15 Nisan 2007
GÜNLERCE yırtındılar... "Darbecilerin mitingi... Fiyasko olacak... Olay çıkabilir... Kaç kişiymiş bunlar!.." Dün Ankara’yı televizyonlardan izlediler. Yüzbinler, belki bir milyon kişi oradaydı ve Cumhuriyet tarihinin en görkemli mitingi yapılıyordu. Tam olarak kaç kişi vardı? Bilmek, saymak mümkün değildi. Türkiye böylesini görmemişti. Rakamlar sadece katılanlar için. Bir de yurdun dört bir yanından şu veya bu nedenle katılamayanları, ama gönülleri orada olanları düşünün.
Ellerde Türk bayrakları, Atatürk resimleri... İşte Türk insanı bu.
Bugüne kadar tam 4.5 yıl Türkiye’yi dikensiz gül bahçesi gibi yönettiler. Kendi adamlarına köşeler döndürürken, milletin çoğunluğunu ezdiler, korkuttular, sindirdiler, aç ve işsiz bıraktılar, sürdüler. Toplumda suç patlaması yaşattılar.
Yüzde 34 oyla Meclis’te milletvekili sayısının yüzde 66’sını elde ettiler. Meclis Başkanı, Başbakan, hükümet ve Meclis’teki ezici çoğunluk ellerinde. Eksik kalan sadece Cumhurbaşkanlığı. Orasını da ele geçirince devlet tamam olacak, tümüyle ellerine geçecek.
Bunlar olurken toplumun üzerine adeta ölü toprağı serpilmişti. Örgütsüz toplum tepkisiz ve duyarsızdı.
Dev, dün silkelendi ve uyandı. Bir daha da asla uyumayacak.
* * *
Ankara ve Anıtkabir’de dün şölen vardı. Öğrenciler, dedeler, nineler, memur, işçi, esnaf, ev kadını, her kesim oradaydı. Bütün bunları televizyon ekranlarından izlediniz.
Cumhuriyet döneminin bu en büyük ve en görkemli mitingine örneğin 50 bin kişi katılmış olsaydı, AKP yanlısı televizyonların dün akşamki yayınında, yine AKP yanlısı gazetelerin bugünkü nüshalarında şunları görecektik:
"Fiyasko... Darbeciler halkı kandıramadı, katılım çok düşük oldu... İşte, bunların gücü bu kadar... Milletimiz iktidara güven tazeledi..."
Herhalde AKP’nin Meclis’ten sorumlu bakanı, "heykeli dikilecek adam, şeyini şey ettiğimin şeyi" Bülent Arınç başta olmak üzere, hepsi de son derece mutlu olacaktı!
* * *
Son üç günde ülkemizde çok önemli olaylara tanık olduk.
Perşembe: Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Cumhurbaşkanlığı makamına kimin seçilmesi gerektiğini vurguladı: "Cumhuriyet rejiminin ilke ve değerlerine sözde değil, ÖZDE sahip çıkacak biri..."
Mesaj herhalde yerine ulaşmıştır, anlayanlar anlamıştır.
Genelkurmay Başkanı, "Biz bu kafaların Çankaya’ya çıkmasına karşıyız" diyemezdi, mesajını daha açık bir biçimde veremezdi.
Cuma: Cumhurbaşkanı Sezer, Harp Akademileri Komutanlığı’nda genç subaylara hitaben konuştu ve ülkemizin bu iktidar döneminde nerelere sürüklendiğini, Türkiye’yi bekleyen tehlikeleri anlattı. Her cümlesinin altına imzamı koyarım.
Cumartesi: Bir milyon dolaylarında Türk insanı, Ankara’da toplandı, AKP iktidarına mesajını verdi. Ülkeyi yönetenler herhalde anlamış olmalıdır!.. Ve ilginçtir, katılanların arasında parti-kurum-kuruluş-siyasi görüş ayrılıkları vardı ama hepsinin ortak amacı Cumhuriyet’in değerlerine ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine sahip çıkmak, AKP’nin marifetlerine (!) "Hayır" diye haykırmaktı. Alanda miting başlamadan hemen önce dolaşırken orada CHP, DSP, SHP, MHP, DYP, GP, İP, sağcı, solcu, ülkücü kimliğini bildiğim kimselere rastladım, hep birlikte sohbet ettik.
Herkes aynı ortak amaçta buluşmuştu.
Burada bir borcu da yerine getirmek gerekiyor. Görkemli mitingi ve Anıtkabir yürüyüşünü örgütleyen ve Sessiz Dev’in silkelenip uyanmasını sağlayan başta Atatürkçü Düşünce Derneği olmak üzere bu olayın düzenlenmesinde payı olan bütün kurum ve kuruluşlara ve ayrıca bu olayı baştan sona canlı yayınlayan Kanaltürk ve art’ye milletimiz adına çok teşekkür ediyorum.
Son ve önemli not: Genelkurmay Başkanı ile Cumhurbaşkanı tarafından verilen mesajlar ve dünkü miting sonrasında Türkiye’de bazı şeyler değişir. Sadece Meclis çoğunluğuna dayanarak Çankaya hesabı yapanlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi "tapulu malları", Türk milletini kendi "emir kulları" gibi görenler, şimdi oturup bir kez daha düşünmelidir. Bazı şeylerin kolay olmayacağı açıkça ortaya çıkmıştır!
