Emin Çölaşan

Al Gül’üm ver Gül’üm

25 Nisan 2007
SAYIN büyüklerim, sevgili küçüklerim, abilerim ablalarım, aziz hemşerilerim, değerli vatandaşlarım!.. Hepimizin gözü aydın... Hasretle beklediğimiz piyango çekilişi dün yapıldı ve Beyefendi’nin iki dudağı arasından çıkan isim Abdullah Gül oldu!

Kumpanyamız sizler için çok hoş bir ortaoyunu hazırlamıştı. Oyunumuzu adım adım yürüttük, mutlu sona dün ulaştık. Bunu "taktik ve stratejimiz" gereği olarak yaptık.

Bu figüranı bol oyunu izlemek için sizlerden bir kuruş para istemedik. Hoşça vakit geçirmiş olmanızı diliyoruz!

Cumhurbaşkanı adayımızı, kimin aday olup olmayacağını Bush ve Merkel biliyordu da, siz niçin bilmeyecektiniz!

Bilmek sizin de hakkınızdı. O yüzden bir gün öncesinden açıkladık.

* * *

Sayın büyüklerim, sevgili küçüklerim, abilerim ablalarım, aziz hemşerilerim, değerli vatandaşlarım!..

Sergilediğimiz oyunda biri başrolde olmak üzere çeşitli oyuncular vardı. Başrol oyuncumuz ne yazık ki kalıbının adamı çıkmadı.

O korktu.

Çankaya oyununda başına neler geleceğini önceden kestirdi ve rolünü başkasına devretti.

Son Almanya gezisinde "lider öldü desinler" diyerek Çankaya niyetini göstermişti. Ama 14 Nisan mitingi son noktayı koydu.

Bir baktı ki, Çankaya’ya kendisi çıktığı takdirde vaziyet kötüye gidecek, piyasalar çökecek, askerler tavır koyacak, toplum gerildikçe gerilecek ve iş bir yerde ister istemez patlayacak.

Bu durumda yüreği yetmedi.

Deniz Baykal hep "Sen oraya çıkamazsın, çıksan da duramazsın" diyordu.

Deniz Baykal haklı çıktı.

* * *

Sayın büyüklerim, sevgili küçüklerim, abilerim ablalarım, aziz hemşerilerim, değerli vatandaşlarım!..

Meclis stadyumuna getirilen bindirilmiş kıtaların tezahüratı ve sloganları arasında dün adayımız, başrol oyuncumuzun iki dudağı arasından çıkıverdi.

Onun fotokopisi!

Hiç kuşkunuz olmasın, kendisi "Cumhuriyet’in temel değerlerini sözde değil, özde benimsemiş" olan biridir!

Atatürkçülük, laiklik gibi kavramlar onun genlerine işlemiştir!

Başrol oyuncumuz -eğer çıksaydı- Çankaya’ya, Atatürk’ün makamına ne kadar yakışacak idiyse, Abdullah Gül ve eşi de en az onun kadar yakışacaktır!

Meclis’ten Sorumlu AKP’li Devlet Bakanı Bülent Arınç, birebir görüşmelerinde bu ikisine boşuna bastırmadı: "Çankaya’ya eşinin başı açık birini çıkarmaya yeltenip bunlara ödün verirseniz, ben onun karşısında adaylığımı koyarım ve kazanırım. Haberiniz olsun!"

Boşuna "Dindar cumhurbaşkanı olacak" demedi.

Biz "dinsizleri!" önceden uyardı.

Efendim, Abdullah Bey bir süre önce eşine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde türban davası açtırmıştı. Sonra başbakan olunca davayı geri çekmek zorunda kalmışlardı. Türk devletinden 100 bin Euro tazminat istiyorlardı. Olur böyle vakalar!

Sonuçta türbanı Atatürk’ün makamına çıkarmayı başarmak (!) üzereler.

* * *

Sayın büyüklerim, sevgili küçüklerim, abilerim ablalarım, aziz hemşerilerim, değerli vatandaşlarım!..

Bu süreci son güne kadar gizli tutanlara lütfen kızmayınız. AKP kendi cumhurbaşkanını elbette kapalı devre seçecekti. Dün açıklanan aday Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma olabilirdi. İsim misim hiç önemli değildi. Kimin ismi söylenirse gidip ona oy verecekler.

Otomatik oylama! Oy makinesi! Kaldır elini, indir elini. Milletin iradesi, oylaması bu!!!

Neyse, bu arada kumpanyamızın bir özür borcunu da burada yerine getirmek zorundayım. Dünkü isim açıklamasına kadar gerek Meclis içinden ve gerekse Meclis dışından pek çok kişi Çankaya rüyaları ile yattı kalktı. "Komşuda pişer, cumhurbaşkanlığı bana bile düşer" hülyası nice hanımefendi ve beyefendilerin beyin kıvrımlarına aylardan beri yerleşmişti.

Başrol oyuncusunun en yakın çevresinden birinci halkalar, ikinci kaynaklar vesaireler, pek çok gazeteciyi ve medya kuruluşunu da kendi beklenti ve çıkarları doğrultusunda işletti. Aday isimleri havada uçuşuyor, birileri havaya giriyordu.

Aday olmaktan korkanlar... Yüreği yetmeyenler... Adaylık bekleyip dün hayal kırıklığına uğrayanlar... Dört dörtlük adayına dün kavuşan (!) Türk milleti...

