Ege Cansen

Gökten dolar yağıyor

1 Ağustos 2009
BU köşede 2008’in Kasım ayında “Gökten Dolar Yağacak” diye bir yazım yayımlandı.

O tarihten önce, Nisan 2008 ile Eylül 2008 arasında, Türkiye’den nereye gittiği belli olmayan 9.5 milyar dolar dışarı çıkmıştı.  Yani bırakın gökten dolar yağmasını, ülkenin dibi delinmişti. Bu, kaynağı bilinmeyen döviz azalış veya artışlarını, Merkez Bankası’nın yayınladığı “Ödemeler Dengesi” tablosunun “Net Hata ve Noksan” satırından okuyoruz. Pek tabii, kavurucu güneş altında yağmur yağacak öngörüsünde bulunduğum için bana takılanlar olmadı değil. Gökten dolar yağışı başlayınca, bu takılmalardan kurtuldum.

* * *

Ekim 2008 ile Mayıs 2009 arasında ise Türkiye’ye tam 18.3 milyar dolarlık kaynağı bilinmeyen döviz girdi. Yani yağmur, beklenen den fazla yağdı. Sol iktisatçılardan Korkut Boratav ve Mustafa Sönmez hocalar, bu konuyu irdeleyip duruyorlar. Çok da iyi ediyorlar. Benim de aralarında bulunduğum iktisat “Talk Show”cularının starı Asaf Savaş Akat hoca, bu “net hata ve noksan” sayılarına arada bir değinir. Onun kanaati, ortada büyütülecek bir şey olmadığıdır. Çünkü uzun vadede bu hesabın bakiyesi “sıfır” dolayındadır; üstelik “net hata ve noksan” rakamının dalgalanması Türkiye’ye mahsus bir mesele değildir demektedir. Bana göre dalgalanmanın sebepleri doğru dürüst açıklanmadığı ve dalgalanmanın döviz kurlarını etkilemesi engellenmedikçe ortada ciddi bir mesele vardır. Her şeyden önce, gerçek cari açık veya fazla rakamı bilinmeden yapılan iktisadi analizler güvenilir olmaz. Analiz güvenilmezse, doğru öngörülerde bulunmak zorlaşır. Ekonomi politikası yapanlar da hangi tedbirin nasıl bir sonuç verdiğini bilemez. En önemlisi iş adamları, döviz fiyatlarını dalgalandıran bu serseri para yüzünden ciddi “fiyatlama” ve “finansman” hataları yaparlar.

* * *

Anlaşılan Merkez Bankası da son 7 ayda gerçekleşen 18 milyar dolarlık “kaynağı belirsiz” döviz girişinden rahatsızdır. Bunu parçalara ayırıp, açıklayabildikleri kısımları sermaye hareketleri bölümünde göstermeye karar vermişler. İyi ederler. “Varlık Barışı” sayesinde bu paranın geldiği söyleniyor. Ancak Varlık Barışı kapsamında getirileceği beyan edilen rakam 14, gelen ise 6 milyar dolar dolayındadır. Kaldı ki, varlık barışı yoluyla gelen paralar banka üzerinden “resmen” yurda girdiğine göre, sermaye hareketlerine zaten girmiştir diye düşünüyorum.

* * *

Bu olayın ortaya çıkardığı esas konu,  servetini Türkiye’de inşa eden ve bu ülkede yaşayanların, yurt dışında 100 milyar dolardan çok birikmiş parası olmasıdır. Eğer bu sayı doğruysa, Türkiye tasarruf (sermaye) ihraç eden bir ülkedir. Demek ki, düşük olduğundan şikâyet ettiğimiz ulusal tasarruf oranımız aslında o kadar da düşük değildir. Cari açığımız göründüğünden küçüktür. Milli gelirimiz de daha yüksektir. 

Son Söz: Kara para sahipleri, ak olamaz. 

