Ege Cansen

Kapitalist Abdülhamit

4 Temmuz 2009
TBMM Başkanlık Divanı Meclis Onur Ödülünü bu yıl "yurt dışında Türkiye’yi tanıtmada gösterdiği başarıdan dolayı" Kemal Karpat’a verdi. Bundan tam 50 yıl önce Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde ben Kemal Karpat’ın öğrencisiydim. Hocadan "Türkiye’nin Sosyal Yapısı" adlı bir ders almıştım. Geçen Cumartesi eşimle birlikte kendisini ziyaret ettik. Hem geçirdiği ameliyat dolayısıyla geçmiş olsun dedik, hem de aldığı ödül için tebrik ettik. Pek tabii tartışmalı güncel konular hakkında düşüncelerini de öğrenmeğe çalıştık.

* * *

Kemal Karpat’ın milletlerin kültürel değişmelerini anlatmak için derste kullandığı bir örneği aklımda kaldığı şekliyle anlatmak istiyorum. Hoca’ya göre bir ülkenin kültürü (yaşam tarzı, değer yargıları, bilgi ve beceri birikimi, inşa ettiği kurumları ve sanatı) bir fıçıda üst üste biriken yağlı boya gibidir. Fıçıya yüzeysel olarak bakanlar, son konan boya katmanı, altta kalan eski boyalarla henüz karışmadığı için yanlış sonuç çıkarır. Fıçının içindeki boyanın tamamı, üstte gözüken renktenmiş zanneder. Bir süre sonra, fıçının içindeki malzeme birbirine karışmaya başlar ve farklı renkler ortaya çıkar. Cumhuriyet devrimleri, Türk kültür fıçısına son konan boyadır. Ama fıçının içi başka renkte boyalarda doludur. Demokratikleşmeyle birlikte bunlar görünür hale gelecektir.

* * *

Kemal Hocaya şunları sordum ve cevaplarını sadece dinledim.

1. Cumhuriyetin temelleri, Abdülhamit tarafından atılmıştır demekle ne kast ettiniz?

2. Cumhuriyetçiler, láik hayat tarzlarıyla ülke bütünlük ve bağımsızlığının tehlikede olduğunu sanıyor. Haklılar mı?

3. Hıristiyanlık ve İslam, laiklik yani din ile devlet işlerinin ayrılması kıstasına göre irdelendiğinde türdeş addedilebilir mi?

4. Asimilasyon nedir? Kürt meselesi nasıl çözülebilir?

5. Atatürk ve Atatürkçülük hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hocanın cevapları bu yazıya sığmaz. Benim anladığım Profesör Karpat, 50 yıl önceki bilimsel görüşünü koruyor. Türkiye’nin gidişatından memnun. "Laiklik demokrasinin değil, ama demokrasi, laikliğin en büyük güvencesidir" diyor. Cumhuriyet döneminde elde edilen başarılar, müstebit olduğu su götürmez Abdülhamit’in gerçekleştirdiği yapısal reformların meyvesidir diyor. İktisadi açıdan Abdülhamit’in "serbest piyasacı" olduğunu, yabancı sermayeyi ülkeye çekme ve özellikle taşrada Müslüman bir müteşebbis sınıf yaratma politikası izlediğini ileri sürüyor. Abdülhamit döneminin Yıldız Sarayı, bugünün Amerikan Beyaz Sarayı’dır; devlet oradan yönetilmiştir diyor. Aklıma hemen Atatürk ve Çankaya geliyor. Kendi kendime acaba Türkiye bugün hangi konuttan idare ediliyor diye soruyorum.

Son Söz: Nehirler, kendi yataklarını yaratır.
Yazının Devamını Oku

Milli gelir yüzde 30 düştü

1 Temmuz 2009
BU başlığı hınzırlık olsun diye koydum. Türkiye İstatistik Kurumu’nun hesaplarına göre, bu yılın ilk üç ayında, geçen yılın ilk üç ayına kıyasla milli gelirimiz sabit fiyatlarla yüzde 13.8 azalmış. Ancak TL ile ölçülen milli gelir ABD Doları’na tercüme edilirse, bu azalma kabaca yüzde 30 çıkıyor. Milli gelir değişimlerini doğruya yakın ölçmenin (çünkü doğru ölçmek mümkün değildir) en uygun yöntemi, hesabı sabit fiyatla ulusal para cinsinden yapmaktır. Dolayısıyla, milli gelirimiz ilk çeyrekte kabaca yüzde 14 gerilemiştir. Doğrusu budur. Bu gerilemenin yorumunu aşağıda bulacaksınız.

