O tarihten önce, Nisan 2008 ile Eylül 2008 arasında, Türkiye’den nereye gittiği belli olmayan 9.5 milyar dolar dışarı çıkmıştı. Yani bırakın gökten dolar yağmasını, ülkenin dibi delinmişti. Bu, kaynağı bilinmeyen döviz azalış veya artışlarını, Merkez Bankası’nın yayınladığı “Ödemeler Dengesi” tablosunun “Net Hata ve Noksan” satırından okuyoruz. Pek tabii, kavurucu güneş altında yağmur yağacak öngörüsünde bulunduğum için bana takılanlar olmadı değil. Gökten dolar yağışı başlayınca, bu takılmalardan kurtuldum.
* * *
Ekim 2008 ile Mayıs 2009 arasında ise Türkiye’ye tam 18.3 milyar dolarlık kaynağı bilinmeyen döviz girdi. Yani yağmur, beklenen den fazla yağdı. Sol iktisatçılardan Korkut Boratav ve Mustafa Sönmez hocalar, bu konuyu irdeleyip duruyorlar. Çok da iyi ediyorlar. Benim de aralarında bulunduğum iktisat “Talk Show”cularının starı Asaf Savaş Akat hoca, bu “net hata ve noksan” sayılarına arada bir değinir. Onun kanaati, ortada büyütülecek bir şey olmadığıdır. Çünkü uzun vadede bu hesabın bakiyesi “sıfır” dolayındadır; üstelik “net hata ve noksan” rakamının dalgalanması Türkiye’ye mahsus bir mesele değildir demektedir. Bana göre dalgalanmanın sebepleri doğru dürüst açıklanmadığı ve dalgalanmanın döviz kurlarını etkilemesi engellenmedikçe ortada ciddi bir mesele vardır. Her şeyden önce, gerçek cari açık veya fazla rakamı bilinmeden yapılan iktisadi analizler güvenilir olmaz. Analiz güvenilmezse, doğru öngörülerde bulunmak zorlaşır. Ekonomi politikası yapanlar da hangi tedbirin nasıl bir sonuç verdiğini bilemez. En önemlisi iş adamları, döviz fiyatlarını dalgalandıran bu serseri para yüzünden ciddi “fiyatlama” ve “finansman” hataları yaparlar.
* * *
Anlaşılan Merkez Bankası da son 7 ayda gerçekleşen 18 milyar dolarlık “kaynağı belirsiz” döviz girişinden rahatsızdır. Bunu parçalara ayırıp, açıklayabildikleri kısımları sermaye hareketleri bölümünde göstermeye karar vermişler. İyi ederler. “Varlık Barışı” sayesinde bu paranın geldiği söyleniyor. Ancak Varlık Barışı kapsamında getirileceği beyan edilen rakam 14, gelen ise 6 milyar dolar dolayındadır. Kaldı ki, varlık barışı yoluyla gelen paralar banka üzerinden “resmen” yurda girdiğine göre, sermaye hareketlerine zaten girmiştir diye düşünüyorum.
* * *
Bu olayın ortaya çıkardığı esas konu, servetini Türkiye’de inşa eden ve bu ülkede yaşayanların, yurt dışında 100 milyar dolardan çok birikmiş parası olmasıdır. Eğer bu sayı doğruysa, Türkiye tasarruf (sermaye) ihraç eden bir ülkedir. Demek ki, düşük olduğundan şikâyet ettiğimiz ulusal tasarruf oranımız aslında o kadar da düşük değildir. Cari açığımız göründüğünden küçüktür. Milli gelirimiz de daha yüksektir.
Son Söz: Kara para sahipleri, ak olamaz.
Ben ise bu yazının başlığını, onun sözünün tam tersi olarak seçtim. Niye böyle bir hükme vardığımı iyi açıklamam gerekir. Yoksa anlatmak istediğim şey anlaşılmaz. Geriye sadece tapu delinmelidir lafı kalır.
* * *
Mülkiyetle, iktisadi ve sosyal gelişme arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Denebilir ki, bireylerin gayrimenkul mülk sahibi olması ve devletin bu mülkü muhafaza etmeyi üstlenmesi modern iktisadi kalkınma hareketinin başlangıcını teşkil etmiştir. Bu yüzden hâlâ taşınmaz mal mülkiyetinin belgesi olan tapuyu “Tapu Muhafızı” verir ve onu devlet adına korur.