Verdiğimiz rahatsızlık ve oynattığımız güldürü nedeniyle hepinizden, kumpanyamız adına özür dileriz!
Yazının Devamını Oku

Gariplikler ülkesi

24 Nisan 2007
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer birkaç gün önce Harp Akademileri Komutanlığı’nda konuştu, "Cumhuriyet rejimi tehlikede" dedi. Dikkat ediniz, bu sözü sıradan bir vatandaş değil, ülkenin Cumhurbaşkanı söyledi. Kamuoyunda tık yok. Medya işin üzerine gitmedi, bu sözler sadece sıradan bir haber gibi yansıtıldı. Cumhurbaşkanı’na devletin bütün ilgili makamlarından sürekli olarak bilgi, belge ve raporlar gönderilir. Genelkurmay, MİT, Emniyet... Cumhurbaşkanı bu sözleri bilmeden söylemedi.

Fakat öyle bir dönem yaşıyoruz ki, elindeki medya gücü ve bütün kesimlere uyguladığı baskı nedeniyle gündemi sadece tek parti iktidarı belirliyor. Bir gariplikler ülkesi durumuna getirilen Türkiye’de bunları ilk kez yaşıyoruz.

Cumhurbaşkanı, "Rejim tehlikede" diyor, rejimi tehlikeye düşürenler yeni cumhurbaşkanını seçiyor!

* * *

Bir ülke düşünün, bütün gerilime rağmen borsası rekorlara koşuyor! Yüzde 70’ine yabancıların egemen olduğu borsa böyle bir ortamda nasıl oluyor da yükseliyor? Bunun yanıtını gazetelerde ve televizyonlarda izlediniz:

"Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına aday olmayacağına ilişkin söylentiler güçlendikçe, borsa yükseliyor!"

İnanılmaz bir olay, inanılmaz bir gerekçe. Borsada malı götüren yerli ve yabancı para babaları şöyle düşünüp oynuyor:

"O, hükümetin başında kalsın. Çankaya’ya nasıl olsa aynı zihniyette birini çıkaracak. O takdirde gerilim azalacak ve bizler kazancımıza kazanç katacağız."

Öyle bir ülke ki, başbakan cumhurbaşkanı olmayacak diye borsa yükseliyor, keriz silkeleme operasyonları daha hızlı gerçekleşiyor.

Bir ülke düşünün, o ülkenin Meclis’i var! O Meclis’te tek parti iktidarı var. Oy veren seçmenlerin sadece yüzde 34’ü, kelle sayısının yüzde 66’sını onlara kazandırmış. Meclis yorgun, Meclis yıpranmış. Seçime birkaç ay var... Ve o Meclis şimdi cumhurbaşkanı seçecek. AKP’ye verilen beş yıl süre, Çankaya’nın da onlara geçmesiyle 12 yıla çıkmış olacak.

Dünyanın neresinde, hangi ülkesinde yüzde 34 oyla 12 yıllık bir süre kazanılır? Bu hangi mantığa, siyasetin ve ülke yönetiminin hangi kuralına uyar?..

Ve kimin aday olacağı bile belli değil. Vermişler elimize çelik çomağı, oynuyoruz! 73 milyon insanımızı kendilerince işletiyorlar. Gariplikler ülkesi!

* * *

Bir başbakan ve parti genel başkanı düşünün, devletin başı olmaya aday. O kişi sık sık yaptığı konuşmalarda bir konuyu vurguluyor:

"Siirt’te şiir okuduğum için hapis cezası aldım."

Millete doğru söylemiyor. Gerek mahkeme, gerekse Yargıtay kararında olay net bir biçimde anlatılıyor. Mahkeme kararlarından aktarıyorum:

"Siirt’te söylediği sözlerle toplumun laik kesimini din düşmanı olarak hedef göstermiş, din elden gidiyor propagandası yapmış, din ve ırk farkı gözeterek halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmiştir. Halkı inananlar-inanmayanlar diye bölmeye çalışmıştır. Sanık bir kesimi diğeri aleyhine kışkırtmıştır. Sanık savaş çağrısı yapmıştır..."

Yargılama sonucunda kendisine 10 ay hapis cezası verildi. Kesinleşen kararda şu hüküm yer alıyor:

"Sanığın geçmişteki hali ve suç işleme eğilimine göre, verilen cezanın ertelenmesine yer olmadığına... Verilen cezanın paraya çevrilmesi halinde etkili olmayacağı ve sanığın kişiliği dikkate alınarak verilen cezanın paraya çevrilmesine de yer olmadığına..."

Yani millete bu konuda da doğru söylenmiyor. Hapis cezasını "şiir okuduğu için" değil, yukarıda yargı kararlarından özetlediğim nedenlerle aldı.

* * *

Millete doğru söylemediğinin küçücük bir örneğini daha vereyim. Elinizde varsa "TBMM Albümü 22. Dönem" kitabına bakın. Siirt bölümünde kendisinin fotoğrafını ve ismini göreceksiniz ve "İngilizce bildiğini!" hayretle, ibretle okuyacaksınız. O albüm için her milletvekili kısa özgeçmişini ve kişisel bilgileri kendisi verir.