* * *

Başbakanımız, "yüksek faiz - düşük kur" politikasının uygulandığı ve ABD Doları’nın sair nedenlerle de değer kaybettiği son 7 yılda milli gelir artışlarını, böbürlenmeye vesile olduğundan, hep dolarla ifade etti. Bu yanlışlığı hatırlatmak için, bu sefer de ben, milli gelir azalmasını dolarla ifade ettim. Başbakanımız "Ben, TL’den anlamam bana dolarlı hesap getirin" diyebilir. Yardımcı olmaya çalıştım.

* * *

Gelelim milli gerinin rekor düzeyde azalmasına. Geçen yılın sonbaharında küresel kriz başlamadan önce, ekonomimiz yavaşlamaya girmişti. Bunun üzerine bir de küresel kriz geldi. Kısaca kemik çatlaktan kırıldı. Dünya küçülme şampiyonu olduk. Pek tabii "kriz bize teğet geçecek" sözü soğuk bir şaka olarak hafızlara kazındı. Öncelikle şunu söyleyeyim, bu küçülme kötüdür, ama ortada bedbinliğe kapılacak kadar vahim bir durum yoktur. Çünkü bu küçülme, aynı zamanda Türk ekonomisinin bir dönüşüm yaptığı döneme rastlıyor. Bu dönüşüm "cari işlem açığının kapanmasıdır". Bu dönüşümü siyasi iktidar iradi olarak gerçekleştirmektedir denemez. Ama IMF anlaşmasını savsaklamasının bu sonuçta bir etkisi olduğu tartışılmaz. Kuşku yok ki, IMF ile bir anlaşma yapılmış olsaydı, Türkiye’ye eski yıllara göre azalsa bile, daha fazla ve daha düşük maliyetli dış kaynak girerdi. Bu parasal kaynak girişi de milli gelirin bu kadar sert düşmemesini temin ederdi. Peki, bu daha mı iyi olurdu? Benim cevabım hayırdır.

* * *

Borçkolik Türk ekonomisini, her krize girdiğinde daha fazla borçlandırarak krizden çıkarmak, en hafif tabiriyle batıl bir politikadır. Bunun sonu yoktur. Türk ekonomisin yapısal olarak değişmesi gerekir. Burada kullanılan "yapısal" kelimesinin tek bir anlamı vardır. O da ekonomimizin, cari açığını sıfır civarında dolaştırarak büyümeyi yakalamasıdır. "Büyüme cari açık yaratır" kadar aptalca bir sözü rehber bellemişler bunu anlayamaz. Son 100 yıl içinde kalkınmışlıkta bir üst lige terfi etmiş tüm ülkeler, cari işlem fazlası vererek bu gelişmeyi sağlamıştır. Bunun istisnası yoktur.

Son Söz: Sermaye, cari işlem fazlası veren ülkeye gider.
Yazının Devamını Oku

Kamu borcu halkın alacağıdır

27 Haziran 2009
KÜRESEL krizle başedebilmek için, hem dünya merkez bankaları sisteme para şırınga ediliyor hem de devletler, borçlanarak gelirlerinden fazla harcama yapıyor.

Basit mantıkla bu iki “günah” enflasyonu doğurur. Enflasyon ise kıyametin iktisadi adıdır. Kıyamet kâhinliği, iktisatçıların meslek hastalığıdır. Her kâhin gibi iktisatçılar da sık sık, kıyamet alameti görür. Durmuş bir saatin günde iki defa doğru vakti göstermesi gibi, iktisatçı kehanetleri de 24 yılda iki defa tutar. Bir sonraki kehanetinde çuvallayıncaya kadar “dediği çıkan” iktisatçının böbürlenmesi sürer gider. Ancak iktisatçının esas yeteneği 24 kehanette 22 kez yanılmasını olağanüstü güzel açıklamasıdır.