* * *
Emin Çölaşan’ın notu: Başbakan Tayyip Bey, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Bey’e (Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde) "Hocam" diye hitap ediyor muydu, etmiyor muydu!
Merak edenler için bunun görüntüsünü bu sabah saat 11.00’de art (Avrasya) kanalında Mustafa Balbay’la canlı yayında vereceğiz. Aynı programın tekrarı bu gece saat 21.30’da olacak.
Yazının Devamını Oku 14 Nisan 2007
BÜYÜKANIT’ın basın toplantısında kendisine iki soru sordum. Özellikle ikincisi dün gazete haberlerinde ve köşe yazılarında yer almıştı... İşin daha da ilginç tarafı, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve Recep Tayyip Erdoğan kesimi soruma kızmışlardı ve olayı yalanlamaya çalışıyorlardı! Büyükanıt’a sorum şuydu:
"Başbakan, sizden önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e ’Hocam’ diye hitap ederdi. Size de böyle hitap etti mi?"
Sorunun yanıtı elbette "hayır etmedi" olacaktı. Nitekim öyle oldu.
O halde ben, yanıtını bildiğim o soruyu niçin sordum?
Hilmi Özkök ile Recep Tayyip Erdoğan arasında geçmişte yaşanan ve Başbakan-Genelkurmay Başkanı ilişkisinin çok dışına taşan ve büyük tepki yaratan yakınlık ve samimiyeti bir kez daha vurgulamak için sordum.
* * *
Şimdi belki bu "Hocam" olayının belgesi olup olmadığını soracaksınız. Elbette var. Olay Çanakkale törenlerinde geçti ve bütün ekranlara, gazetelere yansıdı. Manzara şöyle:
Recep Tayyip Bey makam aracına binecek. O sırada yanına üniformasıyla Hilmi Bey geldi. Recep Tayyip Bey kendisine seslendi:
"HOCAM buyurun, beraber gidelim."
Hilmi Bey teşekkür etti ve kendi makam aracına yöneldi. Aynı günün akşamı çoğu televizyon kanalında bu konuşma defalarca gösterildi ve "Hocam" sözcüğü Başbakan’ın ağzından defalarca vurgulandı...
"Hocam, hocam, hocam..."
Hilmi Bey bu olayı ya unutmuş, ya da bir kez daha gündeme gelmesine kızmış ki, dün Ertuğrul Özkök’ü arayıp sorumda geçen olayı yalanlamaya kalkışmış... Ve beni şikáyet etmiş!
Basın toplantısını televizyondan izleyen Tayyip Bey de olayın doğru olmadığını söylemiş. "Ben hocam diye Beşir Atalay’a hitap ettim" demiş.
İnsan belleği zayıftır ve unutabilir. Ancak olay tümüyle doğrudur. Belki dün gece ekranlarda yeniden gösterilmiş ve doğru söylediğim bir kez daha belgelenmiştir. Bu yazıyı dün öğleden sonra yazdığım için bilemiyorum.
BAŞBAKAN VE DEDiKODU
BİR Başbakan, kendisinin kulağına fısıldanan ve tümüyle yalan olan dedikoduları gündeme taşır mı? Bunları ciddiye alıp üzerinde konuşur mu? Bizde konuşur! Şimdi size dünkü gazetelerden iki somut örnek vereceğim. İkisi de AKP’nin destekçisi gazetelerden:
Zaman Gazetesi sayfa 4: "...Başbakan ayrıca kendisine ulaştırılan ilginç bir detayı nakletti. Erdoğan, ismini vermeden Emin Çölaşan’ın basın toplantısından çıkarken Yaşar Paşa’yı kastederek yanındaki gazetecilere ’Bunu da kaybettik’ dediğini anlattı."
Star gazetesi sayfa 1. Haberin başlığı: Büyükanıt’ı kaybettik. "...Çölaşan’ın soruyu tahrik amaçlı sorduğunu ve istediği yanıtı alamadığını da vurgulayan Erdoğan’ın, sonrasını şöyle anlattığı ifade edildi: O gazeteci basın toplantısı bitince etrafındakilere Büyükanıt’ı kastederek ’Bunu da kaybettik’ demiş."
İktidara en yakın iki gazetede aynı haber!
Burada açıkça yazıyorum: Basın toplantısından önce veya sonra, hiçbir zaman ve hiçbir yerde "Büyükanıt’ı da kaybettik" demedim, o anlama gelecek bir şey söylemedim ve böyle bir şey aklımdan geçmedi. Geçmiş olsaydı, dünkü yazımda yazardım.
Başbakan dahil aksini iddia eden varsa ortaya çıkar, bu sözleri kime, hangi gazeteciye söylediğimi kanıtlar. Ama kanıtlamak için, bu sözleri söylediğim iddia edilen gazetecilerin ismini verir... Ve onlar da bunu doğrular.
Tamamen yalandır, dedikodudur.
Eğer bir Başbakan kulağına fısıldanan böyle yalan ve dedikodulardan medet ummaya kalkışıyor ve bunu yakın çevresi aracılığıyla kamuoyuna yansıtıyorsa, vay bizim halimize!
Türkiye yalanlarla, dedikodularla yönetilemez.
Şimdi ortada iki olasılık var.
1- Yakınları, Tayyip Bey’e yalan söylemiş ve yanıltmış. Demek ki çevresinde yalancılar var ve onları temizlemesi gerekir.