* * *
Bireyleri üretken olmaya ve daha önemlisi tasarruf etmeye, yani “yatırımlar için kaynak yaratmaya” güden iki temel saik vardır. Birincisi sermaye geliri de yaratarak geçimini rahatça sağlamak, ikincisi ise geleceğini güvenceye almaktır. Bu süre, sadece kişinin kendinin değil eş ve çocuklarının da geleceğini kapsar. Mülkiyet ve özellikle gelir yaratan mülke yani servete sahip olmak, insanlara güven hissi verir. Bu güven hissi onları mutlu eder. Sosyalist/Komünist sistemler, bireylerin gelir yaratan mülk (üretim araçları) sahibi olma hakkını reddetmiştir. Kolektif mülkiyet yeter denmiştir. Ancak kolektif mülkiyet, şahsi mülkiyetinin yerini tutmamıştır. İnsan tabiatında çok güçlü bir “sahip olma” arzusu vardır. Bu duygu da insanı dolayısıyla ekonomiyi hareketlendirir. Üstelik mülkiyet, bireyi, devlet karşısında hür ve bağımsız kılan en büyük güçtür. Olaya böyle bakınca “tapunun delinmemesi” serbest piyasa ekonomisinin ve kuvvetler ayrılığına dayanan demokrasinin temelidir demek yanlış olmaz.
* * *
Geldik bu kadar kuvvetli bir şekilde savunduğumuz mülkiyet hakkının sınırlanmasına. Yani “tapunun delinebilir” olmasının gerekçesine. Her bireysel hak gibi, mülkiyet hakkı da toplum çıkarları aleyhine kullanılmaya başlandığında “hak” olma vasfını yitirir. Mülkiyet hakkının en sık suiistimal edildiği alan “gayrimenkul” mülkiyetidir. Tek bir örnek vermek istiyorum. İstanbul’un yüzük taşı gibi mevkiinde eskiden “Park Otel” olan bir bina harabesi, ne sahiplerine ne de kamuya bir yarar sağlamadan 20 yıldır ölü balina gibi yatmaktadır. Hiçbir makam da bu kokuşmuş cesedi oradan kaldıramamakta ve orayı sahiplerine ve İstanbul’a yararlı hale getirememektedir. Çünkü bu arsanın tapusu, şahıslara aittir. Haksızlığa uğradığına inanan ve belediyenin burnunu sürtmek isteyen sahipler de “İstanbul’dan intikam alırcasına” çözümsüzlüğü sürdürmektedir.
Son Söz: Tapu delinmezse şehir çiban çıkartır.
1. Cumhuriyetçiler-Demokrasiciler.
2. Lâikler-Dindarlar.
3. Ulusalcılar-Ulus öteciler.
4. Laik muhafazakârlar- Laik liberaller.
5. Dindar Milliyetçiler-Dindar Beynelmilelciler.
6. Batılılar-Batıcılar.
7. Kemalistler-Mandacılar.
8. Devletçiler-Serbest Piyasacılar.
Hakikati yalnız Hak bilir. Lafı uzatmadan konuyu özetleyim. İstanbul Hazırgiyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği, üyelerinin maliyet ve masraflarını düşürmek için bir “Ortak Satın Alma Platformu” kurmaya karar vermiş. Hedef 15 bin üyenin satın alımlarını “tek el”den yapmakmış. Ancak şimdilik 1000 üye katılsa yeter diyorlar. Satın almalar tek elden ve ihale yöntemiyle yapılırsa, tedarikçiler karşısında pazarlık gücümüz artar, her şeyi daha ucuza alırız diye düşünüyorlar. Bu girişimin ucuna bir de “hayır hasenat” eklenmiş. Platform, elde ettiği komisyon gelirleriyle 2 bin öğrenciye burs verecekmiş.
* * *
Deve “nerem eğri?” diye sorunca, neren doğru ki demişler. Bu iş de öyle. Önce konuyu kuramsal açıdan irdeleyelim.
1. Serbest piyasa ekonomisinin düzenleyici beyni “fiyat mekanizması”dır. Adam Smith’in ünlü “görünmez el”i budur.
2. Fiyat mekanizması, ancak rekabet ortamında çalışır. Alım veya satımlarda “kartelleşmek/tekelleşmek”, rekabeti dolayısıyla fiyat mekanizmasını bozar. Sistem, kendinden beklen faydayı vermez. Milli gelir büyümesi geriler.
3. Rekabet için A) Çok sayıda alıcı, B) Çok sayıda satıcı, C) Piyasaya giriş ve çıkış özgürlüğü ve D) Alıcı ve satıcıların bilgilenmesinde simetrik denklik gerekir.
Gelelim işin uygulama zorluklarına.
1. Satın alma ne kadar büyük olursa, fiyat o kadar düşük olur tezi her zaman doğru değildir. Büyük satın almalara sadece büyük tedarikçiler cevap verebilir. Bu da sunumda rekabeti azaltır. Piyasaya küçük, ama yaratıcı yeni tedarikçilerin girişleri zorlaşır. Hantallık artar.