Oraya İngilizce bildiğini yazdırmış! İngilizce bilmemek ayıp değil. Ayıp olan, bilmediği halde Meclis albümüne kendisini İngilizce biliyormuş gibi yazdırmak.

Gariplikler ülkesi olduk. Ama bir cümlesi çok doğru! Cumhurbaşkanının kim olacağı konusunda
"Verdik ellerine çelik çomağı, oynuyorlar" diyor. Kendi yandaşları ve partisi dahil, Türk milletinden -hiç sıkılmadan- böyle söz edebiliyor.

Allah hepimize sabır versin, oy vereceklere akıl fikir ihsan etsin.

Amin.
Yazının Devamını Oku

Hey gidi günler hey

22 Nisan 2007
SEVGİLİ okuyucularım, hayat gerçekten ilginç bir süreç. Kimin ne olduğunu, kimin ne olacağını, nerelere geleceğini önceden bilmek mümkün değil. Bugün bir yerde karşımıza çıkan yanağını okşadığımız küçük çocuk, belki yarının cumhurbaşkanı, başbakanı veya çok önemli bir insanı.

Bazen yanıma söyleşi yapmak, okuldan verilen ödevi tamamlamak veya tanışmak için küçükler, gençler geliyor. Birlikte mutlaka fotoğraf çektiriyoruz.

Hepsine o gözle bakıyorum. Acaba gelecekte ne olacaklar? Yaptığımız söyleşiyi, çektirdiğimiz fotoğrafları yıllar sonra anımsayacaklar mı?

* * *

Elimde epeyce zamandan beri çok ilginç bir fotoğraf vardı. Kullanmaya bir türlü fırsat olmamıştı. O fotoğrafı bugün Hürriyet’in birinci sayfasında gördünüz.

Hey gidi günler!

Yıl 1961. 27 Mayıs 1960 ihtilali olmuş. Ardından Kurucu Meclis kurulmuş, 1961 Ekim ayında seçim yapılmış. Hükümeti İsmet İnönü kurmuş.

Kasım ayında Ankara Hukuk Fakültesi’nde bir tören var. Törene o günlerde Başbakan ve CHP Genel Başkanı olan İsmet İnönü, eşi Mevhibe İnönü ile birlikte katılıyor.

İstiklal Harbimizin cephe komutanı, eski cumhurbaşkanımız İnönü orada.

İnönüler’
in yanında elinde çantasıyla Bülent Ecevit var.

Bülent Bey, ihtilalden sonra kurulan Kurucu Meclis’te üyelik yapmış. 1961 seçimi sonrasında Meclis’e CHP Zonguldak milletvekili olarak girmiş. Çalışma Bakanı.

Arkalarında Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi olan gençler duruyor.

Bülent Ecevit ile Mevhibe Hanım’ın arasında bir genç...

Üzerinde kareli bir gömlek.

Ceketinin altında evde örüldüğü belli olan bir kazak.

Saçları alnına düşmüş.

* * *

O gencin adı Ahmet Necdet Sezer. 1941 doğumlu. Afyon’dan Ankara’ya okumaya gelmiş, 1958 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ne girmiş. Fotoğraf çekildiği zaman üçüncü sınıf öğrencisi, 20 yaşında.

Sevgili okuyucularım, içinizde şimdi şu fotoğrafa bakıp "Hey gidi günler hey, nereden nereye" demeyecek olanınız herhalde yoktur.

Bir fotoğraf karesi düşünün ki, orada iki cumhurbaşkanı var.

Biri geçmişin, biri geleceğin cumhurbaşkanı...

Ve bir de geleceğin başbakanı Ecevit var. Yüksek tahsili olsaydı o da cumhurbaşkanı olacaktı.

Fakat iş bununla bitmiyor.

Gün gelecek, elinde çantasıyla fotoğrafta görülen Bülent Ecevit başbakan olacak...

Ve hemen yanında duran, bu fotoğraf çekildiğinde hiç tanımadığı, belki farkında bile olmadığı o isimsiz genci cumhurbaşkanı seçtirecek...

Çünkü o genç okumuş, iyi bir hukukçu olarak yetişmiş, hayatında en küçük bir leke olmamış, Anayasa Mahkemesi başkanlığına yükselmiş.

* * *

Bugün siyaseti falan bıraktım, elimdeki bu fotoğrafa takıldım. Dün gazetede bizim arkadaşlara da gösterdim. Herkes yine aynı şeyi söyledi:

"Nereden nereye!.. Bir fotoğraf karesine neler sığmış!.."

Geçmişin ve geleceğin iki cumhurbaşkanı, bir başbakan...

Aradan geçen uzun yıllar... Ve o başbakanın, Bülent Ecevit’in uzun yıllar sonra cumhurbaşkanlığına seçtireceği, hemen yanında duran Afyonlu isimsiz genç...

Acaba o fotoğraf çekildiğinde aklından neler geçmişti?

"Bir gün belki ben de İnönü ve Ecevit gibi yüksek yerlere gelirim" diye düşünmüş olabilir mi?

Bu fotoğraf acaba Sezer’de var mı?

Bilmiyorum.

Bildiğim tek şey, hayat sürprizlerle dolu... Ve bu fotoğraf beni fazlasıyla duygulandırdı.