2- Birileri kendisine şaka yapmış ve Tayyip Bey ciddiye almış!
Başbakanlık "ciddi" bir yerdir.
O makamda oturanların böyle dolduruşlara gelmesi, kulağına fısıldanan yalan ve dedikoduları gündeme taşıması fevkalade sakıncalıdır, yakışıksızdır!
Yazının Devamını Oku 13 Nisan 2007
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın dünkü basın toplantısına katıldım. Önce salonu biraz anlatıp sonra konuya gireyim. Genelkurmay İkinci Başkanı, bütün kuvvet komutanları ve Ankara’daki or ve korgeneraller oradaydı. Toplantı saniyesi saniyesine, tam açıklanan saatte, 14.30’da başladı. Genelkurmay Başkanı salona girerken ve çıkarken tüm generaller esas duruştaydı.
Büyükanıt, Türk ordusunu yıpratmaya çalışan iç ve dış çevreler için ağır sözler söyledi ve uyarılarda bulundu. "Milliyetçilik yükseliyor" diyenlerin ülke güvenliğine zarar verdiğini vurguladı ve şöyle dedi: "Biz Atatürk milliyetçisiyiz. Etnik ayrım gözetmeyiz. Gurur duyulacak bir milliyetçiliktir." Bunun aksini savunan bazı üniversite hocalarının "öğrenci yetiştirdiğine" değindi ve Türk ordusuna yapılan örgütlü saldırıların 2003 yılında başladığını, Şemdinli olaylarından sonra günümüze kadar giderek arttığını belirtti. Örgütlü saldırı derken, yazılı ve sözlü yayın yoluyla yapılan saldırıları kastediyordu.
Verdiği takvim tümüyle AKP dönemini kapsıyordu.
* * *
Şimdi gelelim basın toplantısının en çok beklenen bölümüne. Genelkurmay Başkanı acaba cumhurbaşkanlığı seçimi için ne diyecekti? Biz kendisine bu konuyu elbette soracaktık ama elinin kolunun bir anlamda bağlı olduğunu da biliyorduk. (Bu konu için lütfen burada çıkan 8 Nisan Pazar günkü yazımı bir kez daha okuyunuz.) Acaba ne ölçüde konuşacaktı?
Büyükanıt, konuşmasında bu konuda iki cümle söyledi:
"Cumhuriyet rejimine ve ilkelerine sözde değil, ÖZDE bağlı olan birinin seçilmesi gerektiğine inanıyoruz. Umut ediyoruz."
Bu konuda başka sorular sorulmamasını, söyleyeceğinin bu kadar olduğunu da ayrıca belirtti. Ama biz gazeteci olarak bu güncel konuyu deşmekle yükümlüydük!
Sordum: "Cumhurbaşkanlığı için çeşitli adaylar var. Birinin ismi özellikle ön planda geçiyor. Kendisi sizin bu tanımıza uyuyor mu?"
Büyükanıt: "Şunu istirham edeceğim. Ben kişiler bazında konuşmam. Sonuçlanmadan bu konuda yorum yapmam. Sanırım doğru olmaz. Kusura bakmayın."
Taki Doğan sordu: "Subay eşlerinin türban takması yasaktır. Eşi türbanlı subay ordudan çıkarılır. Cumhurbaşkanı aynı zamanda başkomutandır. Başkomutan eşi türbanlı olursa, onun emrindeki komutanlar olarak bunu nasıl karşılarsınız? Tepkiniz ne olur?"
Büyükanıt (gülerek): "Bu konuyu bitirdim. Ama sorunuzu almış oldum."
Ben sordum: "Başbakan, sizden önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e ’Hocam’ diye hitap ederdi. Size de böyle hitap etti mi?"
Büyükanıt: "Hayır"
Çölaşan: "Teşekkür ederim."
Metin Kayıhan yarınki büyük mitinge iktidar kesiminin tam kadro karşı çıkmasını sordu.
Büyükanıt: "Toplantıdan ürkmek anlaşılır şey değil. Türkiye’de ne gösteriler yapılıyor. Terör örgütünün bayrakları bile açılıyor. Şiddet içermeyen bir miting yapılıyorsa ben buna demokratik bir girişim derim. Herkes bu hakka sahiptir."
Desteğini böyle verdi.
Ne yazık ki burada Enis Berberoğlu, Aslı Aydıntaşbaş, Muharrem Sarıkaya, Kemal Yurteri, Murat Yetkin, Hakan Çelik ve öteki gazeteci arkadaşların güzel sorularına yer veremiyorum. Onları haber sayfalarında okuyacaksınız.
* * *
Şimdi gelelim işin özüne, yani cumhurbaşkanlığı olayına. Büyükanıt’ın mesajı iki cümle idi: "Cumhuriyet rejimine ve ilkelerine sözde değil, özde bağlı birinin seçilmesi gerektiğine inanıyoruz. Umut ediyoruz."
Daha fazlasını söyleyemezdi. (Geçen pazar günkü yazımı bir kez daha anımsatıyorum.) Askerler için isim önemli değil. Onlar, "o zihniyette birinin" Çankaya’ya çıkmasına karşı. Ama elleri kolları da yasalarla bağlı. Açıkça "çıkmasın, o şahsı, o kafayı, o zihniyeti devletin başında görmek istemiyoruz" demeleri mümkün mü? Elbette değil. Hele böyle dandik "darbe masalcılarının" hortladığı bir ortamda!