Yazının Devamını Oku

Tapu delinmelidir

29 Temmuz 2009
”TAPUYU deldirtmem” yaşayan en büyük siyasetçi ve devlet adamı Demirel’in bir sözüdür. Demirel’in tarihe geçen buna benzer başka sözleri de vardır.

Ben ise bu yazının başlığını, onun sözünün tam tersi olarak seçtim. Niye böyle bir hükme vardığımı iyi açıklamam gerekir. Yoksa anlatmak istediğim şey anlaşılmaz. Geriye sadece tapu delinmelidir lafı kalır.

* * *

Mülkiyetle, iktisadi ve sosyal gelişme arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Denebilir ki, bireylerin gayrimenkul mülk sahibi olması ve devletin bu mülkü muhafaza etmeyi üstlenmesi modern iktisadi kalkınma hareketinin başlangıcını teşkil etmiştir. Bu yüzden hâlâ taşınmaz mal mülkiyetinin belgesi olan tapuyu “Tapu Muhafızı” verir ve onu devlet adına korur.

* * *

Bireyleri üretken olmaya ve daha önemlisi tasarruf etmeye, yani “yatırımlar için kaynak yaratmaya” güden iki temel saik vardır. Birincisi sermaye geliri de yaratarak geçimini rahatça sağlamak, ikincisi ise geleceğini güvenceye almaktır. Bu süre, sadece kişinin kendinin değil eş ve çocuklarının da geleceğini kapsar. Mülkiyet ve özellikle gelir yaratan mülke yani servete sahip olmak, insanlara güven hissi verir. Bu güven hissi onları mutlu eder. Sosyalist/Komünist sistemler, bireylerin gelir yaratan mülk (üretim araçları) sahibi olma hakkını reddetmiştir. Kolektif mülkiyet yeter denmiştir. Ancak kolektif mülkiyet, şahsi mülkiyetinin yerini tutmamıştır. İnsan tabiatında çok güçlü bir “sahip olma” arzusu vardır. Bu duygu da insanı dolayısıyla ekonomiyi hareketlendirir. Üstelik mülkiyet, bireyi, devlet karşısında hür ve bağımsız kılan en büyük güçtür. Olaya böyle bakınca “tapunun delinmemesi” serbest piyasa ekonomisinin ve kuvvetler ayrılığına dayanan demokrasinin temelidir demek yanlış olmaz.

* * *

Geldik bu kadar kuvvetli bir şekilde savunduğumuz mülkiyet hakkının sınırlanmasına. Yani “tapunun delinebilir” olmasının gerekçesine. Her bireysel hak gibi, mülkiyet hakkı da toplum çıkarları aleyhine kullanılmaya başlandığında “hak” olma vasfını yitirir. Mülkiyet hakkının en sık suiistimal edildiği alan “gayrimenkul” mülkiyetidir. Tek bir örnek vermek istiyorum. İstanbul’un yüzük taşı gibi mevkiinde eskiden “Park Otel” olan bir bina harabesi, ne sahiplerine ne de kamuya bir yarar sağlamadan 20 yıldır ölü balina gibi yatmaktadır. Hiçbir makam da bu kokuşmuş cesedi oradan kaldıramamakta ve orayı sahiplerine ve İstanbul’a yararlı hale getirememektedir. Çünkü bu arsanın tapusu, şahıslara aittir. Haksızlığa uğradığına inanan ve belediyenin burnunu sürtmek isteyen sahipler de “İstanbul’dan intikam alırcasına” çözümsüzlüğü sürdürmektedir. 

Son Söz: Tapu delinmezse şehir çiban çıkartır.             

Yazının Devamını Oku

Bir ne uğruna ya rab, ne’ler batıyor

25 Temmuz 2009
BU başlık iki türlü okunabilir. Bugüne uygun olanı “Bir demokrasi uğruna ya Rab! Ne cumhuriyetler batıyor”; dünde kalanı ise “Bir cumhuriyet uğruna ya Rab! Ne demokrasiler batıyor” şekilleridir. “Milli İkilik” listesi aşağıdadır.