Haksız mıyım?
Yazının Devamını Oku

Rüzgár eken fırtına biçiyor

21 Nisan 2007
SEVGİLİ okuyucularım, ülkemizde yaşanan şu acı olaylara bir başka açıdan bakalım. Son iki yıl içerisinde üç adet cinayet işlendi. Trabzon’da rahip Santoro, İstanbul’da Hrant Dink ve Malatya’da üç Protestan. Bir şeye dikkat etmek gerekiyor. Katil zanlılarının tamamı 18 yaş dolaylarında çocuklar. Hatta rahibi öldüren 16 yaşında. Hrant Dink olayında 17, son Malatya olayında 18-19.

Bu çocukların beyinlerini kim, kimler yıkıyor? Onları kimler geleceğin katilleri olarak yetiştiriyor? Türkiye’de çok önemli bir gerçek var. Öğrenci yurtlarının ve dershanelerin büyük çoğunluğu yıllardan beri dinci kesimin elinde. Dinci derken inanmış Müslümanları, namazında niyazında olan düzgün insanları değil, dinimizi siyasi amaçla kullananları kastediyorum.

Bir ülke düşünün ki okullar, öğrenci yurtları, dershaneler tarikat ve cemaatlerin elinde. Buralarda -buna Türkiye genelinde binlerce kira evini de katabilirsiniz- özellikle fakir fukara çocuklarına ücretsiz yemek, barınma ve eğitim olanakları sunuluyor.

O genç beyinler kendilerine "abi" ve "abla" denilen belli kişiler tarafından eğitiliyor, yönetiliyor, yönlendiriliyor. Küçücük kız çocukları örtülüyor.

Genç beyinlere Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı, rejim düşmanlığı pompalanıyor.

* * *

Şimdi şu çelişkilerle dolu tabloya bir bakınız! Bir yanda her gün -AB’ye yaranmak için- din özgürlüğünden, hoşgörüden söz eden ve bu sözlerini perçinlemek için sık sık kiliseler-sinagoglar açan bir hükümet!..

Ve öbür yanda kendilerinden olmadığını düşündükleri insanları şu veya bu nedenle öldüren genç insanlar. Peki biz buraya nasıl geldik? Şimdi size somut örnekler vereceğim.

3 Aralık 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararı ile tarikat yurtlarına koruma kalkanı getirildi. Bölgeci, ırkçı propaganda yapan, dini faaliyette bulunan özel yurtların kapatılmasından vazgeçilmesine, buralarda dini propaganda yapılmasının serbest olmasına karar verildi.

Bu tür faaliyetlerde bulunan yurtların kapatılması yasaklandı.

Ayrıca tarikat, cemaat ve dinci vakıfların yatılı dershane açmasına izin verildi.


* * *

Bitmedi! Meclis’te yeni Türk Ceza Yasası görüşülürken, tasarıya AKP’liler tarafından bazı hükümler eklendi. Tarikat, cemaat ve dinci vakıflar tarafından açılan okulların ve kursların kapatılmasını ve bunları açanlara hapis cezası verilmesini öngören hükümler yasadan çıkarıldı. (26 Mayıs 2005.)

CHP,
son anda karambole getirilen bu öneriye şiddetle karşı çıktı, Meclis’i terk etti. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, CHP’lilere "Kusura bakmayın, biz çok çaba harcadık ama milletvekillerinden gelen ağır baskı yüzünden önlemeye gücümüz yetmedi" diye vaziyeti idare etti!

Ülkemizde şu anda binlerce tarikat-cemaat-dinci vakıf okulu, kursu, dershanesi var. Bunlar küçük çocukları alıyor, kendi ilkelerine göre güzelce yoğurup biçimlendiriyor. Sadece okullar değil, aynı kesimin yurtları, evleri, eğitici abla ve abileri, yatılı ve gündüzlü dershaneleri de var.

Bunların çoğunda çocuklardan para alınmıyor. Bunlar yetiştiriliyor ve gelecekte yönetim mekanizmasını ele geçirecek bir biçimde özellikle Siyasal Bilgiler ve Hukuk fakültelerine, eğer mümkün olursa askeri liselere ve Harp Okulu’na yönlendiriliyor.

Kendi kadrolarından oluşan kaymakamlar, valiler, hakimler, savcılar ve mümkün olursa subay ve astsubaylar!..

Geleceğin örgütlenmesi, devleti tümüyle ele geçirme planı çoktan yapıldı. Yavaşça, sessizce, AKP desteği ile uygulanıyor.

Para onlarda, güç ve iktidar (şimdilik) onlarda.

Beyinleri böylesine yıkanan gençlerin arasından doğal olarak, arada sırada bile olsa katiller de çıkıyor!

Onların elindeki sonsuz para kaynağının üzerine hiçbir güç gidemiyor. Gitmiyor. Örneğin -görevini sadece iktidar karşıtlarıyla uğraşmaya indirgemiş olan- Maliye Bakanlığı, bu korkunç değirmenin suyunun nereden geldiğini asla merak etmiyor, irdelemiyor, incelemiyor...

Ve bu kafalar, AB’ye girebilmek için Hıristiyanların karşısında esas duruşta bekliyor!

* * *

Emin Çölaşan’ın notu: 23 Nisan bayramında camilere bayrak asılıp asılmayacağı konusunda Diyanet’ten açıklama gelmiyor! Niçin ses veremiyorlar? Neden korkuyorlar?

