeri çete davasındaysa baştanık.

Hatta Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın isminin iddianameye konulmasının mimarı.

Anlatılana göre, 35 yıl önce Diyarbakır’da seyyar çerçilik yapar, çakmak doldururdu.

Sonra Söz Gazetesi ve televizyonunu kurdu... Devlet yanlısı yayınlarla sempati topladı, kamu ihalelerinde yıldızı parladı. Devlet sanki diyet ödemeye başladı!

Ama 1990’lı yıllarda tablo değişti. Şemdin Sakık yakalandı, ifadesinde Altındağ tesislerine yapılan ve 8 kişinin öldüğü PKK saldırısını, "Orası Hizbullah üssüydü" iddiasıyla izah etti.

Mehmet Ali Altındağ ailesi ve çalışanları hakkında Hizbullah soruşturması açıldı.

Hemen ardından PKK’ya mali yardımda bulunduğu iddiasıyla suçlandı.

Sanki gizli bir el (belki rapor?) Altındağ’ı kamu ihalelerinden dışladı.

* * *

Ne var ki AKP iktidarında Mehmet Ali Altındağ’ın işleri iyice düzeldi.

İlki 9 Temmuz 2003 tarihinde olmak üzere toplam bedeli 160 milyon YTL olan 8 kamu ihalesi kazandı. Altındağ’a ait iki şirket, Bingöl, Ankara, Diyarbakır ve Adapazarı’nda afet konutu, toplu konut, hastane ve okul ihalesi üstlendi.

şaibeli bombalama olayı üzerine kurulan TBMM Komisyonu, Altındağ’ı dinledi. Komisyonun Altındağ’ı, Hizbullah olayındaki avukatı, AKP Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un önerisi ve ısrarı ile dinlediği muhalefet partilerince ileri sürüldü. Ancak Cavit Torun, bu iddiayı kesin dille reddetti. Altındağ’ın Büyükanıt ve diğer komutanlarla ilgili anlatımları ve suçlamaları, komisyon ifadesinden Şemdinli iddianamesine aktarıldı.

* * *

Yargıya hakaretten sanık, Şemdinli’de baştanık Altındağ diyor ki:

"Devletimiz, hükümet ve iktidar partisi, önemli gizli güçlerin tehdidi altındadır. Bunların başını çeken, dış kökenli odaklara bağlı Ergenekon terörüdür. Ne çare ki bu paralelde yargının önemli bazı zevatları da aynı fonksiyonu üstlenmektedir." (Söz Gazetesi, 31 Ocak)

Bakalım Şemdinli’nin muteber tanığının bu ihbarına da itibar edilecek mi?

Ama zaten Ergenekon soruşturması da Tekirdağ Cezaevi’deki bir sanık/tanığın ihbarıyla başlamadı mı? Hani neredeyse İzmir suikastından bile sorumlu tutulacak kadar abartılan Ergenekon’a hangi somut eylemle ilgili suçlama yapılacak, hálá anlayamadık!

Darbe niyeti, iç savaş provokasyonu manşetleri gerçi şık duruyor... Ama ve lakin önce hedefi ilan edip sonra kanıt toplama pratiğinin Şemdinli’de nasıl duvara tosladığı da ortada.

Eğer yanlış tanık ve sanıklar, yanlı soruşturmalar nedeniyle yargı Ergenekon olayında da çıkmaz yola sokulursa tek kazanan hakiki çeteciler olur, hatırlatırım.
Yazının Devamını Oku

Arşiv dediğin patlar

2 Şubat 2008
<b>ANKARA</b><br>GAZETELERDE iki gündür çıkıyor, kimse yalanlamıyor. Deniliyor ki, "Cem Ersever’in arşivi Veli Küçük’te çıktı!" Binbaşı Ersever, on beş yıl önce öldürüldü, arşivi de antika sayılır.

Ama o arşivin son adresi belki içindekilerden de önemlidir.

Dolayısıyla Veli Küçük’ün eline nasıl geçtiği sorulmalıdır.

* * *

Binbaşı Cem Ersever, Mahsune Neval Boz ve Mustafa Deniz. 1993 yılının kasım ayında Ankara’da öldürüldüler, cesetleri başkentin üç ayrı yerine bırakıldı.

Ersever, Güneydoğu’da uzun yıllar JİTEM diye bilinen resmi birimde çalıştı.

Emrindeki Mustafa Deniz, eski bir itirafçıydı. Tıpkı Neval Boz gibi.

