Ege Cansen

Hay! IMF kadar taş...

29 Ağustos 2009
ŞU IMF muhabbetinden o kadar sıkıldım ki, anlatamam.

Bakan Babacan ne dedi? “IMF olmazsa olmaz” dönemi bitti mi, yoksa “yeniden o noktaya gelindi” mi? 20 kez IMF ile anlaşma mı düzenleme mi ne ise ondan yapmışız. Bir de dönüp arkamıza bakmışız ki, bir arpa boyu yol gitmişiz. “IMF’koliklere” göre, Türk ekonomisinde iyi denebilecek ne olduysa IMF’nin öğütleri sayesinde oldu. Başımıza ne kötülük geldiyse, IMF’nin dediklerini yapmadığımız için geldi. Yahu biz 2001 devalüasyon krizine IMF’nin uygulattığı “Kur çıpası” yüzünden girmedik mi? Şimdi yaşanan mali sıkıntıların gerisinde IMF’nin önerdiği “yüksek faiz-düşük kur” politikası yatmıyor mu?

* * *

Amacım IMF’yi kötülemek değil. “Dışarıdan para gelmezse, biz kalkınamayız” batıl itikadının yarattığı burkulmaları, “her T.C. vatandaşı doğarken sigortalanır, 40 yaşında emekli olur” ilkemiz sonucunda ortaya kamu finansman sorunlarımızı IMF’ye fatura etmek hiç değil. IMF ne iyilik meleğidir ne de gariban ekonomileri günaha iten bir şeytan. IMF dünya ödemeler dengesi, “dengede” olsun, büyük kur düzeltmeleri yaşanmasın diye görevlendirilmiş bir kurumdur. Nokta. Uluslararasıdır, bağımsızdır dense de ABD Hazine Bakanlığına karşı sorumludur.

* * *

Bu yıl Türk ekonomisi sınıfı zor geçecektir. Eskiden her yıl sonunda ekonominin karnesini hazırlardım. Bunun için bana Rotterdam İktisat Enstitüsü’nden gelen hocalarımın belletiği beş performans kriterini kullanırdım. Bunlar şunlardı:

1. Milli Gelir Büyümesi,

2. Fiyat İstikrarı,

3. Tam İstihdam,

Yazının Devamını Oku

Faiz, şu meçhul ...

26 Ağustos 2009
FAİZLER düşüyor.

Sevinelim mi, üzülelim mi? Edindiğim izlenime göre faizlerin düşmesi toplumumuzda üzüntü kaynağı olmuştur. Çünkü orta yaş üstü gazete okurlarının önemli bir kısmı, bütçesini belli bir faiz gelirine göre denkleştirmişti. Şimdi bu gelirleri düştü. Daha da düşecek deniyor. Mevduatımın anaparasına dokunmuyor, sadece faizini harcıyorum, dolayısıyla geleceğim güvencede diyenler paniklediler. Sırf bu sebeple harcamalarını kıstılar. Ücret artışlarının azalmasının, işini kaybedenlerin sayısının çoğalmasının yanında, yurtiçi talebin toparlanmamasının bir sebebi de faizlerin düşmesidir.

* * *

Kural neydi? Düşük faiz ekonomiyi canlandırır; yüksek faiz ekonomiyi durgunluğa iter. Biz ise tam tersini yaşadık ve yaşıyoruz. Şimdi bundan ne sonuç çıkaracağız? Kitapta yazanla, hayatta yaşanan birbirine uymaz mı diyeceğiz? Hayır!

1. Dünyada iki tip ekonomi vardır. Birincisi, ulusal parası “döviz” (hard currency) olanlar. İkincisi, para (birimi) döviz olmayanlar (soft        currency).

2. Parası döviz olan ülkelerde “piyasadaki para miktarı” veya “piyasa faiz fiyatı” denince, sayılar kendi paraları cinsinden söylenir. Bu ifadelerde önemli ölçme veya bilgilendirme hatası yoktur. Çünkü bu kabil ülkelerde insanlar yabancı parayı pek bilmez.                Devlet de şirketler de tüm hesaplarını hep ulusal parayla yapar. 