Asılacak olan Kıbrıs Rum Kesimi ya da Kuzey Irak Kürdistan bayrağı değil, bizim bayrağımız, bizim. Ayıptır yahu!
Yazının Devamını Oku

Kimler cumhurbaşkanı olmamalı!

20 Nisan 2007
SEVGİLİ okuyucularım, burada 13 Mayıs 2006 günü, yani bundan yaklaşık 11 ay önce çıkan yazımı, "gördüğüm lüzum üzerine" sizlere bir kez daha aynen iletiyorum. Lütfen dikkatle okuyunuz, milletimizi bekleyen büyük tehlikenin farkına bir kez daha varınız. Bugün de geçerliğini aynen koruyan yazım şöyleydi: "Emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray’dan aldığım mektup çok ilginç bir konuya değiniyor. Cumhurbaşkanı seçimine bir yıl kaldı. Şimdi herkes ’kim cumhurbaşkanı olur, kim olmalı’ diye tartışıyor.

Bölügiray ise gündeme tam tersi bir soruyu getiriyor:

’Kim, kimler cumhurbaşkanı olamaz, olmamalı?’

Bu ilginç mektubu biraz kısaltarak size aktarıyorum:

’1- Eğer AKP salt kendi çoğunluğuna dayanarak cumhurbaşkanı seçerse, bu kişi sadece AKP’nin son seçimde aldığı kayıtlı seçmenin dörtte bir oyuna dayanır.
O takdirde aynen 1987 yılında yüzde 21 ANAP oyu ile cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal’ın durumuna düşer. Türkiye’nin değil, sadece AKP’nin cumhurbaşkanı olarak kalır. Böyle bir seçimin sayısız sorunlar yaratacağı kuşkusuzdur. Altından kalkamazlar.

2- Şimdi kimlerin, hangi nitelikte birilerinin cumhurbaşkanı seçilip seçilmeyeceğini tartışıyoruz.

Oysa esas sorun, hangi niteliklerden yoksun olanların cumhurbaşkanı SEÇİLMEMESİ gerektiğidir. Kim veya kimler SEÇİLMEMELİDİR? Çok özetle bu konudaki ölçütlere değinelim:

- Eleştiriye dayanamayan, kendisini eleştirenlere sokak ve argo ağzıyla bağırıp çağıran, hakaretler yağdıran,

- Üstün bir takıyye yeteneğine sahip, doğruları çarpıtıp saptıran, laf oyunu ebesi ve demagoji ustası olan,

- Devletin uyumlu çalışmasını bir yana bırakan, yanlış uygulamalarına karşı çıkanlarla, devletin bütün temel kurumları ve toplumun çoğu kesimiyle kavgalı olan,

- Partisindeki hırsızları, dincileri ve lekeli kişileri koruyup kollayan, kendisi de şaibeli olan,

- Laik cumhuriyetin ana sigortası olan cumhurbaşkanlığı makamının sigortasını attıracak bir karakter taşıyan,

- Devlet kadrolarını yağmalamak, yeteneksiz dinci bürokratları göreve getirmek, eğitimi imamlaştırmak, eğitim kurumlarını medreseye dönüştürmek, kamusal alanı dinsel sembollere açmak için cumhurbaşkanlığını bir uygulama ve fırsat makamı gibi gören,

- Ülkenin binbir sorununu çözmek için çalışmak yerine ıvır zıvır açılışlar, toplantılar peşinde koşan, zamanını iç ve dış gezilerde geçiren, bilir bilmez her konuda ahkám kesen, her konuda konuşup ona buna laf yetiştirmeye çalışan,

- Kavgaları, söylem ve eylemleriyle toplumu sürekli geren ve tedirginlik yaratan, milletimizi inananlar-inanmayanlar diye ayırıp dinsel bölücülük yapan,

- Kendi işine gelmeyince hukuka ve yargı kararlarına saygısızca karşı çıkan, yargı kararlarını hiçe sayıp uygulamayan, demokratik ve laik düzeni yıkma konusunda tehlikeli eğilimlere sahip, Türkiye’yi bir iç çatışmaya sürükleyecek kadar gözü dönmüş, hırslı, hırçın ve dediğim dedikçi olan,

- Yüce Atatürk’ün makamını, O’nun devrim ve ilkelerini yıkmak, yok etmek için kullanacak ve o makamı bir molla dergáhına çevirecek olan herhangi bir kimse, kesinlikle cumhurbaşkanı olmamalıdır ve olamaz.


Eğer AKP böyle birini cumhurbaşkanı seçecek olursa, bu işin sonu iyi gelmez. Şimdiden düşünsünler, adımlarını ona göre atsınlar.’

Bölügiray Paşa çok doğru bir konu yakalamış. ’Kim olacak’ değil, "kimler niçin olamaz" sorusunu tartışmalıyız. Kimler cumhurbaşkanı seçilmemeli?.. Ve seçilemez?..


Onlar kendilerini iyi bilirler! Bilmiyorlarsa öğrenirler.’

* * *


Evet, emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray’ın mektubunu gündeme taşıyan bu yazı 13 Mayıs 2006 günü burada yayınlandı. Belki bunlara ağzından "Ben Türk’üm" sözcüğü çıkmayanları da eklemek gerekir!