1. Cumhuriyetçiler-Demokrasiciler.

2. Lâikler-Dindarlar.

3. Ulusalcılar-Ulus öteciler.

4. Laik muhafazakârlar- Laik liberaller.

5. Dindar Milliyetçiler-Dindar Beynelmilelciler.

6. Batılılar-Batıcılar.

7. Kemalistler-Mandacılar.

8. Devletçiler-Serbest Piyasacılar.

Yazının Devamını Oku

Satın alma platformu

22 Temmuz 2009
GÜN geçmiyor ki, sözde iktisadilik adına “gayri iktisadi” bir girişim kamuoyuna açıklanmasın. Pek tabii bunlar benim değerlemelerimdir.

Hakikati yalnız Hak bilir. Lafı uzatmadan konuyu özetleyim. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği, üyelerinin maliyet ve masraflarını düşürmek için bir “Ortak Satın Alma Platformu” kurmaya karar vermiş. Hedef 15 bin üyenin satın alımlarını “tek el”den yapmakmış. Ancak şimdilik 1000 üye katılsa yeter diyorlar. Satın almalar tek elden ve ihale yöntemiyle yapılırsa, tedarikçiler karşısında pazarlık gücümüz artar, her şeyi daha ucuza alırız diye düşünüyorlar. Bu girişimin ucuna bir de “hayır hasenat” eklenmiş. Platform, elde ettiği komisyon gelirleriyle 2 bin öğrenciye burs verecekmiş.

* * *

Deve “nerem eğri?” diye sorunca, neren doğru ki demişler. Bu iş de öyle. Önce konuyu kuramsal açıdan irdeleyelim. 

1. Serbest piyasa ekonomisinin düzenleyici beyni “fiyat mekanizması”dır. Adam Smith’in ünlü “görünmez el”i budur.

2. Fiyat mekanizması, ancak rekabet ortamında çalışır. Alım veya satımlarda “kartelleşmek/tekelleşmek”, rekabeti dolayısıyla fiyat mekanizmasını bozar. Sistem, kendinden beklen faydayı vermez. Milli gelir büyümesi geriler. 

3. Rekabet için A) Çok sayıda alıcı, B) Çok sayıda satıcı, C) Piyasaya giriş ve çıkış özgürlüğü ve D) Alıcı ve satıcıların bilgilenmesinde simetrik denklik gerekir.

Gelelim işin uygulama zorluklarına.

1. Satın alma ne kadar büyük olursa, fiyat o kadar düşük olur tezi her zaman doğru değildir. Büyük satın almalara sadece büyük tedarikçiler cevap verebilir. Bu da sunumda rekabeti azaltır. Piyasaya küçük, ama yaratıcı yeni tedarikçilerin girişleri zorlaşır. Hantallık artar. 

Yazının Devamını Oku

Cari açık ve yeni ekonomi politikası

18 Temmuz 2009
CARİ açıkta azalmanın, milli gelirde artışa tekabül ettiğini anlatmıştım. Cari denge, bizim üretip yabancılara sattığımız mal ve hizmetlerin parasal tutarıyla, başka milletlerin ürettiği ve bize sattıkları mal ve hizmetlerin tutarı arasındaki farktır.

Birincisi büyükse, buna “cari fazla”, ikincisi büyükse buna “cari açık” denir. Cari açık veren milletler, ürettiklerinden fazla tüketirler. Yani yabancılara borçlanarak veya milli servetlerini satarak hak etmedikleri refah düzeyde yaşarlar. Bu sürdürülemez bir haldir. Cari açıkla büyüme serüvenleri, mutlaka karakolda biter. Somut kanıtı Türkiye’dir. Bu sefer de öyle oluyordu, imdadımıza Dünya krizi yetişti. Yine krizdeyiz ama kendimizi kusurlu bulmuyoruz. Şimdi krizden çıkmanın yollarını arıyoruz. Krizden çıkma denince, nedense birçok kişinin aklına krizden önceki günlere geri dönmek geliyor. Bu yanlıştır. Krizden çıkmanın doğru stratejisi “sıcak para” ile ayakta duran yapıya dönüş değildir. Yeni stratejinin hedefi, cari açığı sıfır dolayına geriletmek ve oralarda tutmak olmalıdır.

