Danışan: 6 yıl önce boşanmıştım. Şimdi yeniden evlenmeye karar verdim ama bazı tereddütlerim var. 7 ve 10 yaşlarında iki kızım var. Nişanlımın da 14 yaşında bir oğlu var. Hiç sorun çıkmadan huzurlu bir evlilik ve aile ortamı için nelere dikkat etmemiz gerek?
Dr. Başak: Çocuklu kişiler yeniden evlenirken bazı zorluklarla karşı karşıya kalabilir ama önceden önlem alırsanız bu zorluklarla daha kolay baş edebilirsiniz.
EVLENİNCE BÜTÇENİZ ORTAK MI OLACAK?
1- Mali konuları önceden konuşun: Kazanılan paranın nasıl harcanacağı, nasıl paylaşılacağı, nelerin ortak ödeneceği, nasıl tasarruf yapılacağı gibi konular planlamak faydalı olur. İlişkinin başlarında çoğu çift bu konuları konuşmanın ‘ayıp’ olduğunu düşünebilir, ama gerçek şu ki konuşulmadığında ve prensipler önceden belirlenmediğinde çoğunlukla sorunlar çıkar. Çiftler paralarını ayrı tutup tutmayacaklarına önceden konuşarak karar vermeliler. Yapılan araştırmalara göre, ortak bütçe ile hareket eden çiftler, para hesabını ayrı tutanlara göre genellikle daha yüksek bir aile memnuniyeti bildirmiştir.
2- Önceki evlilikle ilgili çatışmaları ve olumsuz duyguları hem kendiniz için hem de çocuklarınız için mümkün olduğu kadar çözümleyin: Yeniden evlenmek, eski eşle yaşanan kızgınlıkları, acıları, pişmanlıkları hem yetişkinler hem de çocuklar için hatırlatıcı olabilir. Eski eşler, kızgınlıklarını veya acılarını çözümleyemediğinde, diğerinin yeniden evlenme fikrine abartılı bir tepki gösterebilir, eski eşiyle hiç olmadığı kadar olumsuz, fırtınalı bir ilişki kurmaya başlayabilir. Çocuklar bu durumda arada kalabilir, anne veya babalarının üzüldüğünü gördüğünde yeni evliliği sabote etmek isteyebilir.
ESKİ EŞİNİZİ KARALAMAYIN
Danışan: Tatile çıkacak ne zamanım ne de param var. İşlerim çok yoğun, ödemelerim çok fazla. Böyle bir durumdayken de tatil filan düşünecek halim yok. ‘Bu yaz da tatil yapmayıverelim’ diyorum eşime ama kıyameti koparıyor; ‘tatil yapmazsak hastalanırız, bünyemiz kaldırmaz, tükenmişlik sendromu yaşarız, sonunda hiç işe gidemeyiz’ diyerek beni korkutmaya çalışıyor.
Beni zorla tatile götürmek istiyor. Bir yerde haklı, zor ve stresli bir işim var ama idare etmek zorundayım. İdare edemez miyiz acaba? Tatil yapmak gerçekten şart mı?
Dr. Başak: Tatil sadece bedenin dinlenmesi için değil ruhun dinlenmesi için de şart. Tatil yapmayı, uzun bir yolculuk yaparken mola vermeye, mola sırasında hava alıp dinlenip yola devam etmeye benzetebilirsiniz.
Mola vermeden yapılan uzun yolculuklarda nasıl insan bitap düşerse, uzun süre mola vermeden çalışınca da insanlarda “tükenmişlik sendromu” görülebilir.
Danışan: Tükenmişlik sendromunu duyuyorum ama ne demek olduğunu tam bilmiyorum.
Dr. Başak: Kısaca, hayatın yoğun talepleri sonucunda ruhsal ve fiziksel açıdan enerjinin tükenişi olarak tanımlanabilir.
Tükenmişlik psikolojisi üzerinde çalışan psikolog Dr. Christina Maslach, tükenmişliği, duygusal ve fiziksel bitkinlik, kişisel başarının azalması ve duyarsızlaşma olarak üç boyutta tanımlıyor.