3. Türkiye gibi parası döviz olmayan ülkelerin ekonomileri “iki para” ile çalışır. Yani bu ülkelerde gerek devlet, gerek şirketler ve gerekse halk hesaplarını ulusal paranın yanında bir de “dövizle/dolarla” yapar. 

4. Gerçek böyle olmakla birlikte, nedense Türkiye’de faizle ekonomik canlılık arasında ilişkiler analiz edilirken sadece TL faizi kullanılır. Bu yanlıştır. Eğer Türkiye’de faizle, ekonomik canlılık arasındaki nedensellik ilişkisi bulunmak isteniyorsa, analizlere kur farkları dâhil “döviz faizini” de katmak gerektir.  

5. Bir an için küresel krizin yarattığı dış talep daralmasını bir kenara koyalım. Döviz faizleri (ve kur farkları) şirketlerin finansman maliyetine dâhil edildiğinde görülecektir ki; 2009 başından günümüze, Türkiye’de finansman maliyeti geçen yıla kıyasla düşmüş değildir. Bilakis artmıştır. Yurtiçi talep ve yatırım hacmi faizler arttığı için de daralmıştır.

Yazının Devamını Oku

Muhalefet çözüme hizmet ediyor

22 Ağustos 2009
BABAM, 1922 yılında Askeri Tıbbiye’den mezun olunca, Kars’a “Tabur Tabibi” olarak tayin ediliyor.

Bu tabur, 1925 yılında çıkan Şeyh Sait isyanını bastırma harekâtına katılıyor. Babam da kendi tabiriyle “katır sırtında” dağlarda dolaşıp, yaralı veya hastaları iyileştirmek üzere vazife yapıyor. Kürt isyanı ve Kürt meselesi hakkında babamdan çok hikâye dinlemişimdir. Bazen “o günlerde bekârlık canıma tak etmişti, arkadaşların da teşvikiyle neredeyse bir Kürt kızıyla evlenecektim” derdi. Ben de sanki doğacak çocuk yine bugünkü “ben” olurmuş mantığıyla, o zaman benim annem de Kürt olurdu derdim.

* * *

Olağanüstü Hal Bölge valilerinden Hayri Kozakçıoğlu görevdeyken Taksim Toplantısında yaptığı konuşmada “Bu, 12. Kürt ayaklanmasıdır” demişti. Gerek Osmanlı gerek Cumhuriyet döneminde irili ufaklı bağımsızlık kalkışmaları olmuştur. Bunların çoğunda yabancı devletlerin kışkırtması vardır. Yabancı devletler kendi çıkarların için bu yarayı kaşımış olsalar da şunu kabul etmek gerekir ki ortada bir yara vardır. Yani bu isyanların sosyolojik bir temeli mevcuttur.

* * *

Bugün “hatalıydılar/başaramadılar” dense de Cumhuriyeti kuranlar, hiçbir şeyi tesadüfen söylemiş veya yapmış değildir. Onlar yurdu da dünyayı da tanıyordu. T.C.’nin ilelebet payidar olmasının ancak “ulusal birlik” ve “lâiklikle” sağlanacağına iman etmişlerdi. Ülküleri, bağımsız ve çağdaş bir Türkiye yaratmaktı. Bu ülküye giden stratejileri ve bu stratejileri destekleyen projeleri vardı. Yoldaki tehlike ve fırsatları görüyorlardı. Daha 1927 yılında yapılan bir araştırmada Türkiye’de yaşayanların yarısının ulusal sınırlar dışında doğduğu saptanmıştı. Karma karışık etnik gruplardan oluşan bu “vatandaş kütlesinden” bir millet yaratmak istediler. Adına da “Türk” dediler. Bu ülkede yaşayan hiçbir Laz, Gürcü, Tatar, Boşnak, Çeçen, Arnavut, Abaza, Makedon, Arap, Yahudi hatta Rum T.C. vatandaşı “Ne mutlu Türküm Diyene” sözünden rahatsız değildir. Çünkü bunu demekle asla aslını inkâr etmiş olmaz. Kimse de ondan bunu beklemez. Türk gerçeği budur.

