19 Ocak 2008
ANKARAKORKUYLA beslenen rejimin çocukları olarak, "yok" demek zaten bize yakışmazdı. Ama ve lakin bir zamanlar her kış imanla komünistleri bekleyen... "İran olursunuz ha!" sopasıyla hizaya getirilen aydınların irticayı tanımda anlaşmaları gerek!
İşin aslına inersek; irtica tabiri koruyup korumak istediğimiz Cumhuriyet’ten bile eski.
31 Mart isyanı, Meşrutiyet’e başkaldırıydı. Hedefi mevcut rejimi yıkıp eskiye dönüştü.
O yüzden irtica, yani gericilik din kaynaklı rejim tehdidiyle eşanlamlı kullanılır oldu.
Oysa Türkiye’yi geri götürme arzusunda köktendinci akımlar asla yalnız kalmadı ki.
Üç askeri darbe, demokrasiyi kaç yıl geri taşıdı hatırlasanıza. Ya da etnik milliyetçi isyanlar, Güneydoğu’yu kaç on yıldır yerinde saydırıyor görmüyor musunuz?..
Örnek çok, yerimiz az... O yüzden kestirme söyleyeyim.
1980’li yıllara kadar üniversitede türban sorunu yoktu.
80’lerin sonunda Anayasa Mahkemesi kararıyla icat edildi.
Hükümet Anayasa’da değişiklik yaparak tekrar eskiye dönmek istiyor.
Yani evet, irtica ihtimali var. Ama kabul edin ki, her geri dönüş zarar vermez.
Aksi halde darbelerden demokrasiye geçişi de yasaklamak gerekir.
Küpeli’nin üçte biri temizlendi
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt diyordu ki:
"Küpeli Dağı’nın (Gabar) genişliği 40 km, derinliği 30 km. 1200 kilometrekarelik bir yüzölçümü eder. Bu dağda 100 terörist geziyor, bir arada da durmuyor, sadece eylem için bir araya geliyor. Yani bulması iğneyle kuyu kazmaya benziyor. Şimdi teröristi bulmak için en geniş kuvveti araziye yayıyoruz. Gerçek istihbarat alsam, bir bölük bir Kobra yetecek." (10 Kasım 2007)
Sınır ötesi hava operasyonları nedeniyle dikkatten kaçtı. Küpeli Dağı’nda barınan 100 teröristten 27’si geçen 15-20 günde etkisiz hale getirildi. Yani terör örgütünün simge saydığı coğrafyadaki gücünün neredeyse üçte biri temizlendi. Abartmak istemiyorum ama bu temizliğin psikolojik etkisi, Irak’ın kuzeyine yapılan hava akınlarıyla kıyaslanabilir gibi geliyor bana!
El Anbar formülü
ABD, PKK için Türkiye’ye siyasi çözüm öneriyor mu, rivayet muhtelif.
Diyelim ki, Washington dillendirmese de öyle istiyor.
O zaman siyasi çözümden ne anlıyor?
Belki de Irak işgalinde Sünni ağırlıklı El Anbar deneyi, bu soruya ışık tutabilir: ABD istihbaratı uzun ve çok maliyetli çalışmayla El Kaide ile Sünni direnişçi grupları ayrıştırdı.
ABD çok para harcadı, askerlerine kurşun atan Sünnileri ikna için alttan aldı.
Ama sonunda El Kaide’yi, El Anbar’da tek başına bırakmayı becerdi.
Hikáyeyi anlatana sorma gereği duyduk:
- Bu teşbihe göre Türkiye kiminle işbirliğine gitmeli?
- Irak’ın kuzeyindeki gruplar olabilir!
Yani ABD’nin siyasi çözüm odağını doğru anlamalı.
Diyarbakır’dan çok Erbil’i işaret ettiği görülmeli.
Yazının Devamını Oku 15 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>BAŞBAKAN’ın türban için "ister inançtan, isterse siyasi simge olarak takılsın suç sayılmaz, yasak getirilemez" anlamına gelen meydan okumasına samimiyetle katılıyorum. Zaten bu köşede defalarca aynı görüşü savundum, parkayla okula gidenlerin "siyasi simge" gerekçesiyle türbana geçit vermemesini eleştirdim.