Ersever ve ekibi, PKK ile mücadelede işlerin yanlış gittiğine inandı.

1993 yazında istifa ederek başta Aydınlık Dergisi, medyaya konuştu.

Ama sanırım infaz emri, ifşaatı nedeniyle değil muhtemel icraatı korkusuyla verildi:

Binbaşı Ersever görevden ayrılırken yanına hatırı sayılır miktarda patlayıcı aldı. Bu patlayıcıları başkentte Kemal Uzuner isimli arkadaşının (jandarma elemanı) evinde sakladı.

Mustafa Deniz, patronunun psikolojisinden korktu. (Cem Ersever’in bölgede Musa Anter cinayeti ile çok sayıda patlamadan sorumlu tutulduğu hatırlanmalı.) İlgili makamları uyardı.

Ersever ve ekibinin sonu bu ihbarla geldi. Yeşil komutasındaki infaz ekibi, patlayıcıları emin ellere teslim etti. Yeşil, infazdan sonra uzun süre Ersever’in telefonunu kullandı.

* * *

Ersever’in yakalandığı evde patlayıcının yanı sıra nelerin saklandığı zaten sır değildi:

"Hanefi Avcı, TBMM Susurluk Komisyonu’na 4.2.1997 tarihinde yaptığı açıklamada, Gümrük Müdürü Ali Balkan Metel’in şoförü (jandarma elemanı) Kemal Uzuner’in evinde Cem’in arşivinin muhafaza edildiğini, jandarmanın Kemal’in evindeki malzemeleri, arşivi aldığı, Kemal’le randevulaşan Ersever’i yakaladığı, eve gelen Mustafa Deniz ve Neval Boz’u da ele geçirdiğini anlatmaktadır." (Kaynak: Kutlu Savaş’ın Susurluk Raporu)

Demek ki neymiş?

1) Cem Ersever’in özel arşivi (sorgu video kasetleri dahil) evdeymiş.

2) Cem Ersever’in özel cephaneliği (raporda malzeme diye geçiyor) varmış.

3) Cem Ersever’i ortadan kaldıranlar, arşive ve cephaneliğe el koymuş.

4) Peki arşivle patlayıcılar aynı adrese mi, farklı yere mi gitmiş?

5) Ki yıllar sonra Ersever arşivi, Veli Küçük Paşa’da çıkmış.

* * *

"Biz 40 kişiyiz, birbirimizi biliriz" derler ya inanın doğrudur.

Gelin Kasım 1993’te resmi infaza uğrayan üç ismin hiyerarşik bağlarına göz atalım.

Mahsune Neval Boz:

Hatay doğumlu, Suriye’de öğrenci iken PKK kuryeliğine başladı. Yakalandı, Yeşil kod Mahmut Yıldırım için çalıştı. Yeşil, Neval’i Cem Ersever ile tanıştırdı. İlişki kısa zamanda aşka dönüştü. Ama Neval, Yeşil’e bilgi aktarmaya devam etti. Bu bilgiler MİT’e gitti.

Mustafa Deniz:

Mustafa, üniversite yıllarında PKK’ya katıldı. Kod adı Ferit’ti. Ardından itirafçılığı seçti, JİTEM’de Ersever’in yardımcılığına kadar yükseldi. Ama ilginçtir, taşıdığı Browning marka silahın izni Emniyet tarafından verildi. Acaba Mustafa, jandarmanın yanı sıra polise de mi çalıştı?

Veli Küçük dersen, zaten Ersever’in çalıştığı JİTEM’in kurucusu...

O yüzden arşiv deyip geçmeyin, dikkat edin sağda solda patlamasın.
Yazının Devamını Oku

TC’ye isyan hakkı

29 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>DÜN sabah programında (CNN-Türk-Parametre), "Devletin başına türban geçirilmez. Yakasına parti rozeti takılmaz. Türbanlı hákim olmaz. Aksi halde Nazi üniformasına döner" dedim. Siyasi İslam çizgisi makul bir internet sitesinde, "Türbanı Nazi üniformasına benzetti" diye çarpıtıp bendenizi yığınla yorum/mesaj ve küfrün muhatabı kıldılar.

Ama aslına bakarsanız fena yapmadılar...

Haftalardır, "Türban üniversitede serbest kalsın" diye yazdıkça karşı çıkanlara şimdi de "simetrik marjinaller" eklendi, büyük resim daha anlaşılır hale geldi. Demek ki bu ülkede, "Türban yüzünden genç kızların eğitim hakkı ellerinden alınmasın" diyenin hakkı;

1) "Sen ülkede din devleti kurulsun istiyorsun" suçlamasıdır.