* * *

Önce bir test sorusu: Sizce, PKK’ya terör örgütü demedikleri sürece DTP ile görüşmem diyen Başbakan Erdoğan, DTP ile görüştü mü? Cevabınız hayırsa, yazının bundan sonrasını okumayın. Açılım, Ergenekon dozerinin açtığı yoldan, freni patlamış kamyon gibi ülkeyi, paldır küldür “böl ve çöz”e götürüyor. Her bölünmeli çözümün iki kötü sonucu olur. Biri “sınırların askeri yöntemle çizilmesi” ikincisi de “etnik temizlik”tir. Bunların bedeli, ödemeye değmeyecek kadar yüksek olabilir. Açılım sürecinin başarısı, artık “kaçınılmaz hale gelen bölünmenin” yukarıdaki sonuçlara yol açmamasını sağlamaktır. Bunun için birilerinin, Kürtleri içine girdikleri “zafer sarhoşluğundan” ayıltması şarttır. Muhalefet de bunu yapıyor.

Son Söz:

Yazının Devamını Oku

Faiz düşmanı

19 Ağustos 2009
TÜRKÇE’de, “düşmanı” kelimesinin, anlamı taban tabana zıt iki kullanımı vardır. Mesela, bir çocuk için “dayak düşmanı” denirse, o çocuk öyle kötü şeyler yapıyor ki, sonunda büyüklerinden dayak yiyor, adeta canı dayak yemek istiyor denmek istenir.

Başka örnekler de var. Bir kişi için “çikolata düşmanı” veya “para düşmanı” şeklinde konuşuluyorsa, bunun anlamı, o kişinin nerede bulsa çikolataları hapır, hapur mideye indirdiği veya eline ne kadar para geçerse hemen harcadığı anlatılmak istenir. Pek tabii bir de düpedüz düşmanlık vardır. Mesela “kadın düşmanı” veya “zenci düşmanı” denince kadınlardan veya zencilerden hiç haz etmeyen, onlar hakkında olumsuz ön yargıları olan insanlar kastedilir.

* * *

Faiz düşmanlığı da böyledir. Müslüman halk arasında dini gerekçelerle faiz düşmanlığı vardır. O kadar ki, bazıları bankalara yatırdıkları paralara tahakkuk eden faizi almaz. Buna mukabil, faize “kâr payı” demeye yarayan düzmece işlemler yapılırsa, faiz düşmanları bir anda bu sefer zıt anlamda faiz düşmanı (yiyicisi) haline gelirler. Buna karşılık borç alıp da ödeyemeyenlerin faiz düşmanlığı değişmez. Özellikle “kredi kartı mağdurları” denilen bir kesim vardır ki, onlar hakikatten faiz düşmanıdır. Çünkü bankaların caydırıcı olsun diye fahiş mertebede yüksek tuttukları gecikme faizini yiyince perişan olurlar. Tefecinin veya vergi borçlarını zamanında ödeyemeyip maliyenin eline düşenlerin de hali haraptır. Borcun faizi yani “danası” kısa sürede borcun aslını yani “anasını” geçer. Onlar da gerçekten faize düşman olurlar.