Demek ki insanlarımız bundan 11 ay önce bile "tehlikenin farkındayız" diyormuş. İşte, günümüzde olanları (devam eden komediyi) ve sonrasında olacakları hep birlikte izlemeyi sürdürüyoruz.

Bölügiray o mektubu yazarken acaba kimi, kimleri kastediyordu?

Ne bileyim!.. Nereden bileyim!..

Umuyoruz, mektuptaki o tanımlara uyan birisi aday olmaz! Umuyoruz, Atatürk’ün makamına öyle birini veya benzerini seçmezler!!!
Yazının Devamını Oku

Camilere bayrak asılacak mı?

19 Nisan 2007
BİRKAÇ hafta önce Diyanet İşleri Başkanlığı’na hitaben bir yazı yazmıştım... Ve istirhamımı iletmiştim: "Önümüzde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı var. Benim gündeme getirmem üzerine geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramı’nda belli yörelerimizde belli camilere Türk bayrağı astırmıştınız. Bu uygulamayı 23 Nisan bayramında da sürdürmenizi istirham ediyorum. Göndereceğiniz yanıtı burada aynen yayınlarım."

Aradan haftalar geçti, Diyanet’ten ses çıkmadı. Ne evet dediler, ne hayır!

Türkiye’de çok acı bir gerçekle yüz yüzeyiz. Bazı kesimlerin bayrağımıza, Türk bayrağına alerjisi var! Onlar diyor ki, "Camilere ulusal bayram günlerinde bile bayrak asılmaz".

Niçin asılmaz? Bunun açıklamasını yapan yok.

İşin ilginç yanı, bir devlet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı bile bu konuda duyarsız davranmayı sürdürüyor. Şimdi kendilerine milyonlarca insanımızın önünde bir kez daha açıkça soruyorum ve yanıt bekliyorum:

"23 Nisan’a birkaç gün kaldı. Camilere bayrak asacak mısınız, asmayacak mısınız? Eğer asmayacaksanız, gerekçeniz nedir?"

Birkaç satırlık açıklama yapmaları yeterli olacak ve kamuoyunu bilgilendirecektir. Bekleyelim ve görelim!

Tu kaka-sakıncalı gazeteciler

NUTUK atmaya gelince bol kepçe var!.. "Hukuk... Demokrasi... AB ilkeleri... Çağdaşlık... Özgürlük!.."

Hepsi palavra. Sözünü ettikleri her ilke, eğer kendi işlerine geliyorsa vardır. Yoksa yoktur.

Dün bunun en çarpıcı örneğini yaşadık. AKP-MKYK toplantısını izlemeye giden bazı muhabir ve kameraman arkadaşlarımızı içeri almadılar, geri çevirdiler. Hatta parti binasının bahçesinde durmalarına bile izin vermeyip sokağa doğru kovaladılar. Kimdi onlar?

Kanaltürk, art (Avrasya) ve Kanal B’de görevli gazeteciler.

Onları niçin kovdular?.. Çünkü o arkadaşların görevli olduğu televizyon kanalları, iktidar yanlısı ve iktidar yalakası değil. Onlar, bu tek parti döneminde AKP iktidarından korkmayan, dürüst yayın yapan, haberlerinde ve programlarında iktidara eleştiri getirip rahatsızlık veren kanallar...

Ve sayıları çok az.

Çoğunluğun sindirildiği bir ortamda onlar muhalif çizgilerini sürdüren yayın organları.

Düşünün ki, eleştiri yapan birkaç televizyon kanalına bile katlanmaları, tahammül etmeleri mümkün olmuyor...

Ve yapılan bir toplantıyı izlemek için parti binasına girmelerine izin verilmiyor.

AKP gerçek yüzünü dün bir kez daha gösterdi. Demokrat!.. Çağdaş!.. AB’ci!..


AL GÜLÜM VER GÜLÜM

YARIN üçü bir araya gelip cumhurbaşkanlığı konusunu görüşecekmiş! Tayyip Bey, Abdullah Bey ve "heykeli dikilesi, şeyini şey ettiğimin şeyi" Bülent Arınç.

Bu süreçten üçü de kazançlı çıkacak. Biri cumhurbaşkanı, öbürü başbakan olacak. Özellikle "şeyini şey ettiğimin şeyi" Arınç uyanık çıktı, pazarlığı iyi götürdü. Önce, "Çankaya için aday olup olmayacağımı yakında görürsünüz" gibi laflar ederek usulca müşteri kızıştırdı, Tayyip Bey’e ve partisine gözdağı verdi.

Oysa cumhurbaşkanlığına aday maday olmayacaktı. O sözleriyle kafalarda soru işareti yaratıp pazarlık gücünü artırmak, kendi siyasi geleceğini kurtarmak istiyordu. Yarın üçü arasında pazarlık kesilecek ve gelecekte nereyi, hangi makamı istiyorsa, kendisine o konuda güvence verilecek.

Al gülüm-ver gülüm.

Üçü de erecek muradına, bize de çıkmak düşecek bunların kerevetine!