2) "Tesettürlü hákim istemiyorsan din düşmanısın" saçmasıdır.

Hakikaten öyle mi? Tabii ki değil.

Çünkü en aşırısını talep edenlere, işi hemen en uca taşıyanlara "marjinal" denir. Merkezin siyasetinden, iş yapma, sorun çözme biçiminden uzak oldukları için pek dikkate alınmazlar.

DEVLET NEDEN TARAF TUTAMAZ?

Tekrar
ediyorum, devlet taraf tutamaz.

Aksi halde devletin en temel vasfı zedelenir.

Bugün Mehmetçiğe kurşun sıkan hainler ne diyor?

Türk devletini akıllarınca nasıl aşağılıyor?

"TC" diyerek değil mi? Kürt vatandaşta, "Bu senin devletin değil, sadece Türklere hizmet ediyor, sana hayrı yok" izlenimi yaratılmak isteniyor.

Türk’le Kürt ayrı tutularak düşmanlığın sözde gerekçesi aranıyor.

Peki şimdi türbanlı hákim, savcı, doktor, öğretmen isteyenlere soruyorum.

Gönlünüzden geçen rejime "Türban Cumhuriyeti" yani kısaca "TC" adını taksam iyi mi olur?

Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkan, hatta uğruna can veren herkes... Sizin Türban Cumhuriyeti’nize de sadık kalır mı sanıyorsunuz. Dikkat edin, en tehlikeli bölücülüğün eşiğindesiniz. Cumhuriyet’in vatandaşlarını inançlı ve imansız diye ayırmaya kalkıyorsunuz.

LAİKLERE DÜŞEN AŞIRIYI AYIKLAMAK

Keşke
türbanda hak ve hukukun sınırını ben değil AKP savunsaydı. Ama ne yazık ki 15 Ocak’taki, "Doğru ama eksik kaldı" başlıklı yazımda korktuğum başıma geldi. Başbakan, üniversite için türbanda özgürlükten söz etmekle yetindi, hukuki sonuçlarını ve sınırını es geçti. Cesaret bulan vekiller, belediye başkanları "bu daha ilk adım" diye havasına girdi.

Peki AKP kaytarıyorsa ne yapacağız, illa yasakta mı direneceğiz?

Bence hayır. Yıllar önce de yazdığım gibi türban meselesini çözmek laiklere düşer. Muhafazakár partiler ya istismar niyetinden, ya da mahalle baskısından dolayı bu işi beceremez.

En doğrusu, artık kimsenin türban sorununun arkasına saklanmasına izin verilmemesidir. Gerisi yani din devleti arzusunu taşıyan marjinallerle uğraşmak çok daha kolaydır.

Son bir not... Hálá anlamak istemeyenler varsa çizgim şudur:

Herkesin kutsalına saygılıyım ama kutsal devlete isyan hakkımdır.
Yazının Devamını Oku

Sıra sınırlara geldi

27 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>AKP ile MHP arasında türban pazarlığının iki mimarı var: AKP Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin ile MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı. Bu ikili arasındaki ilk temas, daha konu medyaya yansımadan başladı. İki partinin komisyon çalışmalarında bu işbirliği sürdü. Sadullah Ergin, perşembe gecesi Cihan Paçacı’yı aradı ve ertesi günkü toplantı için mazeret bildirdi. MHP’nin AKP ile cuma günü saat 14.00 randevusu için gerekli hazırlığı zaten tamamdı. Pazartesi veya daha ileri tarihli bir türban zirvesi için AKP’den haber beklemeye başladı.

İki partideki ortak havayı aktarırsak...

Yükseköğrenimde türban özgürlüğü hedefi değişmedi. Ama teknik ayrıntıya girildikçe sınırların dikkatle çizilmesi zorunluluğu da daha iyi anlaşıldı.

Örneğin, AKP’nin Anayasa’nın kılık kıyafet özgürlüğü maddesine ilişkin düzenlemesine muhtemelen şu şekilde içerik ve sınır konulacak: "Yükseköğrenimde (sınırlama ifadesi!) kılık kıyafet serbesttir. Bu serbesti genel ahlak, kamu düzeni ve inkılap kanunlarına aykırı kullanılamaz."