* * *

Güzel ve yalnız ülkemin iktisatçıları genelde “faizcidir”. Yani faiz severler. Burada sözü edilen, yüksek faizdir. Faizci iktisatçılar Türkiye’de, gelişmiş ülkelerde ödenen/alınan reel faizinin 5 katını normal görür. Bunların karabasanı, faizin inmesidir. Faizler inince Türkiye’de çok kötü şeylerin olacağından korkarlar. Faizler inince kamu borçları artacak, tasarruflar düşecek, yabancı sermaye girişleri duracak, büyüme yavaşlayacak, döviz bulunmayacak ve ülke ekonomisi iflas edecektir diye telaşlanırlar. Telaşları yersizdir; ama öyle şartlanmışlardır. Muhakemeleri yanlıştır. Analizlerine dayanak teşkil eden istatistikler, İngilizce “self proving fallacies” denilen cinstendir. Buna Türkçede “kendini doğrulayan yanlışlar” denebilir. Yani hatalı kararların ortaya çıkardığı kötü sonuçlar, kararın isabeti olarak gösterilir. Faiz severler, şu günlerde çok tedirgin. Çünkü yüce dağdaki “mali istikrar kurdu” IMF öldü. Dünya krizi, IMF’yi “ekonomi canlandırma kurdu” yaptı. Bizim merkez bankası da pek tabii tutum değiştirdi. Faizleri indirip duruyor. Dağdaki kurt öldüğüne göre belki Türkiye bile, yıllardır tutsağı olduğu “faiz-enflasyon-devalüasyon” kapanından kurtulacaktır.

Son Söz: Düşük enflasyon, düşük faiz ister.

 

Yazının Devamını Oku

Kriz çıkartacak kriz çözümleri

15 Ağustos 2009
SOKAKTAKİ insan iktisattan ne anlar? Eğer orta halli biri ise geçim derdi ve gelecek güvencesidir.

Geçim derdini erken yaşta halletmişse zengin olma arzusudur. Bu konulara değinmeyen iktisat sohbetleri veya yazıları “vitaminsizdir”. Tüketmeye değmez. İş adamları ise iktisatla iki sebeple ilgilenir. Birincisi “belirsizlik” ortamında, almak zorunda oldukları kararların isabetini arttırmaktır. Bunun için, bazı değişkenleri belirgin hale getirmeye yarayacak görüş ve düşünceleri izlerler. İkinci amaç ise, durduk yerde para kazanmak (veya kaybetmemek) için bilgi toplamaktır. İş adamları genellikle borç ve varlık yapılarını (bilânçolarını) ileride en yüksek “servet artışı” yaratacak şekilde düzenleme peşindedir. Buna doğru pozisyon almak denir. İktisatçılar buna yaramalıdır derler. Haksız da değiller. 

* * *

Büyük ustalardan Hayek’in bir sözünü tekrarlamak istiyorum: “İktisat, insan yapması değildir; ama içinde insan vardır”. İktisatçılar iktisadi sistemin mekanik işleyişini büyük çapta modelleyebilmiştir. Burada modellemekten kasıt, “24 saate şu kadar mm yağmur yağınca, dağdan şu kadar metreküp su gelir, bu da sel demektir” benzeri iktisadi hesaplar yapabilmektir. Ama insan davranışlarını, özellikle kısa vadede doğru kestirim yapmaya yarayacak şekilde modellemek mümkün değildir. Daha doğrusu kurulan modeller, uzun sürede ortaya çıkacak vakalarda muhtemelen en fazla sayıda “doğru” sonucu verir. Modelleme ile tek vakada sonucu kestirmek zordur. Ancak hayat devam etmektedir ve model ufukta bir kriz gösteriyorsa, o kriz mutlaka çıkar.

* * *

Hani her tehlike, bir fırsattır sözü var ya; işte şimdi tam o sözün devreye girdiği günlerdeyiz. Uyanıklar, krizi fırsata dönüştürme peşine düştü. Krizden çıkış başlayınca, ham madde fiyatları artacaktır diye piyasa oyuncular şimdiden bağlantı yapmaya başladılar. Sonuçta ekonomik faaliyet henüz yeterince hızlanmadan, ham madde fiyatları hızla artmaya başladı. Başta petrol olmak üzere, “The Reuters/Jefferies CRB Index”e giren 19 emtianın fiyatı sadece temmuz ayında yüzde 3.9 arttı. Artış, dolar cinsinden daha da yüksektir. Bunlar arasında bakır, demir ve alüminyum gibi fiyatı çok artan metaller de var. Bir ay önce bu emtialardan bağlantı yapanlar, krizin yarattığı fırsattan istifade ettiler bile.