* * *

Fizikçiler, güneş tutulmasını saniyesi saniyesine önceden hesaplayabilir. Ama iktisatçılar muhtemel krizlerin zamanını, şiddetini ve süresini bilemez. Bunun üç sebebi vardır.
1. İktisadi olaylar insan davranışlarına göre şekillenir. İnsan davranışları, tepkisel ve duygusaldır. Cansız madde davranışları gibi modellenemez ve kestirilemez.
2. İktisadın kullandığı iki ölçme disiplini olan “muhasebe” ve “istatistik” henüz güvenilir ve tutarlı bilgi üretecek kadar gelişmiş değildir.
3. İktisadi olayların sebep ve sonuçları bir doğru üzerinde değil, çember veya sarmal üzerinde hareket eder. Dolayısıyla, sebeple sonuç sürekli yer değiştirir.
Adam yolda yürürken durmadan parmaklarını şıkırdatıyormuş. Niçin böyle yapıyorsun diye sormuşlar. O da sinek kovalıyorum diye yanıtlamış. Ama etrafta hiç sinek yok denince, o da: Tabii olmaz; çünkü ben parmaklarımı şıkırdatıyorum, demiş.

 * * *

Yazının Devamını Oku

Otomatik portakal

24 Haziran 2009
BİR kez daha tekrar edeyim. Yaşanmakta olan küresel iktisadi bunalım son tahlilde bir para krizidir. Bunun dışında söylenenler, sebep değil ara sonuçlardır. Bilimsel düşünmenin esası sebep sonuç ilişkisini çözmektir. Ancak bu ilişki çoğu kez "bir sonuç-bir sebep" şeklinde kendini göstermez. Bırakın bir olayın birden çok sebebi olmasını, bir sebebin de birden çok sonucu vardır. Sebep ve sonuçlar karmaşık zincirler oluşturur. Bu yüzden bu kriz için "ipotekli kredilerden" veya "finansal piyasalardaki denetimsizlikten" çıktı demek çocuksu bir açıklama olmaktan ileri gidemez. Analizin nihai amacı "kök sebebi" bulmaktır. Krizin kök sebebi "para sistemi"dir. Yani "küresel ekonomi-ulusal para birimleri" uyuşmazlığıdır.

* * *

1929’da başlayan ve kabaca 10 yıl süren Buhran’dan sonra, devrin büyük düşünürü Keynes, felaketin kök sebebini de para sistemi olarak görmüştür. Bir daha iktisadi kriz çıkmasın diye sanal bir para olan "Bancor"u ve bu sanal parayla çalışacak "Uluslararası Ödemeler Birliği" ICU’yu (International Clearing or Currency Union) tasarlamıştır. Bu kurumun amacı, ülkelerin sürdürülemez cari işlem fazlası veya açığı vermesine engel olmaktı. Bu sebeple hem fazla, hem de açık veren ülkeleri cezalandıran bir mekanizma olarak ICU’yu tasarlamıştır. Özetlemek gerekirse Keynes, cari işlem açıkları ve doğal olarak fazlaları, hem o ülkeyi hem de dünya ekonomisini krize götürür demiştir.

* * *

Keynes’in sanal parası Bancor ve onunla çalışan "Uluslararası Ödemeler Birliği" fikri hayata geçmedi. Bunların yerine rezerv para olarak ABD Doları ve düzenleyici kurum olarak IMF devreye girdi. Belki Keynes’in modeli iyi tasarlanmamıştı, belki de bu önerdiği sistem ABD’nin işine gelmemişti. Keynes’ten sonra bir başka iktisat düşünürü Mundell de, ulusal paraların küresel ekonomide problem çıkaracağını görmüş ve "Optimum Para Birimi Bölgesi" kavramını geliştirmiştir. Euro denilen Avrupa Birliği para biriminin fikir babası bir bakıma Mundell’dir.