Birincisi büyükse, buna “cari fazla”, ikincisi büyükse buna “cari açık” denir. Cari açık veren milletler, ürettiklerinden fazla tüketirler. Yani yabancılara borçlanarak veya milli servetlerini satarak hak etmedikleri refah düzeyde yaşarlar. Bu sürdürülemez bir haldir. Cari açıkla büyüme serüvenleri, mutlaka karakolda biter. Somut kanıtı Türkiye’dir. Bu sefer de öyle oluyordu, imdadımıza Dünya krizi yetişti. Yine krizdeyiz ama kendimizi kusurlu bulmuyoruz. Şimdi krizden çıkmanın yollarını arıyoruz. Krizden çıkma denince, nedense birçok kişinin aklına krizden önceki günlere geri dönmek geliyor. Bu yanlıştır. Krizden çıkmanın doğru stratejisi “sıcak para” ile ayakta duran yapıya dönüş değildir. Yeni stratejinin hedefi, cari açığı sıfır dolayına geriletmek ve oralarda tutmak olmalıdır.
* * *
Hükümetin ekonomik yapıyla ilgili olarak aldığı kararlara bakınca, sanki bir tutum değişikliği varmış izlenimi ediniyorum. Bundan da memnun oluyorum. Eleştirilecek yönleri bir tarafa bırakırsak, mesela IMF ilişkilerini ele alıştaki özgüven sergileyen tavrını beğeniyorum. İşgücü kiralama şirketleri kurulması için yapılan yasal düzenlemeyi rasyonel buluyorum. Tarım kesiminin bir üretim planlaması mantığı içinde ele alınmasını takdirle karşılıyorum. Bu meyanda, devletin fındık almaması kararını cesur ve doğru buluyorum. Sırası gelmişken fındık tarımı ve ihracatı meselesinin hiç değişmeden benim bildiğim en az 60 yıldır sürdüğünü söylemeliyim. Merkez Bankası’nın faizleri korka, korka dahi olsa indirmesini pek tabii olumlu buluyorum.
* * *
Küresel eğilimler paralelinde, bizim yeni ekonomik politikamız da “daha devletçi” olacaktır. Türk ekonomisinin en zayıf yönü, ticari ve malî “dış ekonomik ilişkileridir”. Türkiye ve benzeri “parası döviz olmayan” ülkelerin ekonomileri, hep bu noktadan kırılır. Türk ekonomisinin bir daha aynı noktadan kırılıp krize girmemesi için üç önerim olacak.
1. Bundan sonra teşvikte düstur, brüt değil, “ulusal katma değeri” yüksek ihracatı arttırmak olmalıdır.
2. Devlet, tarımda uygulamak istediği “üretimi düzenleyici” rolün bir benzerini, sanayide de uygulamalıdır. Burada uygulanacak yöntem ihracatta katma değeri yükseltecek şekilde sanayinin “kümelendirilmesi”dir. (Cluster)
3. Döviz fiyatları düşük değil, yüksek düzeyde istikrarlı hale getirilmelidir. “Sıcak para çıkarsa yandık” dememek için daha girmeden hareketi kısıtlanmalıdır.
Milli gelir, milletin yarattığı dönemsel katma değerdir. İki yolla hesaplanır. 1. Harcamalar, 2. Üretim. Bu iki hesabın sonucu aynı değildir. Aralarında “cari denge” ile “stok değişmeleri” toplamı kadar fark vardır. Gelirden fazla (veya az) harcama, aileler için de geçerlidir. Bir ailenin yıllık geliri ile yıllık harcaması da eşit olmayabilir. Aile, borçlanarak veya hazırdan yiyerek, gelirinden çok yatırım ve tüketim harcaması yapabilir. Milletler de yurt dışından borçlanarak veya eldeki mal stoklarını tüketerek, gelirlerin fazla harcama yapabilir. Pek tabii bunun tersi de doğrudur. Milletler de gelirlerinden daha az harcama yapabilir. Mesela uzun yıllardır Amerikan halkı, gelirinden çok; Çin halkı da gelirinden az harcamaktadır. Bir milletin yaptığı tüketim ve yatırım harcamaları toplamında, aşağıdaki düzeltmeler yapılarak milli gelir hesaplanır.
1. Cari açık artması, milli geliri azaltır.
2. Cari açık azalması, milli geliri arttırır.
3. Stok artması, milli geliri arttırır.
4. Stok azalması, milli geliri azaltır.
Geçen hafta açıklanan milli gelir hesapları, cari açığın geçen yıla göre azalmasının milli geliri %7 kadar arttırdığını gösteriyordu. Yani geçen yıla göre daha az “el parası” harcamışız. Stok değişmelerinde de tersi olmuş. Fabrikalar ve tüccar stoklarını azaltmış. Yani halkın satın aldığı malların bir kısmı, bu yıl üretilmemiş. Geçen yıl üretilmiş, bu yıl tüketilmiş. Dolayısıyla stok azalmasını, harcamalardan düşmek gerek. Bu stok azalması da milli gelirin kabaca % 7’sine eşit. Toplam etki sıfır. Milli gelirdeki azalmanın sebebi, özel kesimin yatırım ve tüketim harcamalarını kısması olmuş.