MHP’nin türban yorumu, kamu hizmetlerinde eşitlik ilkesine dayanıyor. Dolayısıyla Anayasa’nın onuncu maddesine şu cümlenin eklenmesi sürpriz olmaz: "Kamu hizmetlerinde ayrımcılık yapılamaz."

NEDEN ANAYASA?

AKP olsun, MHP olsun türbanı Anayasa’yı değiştirmeden serbest bırakmanın yolunu aramıyor.

Oysa Anayasa çalışmaları ilerledikçe uyarıların dozu artıyor. Anayasal eşitlik maddesinin kamu hizmeti sunanlara (doktor, hákim, öğretmen gibi) türban yolunu açacağı endişesi dile getiriliyor. Kılık kıyafet düzenlemesinin kara çarşaf veya PKK üniformasına geçit vereceği de tartışılıyor.

Hatta daha ileri gidelim: Yarın öbür gün bir iktidar çıkar türbanı ceza yasası kapsamına alırsa, Anayasa değişikliğinin anlamsız kılınacağı neden düşünülmüyor?

Daha evvel de yazdım. Türbanı Anayasa’ya koymak galiba iyi fikir değil!

3 parti, 3 pozisyon

BAŞBAKAN’ın İspanya’daki "Velev ki türban siyasi simge olsun" cümlesi üzerine, "Doğru ama eksik kaldı" (15 Ocak) diye yazdım ve epeyi küfür yedim. Ama hálá lafımın arkasındayım.

Türbanı ister dini inanç gereği, isterse siyasi simge olsun... Hak ve özgürlükler çerçevesinde tartışmalıydık. Ancak o sayede herkesin eteğindeki taş dökülür, siyasi hedef ve pozisyonlar kamuoyu önünde en çıplak haliyle şekillenirdi.

Nitekim bakın geçen 10 günde neler gördük, öğrendik:

AKP yönetemedi:

AKP, türbanı 22 Temmuz seçim sonuçlarıyla irtibatlayarak acemilik etti. Saflarında yükselen "üniversite ilk adım, sonrası gelecek" beklentisine boyun eğdi. Merkeze yönelen parti imajını tam da özgürlük adımı atarken bozdu.

MHP amacına ulaştı:

MHP yaklaşan 2009 seçimi öncesinde türban kartını (istismarını?) AKP tekeline bırakmadı. Parti tabanına verdiği türban sözünü tutma yolunda önemli adım attı. "AKP’nin payandası" eleştirisinin kendi seçmeninden çok sol kesimden geldiğinin farkında.

CHP yine tek kaldı:

CHP, türbana muhalefette tek kaldı, laik kesimin sözcüsü oldu. Laiklerin "din devleti kuruluyor" korkusuna oynadı, yaklaşan yerel seçime malzeme topladı. Tek sorun, sol bir partinin yine yasakları savunmasıydı.
Yazının Devamını Oku

Irak’ta para konuşur

26 Ocak 2008
ANKARAİŞGAL altındaki Irak’ın parçalarını bir arada tutacak ortak payda ne olabilir? Tek ulus ideali? Araplar, Kürtler, Türkmenler ayrıştı... Artık çok geç.

Peki din kardeşliği? Şii-Sünni kan davası herkesin gözü önünde yaşanıyor.

Kalıyor geriye, ülkenin petrol geliri... Eğer o da merkezde toplanmazsa... Milyarlarca dolar yerel siyasi emellere hizmet ederse, Irak adı resmen tarihin arşivine kalkar.

Ankara bu endişeyle Irak’ın yeni petrol ve gaz yasasını destekliyor.

Kürtlere karşı Sünni-Şii ittifakından yana ağırlığını koyuyor.

Yani bir yandan kuvvet diplomasisi ile PKK’yı teslim olmaya zorluyor.

Diğer yandan enerji politikasıyla yeni Irak’ın kuruluşunu kolaylaştırıyor.

Kuvvet diplomasisinin ispatı PKK’nın kafasına yağan bombalar.

Enerji politikasının malzemesi yeni gaz ve petrol rotası. Irak’ın kuzey batısındaki çölde Akkaz doğal gaz kuyusu var. Bu kuyudaki beş vanadan hemen komşu Suriye’ye günde 50 milyon metreküp gaz akabilir. Ama Ankara, Şam ve Bağdat’ın gönlünden geçen proje daha büyük.

Irak-Suriye boru hattını, Türkiye’ye kadar uzatmak. Türkiye’nin yaklaşık 100-150 km’lik yeni hat inşaatı ile Irak gazını Ceyhan’a taşımak. Ve oradan da Nabucco aracılığıyla AB’ye satmak.