O halde dün askerler tarafından verilen mesajı şöyle okumak gerekiyor:
"Karşıyız ama daha fazlasını söylememize yasalar izin vermiyor."
Aksi olsaydı Büyükanıt’ın bu konuda sorulan bütün soruları aynı doğrultuda yanıtlaması, üzerinde bol bol konuşup "bir numaralı aday" veya ötekilere övgü düzmesi, iyimserlik yayması ve şöyle demesi gerekirdi:
"Recep Tayyip Erdoğan olur, onların seçeceği başka biri olur, hiç fark etmez. Onlarla aynı doğrultuda, aynı çizgideyiz. Hepsi de değerli, Cumhuriyet rejimine ve ilkelerine SÖZDE ve ÖZDE, içtenlikle bağlı kimselerdir."
Durum budur, gerçek budur sevgili okuyucularım! AKP’liler dün "Genelkurmay Başkanı tam da bizi, Başbakanımızı tarif etti" dediler! Helal olsun!
Dilin kemiği yok ki!
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2007
BUGÜN-perşembe: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt basın toplantısı düzenliyor. Tahmin ediyorum, öncelikle son günlerde ülke sınırları içerisinde Türk ordusuna karşı sergilenen düşmanca tavırlara, suçlamalara yanıt verecektir. Ancak bunlardan belki daha da önemlisi, Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda askerlerin görüşünü dile getirecek olmasıdır.
Oraya kimin çıkacağı değil, hangi zihniyetin, hangi anlayışın çıkacağının önemini vurgulaması beklenecektir.
Büyükanıt’ın basın toplantısı hem kendi söyleyecekleri, hem de sorulacak sorulara vereceği yanıtlar açısından, şu kritik günlerde çok büyük önem taşıyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde iktidar yandaşlarından oluşan belli kesimler, kendi ordularına böyle hayasızca saldırmaz, iftira atmaz, onu aşağılayıp zor duruma sokmak için çaba harcamaz.
Büyükanıt bu konuya da herhalde değinecektir.
Basın toplantısına ben de gideceğim. Tarihi bir olaya tanıklık edeceğiz gibi görünüyor.
* * *
Yarın-cuma: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, İstanbul’da Harp Akademileri Komutanlığı’nda son konuşmasını yapacak ve çok önemli mesajlar verecek.
Laiklik, yargı bağımsızlığı (yani yargının bağımsız olmadığı), cumhurbaşkanlığı...
Devletin tepesinde Cumhurbaşkanı ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında (Hilmi Özkök hariç) her zaman aynı doğrultuda sıcak ilişkiler oldu. Şimdi de öyle.
Yeni cumhurbaşkanı seçildiğinde araya önemli bir soğukluk gireceğini ise herkes şimdiden tahmin ediyor...
Çünkü askerler "o zihniyetin" Çankaya’ya çıkacak olmasını içlerine sindiremiyor. Çıkacak kişinin adının şu veya bu olması hiç önemli değil.
* * *
Öbür gün-14 Nisan Cumartesi: Genelkurmay Başkanı basın toplantısı, Cumhurbaşkanı konuşmasını yapmış olacak ve Ankara’da -saat 11.00’de- görkemli Cumhuriyet mitingi ve Anıtkabir yürüyüşü başlayacak.
Burada Ankara Valiliği ile Emniyet Müdürlüğü’ne çok önemli bir görev düşüyor. Büyük kitleleri akın akın mitinge taşıyacak otobüs ve taşıt araçlarının Tandoğan Meydanı yakınlarına düzenli bir biçimde akışını sağlamak.
Sevgili okuyucularım, bu miting iktidarı ve yandaşlarını paniğe sürükledi. Başbakan "İş sirazesinden çıktı, bunlar kalabalık toplayamaz" dedi! Göreceğiz bakalım!
İktidar yanlısı medyada sürekli olarak mitinge karşı yayın yapılıyor.
Niçin?.. Çünkü beş yıllık iktidarları döneminde dikensiz gül bahçesi yönettiler. Sessizliğe ve tepkisizliğe alıştılar!
Kitleler her açıdan perişan olmalarına karşın -örgütsüzlük nedeniyle- topluca ses veremedi. Açlar, işsizler, sürgüne gönderilenler, haksızlığa uğrayanlar, hakları ellerinden alınanlar, yolsuzluğa karşı çıkanlar hep sustu veya susturuldu.
Tepkiler sadece bireysel oldu ama elbette yetmedi.
14 Nisan cumartesi günü yapılacak cumhuriyet mitingi, bunları o nedenle ürkütüyor...
Çünkü o gün kitleler ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk resimleriyle meydana inecekler. Tepkilerini kırıp dökmeden, efendice dile getirecekler... Ve hemen miting alanının yanındaki Anıtkabir’e gidip mozoleye çiçek bırakacaklar. Mitinge her kesimden ve her görüşten 300’den fazla sivil toplum kuruluşu katılıyor.
Parti-kurum-kuruluş-siyasi görüş ayrımı olmadan.
* * *
Bunu bir anlamda utanarak yazıyorum ama doğrudur. Türk milletinin üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş durumda. Ses çıkaramıyoruz, tepki veremiyoruz, pek çok konuda ne yapacağımızı bilemiyoruz... Çünkü örgütlü değiliz.