* * *

Hükümetin ekonomik yapıyla ilgili olarak aldığı kararlara bakınca, sanki bir tutum değişikliği varmış izlenimi ediniyorum. Bundan da memnun oluyorum. Eleştirilecek yönleri bir tarafa bırakırsak, mesela IMF ilişkilerini ele alıştaki özgüven sergileyen tavrını beğeniyorum. İşgücü kiralama şirketleri kurulması için yapılan yasal düzenlemeyi rasyonel buluyorum. Tarım kesiminin bir üretim planlaması mantığı içinde ele alınmasını takdirle karşılıyorum. Bu meyanda, devletin fındık almaması kararını cesur ve doğru buluyorum. Sırası gelmişken fındık tarımı ve ihracatı meselesinin hiç değişmeden benim bildiğim en az 60 yıldır sürdüğünü söylemeliyim. Merkez Bankası’nın faizleri korka, korka dahi olsa indirmesini pek tabii olumlu buluyorum.

* * *

Küresel eğilimler paralelinde, bizim yeni ekonomik politikamız da “daha devletçi” olacaktır. Türk ekonomisinin en zayıf yönü, ticari ve malî “dış ekonomik ilişkileridir”. Türkiye ve benzeri “parası döviz olmayan” ülkelerin ekonomileri, hep bu noktadan kırılır. Türk ekonomisinin bir daha aynı noktadan kırılıp krize girmemesi için üç önerim olacak.

1.     Bundan sonra teşvikte düstur, brüt değil, “ulusal katma değeri” yüksek ihracatı arttırmak olmalıdır.

2.     Devlet, tarımda uygulamak istediği “üretimi düzenleyici” rolün bir benzerini, sanayide de uygulamalıdır. Burada uygulanacak yöntem ihracatta katma değeri yükseltecek şekilde sanayinin “kümelendirilmesi”dir. (Cluster)

3.     Döviz fiyatları düşük değil, yüksek düzeyde istikrarlı hale getirilmelidir. “Sıcak para çıkarsa yandık” dememek için daha girmeden hareketi kısıtlanmalıdır.    

Yazının Devamını Oku

Artık gömün şu adamı

15 Temmuz 2009
YAZIYI yazmak üzere kalemi elime aldım. Günlerden salı; tarih 14 Temmuz 2009; saat 11.00. Bundan yirmi gün önce 25 Haziran’da vefat etmiş Michael Jackson/ Maykıl Caksın’ın naşı toprağa hálá verilmiş değil. Hatta naşının toprağa mı verileceği, yoksa yakılıp küllerinin sarayının bahçesine serpileceği dahi belirsizliğini koruyor. Sebebi uzatılmış cenaze töreninin ticarileştirilmesidir. Şu sıralarda Maykıl Caksın’ın eserleri ne biçim satılıyordur Allah bilir. Maykıl öldüğünde varislerine büyük servet değil, aksine büyük borç bıraktığını söylendi. Hesap, sabit servete göre yapılınca gerçekten borçları, varlıklarından fazla çıkıyordu. Ama hesabın içine Maykıl’ın sahip olduğu eserlerinin önümüzdeki yıllarda getireceği gelir dáhil edilince, mirasının ne kadar yüklü olduğu anlaşıldı.