Çok da maliyetli olmayan bu proje gerçekleşirse, bakın neler olacak;

Irak doğal kaynakları Türkiye üzerinden dünya pazarlarına taşınmaya başlanacak.

Rusya gazına bağımlılıktan kurtulmaya çabalayan AB’ye bu imkánı Türkiye sunacak.

ÖZERK KUZEY ÖZERK KERKÜK

Şimdi
izninizle yeniden resmin tamamına dönelim.

Irak’ın parçalanmadan, bölünmeden yola devamı için iki şart var:

1) Kuzeydeki Kürtler bağımsızlık hedefinden vazgeçecek özerklikle yetinecek,

2) Özerk kuzey yönetiminde Kerkük’e farklı statü tanınacak. Bu kent nüfus kompozisyonunu temsil eden bir otorite (mesela şehir meclisi) tarafından yönetilecek.

Irak’ta para konuşursa bu hedefler ulaşılmaz değil!

Nahide Hanım modeli

YEDİNCİ Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in "Türbanı kim icat etti?" başlıklı yazıma yanıtını Hürriyet’te herhalde okudunuz. Evren özetle, "Ben türbana değil boneye işaret ettim" diyordu.

Peki Evren ve dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’ya ilham veren boneli bakan eşi kimdi?

Evren ve Doğramacı’ya atfen bu ismin Mehmet Keçeciler’in eşi Nadide Hanım olduğu iddia edildi.

Ancak bu iddianın resmi tarihle çelişen yanı çok... Öncelikle Keçeciler, Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı döneminde yani 1989’a kadar hükümette yer almadı ki Nadide Hanım bakan eşi olabilsin. Keçeciler kırmızı plakalı otoya ancak 1989 Kasım ayında Yıldırım Akbulut hükümetinde taşındı... O tarihe kadar türban yasası çoktan çıkmış, Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmüştü bile.

Hafızamda 44 ve 45’inci cumhuriyet hükümetlerinde eşi boneli başka bir bakan aradım ve galiba buldum da... Devlet Bakanı Ahmet Karaevli’nin eşi Nahide Hanım!
Yazının Devamını Oku

Türbanı kim icat etti

22 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>HEP söyledim, çok yazdım. Bu ülkede siyasi İslam’ın yükselişi 12 Eylül darbesinin eseridir. Devrimci-ülkücü akımlara karşı paşalar, "Türk-İslam sentezi" denilen çorba söyleme sarıldı.

Ama askeri rejimin asıl marifeti, imam hatip liselerindeki patlama ile türban icadıydı.

YÖK’ün ilk başkanı Prof. İhsan Doğramacı, türbanın fikir babasını bir kez daha hatırlattı:

"Kenan Evren döneminde bunu devamlı tartışıyoruz. ’İncitmeden nasıl başörtüsü konusunu çözebiliriz?’ diye uykularım kaçardı. Kenan Evren, bana bir gün dedi ki, ’Kabine üyelerinin birisinin hanımı (Mehmet Keçeciler’in eşi) ne güzel, gayet de çağdaş şapka gibi bir şey giyiyor, ne kadar medenice, bari başını örtmek isteyen sadece başını bu şekilde örtse ne iyi olur’ dedi. Bu konuşmanın ardından, lügat kitaplarına baktık. Fransa’da ’türban’ diyorlar. Bone gibi bir şey. Başını kapatmak isteyenler için bu önerildi. Şu an başörtüsü unutuldu, türban gündeme geldi." (Habertürk TV)

Demek ki o saate kadar anamızın, ninemizin başörtüsü ile sorun çıkmadan, kriz yaşamadan okula giden genç kızların suratına kapıyı çarpan... Ama ardından siyasi İslam’ın simgesi türbanı yaratan kimmiş?

Askeri darbe!

Din ticareti yapan partilere, türban istismarı ile iktidar yolunu açan kimmiş?

Askeri darbe!

Peki türban tartışmasını hayat tarzına tehdit sayan kimileri ne istiyor?

Yine ve yeniden askeri darbe!

Allah akıl fikir versin.

Hálá anlamadınız mı türban ile postal, ruh ikizidir.

Biri olmadan diğeri yaşayamaz.

Anayasa kötü fikir

TÜRBANIN üniversitede serbest bırakılmasına itirazımız olmadığı herhalde anlaşıldı.