Kaygı, endişe, korku, evham gibi duygular normal duygular iken yoğunluğu, şiddeti, sıklığı arttığında sorun yaratabilir. Kaygılar ve korkular, çocukların tüm yaşlarda yaşadığı en yaygın sorunlardır.
Pek çok anne-baba bu duyguların zamanla geçeceğine inanır, ‘ilgi çekmek için yapıyor,’ ‘şımarıklık yapıyor’ ‘bunda korkulacak bir şey yok, çok abartıyor’ gibi düşüncelerle çoğu zaman pek ciddiye de almazlar. Onlara çok dramatik bir sorun gibi gözükmez, okul başarısızlığı, dikkat bozukluğu, söz dinlememe gibi sorunlar için yardım alan bir anne-baba, çocuğun kaygısı için ender olarak yardım alma ihtiyacı duyar.
Onların bakış açısına göre bu korkunun fazla bir zararı yoktur. Sonuçta, toplum içinde daha az konuşmak, kedi köpek olan yerlere gitmemek, uçağa binmemek, daha az sosyal olmak, ışık açık uyumak, kapıları tekrar tekrar kontrol etmek veya bazı davranışları üst üste yapmak, başkalarına zarar veren davranışlar değildir.
Oysa korkular ve kaygılar, çocuğun hayatını kısıtlayan, acı veren, çocuğun hayatında belirgin aksamalara neden olabilecek derecelere ulaşabilir. Okul başarısını ve sosyal ilişkilerini olumsuz etkileyebilir ve ileri yaşlarda uyuşturucu ve alkol kullanımı, depresyon gibi daha ciddi sorunlara yol açabilir.
Burada amacım sizi korkutmak değil, sadece kaygılı çocuğunuzun kaygılarını, korkularını ciddiye almanız ve ona doğru yöntemler ile yardım etmeniz gerektiğini hatırlatmak. Çünkü kaygılar ve korkular doğru yaklaşıldığında üstesinden kolayca gelinebilecek, yönetilebilecek duygular.
NE TÜR KAYGI BOZUKLUKLARI VAR
Çocukluktan itibaren görülebilen kaygı bozukluklularından bazıları şu şekilde sınıflandırılmıştır:
Oysa zayıf insanların yemek yemek, hareket etmek, kiloyu korumak ile ilgili düşünceleri ve davranışları oldukça farklı!
Günümüzde en çok araştırılan ve depresyon, kaygı bozuklukları gibi psikolojik problemlerin iyileşmesinde etkili olduğu kanıtlanmış bir psikoterapi yöntemi olan ‘kognitif terapi’ye göre, aklımızdan geçen düşünceler, duygularımıza ve davranışlarımıza yön verir.
Beck Kognitif ve Davranış Terapi ve Araştırma Enstitüsü başkanı Dr. Judith Beck, aklımızdan geçen düşüncelerin yemek yeme davranışımıza da yön verdiği tezinden yola çıkarak, yemek yeme davranışı ve zayıflamak üzerine son yıllarda birçok çalışma yaptı ve psikolojik destekle zayıflamanın mümkün olduğunu gösterdi.
Bu konuda iki kitabı olan Dr. Beck, seminerler, workshop’lar düzenleyerek; başarılı bir diyet için veya kilo problemi yaşamamak için yapılması gerekenleri anlatıyor.
Dr. Beck’in aktarmak istediği temel bilgi; zayıflamak istiyorsak bizi gereğinden fazla yemeğe sevk eden düşünceler ile baş etmeyi öğrenmemiz, bu düşünceleri değiştirmemiz, hatta ‘zayıf insanlar’ gibi düşünmemiz gerekiyor.
Zayıf insanların yemek yemek ve kilo almak konusundaki düşüncelerini ve davranışlarını, Dr. Beck’in kitaplarını okuduğumdan beri ben de daha fazla fark ediyorum. Hatta onların düşünce şekillerini ve alışkanlıklarını incelemek için yaptığım görüşmeleri, izinleriyle kaydedip ‘Psikolojik Yöntemlerle Zayıflama’ seminerlerimde, hayatları boyunca kilo vermeye çalışan katılımcılara izletiyorum.