* * *

Ben, bir süredir bu iki büyük iktisat düşünürünün açtığı yoldan ilerleyerek, ABD Doları’nın yerini alacak, ama ABD Doları’nı da dışlamayan YYOLAR VEYA YOLLAR adında EURO gibi tedavül eden, yani Bancor gibi yani sanal olmayan yeni bir para birimi yaratılmasını öneriyorum. Bu yeni para birimi, Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan büyük ekonomilerin kuracağı Pasifik Merkez Bankası tarafından ihraç edilecektir. Kurucu ülkeler ABD, Japonya, Çin (Tayvan ve Hong Kong dáhil)ile Kore olacaktır. Bugünkü, cari açık-cari fazla tablosuna göre YYOLAR bölgesinde "cari işlem hesabı" kendiliğinden dengelenecektir. Daha da önemlisi "faiz farkı" ve "devalüasyon beklentisi"ne dayalı "kaldıraçlı finansal türevler" ehlileşecektir. Yeni bir para sistemi kurulması "küresel denetim"den daha önemlidir.

Son Söz: İyi mekanizma, yıkıcı gücü, yapıcıya dönüştürür.
Yazının Devamını Oku

Darbe mi, darbeye karşı darbe mi, karşı darbeye darbe mi

20 Haziran 2009
TÜRKİYE iki yılı aşkın bir süredir galat adı Ergenekon olan bir davayla uğraşıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin, kurucuları tarafından vazedilen "laiklik" ve "milli birlik" ilkelerinin tehdit altında olduğu kanaatinde varan bazı asker ve sivil kişiler, iddiaya göre seçimle iş başına gelmiş hükümeti darbeyle devirmek üzere harekete geçmiştir. Bu eylemlerin sonuncusu da iki ay önce Genelkurmay karargáhında "AKP’yi ve F.Güleni" bitirme planı hazırlanmasıdır. Allahtan, zinde köstebekler bu hazırlığı istihbar etmiştir. Planın bir suretinin, halen tutuklu bulunan bir avukatın yazıhanesinde olduğunu öğrenen köstebekler, bunu savcılığa ihbar etmiştir. Savcılık da, polise arama emri vermiş ve dosya çekmecede bulunmuştur. Ele geçen dosya savcılığa giderken, "her olay, bir vesile; her haber, bir propagandadır" ilkesi uyarınca, bir kopya Taraf gazetesine yollanıp vizyona sokulmuştur.

* * *

Menfi propaganda tekniklerinden bahsederken "sokağa bir kemik at, dokuz köpek kavga etsin" denir. Ben de bu dokuz veya doksan dokuz köpekten biri olarak, üstüme hiç vazife değilken, dayanamayıp atılan kemiği kemirmeye karar verdim.

1.Ben, bu belge sahtedir noktasından kalkarak değil, böyle bir belge hem vardır, hem de genelkurmay karargáhında hazırlanmıştır faraziyesinden hareket ederek bir "Durum Muhakemesi" yapacağım. Anlatıma biraz CIA sosu gerek. Buna askeri İngilizcede "Estimate of the Situation" denir. Bu belgeyi üç değişik ekip hazırlamış olabilir.

2.Birincisi, olay aynen anlatıldığı gibi cereyan etmiştir. Ergenekon davası, mahrem bir hatıra defterinin, siyasi bir dergide yayınlanmasıyla başlamıştı. Dava sürecinde en gizli bilgiler bile, teknoloji ağabeylerinin yardımıyla, ortalığa dökülmüştür. Artık hiç bir şey gizli kalamazken "suç teşkil eden" bir projeyi resmi yazıya dökecek kadar bön veya fütursuz işgüzar subaylar halen görevdedir.

3.İkincisi, bu belge görünüşte "Ergenekoncu" ama aslında "Fettullahçı" ajan provakatör asker kişiler tarafından, gerçek Ergenekoncular dolduruşa getirilerek hazırlanmış veya hazırlattırılmıştır. Amaç, Silahlı Kuvvetler içinde yuvalanmış Ergenekoncuları deşifre edip, kökünü kazımaktır. Çünkü AKP’yi bitirme niyeti ayyuka çıktıktan sonra, nasıl olsa bu askerler ordudan tart edilecektir.