* * *

Yeni soru şu: Emtia fiyatlarındaki artış, krizin bitmekte olduğunun göstergesi midir? Hatta artışın kendisi, bu krizi bitirecek bir “canlandırıcı” mıdır? Yoksa bu fiyat artışları, yaşanılan krize sebep olan bir yıl önceki “yüksek petrol ve emtia fiyatları balonunun” tekrar şişmeye başlaması mıdır? Eğer öyle ise, yaşanan krizin çözümüne yarayacak bu gelişme, bundan sonraki krizin sebebi olacak demektir.

Son Söz: Yavaş, yavaş çıkmalısın bu krizden.  

Yazının Devamını Oku

Dünya krizi kaça patladı

12 Ağustos 2009
KRİZDE en kötü günler geride kaldı. Ama “ikinci bir çöküntü olabilir” endişesi sürüyor.

Soru şu: Bugün itibariyle dünya ekonomik krizi ülkelere kaça patladı? IMF’nin hesabına göre krizin dünyaya maliyeti 10 trilyon dolardan çoktur. IMF’nin kullandığı maliyet hesaplama yöntemini okudum. Yanlış bir ölçme yöntemi kullanıyorlar. Şimdi denecek ki, koskoca IMF bir hesap yapıyor, sen burada onların kullandığı yöntemin yanlış olduğunu iddia ediyorsun. Aynen öyle.

* * *

Bundan yarım asır önce Türkiye’nin en ünlü akliye-asabiye hekimi Mazhar Osman hocaydı. Bir kişinin davranışları tutarsız bulunursa onun için “bu adam Mazhar Osmanlık” olmuş denirdi. Rivayete göre bir gün adamın biri Mazhar Osman’a kızıp “Sen delirmiş vallahi!” demiş. Mazhar Osman Hoca da “sen benim hakkımda böyle konuşursan, bunun üzerinde pek kimse durmaz”. Ama ben, senin için “bu adam delirmiş dersem” herkes ciddiye alır; onun için benimle konuşurken sözlerine dikkat et demiş.

* * *

Şimdi ben kalkmış, adı bile çok havalı Dominique Straus-Khan gibi çok muhterem bir zatın başında olduğu ve içinde yüzlerce ağır sıklet iktisatçının çalıştığı IMF’nin yaptığı “krizin maliyeti hesabı” yanlıştır diyorum. Pek tabii bunu kimse ciddiye almayacaktır. İnşallah bir gün bir IMF yetkilisi “Ege Cansen’in söyledikleri yanlıştır” demez. Herkes IMF’nin dediğine inanır. Benim de bütün fiyakam bozulur.

* * *

Dünya krizi gibi bir olayın maliyeti, bu olayın ülkelerin “milli gelirleri” ile “milli servetleri”nde yarattığı azalmaların toplamıdır. Önce küresel krizin, dünya milli gelirinde yarattığı azalmayı bulalım. Dünya (milli) geliri bu yıl yaklaşık yüzde 3.5 düşer. Bunun karşılığı 2 trilyon dolardır. Dünyanın toplam fiziki ve beşeri sermayesini azaltacak bir cihan harbi veya doğal felaket yaşanmadığına göre servet azalması yoktur. Dolayısıyla krizin toplam maliyeti kabaca 2 trilyon dolardır. IMF ise hükümetlerin (doğrusu devletlerin) finansal sektöre sağladığı desteklerin toplamına “küresel krizin maliyeti” demektedir. IMF’ye göre hükümetler, finansal kurtarmalara 1.1; kötü varlık satın almalara 1.9; mali sistem garantilerine 4,6 trilyon dolar harcamıştır. Buna merkez bankalarının da mali sisteme şırınga ettiği 2.5 trilyon dolar eklenirse toplam zarar çıkar, bu da 10 trilyon dolardır diyor. Maliye bakanlıklarından veya merkez bankalarından yetişen ekonomistler, bir şeyin “hükümete/devlete” maliyetiyle “ülkeye” maliyetini aynı görür. Hâlbuki ülke, kamu kesimini, özel sektörü ve hane halkını kapsar. Devlet için gider olan bir harcama özel sektör veya halk için gelir olabilir. O zaman toplam sıfır olur. Hele hele merkez bankalarının yarattığı parayı, “krizin maliyetine” dâhil etmek kesinlikle yanlıştır.