Yüzde 34’lük AKP iktidarı ile geçen şu beş yıllık döneme bakınız!
İnsanımız -bazı en yüksek makamlara gelmiş olanlar dahil- ürkeklik ve korkaklık sergiliyor. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın anlayışı bilinçli olarak egemen kılındı.
Üzerimize bir siniklik, pısırıklık çöktü. Oysa biz varız ve çok güçlüyüz.
14 Nisan Cumhuriyet mitinginde, saat 11.00’den itibaren işte bu sesi dünyaya duyuracağız.
Haydi Ankara’ya... Haydi Tandoğan Meydanı’na ve Anıtkabir’e...
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2007
PERDE 1 <br><br>AKP milletvekilleri başbakanları ile yapılan mülakat ve dandik anketi doldurduktan sonra birbirlerine soruyorlar: - Sizin gruba ne dedi? Renk verdi mi?
- Vermedi. Anket doldurduk.
- Bir şey söyledi mi?
- Söylemedi.
Kendisiyle görüşme yapan, ancak anket formu verilmeyen büyük patronlar ve işadamları birbirlerine soruyor:
- Ne yapacak? Çıkacak mı?
- Hiç anlamadık!
- Vücut dili nasıldı? El kol hareketlerinden, gözlerinden dudaklarından falan bir şey çaktınız mı?
- Valla çakamadık!
Komedi devam ediyor. Herkes korkuyor. Kendisiyle görüşme yapanlardan bir tek Allah kulu açıkça "Vazgeç bu işten" diyemiyor. Yağcılık iki taraflı sürüyor:
- Valla sayın başbakanım bu makamda öylesine başarılı oldunuz ki, burada partimizin başında kalmanız çok iyi olur. (Azınlık.)
Öteki yağcı grup -çoğunluk- ise farklı:
- Aman efendim, siz Çankaya’ya fazlasıyla layıksınız. Orası bile size az gelir. Lütfen çıkınız.
İçlerinden biri çıkıp "Yav sayın başbakan, zaten çıkacaksın da, milleti ve bizi bu oyunda niçin kullanıyorsun" diyemiyor.
Bunu diyecek yürek ister, yürek!
* * *
PERDE 2 Bu perdede özellikle "açılış törenlerinde" güldürü devam ediyor. Falanca yere bakanlar-makanlar topluca gidiliyor. Meydana veya salona kürsü kurulmuş. Orada nutuklar atılıyor ve aynı anda örneğin 186 tesisin (!) açılışı yapılıyor.
Yeni açıldığı iddia edilen yer ve tesislerin bazıları dört yıldan beri çalışıyor. Bazıları açılalı daha uzun yıllar olmuş. Geçenlerde Eskişehir’de böyle toplu açılış (!) yaptılar. Bir işadamı ertesi gün aradı:
"Benim bu yöredeki işyerimi de törende açmışlar! Kaç yıldır açığız, çalışıyoruz ama batmak üzereyiz!"
Okul, hastane, atölye, kavşak, alt geçit, üst geçit, Allah ne verdiyse bol kepçe açıyorlar. Tamamına yakını aylar, yıllar önce açılmış.
Son örneğini iki gün önce Ankara’da yaşadık.
Salon toplantısında 84 okulun topluca açılışını yaptılar!
Tayyip Beyefendi salona tam bir saat geç geldi.
Yüzlerce küçücük ilköğretim okulu öğrencisi saatlerce orada bekletildi. Siyaset oyununda artık küçük yavrular kullanılıyor.
Ankara’da hangi 84 adet okul yeni yapıldı da o gün açıldı? Bu listeyi veremezler çünkü her birinde öğrenim aylardan, yıllardan beri devam ediyor!
Evinin yakınındaki camide cuma namazı kılacağı zaman bile, çevredeki ilköğretim öğrencileri camiye getirilip alkış tutmaları sağlanıyor. Sonra onlara oyuncak ve çiklet dağıtılıyor.
Anadolu’ya gidiyor, Adıyaman’da olduğu gibi yine küçük öğrenciler karda yağmurda caddelere diziliyor ve sert emirler veriliyor:
"Alkışlayın, alkışlayın, yaşa Tayyip Amca diye bağırın!.."
* * *
PERDE 3 "Düşman ordusu" ve "düşman kurumlarla" yurt sınırları içerisinde mücadele olanca hızıyla sürdürülüyor!
Düşman ordusu kim?
Türk ordusu ve onun komutanları!
Düşman kurumlar kim?
En başta Cumhurbaşkanlığı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer!
AKP medyası seferber durumda. İlle onlara vuracaklar, ille onları yıpratacaklar. AKP medyasına bilgi sızdırma görevini hükümet üstlendi. Ellerine ne geçerse adamlarına dağıtıyorlar.
Türk ordusu için utanıp sıkılmadan "darbeci" suçlamaları yapılıyor.
Güneydoğu’da şehitler veren ordu, bir de İstanbul’daki AKP medyasının "darbeci" suçlamalarıyla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
Sadece üç perdesine değinebildiğim komedinin perde sayısı belki yüzlerce. Düşük çıksın diye aylık enflasyon verileriyle bile oynayanlardan ne bekleyeceğiz.
Ancak isimde tereddüt ediyorum!
Bu yaşadıklarımıza acaba komedi mi, yoksa rezalet mi demek gerekir?