Ne var ki, Başbakan’ın türban tespitinde eksik bıraktığı çok kritik bir-iki nokta var:
Öğrencinin okula, hastanın doktora, sanığın-mağdurun mahkemeye türbanla gitmesine karışmak asla doğru değil. Devlet, sağlık ve adalet gibi eğitim hizmetini de kılık kıyafetini beğenmediği vatandaşından esirgeyemez.
Ama ve lakin türbanlı öğrenci okuldan mezun olduğunda, eğer kamuda doktorluğu, öğretmenliği veya hákimliği seçerse o zaman iş değişir. Çünkü devlet memuru, siyasi simgeyle tercihini belli edemez... Türban veya parti rozeti fark etmez, devletin tarafsızlığı zedelenemez.
İşbu nedenle Recep Tayyip Erdoğan’ın türban yüzünden haksız yere üniversite kapısında bekleyen öğrencilere sadece öğrenim hayatlarıyla sınırlı vizyon/imkán sunmasını yetersiz ve eksik buldum.
Başbakan’dan beklediğim cümle, hizmet alan-veren farkının altını çizmesiydi.
Çünkü ancak bu sayede;
Türbanlı genç kız, örneğin devlet hastanesinde çalışamayacağı gerçeğinin farkında olarak yola devam eder, bir kez daha hayal kırıklığına uğramaz.
Toplumun türbansız (hatta karşı çıkan) kesimi, devletin siyasi simgelerle kendisini dışlayacağı korkusundan kurtulur.
Cemevinde özel ibadet
REHA Çamuroğlu’nun öncülük ettiği Alevi iftarından sonra neler olacak?
Gözüken o ki, AKP Alevilere ciddi miktarda kaynak aktarmaya niyetli.
O yüzden bütçeden pay alacak resmi bir örgütlenme zorunlu gibi.
Zaten Çamuroğlu’nun Başbakan’a raporunda bu öneri yer alıyor.
Cemevlerine gelince... Çamuroğlu, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun formülünü uygun buluyor: Yani Müslümanların ibadet yeri camidir, Alevilerin özel ibadethanesi cemevidir.
Yasal açıdan tekke ve zaviyeleri kapatan düzenlemenin değişmesi gerekiyor.
O zaman Mevlevihanelerin, duahanelerin de açılmasına engel kalmıyor.
Merkez, kamu bankası mı
MERKEZ Bankası’nın İstanbul’a taşınması tartışmasına iki itirazla katılıyorum:
1) İstanbul kenti Misak-ı Milli sınırları dışında mı kalıyor ki "Merkez taşınırsa vatan elden gider" korkusu yayılıyor.
2) Yıllarca Merkez Bankası’nın bağımsızlığı için mücadele edenler, şimdi aynı bankayı başkente dolayısıyla kamuya mal ederek çelişkiye düşmüyor mu?
Üstelik okuduğum, bildiğim kadarıyla bu işin dünyada öyle genel kuralı yok.
Örneğin, ABD’de FED’in merkezi Washington’da... Buna karşılık Alman Bundesbank, başkent Bonn iken Frankfurt’u terk etmedi. Başkent Berlin’e taşınırken de yerinden oynamadı.
Kişisel kanaatim, Alman modelinin daha piyasa dostu olduğudur. Ama hükümet taşınma bahanesiyle Merkez’in itibarıyla oynarsa, o zaman görüşüm değişir, peşinen söyleyeyim.
Yazının Devamını Oku 13 Ocak 2008
NEW YORK-ANKARACUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, terörle mücadele için iki önemli söz verdi. "Popülizmden uzağım, oy kaygım yok, birileri çıkıp doğruları söyleyecekse o ben olacağım" diyen Gül ekledi: "Bunun için de devletin kurumları arasında Anayasa’nın aradığı ahengi sağlamak için azami gayreti göstereceğim."
New York-Ankara uçuşunda Abdullah Gül’e yöneltilen soru ve yanıtları şöyle:
- Beyaz Saray’daki yemekte sohbet ne üzerine geçti?