Son Söz:

Yazının Devamını Oku

Ekonomik otomobil gayri iktisadidir

8 Ağustos 2009
OTOMOBİL, müthiş bir üründür. Bu ürünle ancak cep telefonu kıyaslanabilir.

O da bir başka afettir. Otomobil, eski tabiriyle, taksi olmayan “hususi otomobil” ya da kısaca “hususi” sahibine tarifi imkânsız bir özgürlük hazzı verir. Hususin varsa, arabana atladın mı, istediğin yere, istediğin zaman gidersin. Kontak çevrildiğinde duyduğun motor sesi, sana “emret sultanım” diyen yüz kölenin etek öpmesi gibi gelir. Kapıları kapattın mı, kendine ait bir dünya yaratırsın. O dünyanın da tek hâkimi sen olursun. Ayağının altında sana itaat etmek üzere şartlandırılmış gaz ve fren pedalları ile iki elinin arasında tuttuğun direksiyon simidi emirlerini beklemektedir. Git diyorsun, gidiyor. Dur diyorsun, duruyor. Dön diyorsun, dönüyor. Daha ne istersin altındaki bu yaratıktan. Yağmur yağsa, o seni korur. Dışarısı soğuksa, onun içi sıcaktır. Ya da tersidir. İstersen aç pencereyi, durgun havada sana rüzgâr estirsin bir yandan, alsın götürsün seni diğer yandan. Arabam, güzel arabam; ben sensiz hiç yapamam!

Sanat, bir üründen az sayıda; sanayi ise, bir üründen çok sayıda yapmaktır. Sanayicinin en büyük tutkusu satışları arttırmak yani daha fazla üretmektir. Sanayinin gelişmesi her zaman daha fazla üretim yapmaktan geçer. Gerek ürün gerek üretim mühendisliği ancak büyük sayılarda üretim yapılacaksa yeni ufuklara yelken açabilir. Bir sanayicinin satışlarını arttırmak için yapmayacağı şey, göze almayacağı risk yoktur. Tabiri caizse, sanayicinin gözünü daha çok üretim bürümüştür. Çünkü işletmecilikte esas “ölçek ekonomisini” yakalamaktır.

***

Otomobil, insan taşımaya yarayan bir araçtır. Otomobil, ancak üzerinde gidecek yol bulursa işlevini yerine getirebilir. Yol yoksa araba gidemez. Gidemezse, taşıt olmaktan çıkar. Kulübe ve daha kötüsü “hücre” olur. Özel araba sahibi, otomobili kendi emrinde sanır. Tıkanık bir yola girince, bir an önce arabasından kurtulmak ister. Artık arabası onun değil, o arabasının esiridir. Bırak gideyim der, araba onu bırakmaz. Sen git dersin, ben gidemem der. Çünkü ona bir sürücü gerekir.

Bireysel taşıt aracı olan otomobil, toplu taşıt araçlarının düşmanıdır. İkisi arasında amansız bir yol bölüşümü kavgası vardır. Trafikte yol, daima kıt kaynaktır. Araba üretilen hızda yol inşa edilemez. Yol kıtlığı giderek dayanılmaz bir hal alınca, özel arabalar “halk düşmanı” haline dönüşür. Kent içi ulaşım meselesi iktisadi olarak çözülemez hale gelir. Ulaşım süreleri uzar, çalışma süreleri kısalır. Gayri iktisadilik dalga, dalga tüm ekonomik sektörlere yayılır. Hele, hele dar gelirlileri baştan çıkartan ve onları toplu taşıt aracı yerine bireysel taşıt kullanmaya teşvik eden ucuz “ekonomik” araba kadar “gayri iktisadi” bir ürün olamaz.