Gülmemiz mi, yoksa utanmamız mı gerekir?
Yazının Devamını Oku 10 Nisan 2007
SEVGİLİ okuyucularım, çok yoğun haftalara giriyoruz. Şu yaşadıklarımıza bir bakın. Üç günde 10 şehit!.. Ve öbür tarafta öten, Türkiye Cumhuriyeti’ne posta koyan Barzani isimli bir ABD uşağı. Bir kukla. "Siz Kerkük’le ilgilenirseniz biz de Diyarbakır’la ve Türkiye’deki 30 milyon Kürt’le ilgileniriz!" Yakın zamana kadar can yoldaşı Talabani ile birlikte ceplerinde bizim tarafımızdan verilen (niçin olduğu bilinmez) kırmızı diplomatik pasaport taşırlardı. Şimdi petrolün hatırına ABD’nin emir ve hizmetine girip adam oldular!
Barzani postasını koyunca, bizimkilerden doğrusu bir yanıt beklerdik! Yanıt geldi:
Yakında görürsünüz!.. Artık haddini aştı!
Neyi göreceğiz, neyi?
Abdullah Gül Beyefendi bir de ABD Dışişleri Bakanı’nı arayıp bu şahsı ona şikáyet etmesin mi! "Yeter artık, susturun bu adamı" demesin mi! Yahu gülelim mi, ağlayalım mı? Kimi kime şikáyet ediyorsun? Barzani bu sözleri, ABD’nin onayı olmadan mı söyledi?
Türkiye’ye bulaşan, tehdit edip posta koyan Barzani... Riyad’da bir hafta önce Talabani ile kucaklaşanlar... Öcalan’ı yıllarca besleyen Suriye’ye maç için gidip Esad’la öpüşüp koklaşanlar... Ve üç günde 10 şehit...
Şimdi ister misiniz, tam da Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Tayyip Erdoğan’ın elini güçlendirmek için hükümet, Türk ordusuna "askerlik yan gelip yatma yeri değildir, istikamet Kuzey Irak" diye emir versin!
Burası Türkiye. Olmaz demeyin, olmaz olmaz!
Bugün son!
SÜLEYMAN Demirkan arkadaşımızın dün Hürriyet Ankara ekinde yayınlanan çok önemli bir haberi vardı. Savcılık, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı EGO Genel Müdürü ve 32 bürokratı hakkında yolsuzluk davası açmış. Yargılama Ankara 11. Asliye Ceza Mahkemesi’nde devam ederken, duruşmaya bir celse için dışarıdan bir hákim girmiş... (2005/1066 Esas.)
Ve aynı anda beraat kararı vermiş! Sanıklar hakkında yolsuzluk ve usulsüzlük iddianamesi düzenleyip ceza davası açtıran Cumhuriyet Savcılığı, ne hikmetse bu beraat kararını temyiz etmemiş.
Bugün son! Duruşmaya bir hákim tek celse için giriyor, sanıkları beraat ettiriyor ve karar temyiz edilmiyor. Bugün akşama kadar temyiz edilmezse beraat kararı kesinleşecek.
Ötesine herhalde hem Adalet Bakanlığı, hem de Hákimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bakacak. Ama iş işten geçtikten sonra!
Korku dağları bürüdü
ÖNÜMÜZDEKİ cumartesi günü Ankara’daki Cumhuriyet mitingi muhteşem olacak. Geçtiğimiz pazar günü DSP’nin Ankara’daki mitingi de çok iyiydi. Bazı gazetelere göre 40, bazılarına göre 50 bin kişi katıldı. Kalabalık canlıydı.
Tek parti iktidarının avantajını çok iyi kullanan AKP’ye karşı 4.5 yıl içerisinde hemen hiçbir ciddi ve örgütlü gösteri yapılmadı. O kadar ki, türbancılar bile sustu! Birkaç gün önce Kasımpaşa’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kaçak bir Kuran kursu binasını yıktırdı. Bu yıkımı örneğin CHP’li bir belediye yapsaydı, kıyameti koparırlardı.
* * *
14 Nisan Cumartesi günü Ankara’daki dev mitinge ülkenin dört bir yanından yüz binlerce insanımız katılacak.
İktidar ve iktidarı destekleyen medya rahatsız, tedirgin... Çünkü bu görkemli manzara karşılarına ilk kez çıkacak ve beyler rahatsız olacak.
Emir verdiler, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne müfettişler gönderip tam da miting öncesinde denetim yaptılar!.. Ve her zamanki gibi, belgeler AKP medyasına uçuruldu:
"Sezer, Atatürkçü Düşünce Derneği’ne para verdi!"
Verilen para 200 milyar dolaylarında ve bununla Ahmet Taner Kışlalı Kültür Merkezi yapılıyor. Türkiye’de kamuya yararlı olduğu devlet tarafından karara bağlanmış her derneğe bugüne kadar devlet bütçesinden yüzlerce trilyon verildi, onlar görülmüyor.
Ama işin vahim tarafı, hükümet içerisinde birileri, ellerindeki belge ve müfettiş raporlarını henüz kesinleşmeden kendi medyalarına sızdırıyor. Devlet ciddiyeti böylece yok ediliyor. Son POAŞ olayında olduğu gibi.