* * *

Emin Çölaşan’ın notu: ODTÜ’lü kardeşim sevgili Ali Dinçer, çizgisinden ve inandığı yoldan hiç sapmayan lekesiz, düzgün adamdı. Eşi Yıldız Hanım başta olmak üzere sevenlerine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Yazının Devamını Oku

Kırmızı beyaz devrim

18 Nisan 2007
14 Nisan günü Ankara’da yaşanan görkemli olay bunları telaşlandırdı! Şimdi konuşuyorlar: "Biz yapsak daha fazlasını toplarız... Bindirilmiş kıtalar... Biz bu işlerin kompetanıyız, kalabalık o kadar değildi..." İyi bilsinler, orada "kırmızı beyaz devrim" gerçekleşti. Orada bindirilmiş kıtalar yoktu. Orada milletin coşkusu, protestosu vardı.

l4 Nisan unutulmayacak. Gerekirse yenileri ve çok daha görkemli olanları yaşanacak. İktidar borazanlığı yapan o TRT’ler, o "haber kanalları" görse de, görmese de!

* * *

Beyefendi
sürekli konuşuyor! "Verdik ellerine, çelik çomak oynuyorlar... Çırpındıkça batıyorlar. Daha da batacaklar... Cumhurbaşkanı adayını açıklamak için son güne kadar beklememiz strateji ve taktik gereği..."

Sizinle iddiaya girerim, Çankaya’ya çıkacağını şu anda Alman Başbakanı Merkel biliyor, bazı AB ülkeleri ve ABD biliyorlar. Hem de birinci ağızdan biliyorlar. "Taktik ve stratejileri", yani son dakikaya kadar gizlemek, sadece Türk milleti için.

Neyi kimden gizliyorsunuz?

Beyefendi’
nin Çankaya’ya çıkıp çıkmayacağını Abdullah Gül dahil en yakınları, eşi bile bilmiyormuş! Bu durumda ortada iki olasılık var:

1- En yakınlarına bile güvenmiyor.

2- Onlar biliyor ama böyle laflar ederek millete gerçek dışı şeyler söylemekten çekinmiyor.
(Yalan söylüyor demeye dilim varmıyor!)

"Şeyini şey ettiğimin şeyi" Meclis Başkanı ise "Dindar cumhurbaşkanı seçeceğiz" diyebiliyor... Çünkü öncekilerin tamamı dinsizdi! Bu adamı kim konuşturuyor?

* * *

Borsa yükseliyormuş, yabancı sermaye girişi devam ediyormuş! Rejim tehlikede olsa bunlar olur muymuş!

Borsa
’nın yüzde 70’i şu anda yabancıların elinde. Adam dışarıdan parayı getiriyor, dünyanın en yüksek faizini Türkiye’de alıyor, en yüksek kazancını elde ettikten sonra "Bu kadarı yeter, haydi eyvallah" deyip gidiyor.

Yabancı sermaye elbette geliyor. Yeni yatırıma mı? Hayır! Geliyor ve hazır tesisleri, altın yumurtlayan tavukları satın alıyor. Yabancı sermaye hangi büyük yatırımı başlattı? Yok! Sadece satın almaya geliyor ve 73 milyonluk pazara mal ve hizmet satarak malı götürüyor.

Borsalar böyle gergin günlerde genelde düşüş gösterir. İstanbul borsası niçin yükseliyor? Yanıtını hemen -yabancıların ağzından- vereyim:

"Bu iktidar hep bize çalıştı. Şimdi Çankaya da onlara geçince Sezer engeli ortadan kalkacak ve daha çok kazanacağız. O yüzden çok iyimseriz. Önümüz daha çok açılacak, kazancımız artacak."

Madalyonun öbür yüzünü gören, değinen yok. Devletin resmi rakamlarına göre işsizlik bu yılın ocak ayında yüzde 0.5 artarak yüzde 11’e yükseldi.

Aynı resmi rakamlara göre Türkiye’de işsiz sayısı 2 milyon 675 bin oldu.

Bunlar önemli değil! Önemli olan bizlere, milyonlarca insanımıza çelik çomak oynatırken (!), seçmenlerin sadece yüzde 34 oyu ile Atatürk’ün makamına da çıkmayı başaracak olmaları!

Sonrası Allah kerim!.. Sonrasını tarihler elbette yazacak.


BU KiTABI OKUYUN

Elimde Ergün Poyraz’ın birkaç gün önce piyasaya verilen son kitabı...

"Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine." (Togan Yayınları.)

Okumaya başladım, elimden bırakamadım. Ergün Poyraz muhteşem bir araştırmacı. Akla hayale gelmeyen arşivlere balıklama dalıyor, inanılmaz belge ve bilgileri ortaya çıkarıyor ve yorumunu yapıp okurlarına sunuyor.

Bundan önce yazdığı "Patlak Ampul", "Refah’ın Gerçek Yüzü", "Kanla Abdest Alanlar" gibi kitapları da böyleydi.

"Musa’nın Çocukları Tayyip ve Emine"yi okurken şaşırdım.

Türkiye’yi kimlerin yönettiğini, onların geçmişini, yaşam öyküsünü, büyük sermaye ile aralarındaki parasal ilişkileri gerçi biliyordum ama böylesini, bu kadarını ve dahası, kitabın isminin niçin bu olduğunu Ergün Poyraz’ın kitabını bir solukta okuyunca öğrenmiş oldum!

Burada size daha fazla bilgi vermek istemiyorum.

Sizden ricam, bu sürpriz kitabı mutlaka okumanızdır.

Okuyunca bana teşekkür borcunuz olacak! Bir mesaj atıp teşekkür etmenizi bekleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Anketler bitince!!!