Ancak yöntem konusunda uyarmak zorundayız... Çünkü yaparken bozmak en büyük risk.

Mesela, AKP’nin Anayasa değişikliği -MHP’ye göre- PKK bayrağını üniversiteye sokabilir.

MHP’nin önerisiyle türban yaşı liseye kadar inebilir, memura türban izni çıkabilir.

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, türbanı Anayasa marifetiyle serbest bırakmak galiba iyi fikir değil.

Mademki siyasi ve kurumsal uzlaşma tamam, istenirse başka yol da bulunur.

Boru hattı barışı

TÜRKİYE ve ABD arasındaki enerji işbirliği, iki ayrı barış projesine hizmet edecek:

Irak petrolü ve doğalgazı, dünya pazarına Türkiye üzerinden güvenle açılacak.

Rusya’ya alternatif enerji rotası sunan, bağımlılığı kıran Türkiye, AB için daha da önem kazanacak.

Ucuz petrol için Suudi Kralı’na soytarılık yapan Sarkozy, yanlış yöne baktığını bakalım ne zaman anlayacak?
Yazının Devamını Oku

Dağdan inen PKK’lı genç

20 Ocak 2008
ANKARA<br>GENELKURMAY aylar, belki de yıllar sonra dağdan inen PKK’lılar hakkında resmi açıklama yaptı. Dünkü gazetelere de yansıdı, askeri bildiride teslim olanlar için "zorla dağa çıkartılan gençler" ifadesi kullanıldı.

Dağdakine terörist, dağdan inene genç... Belki de asker 2-3 bin metre irtifa farkına atfettiği önemi anlatmak istiyor. Ama bu ifadeyi bir af hazırlığına onay saymak, son derece erken ve hatta yanlış yorum olur.

Çünkü askerin dağdan inene yargısız ve otomatik affa karşı çıktığını yetkili ağızdan duyduk.

Asker, terörün bitmesi için terör uygulayanların başarı umutlarının kırılmasını bekliyor.

Afsa bırakın umut kırmayı, cesareti artırır.

Öte yandan tabii ki teslim olanlar, terörle mücadeleyi kolaylaştırır.

Yine umut açısından bakıldığında...

Dağdaki kadrolar yeni katılımı görünce moral bulur. Eylemler sürer.

Yeni katılımın kesilmesi ise aksi yönde çalışır, eylem hevesi kırılır.

Katılım, kaçış ve eylem rakamları arasında ters orantı da bu yüzden.

Zaten PKK’nın dağdan kaçana ölüm cezası uygulaması boşuna değil.

Dağdan inen genç, hem operasyonlardan hem de örgütten kaçacak.

Böylece iki kez hayatını kurtarmış olacak.

İstanbul’a taşınma oyu

BAŞBAKAN ve bankacılar arasında Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması sohbeti geçtiğini dünkü ekonomi sayfasında okudum.

Ayrıntısını merak ettim ve öğrendim. İlginç bir diyaloğu aktarmak isterim.

Başbakan, söz Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasından ve CHP’nin eleştirisinden açılınca yanında oturan Bankalar Birliği Başkanı ve İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince’ye dönmüş ve "Atatürk’ün başkentinden taşımayı eleştirenler yine Atatürk’ün kurduğu İş Bankası’nın İstanbul’a geldiğini hatırlamalı" diye özetlenebilecek ifade kullanmış.

Ardından Özince’ye sormuş:

- Sizin yönetim kurulunda kaç CHP’li üye var?

- Dört kişi...

- Peki onlar da taşınmaya oy vermedi mi?

Ersin Özince hemen yanıtlamamış, kapanış konuşmasını beklemiş:

- Taşınma kararının çıktığı genel kurulda bir üye bizi çok eleştirdi. Kendisine şunu söyledik: Atatürk’ün eserini daha iyi yerlere getirmek için gerekirse başka ülkeye bile taşınırız.

İlginçtir biz kavgayı şimdiden veriyoruz, ama Merkez Bankası en az 5 yıl daha Ankara’da.

Peki hükümet tartışmayı neden bu kadar erken başlattı?

Hükümetin bir kurmayının yanıtını dikkatinize sunuyorum:

- Bu tartışma özellikle yabancıların ilgisini İstanbul’a çekiyor. İstanbul’un dünyanın en büyük 5 finans merkezi arasına sokma hedefine hizmet ediyor. İstanbul’da bir şeylerin olacağını herkes anlıyor.
Yazının Devamını Oku