* * *

Ancak burada bir sorun vardı. Borçlar, senede sepete bağlanmış borç gibi borçtu. Alacaklılar da şahindi. Hálbuki servetin büyük kısmı "telif haklarının müstakbel geliriydi". Bir anlamda "havadaki kuştu". Kuşun yakalanması gerekiyordu. Hatta kuş, yakalanmadan önce havada beslenmeli, etli-butlu hale getirilmeliydi. Bunun olması için Maykıl cenaze töreni mümkün olduğu kadar uzatmalıydı. Tahmin ederim bu "Maykıl’ın ölüsünü, dirisinden kıymetli hale getirme" projesinin müellifleri naşının mumyalanıp sürekli teşhir edilmesini bile düşünüyordur. Pek tabii giriş bedelli olacaktır. Turist grupları ile yaşlı ve çocuklara tenzilat uygulanacaktır.

Maykıl Caksın ölünce, kendisinin bizim, hayattan keyif alma mütehassısı pop-aydınlar arasında çok sayıda hayranı bulunduğunun farkına vardım. Pop türünden de olsa, ben aydınların Kafka okuyup, daha çok klasik müzik dinlediklerini sanırdım. Futboldan edebiyata kadar ne ararsan her şeyin en iyisini onlarda bulabiliyorsun.

* * *

Hürriyet’te yazmaya başladığım 1983’ten beri, tek bir yazımın yayınlanmasında sakınca bulundu. Yazımı kesen de rahmetli Çetin Emeç idi. Yazı "Ölüm Reklamları" başlığını taşıyordu. Gazetelerde çıkan, çarşaf, çarşaf ilanlarına ben "ölüm reklámları" adını uygun görmüştüm. Bu kadar büyük ve çok ilan, ilan değil reklamdır diye düşünmüştüm. Buradan kalkarak, "Büyük ölüm ilanlarını mizansenli olarak TV’lerde yayınlanacağı günler yakındır" dedim. Bir de örnek ölüm ilanı senaryosu yazmıştım. Öngörüm çıkmadı. Bugün TV’ler hálá ölüm ilanı yayınlamıyor. Tabii Maykıl Caksın’ınkiler reklám değil, haberdir. Bu sebeple reklámcıların esas başarısı, reklámı haberleştirmektir.

Son Söz: Her haber bir reklám, her reklam bir haberdir.
Yazının Devamını Oku

Millet, milli gelirden fazla harcama yapabilir

11 Temmuz 2009
ÖNCE milli gelir ile milletin harcamaları arasındaki farkı anlatayım.

Milli gelir, milletin yarattığı dönemsel katma değerdir. İki yolla hesaplanır. 1. Harcamalar, 2. Üretim. Bu iki hesabın sonucu aynı değildir. Aralarında “cari denge” ile “stok değişmeleri” toplamı kadar fark vardır. Gelirden fazla (veya az) harcama, aileler için de geçerlidir. Bir ailenin yıllık geliri ile yıllık harcaması da eşit olmayabilir. Aile, borçlanarak veya hazırdan yiyerek, gelirinden çok yatırım ve tüketim harcaması yapabilir. Milletler de yurt dışından borçlanarak veya eldeki mal stoklarını tüketerek, gelirlerin fazla harcama yapabilir. Pek tabii bunun tersi de doğrudur. Milletler de gelirlerinden daha az harcama yapabilir. Mesela uzun yıllardır Amerikan halkı, gelirinden çok; Çin halkı da gelirinden az harcamaktadır. Bir milletin yaptığı tüketim ve yatırım harcamaları toplamında, aşağıdaki düzeltmeler yapılarak milli gelir hesaplanır.

1. Cari açık artması, milli geliri azaltır.

2. Cari açık azalması, milli geliri arttırır.

3. Stok artması, milli geliri arttırır.

4. Stok azalması, milli geliri azaltır. 

 

Geçen hafta açıklanan milli gelir hesapları, cari açığın geçen yıla göre azalmasının milli geliri %7 kadar arttırdığını gösteriyordu. Yani geçen yıla göre daha az “el parası” harcamışız. Stok değişmelerinde de tersi olmuş. Fabrikalar ve tüccar stoklarını azaltmış. Yani halkın satın aldığı malların bir kısmı, bu yıl üretilmemiş. Geçen yıl üretilmiş, bu yıl tüketilmiş. Dolayısıyla stok azalmasını, harcamalardan düşmek gerek. Bu stok azalması da milli gelirin kabaca % 7’sine eşit. Toplam etki sıfır. Milli gelirdeki azalmanın sebebi, özel kesimin yatırım ve tüketim harcamalarını kısması olmuş.