17 Nisan 2007
BEYEFENDİ son olarak Almanya gezisinde konuştu ve cumhurbaşkanı olacağını yarı yarıya açıklamış oldu! Demek ki "anketler" sona ermiş! En başından beri ısrarla vurguluyorum: 

"Kendisini oraya seçtirecek. Başka çaresi yok. Önüne altın tepsiyle gelmiş fırsatı hiç kaçırır mı!"

Ne "bereketli" seçim yapmışız da haberimiz yok.

Sadece yüzde 34 oyla Meclis çoğunluğunun yüzde 66’sını ele geçireceksin, yasama organının tümü senin olacak, hükümet sende olacak.

Eksik kalan yargı ve cumhurbaşkanlığı idi. Yargı direndi. Yargıdaki egemenliklerini büyük ölçüde yitirdiler. Geriye Çankaya kalıyordu, şimdi Atatürk’ün makamı da onlara geçecek. Buna yol veren ise işin sonuna gelmiş, yıpranmış, yorgun düşmüş, bugünkü siyasal dengeleri asla temsil etmeyen bir Meclis olacak!

Sonrası hayırlara vesile olsun inşallah!

Türkiye sınırları dışında söylediği şu son sözlere bakın:

"Makamlar, mevkiler geçicidir. Musalla taşına koyduklarında er kişi niyetine diyecekler. Başbakan, cumhurbaşkanı niyetine demeyecekler ki. Öldün. Seni koyacakları en fazla iki metreküp yer. 1.85 boyum var. En fazla yeri ben alırım haaa. Başbakan olsan ne yazar, cumhurbaşkanı olsan ne yazar." (O halde olmayıveriniz beyefendi!)

Öbür álemden, musalla taşından, mezardan falan söz ediyor da, hiç kimseye açıkça, "Beyler ben Çankaya’ya çıkmayı yıllar öncesinden kafaya koymuştum, ama bunu son dakikaya kadar kimseye açıklamak istemiyorum" diyemiyor.

Allah’ın bildiğini kuldan saklamaya kalkışıyor.

Birisi ortaya çıkıp kendisine şöyle dese, acaba ne yanıt verir:

"Sayın Başbakan, henüz karar vermediğinizi söyleyip duruyorsunuz. Bunu siyasi hesapla yapmadığınıza, gerçekten karar vermediğinize, millete doğru söylediğinize Kuran üzerine yemin eder misiniz?"

Acaba edebilir mi!

* * *

Şimdi 14 Nisan mitingine dönüyorum. O görkemli olayı yayınlamayan, haber bültenlerinde bile kısaca geçiştiren TRT neredeydi? Öteki "haber kanalları" neredeydi?

Ankara’da Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük mitingi yapılıyor. Belki bir milyon, belki bir milyona yakın insan toplanmış, tepkisini dile getiriyor...

Ve TRT, koskoca haberi görmüyor. Öteki anlı şanlı ve tarafsız olması gereken haber kanalları da aynı tavrı sergiliyor.

Her birinin canlı yayın araçları, muhabirleri, görevlileri oradaydı. Ama yüzbinler haykırırken onlar magazin, belgesel, eğlence programı yayınlıyordu. Bu nasıl gazeteciliktir? Bu nasıl haber anlayışıdır?

Milletin bunu yuttuğunu, içine sindirdiğini mi zannediyorlar? Hangisi millete saygı gösterip bu ayıbın gerekçesini veya nedenlerini açıklama zahmetinde bulundu?

Hele TRT hükümetin değil, devletin kurumudur. TRT habercilik yapmakla yükümlüdür. Sen o devlet kurumunu hükümet borazanı, hükümetin sesi, Bülent Arınç’ın vesairenin özel kanalı olarak kullanamazsın. Hesabı sorulur.

TEŞEKKÜR

BEYKENT Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cuma Bayat’tan gelen yazı:

"Üniversitemiz Rektör Yardımcısı ve İletişim Tasarım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ünsal Oskay’ın danışmanlığında Medya Kulübümüz tarafından geleneksel olarak düzenlenen VI. İletişim Ödüllerinde 7.500 öğrencimize uygulanan anket sonuçlarına göre ’En Çok Okunan Köşe Yazarı’ seçildiniz.

17 Nisan 2007 Salı günü saat 13.30’da Beykent Üniversitesi’nde düzenlenecek olan törene teşriflerinizi rica eder, tüm öğrenci, akademik ve idari personelimiz adına başarılarınızın devamını dilerim."

Kabataş Lisesi
öğrencileri ve mezunları, Galatasaray Üniversitesi öğrencileri ve hocaları arasında düzenlenen anketlerde olduğu gibi, binlerce Beykent Üniversitesi öğrencisi de aynı ödülü bana layık görmüş.

Çok teşekkür ediyorum. Masa başında değil, özellikle eğitim ve bilim kurumlarında böyle anketlerle alınan ödüller önemli ve değerlidir. Bunlar benim meslek yaşamımın onurlarıdır.

Ancak Ankara’nın yoğun gündemi belli. Ankara’dan ayrılmak bugünlerde zor. Bugünkü ödül töreninde Beykent Üniversitesi hoca ve öğrencilerinin yanında sadece gönlümle olabileceğim. Sağolsunlar.
Yazının Devamını Oku