4.Üçüncüsü, bu belge gerçekte "Ergenekoncu" ancak sureta "Fettullahçı" askeri şahıslar tarafından hazırlanmıştır. Dosya basına sızdırılmadan önce, tüm kayıtlar ve kanıtlar o şekilde ayarlanmıştır ki, yapılacak soruşturmada suç, dindar (Fettullahçı) askerlerin üstüne yıkılacaktır. Böylece bu kişiler Ordu’dan atılacaktır. Bonus olarak başta "misyon" sahibi Taraf gazetesi olmak üzere yandaş ve dinci basın ile AKP faka basmış olacaktır. Tamam mı?

Son Söz: Gerçek, inanılmak istenendir.
Yazının Devamını Oku

Makro, mikroyu bozar

17 Haziran 2009
1989 Ağustos’unda Türkiye’de sermaye hareketlerini serbestlik getiren 32 Sayılı Kararname yayınlandı. O günlerde Turgut Özal’ın pırıltılı devrinin ışıkları sönmeye başlamıştı. Merkez Bankası’nın ilk yeni nesil başkanı iktisat doktoru Rüşdü Saraçoğlu’nun itirazına rağmen bu kararname yürürlüğe kondu. Tek amaç, enerjisi tükenmiş ülke ekonomisini canlandırmak için yurt dışından para getirmekti. 32 sayılı kararname sadece sermaye hareketleri serbestliği getirmekle kalmamış, yurt dışından borçlanmayı cazip hale de getirmişti. "Yurt dışından para gelmezse Türkiye kalkınamaz" hálá abonesi en yüksek batıl fikirdir. Bu batıl fikir, iktidardaki siyasi partinin Avrupa Birliği mürşitliğini üstlenmiş ikinci cumhuriyetçiler arasında çok yaygındır. Bu fikir, "Türkler, Türkiye’yi yönetemez" bize "AB ve IMF sopaları gerektir" şeklinde de ifade edilir.

* * * 

Pazartesi günü yapılan açıklamaya göre, 32 Sayılı Kararname’de değişiklik yapılmış. Yapılan değişikliğe göre bugüne kadar Kararname’nin sağladığı meşru ve gayrimeşru vergi kolaylıkları yüzünden, yurt dışında yapılan, kaynağı da kullanıcısı da aracısı da Türk olan kredilerin sözleşmeleri artık yurt içinde yapılacak. Böylece taraflar bir sürü düzmece işlem yapmaktan kurtulacak. Kısaca: tasarruf sahiplerinin döviz mevduatı, döviz geliri olmayan yerli firmalara yurt içinde döviz kredisi olarak verilebilecek. Bu suretle sırf vergi avantajı yüzünden yurt dışına giden paralar da, yurt dışından alınan "bıyıklı yabancı" krediler de yurt içi hesaplarda gözükecek. Türklerin yurt dışındaki paraları ve Türkiye’nin dış borçluluğu azalacaktır. Firmalara özgürlük verilirken, gerçek kişilerin dövizli veya dövize endeksli kredi almaları yasaklanmış. Bana göre bu serbest piyasa ekonomisinin "o olmazsa, bu olmaz" şartıdır denilen "mukavele serbestliği" ilkesine aykırıdır.

* * *

Türkiye’de firmaların döviz kredisine yönelmesinin esas sebebi, döviz kredisinin ucuz, TL kredisinin pahalı olmasıdır. Başkaca bir sebep aramaya gerek yoktur. Pek tabii dövize endekslenmedikçe TL ile uzun vadeli mevduat veya kredi sözleşmesi yapmak da hem alan hem de veren için risklidir. Tasarruflarını uzun vadeli bağlamak veya geri ödeme süresi uzun projelere yatırım yapmak isteyenler, sözleşmelerini mutlaka döviz üzerinden yapar. TC Hazinesi bile uzun vadeli borçlanmasını ancak dövizle yapabilmektedir. Çünkü TL, yüksek hatta fahiş faiz rüşveti ile değeri yapay olarak yüksek tutulan bir paradır. Bunun kanıtı da cari işlem açıklarıdır. Bu yüzden TL, hep değer kaybı riski taşır. Türkiye cari işlem açığı vermeden yurt içi tasarruflarını arttırarak büyüme modeline geçmezse, TL faizleri düşmez. TL faizi düşmeden de dış finansmandan kazık yememek için daha çook kararname yazar ve çook değiştiririz.