- Pakistan’dan konuştuk. Sonra Başkan, Ortadoğu gezisine çıkacağı için bölgeyi ele aldık. Ben, "Bu kez barış için biraz zorlayın onları, 2008 sizin son seneniz olabilir, damga vuracağınız yıl da" dedim.
- Bush’un tepkisi ne oldu?
- Herkes bizden bekliyor, beklenti büyük havasını sezdim. "Yok öyle değil, bölge ülkeleri de sahip çıkıyor. Mesela ben sizden önce Mübarek’i göreceğim, isterseniz ben de söyleyeyim" dedim. Sonra katıklarımızı anlattım, etrafı biliyor tabii.
- Sohbet rahat geçti öyleyse...
- Evet, zaten kendisi de "Ben Türkiye ile ilişkilerde hiç gerginlik hissetmedim" diyor. Sonra Irak filan gibi sorunlu ülkeleri sayıyor.
CONDİ DİNLEMEYİ BİLİYOR
- Yeni bir dönem açıldı o zaman...
- Zaten ben Condi’ye (Rice) söylemiştim. Başkan Bush’a da tekrarladım: Alın bir káğıt, nelerle ilgilisiniz yazın... Biz de yazalım. Bakın ne çok müşterek var. Afganistan, Irak, Kafkaslar, Lübnan. Başka hangi ülkeyle olur ki?
- Bu gezide enerji de ön plana çıktı galiba?
- Evet, ben Amerikalıları enerji yolu olmamız konusunda çok ilgili gördüm. Geçen ziyarette Cheney ile görüşürken, "İşte kuzeyden gelecek, doğudan gelecek" deyince durdurdu, bir harita istedi, üzerinde konuştuk.
- Rice ile sabah kahvaltısı nasıl geçti?
- Onunla çok iyi çalışıyoruz. Dinlemeyi çok iyi bilen bir hanım. Saatlerce anlattığım oldu. "Arabada bana anlatmıştın, unutmadım" diyor.
ASKER GÜVENLE ÇALIŞIYOR
- Bu gezide "ABD’den operasyon ne zaman bitecek sorusu" geldi mi?
- Hayır, önemli olan kararın verilmesidir, ondan sonrası işin doğası gereği olduğunu bilirler. Önemli olan, askerlerimiz şeffaf ve karşılıklı güven içinde çalışıyor.
- Yani PKK bitene kadar devam diyoruz.
- Evet. Zaten Başkan Bush görüşmeden sonra içeride ne söylediyse anlattı, bana laf bırakmadı.
- Peki siyasi çözüm pazarlığı iddiası nasıl çıktı?
- Bir yetkiliye atfen diyorlar. Ama nasıl yetkiliyse, okuduysanız, benim için Tayyip Erdoğan’ın yerine Cumhurbaşkanı seçildi diyor. Meseleden o kadar uzak yani. Görüşmeye katılan ABD Büyükelçisi zaten yalanlıyor.
HAMASET TEHLİKELİ İŞ
- Geçen eve dönüş yasası istenen sonucu vermedi, bu kez ne olur?
- Tabii ki hükümetin işi bu... Ama her şeyi düşünmek lazım. Ben daha vatanseverim, sen daha vatanseversin... Hamaset iyi değil, yanlış ve tehlikeli. Bakın Hilmi Paşa (Özkök) ve eski komutanlar ne diyor. Bakın benim tek sorumluluğum birileri doğruları söyleyemiyorsa, varsın ben çıkıp söyleyeyim...
- Neden?
- Popülizmden uzağım, oy kaygım yok. Doğru bildiğimi söylerim. Yardımcı olurum. Terör olur, Kıbrıs olur, ekonomi olur. Ama tabii asıl karar siyasi sorumluluğu alanlardadır.
- Yani popülizm yapmadan, doğru bildiğinizi söyleyeceksiniz?
- Evet, bu bir... Bir de bunun için devletin kurumları arasında Anayasa’nın aradığı ahengi sağlamak için azami gayreti göstereceğim.
Yazının Devamını Oku 12 Ocak 2008
<b>NEW YORK-ANKARA</b><br>CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül yeni görevinde ilk kez ABD’ye geldi. Ancak Başkan Bush’un kameraların önünde ifade ettiği gibi Beyaz Saray’ın yabancısı asla değil. Daha önce Başbakan ve Dışişleri Bakanı sıfatıyla sayısız defa Amerikan yönetimiyle pazarlığa oturdu. Sanırım bu alışkanlıkla olsa gerek Amerikalılar karşılarında Gül’ü bulduklarında günlük siyaseti tartışmakta sakınca görmedi.