14 Nisan Ankara mitingi bunları ciddi biçimde korkutuyor, ürkütüyor... Çünkü ilk kez karşılarına parti ve kurum ayrımı gözetmeden, her kesimden kitleler gelecek... O sesler Barzani’nin değil, yıllardır suskun kalan onurlu kitlelerin yurtsever haykırışı olacak.
Cicim ayları bitiyor. Geç bile kaldı.
Yazının Devamını Oku 8 Nisan 2007
BUGÜN size ilginç bir konudan söz edeceğim. Yazdıklarımın bire bir doğru olduğundan hiç kuşkunuz olmasın. Önce bir konuya açıklık getirelim. Türkiye’de bu saatten sonra askeri darbe yapılması asla söz konusu değildir... Çünkü devir değişmiştir. Şimdi gelelim konumuza. Hürriyet okurları ve herkes hep aynı şeyi soruyor:
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde asker nerede? Asker niçin ağırlık koymuyor, konuşmuyor, ülkeyi yönlendirmiyor? Yoksa bunların Çankaya’ya çıkmasını içine mi sindirdi?
Burada size bu soruların yanıtını ileteyim:
Asker yaşamakta olduğumuz bu süreçte sıkıntılı. Ancak eli kolu Anayasa ve yasalar tarafından bağlanmış durumda. Cumhurbaşkanı’nın nasıl seçileceği belli. Bu durumda asker ne yapabilir?
Kendi içlerinde ve en üst düzeyde komuta katlarında dile getirilen konu şöyle:
"Bildiri yayınlarız, açıklama yaparız, konuşuruz... Ancak biz bu konuda şimdi bir çıkış yaparsak ve söylediğimiz olmazsa, TSK olarak yıpranırız. Toplumda en üst düzeyde olan güvenilirliğimizi yitiririz."
Asker bu yüzden suskun kalmak zorunda kalıyor. Ancak bu aşamada bir ekleme yapılıyor:
"Son YÖK toplantısında rektörler bildirisi yayınlandı. O bildiriye tümüyle katılıyoruz. Aynen bizim görüşlerimizdir. Biz de konuşsak aynı şeyleri söylerdik."
Neydi o bildiride yer alan hususlar?
"Seçilecek cumhurbaşkanı tarafsız ve partilerüstü olmalıdır. Geçmişinde leke, şaibe olmamalıdır. Laikliğe, devrimlere, çağdaş bilime, Cumhuriyet’in temel ve değişmez niteliklerine sahip çıkmalıdır."
* * *
Ancak Cumhurbaşkanı Sezer başta olmak üzere AKP iktidarının da çok iyi bildiği bir gerçek var.
"Askerler, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını istemiyorlar. Ancak bu istememe olayı sadece Tayyip Erdoğan’la sınırlı değil.
Bu karşı çıkış "o ve onun zihniyetindeki kişiler" olarak tanımlanıyor ve örnek verilen isimler arasında ilk sırayı da Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül alıyor!
* * *
"Karısının başı açıktır, karısı örtülüdür, seçilecek kişinin ismi falandır filandır, TSK’yı hiç bağlamıyor. Onlar için önemli olan bu ’aynı zihniyette olma’ kavramı...
Ve -kişi adı ikinci planda kalarak- o zihniyetin Çankaya’ya çıkacak olması, milyonlarca insanımız gibi Türk ordusunu da A’dan Z’ye rahatsız ediyor."
Varsayalım çıktı! Sonrasında ne olacak?
Hiç endişe etmeyin, meraklanmayın. İşte o zaman, TSK’nın tavırlarını belki "sessiz", ama daha net ve somut bir biçimde, hep birlikte izleyeceğiz.
Örneğin, Çankaya’da veya başka yerlerde verilen davetlere katılmamak, uyarılarda bulunmak gibi...
Ve çok sayıda -burada yazmak durumunda olmadığım- başka şeyler! Yeri ve zamanı geldiğinde niceleri. (Hesapta olmayan tek şey darbe.)
Sadece yüzde 34 oyla, Meclis’te yüzde 66 oranında milletvekilliği kazandılar. Şimdi ise yıpranmış, sonu gelmiş bir Meclis’e -bütün uyarılara rağmen- inatla kendileri için cumhurbaşkanı seçtirecekler.
Hele bir de geçmişi iyi bilinen, lekeli ve şaibeli, üzerinde yolsuzluk dosyaları asılı olan, laiklik ilkesinin ve Cumhuriyet devrimlerinin karşısında saf tutmuş, taraflı, partici, azınlık oylarının temsilcisi bir kimse seçilirse -ki böyle olacak- işte o zaman yandı gülüm keten helva!
Bunları bilerek Çankaya yolculuğuna çıkmayı göze alan kişi, en başta Tayyip Erdoğan, sonrasını da elbette göğüsleyip içine sindirmek zorunda kalacaktır.
* * *
Emin Çölaşan’ın notu: Türkiye’nin yurtsever insanları, 14 Nisan Cumartesi günü Ankara’da düzenlenen büyük Cumhuriyet mitingine parti-kurum vesaire ayrımı gözetmeden katılın ve haykırın. Bu son fırsatı iyi kullanın.
Yazının Devamını Oku 7 Nisan 2007
SEVGİLİ okuyucularım, Ankara’yı aylardır felç eden şehircilik cinayeti ve rezaletinin acı sonuçları alınmaya başlanıyor! Bu yazımın muhatabı, bu rezaletin sorumlusu olan Ankara Büyükşehir Belediyesi değil, doğrudan doğruya devlettir, hükümettir. Başbakan, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi’dir.