Son Söz: Suyun yüzeyi, malayla düzlenmez.
Yazının Devamını Oku

Zira bu dolar bu sıkleti çekmez

13 Haziran 2009
KÜRESEL ekonomik kriz neden çıktı? Böylesi devasa bir iktisadi olayın daima birden fazla sebebi vardır. Ancak tek bir sebep söyle derseniz, cevabım "Amerikan Doları’ndan" çıktı olur. Daha kapsamlı bir kelimeyle ifade etmek gerekse "para"dan çıktı derim. Türkçede para kelimesini, İngilizcedeki hem "money" hem de "currency" anlamında kullanıyoruz. Currency sözcüğünün karşılığı "para birimi"dir. Yani Dolar, Euro, TL gibi ticari ve mali işlemlerde kullanılan ulusal paralara verilen cins isimdir. Ben yukarıda, küresel kriz paradan çıkmıştır derken, daha ziyade "para birimi" demek istedim. Netice itibariyle yaşanan kriz ne anlamda kullanılırsa kullanılsın paradan çıkmıştır. Bugünkü uluslararası para sistemi sakattır.

* * *

İktisatçılar "tesisatçılar" ve "şairler" olmak üzere ikiye ayrılır. Günümüzün ünlü iktisatçılarının ezici çoğunluğu tesisatçıdır. Takım çantalarında çok sayıda matematik analiz ve model bulunur. Bu aletlerle olmuş bitmiş olayları bir güzel anlatırlar. İş geleceği kestirmeye daha da önemlisi şekillendirmeye gelince takım çantasındaki aletlerin hiç biri işe yaramaz. O zaman devreye şairler girer.

* * *

Bu şairlerin, yani iktisadı hem yalın hem de güzel şekilde anlatanların en büyüklerinden biri kuşku yok John Meynard Keynes’dir (1883-1946). Bugün içinde yaşamakta olduğumuz küresel krizin daha beteri 1929’da başlamış ve yaklaşık 10 yıl sürmüş olan Büyük Buhran’dır. Bu krizden sonra başlayan ve bir bakıma krizi bitiren II. Dünya Harbi de sona erince, bir daha dünya harbi çıkmasın diye kurulan Birleşmiş Milletler, bir daha küresel kriz çıkmasın diye bir uluslararası para konferansı düzenlemiştir. Bretton Woods diye bilinen bu konferansın yıldızı Keynes’dir. Keynes daha o zaman, bir daha kriz çıkmasın diye hiçbir ülkenin para birimi olmayan "bancor" adında bir "Dünya Parası" yaratılmasını ve ulusal para birimlerinin kendilerini bu para birimine sabitlemesini teklif etmiştir. ABD, Keynes’in teklifini anlamış ama "bancor" yerine kendi çıkarına öyle geldiği için Amerikan Doları dünya rezerv parası olsun tezini dikte ettirmiştir. Buna karşılık ABD Doları’nın altın olarak karşılığını sabit tutma sözü vermiştir. Kısaca isteyene elindeki her 35 dolar için 1 Ounce (28.4 gram) altın vermeyi taahhüt etmiştir. Ancak Fransa’nın sıkıştırması sonucunda bu taahhüdünü yerine getiremeyeceğini anlayınca 1971’de sözünden caymıştır. Krizin tohumları o gün ekilmiştir.

* * *

Bu kriz bittikten sonra dünyanın yeni bir para sistemi kurması şarttır. Çünkü ABD Doları dünyanın rezerv parası olmayı hak etmiyor. Zira ABD ekonomisi artık o kadar güçlü değil. Yeni paranın adı YOLLAR olmalıdır. Çin’den "Yuan", Japonya’dan "Yen", ABD’den "Dolar". Çıkaran da "Pasifik Merkez Bankası".