Abdullah Gül’e Washington ve New York’ta yöneltilen soru ve yanıtları hatırlamakta yarar var:
Anayasa ve türban: ABD’li tanınmış bir kanaat önderi "yeni Anayasa’nın türban serbestisi için mi yapıldığını" sordu. Gül cevaben, hazırlığı süren Anayasa’nın Avrupa standardında olacağını anlattı, türbanı kişi hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi kapsamında ele aldı. Anayasa’yı referanduma götürme niyetini tekrarladı.
TCK 301 değişikliği: Abdullah Gül’e birden fazla kez 301 krizi soruldu. Gül, yeni taslağın parlamentoda olduğunu söyledi, göreve geldiği ilk günden itibaren değişiklik tavsiyesinde bulunduğunu hatırlattı.
PKK’ya askeri operasyon: Gül’e "Irak’ın kuzeyine askeri operasyonların ne zaman biteceği" açıkça soruldu. Cumhubaşkanı, "O bölgede otorite boşluğu var. Orada terörle mücadele ederek Irak’a da yardımcı oluyoruz" mesajını verdi.
Hükümet-asker gerginliği: 27 Nisan gece yarısı bildirisi bir kez gündeme geldi. "Devlet (asker) ve hükümet gerginliğini nasıl yöneteceksiniz?" sorusuna Gül, "Ben ahengi sağladım, daha da güçlenecek" tarzı bir yanıt verdi.
Kur ve faizin gidişi: Gül, merhum Turgut Özal’dan bu yana yabancı yatırımcılarla buluşan ilk cumhurbaşkanı oldu. "Kur ve faiz" kadar ayrıntıya giren soruları Gül adına Mehmet Şimşek yanıtladı.
Abdullah Gül tabii ki Kıbrıs ve Ermeni soykırımı iddiaları alanında da mesai yaptı.
Son dönemde soykırım konusundaki pozisyonu değişen Musevi lobisine yapılan hatırlatma özellikle ilginçti. Paris Büyükelçiliği günlerinde 20 bin Yahudiyi soykırımdan kurtaran Atatürk’ün silah arkadaşı Behiç Bey’in hayatını anlatan "Büyükelçi" isimli kitabın İngilizce çevirisi torunu işadamı Emir Kıvırcık tarafından Gül ile görüşen lobi temsilcilerine hediye edildi.
Dil farkı cilvesi
TÜRKİYE’yi gayet iyi tanıyan bir Amerikalı ile karşılaştık. Sohbet "siyasi çözüm" tartışmasına dayandı, "Beyaz Saray ne demek istiyor?" diye sordum, işte yanıtı: "Bazı sözcükler iki ülkede aynı anlama gelmiyor anlaşılan. ABD için siyasi çözüm son derece sıradan bir laf. Veya İslam sözcüğünü kullandığımızda sadece Müslüman dünyayı kastediyoruz. Ama sizlerde farklı yankı buluyor."
1 saat rötar sırrı
CUMHURBAŞKANI yurtdışında programa dakikasına kadar uymaya özen gösteriyor. O yüzden New York’tan Ankara’ya hareketin bir saat kadar ertelenmesi sürpriz oldu. Ama sonradan anlaşıldı ki bu taammüden rötarı bizzat Abdullah Gül istemiş. Ankara’da kendisini karşılamaya gelecekleri cumartesi sabahı erkenden havaalanına taşımak istememiş. İniş saatinin 8.30’dan sonraya bırakılması talimatını vermiş.
Yazının Devamını Oku 8 Ocak 2008
<b>Ankara-WashIngton</b><br>BAŞLIKTAKİ ifade Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ait... Ama sakın heyecanlanmayın. Abdullah Gül cumhurbaşkanlığı seçimini kastetmiyor, 16 yıl önceye dönüyor.