Rezaleti defalarca yazdım. Başkaları da yazdı. Ankara’nın göbeğinde koskoca Atatürk Bulvarı yok edilip otoyol yapıldı. Trafik düzeni altüst edildi ve fiyasko oldu. İnsanlar perişan. Yaya olarak beş dakikada gittiğiniz yere araçla 45 dakikada ulaşıyorsunuz.
30 santimlik yaya kaldırımları yapıldı.
Dün yaptıklarını bugün bozuyorlar, yeniden yapıyorlar... Sokakları kaldırım taşlarıyla trafiğe kapadılar... Çünkü her şey plansız. Bir tek şehircilik uzmanının görüşü alınmadı. İnat uğruna yapılan, belli müteahhit ve taşeronlara köşe döndüren işler.
Trilyonlar toprağa gömüldü. Bunların hesabını sormaya devam edeceğiz.
Yayalar, araç sürücüleri, otobüse binenler, ambulanslar perişan.
* * *
Başkentin anacaddesi Cinnah’ta yayaların karşıdan karşıya geçmesi mümkün değil. Son 10 günde pek çok kaza oldu, insanlar yaralandı. Dün gece ise çok acı bir olay yaşandı.
DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in basın danışmanı İsmail Aşçıoğlu’na bu tek yönlü yapılan geniş caddede karşıya geçerken araba çarptı. Aşçıoğlu hayatını kaybetti.
Böyle daha nice kazalar olacak.
Dünyanın neresinde, hangi ülkesinde bir kentin ana bulvarı yok edilir, güzelim ağaçları kökünden kesilir ve 30 santimlik kaldırımlarıyla otoyol yapılır?
Dünyanın neresinde bir kentin otoyola dönüştürülen ana yolunun sağında ve solunda kalan bölümleri birbirinden koparılır? Atatürk Bulvarı otoyolu ve yeni trafik düzenlemeleri, Ankara’nın en kalabalık yörelerini böyle böldü ve insanları mahvetti.
Bu, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, kendisine oy vermeyen Çankaya halkından aldığı intikam mı oluyor? Eğer öyleyse, gerçekten de korkunç bir yöntem. Milyonlarca insanın canını tehlikeye atan, zamanını çalan, gürültü kirliliği yaratan, esnafı mahveden, nice işyerlerinin kapanmasına veya taşınmasına neden olan yeni bir intikam alma yöntemi.
* * *
Deniz Baykal’ın Melih Gökçek’le arası iyi olabilir. Bazen baş başa görüşürler. Aralarındaki özel dostluk en üst düzeyde de olabilir. Buna rağmen Baykal’dan istirham ediyorum, bir gün gelsin de ekibiyle birlikte şu sözünü ettiğim yöreyi bir dolaşsın. CHP’nin oy deposunda yaşayan belki yüz binlerce insana çektirilen çileyi, yapılan şehircilik yanlışlarını gözleriyle görsün, kulaklarıyla duysun ve üzerine gitsin.
Aynı çağrıyı bu rezaleti görmezden gelen DYP, ANAP, MHP, DSP gibi partilere ve sivil toplum kuruluşlarına da yapıyorum. Altüst edilen, yazboz tahtasına dönüştürülen bir başkenttir. Bu yanlışların hesabı sorulmayacak mı?
Burada bir kez daha ve üzerine basa basa yineliyorum. Bu yazımın muhatabı Ankara Büyükşehir Belediyesi değil, devlet ve hükümettir. Olanlar ve yaşanan rezalet, o belediyenin kapasitesini ve yanlışlarını çoktan aşmıştır.
Burada aynı çağrıyı özellikle Başbakan ve İçişleri Bakanı’na yeniden yapıyorum.
Lütfen, zahmet olmazsa bir gün gelip şu olanları bir görsünler. Çevredeki insanlarla konuşsunlar. Yaratılan keşmekeş ve trafik rezaletine bire bir tanık olsunlar. İki saat gezmeleri yeterlidir.
Daha kaç kaza olmasını, kaç insanın ölmesini, sakat kalmasını bekleyelim?
Öyle bir komedi-rezalet yaşanıyor ki, dün yaptıklarını bugün bozuyorlar.
Devleti ve hükümeti temsil edenlere "Bu rezalet için yapılan harcamaların hesabını soruverin" diyecek değilim! O hesapların bu iktidar döneminde asla sorulmayacağını en iyi bilenlerdenim.
İsmail Aşçıoğlu’na Allah rahmet eylesin. Günahı vebali bu şehircilik cinayetini yaratanlara ve sessiz kalanlara aittir.
BALBAY VE KORAMAN’IN KiTAPLARI
Mustafa Balbay Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi. Son kitabını okudum: "Devlet ve İslam" (Cumhuriyet Kitapları). Bir ay sonra saatlerimizi 100 yıl geriye alacağız. Almadan önce bu kitabı okuyun ve devletteki dinci yapılanmayı belgelerden öğrenin.
Bedri Koraman abimizin kitabı, karikatürlerinden oluşuyor: "Bedri Koraman’ın Haftalıkları" (Doğan Kitap). Okuyun, bakın, her birinde uzun yılların emeği olan o nefis karikatürler kafanızı rahatlatsın. Hem düşünün, hem gülün.
Yazının Devamını Oku