Yazının Devamını Oku

Kapıkule’de 10 kilometre kuyruk

8 Temmuz 2009
İKTİSADİ hayat, yanlışlığı her zaman bu kadar çabuk ortaya çıkmayan hatalı tasarımlarla doludur. Mesela Türkiye’deki ticaret ve sanayi odaları ile borsaların üst kuruluşu olan TOBB, nedense kendisi girişimci olmaya pek meraklıdır. Yani üyelerinin kanunen ödediği aidatı sermaye yapıp, üyelerine karşı "imtiyazlı rakip" haline gelmekte hiçbir beis görmez. Nitekim TOBB, sahip olduğu yavru bir şirketle 14 gümrük kapısını modernize etme ve buraları 20 yıl süreyle işletme imtiyazı elde etmişmiş. İki hafta önce bu proje kapsamında inşa edilen Kapıkule Gümrük Kapısı törenle açıldı. Herkes çok iyi bir iş başarılmış gibi mutlu ve gururluydu. Çünkü inşaat bitmişti. Ortada yeni binalar vardı. Sadece bu husus iyi bir yapıldığının ispatıydı. Bana göre, rekabet hukukunu çiğneyen bu iş modelinde çok yanlış vardı. O gün oturdum ve bir yazı kaleme aldım. Sonra araya başka konular girdi yazı güncelliğini kaybetti. Dün, Kapıkule’den yurda girmek isteyen Türklerin ve yabancıların uzun kuyruklarda çile çektiğini ve durumu protesto ettiğini öğrenince yazıyı buzdolabından çıkardım. Düzeltip, yayımlamaya karar verdim.

1. Sınır/Gümrük kapıları "yap-işlet-devret" yöntemine göre modernize edilmiş. Dolayısıyla yatırımcı Gümrük ve Turizm İşletmeleri A.Ş.’nin (TOBB’un yavru kuruluşu) alacağı kiralarla, yatırdığı parayı en kısa zamanda çıkarmak gibi bir amacı var.

2. Bu gayeyle kapının mimari planına, içinde kira geliri yüksek "vergisiz satış" mağazaları da olan bir alışveriş merkezini de dáhil etmiş.

3. Hálbuki sınır kapılarını modernize etmenin amacı, yolcu ve araçların polis ve gümrük işlemlerinin medeni bir ortamda "hızla" yapılmasını sağlamaktır.

4. Bunun için geniş kapalı ve açık mekánlara, çok sayıda kontrol noktasına, yeterli sayıda personel ve cihaz gereklidir. Bunlar sınır kapılarının sunması gereken "devlet hizmeti" için yeter. Başka bir şey gerekmez.

5. Kapının iki kilometre ötesinde içinde temiz helálar, bir eczane, bir iki oto tamircisi, akaryakıt istasyonu, gıda ve ihtiyaç maddesi satan bir-iki dükkán ve basit lokantalar olan tek bir sosyal tesis inşa edilebilir.

6. Kapının sunacağı "devlet hizmeti"nin etkinliğinin arttırmak için yolcuların burada oyalanmadan, mümkün mertebe "kısa" sürede geçmesi sağlanmalıdır.

7. Kapı alanında bulunan alış veriş merkezinin kárlı olması için ise yolcular, buralarda "uzun" süre geçirmelidir.

8. Kapıda, çok tezgáhtar değil çok sayıda memur olmalıdır.

9. Kapıkule bir de "vergisiz satış cenneti" olacaksa, hem Edirne esnafı mağdur olacak hem devlet vergi geliri kaybedecek hem de kapı gereksiz kalabalıklaşacaktır.

Son Söz: Maksadını aşan tasarım, maksada zarar verir.
Yazının Devamını Oku