Siyasete ilk kez adım attığı 1991 genel seçimini hatırlıyor:
- O zaman partinin (Refah) oyu yüzde 7-8. İl barajı da var. Nasıl olsa seçilemem diye çalıştığım İslam Kalkınma Bankası’ndan sadece bir ay ücretli izin istedim. Zaten hanımla anlaşmamız da öyle. Seçimden sonra döneceğiz. Adaylıktan bir hafta sonra anketlere göre seçileceğimi anlayınca çok şaşırdım. Seçileceğimi bilsem kesin aday olmazdım. Zaten bunu o zamanki arkadaşlarım da biliyordu.
Peki seçilmese ve 11. Cumhurbaşkanlığı’na giden yola girmese ne yapacaktı?
Kendi ağzından dinleyelim:
- İslam Kalkınma Bankası’nda imkánlar iyi, çocukların eğitimleri filan. Dünyayı dolaşıyoruz. Ayrıca maaşlar da iyi. Hiç unutmam ilk maaşımla 1983 yılında bir Honda Accord otomobil aldım.
* * *
Cumhurbaşkanı’nı zaman tüneline sokan soru Milliyet Genel Yayın Müdürü Sedat Ergin’den geldi.
Sedat Ergin, Cumhurbaşkanı’na ABD’ye ilk kez ne zaman ayak bastığını sordu... Gül önce hatırlayamadı.
Ama sonra anlaşıldı ki ABD’ye ilk olarak 1991 seçiminden hemen sonra Necmettin Erbakan’la birlikte gelmiş.
"Peki" diye bastırdı Sedat Ergin, "16 yıl sonra cumhurbaşkanı olacağınızı hiç düşündünüz mü?"
Gül de bırakın Çankaya hayalini mebus olmayı bile istemediğini bu vesileyle anlattı. Sonra sıra Abdullah Gül’e geldi. Bu kez de Gül o dönemin iki parlak Washington muhabiri Sedat Ergin ve merhum Ufuk Güldemir’le ortak anılardan söz etti. Mesela Ufuk, ABD ziyaretinde Erbakan’ın kılık kıyafetini çok beğenmiş, "Hoca Alman politikacısı gibi" diyerek iltifatını esirgememiş.
* * *
Abdullah Gül’ün Çankaya’ya gelen hediyeleri ne yapacağı günlerdir yazılıp çiziliyor. Gül’ün siyasi yaşamında pahalı hediyeleri geri çevirdiği bilinir, kızının düğün takılarını şehit ailelerine bağışladığı da hatırlarda.
Peki o zaman neden hediye listesini açıklamıyor? İşte Gül’ün yanıtı.
- Şundan dolayı: Bir tek o olsa, kaydı tutuluyor zaten, açıklayın derim. Ama kimisi çıkıyor, ’Cumhurbaşkanı şuna cevap versin.’ Ertesi gün başkası, ’Yılbaşında Cumhurbaşkanı gibi hediye almayın’ diye yazıyor. Rahatsız oluyorum. Ayrıca birisi geldiğinde, hemen ’Ne getirdi?’ diye bakmıyorum tabii... Hediyeleri Kayseri’de kuracağım müzeye vereceğim.
Silahlar lobide kaldı
BEYAZ Saray gündeminde Pakistan da var mı? "Tabii" diyor Cumhurbaşkanı ve devam ediyor: "Pakistan’a turistik gezi yapmadım. 6 ayrı düşman grupla otelde görüştüm. Hiçbiri birbirine rastlamadı. Hepsi silahlı geldi. Ama silahlar lobide kaldı. Navaz Şerif ile merhum Butto ilk görüşmelerini bizim vesilemizle yaptı."
Özal’ı ve Rusya’yı okuyor
ZAMAN ’dan Ekrem Dumanlı Cumhurbaşkanı’na ne okuduğunu soruyor. Gül, biraz hafif kitapları yatakta bitirdiğini, ciddilerini çalışma odasında okuduğunu anlatıyor. İlk kategoride yeni makamına uygun kitapları seçiyor. cumhurbaşkanlarının anılarını ve hakkında yazılanları okuyor. Turgut Özal’la ilgili kitaplar başucunda duruyor. "Bir de merakım vardı. Rusya’da, Orta Asya’da rejim çöktükten sonra 10 yıl içinde nasıl bu kadar zengin çıktı" diyor ve ekliyor: "Geçen yaz Mehmet Şimşek’e sordum. ’O konuda bir kitap var’ dedi, buldu getirdi. İsmi ’Sale of the Century’ (Yüzyılın Satışı). Şimdi onu okuyorum."