Son Söz: Lüks, sosyalleşemez.

 

Yazının Devamını Oku

Kayıt içiyle mücadele

5 Ağustos 2009
HÜKÜMET yeniden bir “Vergi Kaçakçılarına Af” kanununu çıkartıyor. Bu yasayı hazırlayanların kitabına göre, iktisadi krizi kolay atlatmak için ülkemize dışarıdan sermaye girmesi lazım.

Yasaya göre yurt içinde yerleşmiş ama yurt dışında “kayıt dışı” serveti olanlar, bu paralarını yurda getirirlerse, yüzde 2 gibi cüzi bir ceza ödeyerek servetlerini “kayıt içi” hale getirebilecekler. Bu suretle hem kriz teğet geçecek hem de iktisadi kalkınma hızlanacaktır. Yukarıda sözünü ettiğim yasanın resmi adı, pek tabii bu değil. Yasayı hazırlayanlar kendilerini kötü hissetmemek ve halkı uyutmak için buna “Varlık Barışı” adını uygun görmüşler. Yersen.

* * *

Amerika’da lisansüstü eğitimi görürken, keskin dilli bir hocadan iş hukuku dersi almıştım. Hoca, kanun adlarının, “halkla ilişkiler” uzmanları tarafından tasarlandığını ve genellikle yasanın amacını gizlemeye matuf olduğunu söylerdi. Onun dediğine göre, mesela işçilerin sendikal haklarını kısıtlayan Taft-Hardley kanunun resmi adı “Çalışma Hakkı Yasası” (Right To Work Law) idi. Nitekim yasanın adı ile amacı arasındaki tutarsızlığa tepki veren işçi sendikacıları bu kanuna derhal “Köle Emek” (Slave Labor) adını takmışlardı. Ben de hocamın öğrettiklerini hatırladım ve bir yıl içinde ikinci kez hazırlanan “Varlık Barışı” adlı yasaya bu sebeple “Kayıt İçiyle Mücadele” ismini münasip gördüm.

* * *

Türk ekonomisinde gelişmeyi hızlandırmak, kamu açıklarını kalıcı olarak düşürmek, hukuku üstün kılmak yani kanun hâkimiyeti tesis etmek ve ahlaklı davranışları yüceltmek için ticari faaliyetin “kayıt içine” alınması şarttır denir. Bunun için onlarca rapor yazılmıştır. “Yapısal Reformlar” denilen amentünün birinci maddesi budur. Şimdi soruyorum: Varlık Barışı yapıyoruz diye kayıt dışı servetleri kayıt içine almak, ticareti faaliyeti kayıt içine almayı ve mükelleflerin vergilerini tam olarak ödemeyi ilke edinmesini teşvik eder mi? Ben kendi cevabımı vereyim. Kesinlikle etmez. Bu kaçıncı vergi ve servet affıdır acaba? Bu aflar kayıt dışılığa çare olmuş olsaydı, bugün ne yurt içinde, ne de yurt dışında affedilecek servet bulunamazdı. Demek ki, vergi kaçakçılarını belli aralıklarla affetmek artık istisna değildir. Bu oyunun kuralıdır. Bir toplumun “kültürü” (değer yargıları, davranış biçimi, ahlakı, kafa yapısı, iş yapma modellerli, kanunları algılaması ve bunlara bağlı diğer dünyevi ve uhrevi işler ilmühaberi) işte böyle inşa edilir. Bu da yıllar alır. 

* * *

Turgut Özal döneminde serpilen hayali ihracatçılık, bize sabah gelen paranın öğleden sonra dışarı çıktığını göstermişti. Şimdilerde “tek seferde 5 milyar dolar giriş” mertebesine ulaşan “indirmecilik” mesleği o zaman doğmuştu.

Son Söz: Kayıt dışından bir gelir, kayıt dışına iki gider. 

Yazının Devamını Oku