Son Söz: Güçsüz dolar, ABD’ye zarar.
Yazının Devamını Oku

Neo-Osmanlı iktisat politikası

10 Haziran 2009
EKONOMİDEN sorumlu bakanımız değerli Ali Babacan, kamuoyunu dürüstçe bilgilendirmeye başladı. Memnun oldum. Pazartesi günkü konuşmasında "yapısal reform" değimini kullandı. Ben ezelden beri "yapısal", "reform", "devrim", "çözüm", "değişim" gibi kulağa hoş gelen kelimeler duyduğum zaman huzursuz olurum. Acaba bu kelimeyi kullanan ne demek istedi diye düşünmeye başlarım. Babacan gibi mesuliyetini müdrik bir insan şüphe yok "yapısal reform" denilen zarfın, mazrufunu da yakında açıklayacaktır. Ben de huzursuzluktan kurtulacağım. Ekonomi edebiyatımızda, yapısal reform deyimi bugüne kadar, daha ziyade kamu finansmanında bütçe açıklarını azaltacak düzenlemeler anlamında kullanılmıştır. Yani kamu harcamaları başıboş bırakılmayacak ve kamu gelirlerini sağlam kaynaklara dayandırılacaktır. Ne var ki olaylar böyle gelişmemiştir. Çünkü siyasi düşünce ve iktisadi sorunlara çözüm geliştirme yeteneğimiz, cumhuriyet bittiğine göre, Osmanlı’dan tevarüs ettiğimiz değer yargıları ve yöntemlerle sınırlıdır.

* * *

Bugünkü ABD gibi, Osmanlı Devleti’nin de en güçlü yanı savaşma yeteneği idi. Osmanlı Devleti Avrupa’da savaş kaybetmeye başladıktan sonra kendine güvenini kaybetmiş ve reform (Islahat ve Tanzimat) yapmaya karar vermiştir. Bu sebeple Osmanlı’da yapısal reformlar yani "modernleşme" önce silahlı kuvvetlerde başlamıştır. Osmanlı, Batı’nın askeri teknolojisi karşısında o kadar eziklik duymuştur ki, kendi ordularının başına Alman generaller getirmekte beis görmemiştir. Yine aynı dönemde sivil hayatın iktisadi veçhesinde de Batı’ya teslim olmuştur. Osmanlının modernleşme ve kamu finansmanı için geliştirdiği üç temel yöntem vardır. Birincisi "imtiyaz" , ikincisi "iltizam", üçüncüsü "dış borçlanmadır". Osmanlı şöyle düşünmüştür. Ülkenin gelişmesi için demiryolu inşa edilmesi şarttır. Ancak elde ne teknoloji ne de para vardır. Çare: verirsin Almanlara veya Fransızlara imtiyazı, onlar da hem demiryolu sistemi inşa ederler hem de işletirler. Havagazı, elektrik, tramvay işletmeleri kurmak veya sigara üretimine başlamak mı gerek? Yine aynı yöntem: Ver yabancılara imtiyazı, onlar hem parasını bulsun, hem kursun, hem işletsin. Biraz da saraya para versin. Vergi toplamak da sıkıntı mı var? Çare: Vergi toplama işini özelleştir. Vergi toplama yüklenicileri (mültezim) devlete peşin para versin, sonra gitsin kendisi köylüden vergi toplasın. Hálá paraya ihtiyaç mı var? Git Galata Bankerlerine onlardan faizle borç al. İmtiyaz, iltizam ve dışarıdan borçlanma yöntemleriyle modernleşme ve kamu finansmanı sorunlarını çözdüğünü sanan Osmanlı Devleti sonunda hem siyaseten batmış hem de iktisaden de geri kalmıştır.

* * *

Geldi dayandı soru "yapısal reform" denilen zarfın içeriğine. Bilmek gerek. Değerler ne, hedef ne, strateji ne, proje ne?

Son Söz: Reformun amacı, deforme etmek olamaz.
Yazının Devamını Oku