Yazının Devamını Oku 6 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>HER terör eyleminin mutlaka siyasi hedefi vardır. Zaten terör ancak bu yolla başarı umudu yitirildiğinde biter.
Diyarbakır’da 15 ay arayla patlayan iki bomba, bu kuralın istisnası değil.
Yalnız bakıyorum, bazen fail-i meçhul yorumlar bomba kadar hasar verebiliyor.
Mesela, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı’na Diyarbakır ziyaretinde aynı soru yöneltildi.
Bombanın ardında komşu ülkenin (İran’ın) bulunduğu iddiası ortaya atıldı. Gerçi askeri ve siyasi liderler böyle bir istihbaratı doğrulamadı, ama soru işareti akıllara takılmış oldu.
Gelin birlikte akıl yürütelim... Bu işin arkasında İran’ın olması ancak iki yolla mümkün:
a) İran bir yandan Kandil’i bombalıyor, diğer yandan Diyarbakır’ı.
b) PKK’nın ABD destekli kolu PJAK, yani Washington bombadan sorumlu.
Türkiye’nin son dönemdeki en yakın iki müttefiki birden töhmet altında.
Eğer istihbarat doğru değilse... Ama burası çok önemli, doğru değilse...
O zaman üzerine bina edilecek her teori ancak PKK propagandasına hizmet ediyor.
* * *
Bomba hakkında verilen demeçlerde geçen aynı cümlenin önü ve arkası da önemlidir.
Başbakan, "Bu hunhar eylemler bizim terörle mücadelede azim ve kararlılığımızı daha da artırmaktadır. Bunun için daha ileri, daha da geliştirilmiş bir demokrasi diyoruz" diyor.
DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna ise bombalı saldırıyı kınarken PKK’ya dönük askeri operasyonlara son verilmesini istiyor, "Kürt sorunundaki çözümsüzlüğü" sorumlu tutuyor.
Yani her iki siyasetçi de "demokrasiden" söz ediyor.
Ama biri sadece PKK’ya yetecek kadar talep ediyor.
* * *
Diyarbakır bombası, Türk siyasetinin ve devletinin aczini göstermedi. Aksine PKK’nın TCK 221’in genişlemesinden, Anayasa’da yeni açılımlardan ne kadar korktuğunu kanıtladı. Bazılarının iddia ettiği gibi bombalar yağarken yeraltındaki mağaralarda saz çalınıp türkü çığırılmadığı da belli.
PKK geçen yıl dış desteğini tamamen yitirdi, bu yıl içeriyi de kaybediyor.
Büyük Oyun’a devam
GEÇEN hafta bu köşede Türkiye, İran, Pakistan, Afganistan fay hattını yazdık.
Afganistan dışında kalanların nükleer güç veya o yolda olduklarını hatırlattık.
Yazının çıktığı gün petrolün varil fiyatı 100 doları aştı, denkleme eklendi.
Dünyanın enerjiye en aç iki ülkesi, Çin ve Hindistan.
Hazar enerji kaynakları için en ucuz taşıma güzergáhı Afganistan-Pakistan hattı.
Bir kol Karaçi’den sıcak denize inecek, diğeri Hindistan ve Çin’e uzanacak.
Milyar dolarlık bu proje ancak Afganistan ve Pakistan’ın istikrara kavuşmasıyla mümkün.
5 Kasım’da Beyaz Saray’da PKK dışında sadece tek krizin altı çizildi: Pakistan.
İran sorunu ABD açısından yarını bekleyebilir, ama Pakistan acil çözüm bekliyor.
Başbakan, 2007 yılında Irak’ın AB ile ilişkilerin önüne geçeceğini söyledi, haklı çıktı.
2008 yılında Orta Asya irtibatı gündemde ilk sıraya oturursa hiç şaşırmayız.
Yazının Devamını Oku 5 Ocak 2008
ANKARAPKK’nın korkulan ama beklenen terör eylemi için Diyarbakır’ı seçmesi rastlantı mı? Bence kesinlikle hayır!
Ya dün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Diyarbakır’ı ziyareti. Bugünse Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Kars programını iptal edip kalabalık bir heyetle Diyarbakır’a gidecek olması, sıradan bir siyasi refleks mi sayılmalı?
Bence yine hayır!
* * *
Diyarbakır’da son üç yıldaki benzer bombalı terör eylemlerini hatırlayalım:
5 Haziran 2005’te Diyarbakır Hani-Lice yolunda yol tuzağı.
3 Kasım 2005’te Diyarbakır Dicle İlçesi Körmük mezrasında yola kurulan tuzak.
22 Mayıs 2006’da Lice İlçesi’nde Eski Kulp Caddesi’nde toprak yoldaki tuzak.
Ve geliyoruz 14 Eylül 2006 akşamına... Bağlar Koşuyolu Caddesi’ndeki termos bombanın patlamasıyla 7’si çocuk 10 kişi yaşamını yitirdi, 15 kişi de yaralandı.
Önceki günkü alçak saldırıda hedef askeri servisti.
15 ay önceki bombanın adresi MİT ve jandarma lojmanlarıydı.
Peki fark nerede derseniz... Devletin yanıtında.
Daha önceki bombalardan sonra Diyarbakır’ı ziyaret eden olmadı.
Bu sefer tabir yerindeyse devlet Diyarbakır’a taşınıyor. Devlet meydan okuyor.
Ama kime? Tabii ki PKK’ya değil, teröre.
Diyarbakırlıya düşen, bu meydan okumada askerini, siyasetçisini yalnız bırakmamaktır.
Küçük gelinler diyarı
GAZETELERDE 12 yaşındaki gelinin düğün haberi.
Jandarma düğünü durdurup kızı Çocuk Yuvası’na koymuş.
Bilmiyordum, Aksaray’ın kadın vekili İlknur İnceöz’e sordum öğrendim: Yörede küçük gelin ádeti oldukça yaygınmış. Özellikle gurbette çalışan aileler böyle çocuk yaşta gelinleri tercih edermiş. Devlet Bakanı Nimet Çubukçu ile İnceöz iki yıldır kampanya ile önüne geçmenin yolunu ararlarmış.
Anadolu’nun ender kadın vekillerinden İlknur Hanım avukat. Meclis’e girmeden aile içi şiddete karşı çok dava almış, sığınma evlerinde yer bulunamayan mağdurlar için ev bile kiralamış.
Son küçük gelinle dün yuvada görüşecekti. Önden şu bilgileri almış:
Belli ki babaannesi ile yalnız yaşayan çocuk evliliğe razıymış.
Ayrıca gerçek yaşının 12 değil 14 olduğunu söylüyormuş.
İlknur İnceöz haklı olarak itiraz ediyor:
- TV’deki kadın programlarına bakın. Katılanların neredeyse tamamı geçmişlerinden pişman. İster 12, isterse 14 yaşında olsun, bu çocuk kararının sonuçlarını kestiremez ki.
Dipnot: Geçen yıl bu zamanlar muhafazakár gazetelerin aile içi şiddet ve kadına eziyet haberlerini kullanmamalarını eleştirdim, alınanlar çıktı. Aksaraylı D.K.’nın haberini Yeni Şafak’ın birinci sayfasında okudum ve sevindiğimi de kayda geçirmek isterim.
Yazının Devamını Oku 1 Ocak 2008
<b>ANKARA</b><br>TÜRKİYE yeni yıla PKK’yı uluslararası yalnızlığa mahkûm ederek girdi.
Bu izolasyon sanılandan çok daha önemli... Çünkü nasıl polis desteği olmadan mafyanın yaşaması mümkün değilse, dış destek olmadan PKK ayakta zor kalır!
2008’in sorusu artık PKK’nın ne zaman biteceği değildir. Eğer PKK’yı yaratan iç koşullar değişmezse işlevini yitiren bu örgütün yerini kimin alacağıdır.
* * *
Dünya ve özellikle bölgemiz, Birinci Cihan Savaşı ertesine benzer konjonktüre sürükleniyor.
Yazının Devamını Oku