Seyredenler sanki ‘yeni tür bir insan’ ile tanışmışçasına şaşırıyorlar. Çünkü çoğu kişi zayıf insanların hiçbir çaba göstermeden, ne yerlerse yesinler zayıf kalabildiklerini düşünüp hem kendilerinin bu şanslı türden olmadıklarına üzülüyor hem de zayıf insanların çok şanslı olduklarını düşünüp onlara karşı içten içe bir kızgınlık besliyorlar.
Her gün, hiç farkına bile varmadığımız, kimi olumlu, kimi olumsuz binlerce düşünce geçer aklımızdan; kendimizle, insanlarla, dünyayla ve gelecekle ilgili... Neyi niye yaptığımıza yön veren bu düşüncelerimiz ve inançlarımızdır.
Fakat bazen, düşüncelerimiz ve inançlarımız o kadar sağlamdır, o kadar kemikleşmiştir ki gerçek olmasa da tek gerçek gibi gözükebilir. Böyle zamanlarda önce aklımızdan geçenleri, kendimize söylediklerimizi yakalamalıyız. Sonra da onların gerçek olup olmadığını test etmeliyiz.
Aşağıdaki cümlelerden biri veya daha fazlası tanıdık geliyorsa ve bu cümleleri hiçbir şekilde değiştiremeyeceğinize inanıyorsanız, değiştirmek için bir şeyler yapmıyorsanız, mutsuz olmanız garanti!
TEHLİKELİ DÜŞÜNCELER
- Dünyanın en şanssız insanıyım diye düşündüğünde
- Çok çirkin, şişko, zayıf, beceriksiz veya aptal olduğunu kendine sürekli söylediğinde
- Çaresiz olduğunu sandığında
Depresyon; sosyal, psikolojik ve biyolojik faktörlerin birleşimi ve birbiriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Ayrıca, yaş, cinsiyet, meslek, eğitim düzeyi, zeka, ekonomik durum, sosyal sınıf vs. gözetmeden herkesin başına gelebilir.
Danışan: Hayatım çok anlamsız, hiçbir şeyden keyif alamıyorum. Çoğu zaman evden dışarı bile çıkmak istemiyorum.
- Dr. Başak: Ne kadardır böyle hissediyorsunuz?
Danışan: Çok uzun zamandır. Hep geçer diye bekledim ama geçmedi, artık tam olarak ne kadardır böyle hissediyorum hatırlamıyorum bile. Yaklaşık son bir yıldır daha da kötüyüm, canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Bıraksalar bütün gün yataktan çıkmam ama mecbur kalkıp işe gidiyorum. Ailem çok kızıyor bana.
- Dr. Başak: Neden kızıyorlar?
Danışan: Mutsuz olduğum için. “Topla kendini biraz” diyorlar. Şımarıklık yaptığımı düşünüyorlar ama elimde değil. “Senin gibi akıllı, eğitimli, her şeyi olan biri de mutlu olamazsa, başkaları ne yapsın” diyorlar. Niye ben de bilmiyorum ama yapamıyorum işte, çok mutsuzum ve mutlu olmayı beceremediğim için, etrafımdakileri üzdüğüm için, kendimi çok suçlu hissediyorum. Yerimde olmak isteyen milyonlarca insan vardır. Şükredecek çok şeyim var ama ben hâlâ şikayet ediyorum. Ailem etrafımda, çok şükür maddi durumum iyi, her istediğimi yapabiliyorum, sağlıklıyım, görüntümden memnunum, iyi bir eğitim aldım ama bunların bana hiçbir katkısı yok. Bazen ben de ailem gibi “her şeye rağmen bu kadar mutsuz olmak gerçekten şımarıklık” diye düşünüyorum. Ya da çok güçsüz bir karakterim var ve iyi hissetmeyi, neşeli, mutlu bir insan olmayı beceremiyorum.
- Dr. Başak: Depresyon bir güçsüzlük göstergesi değildir veya bazı kişilerin sandığı gibi kişinin “şımarıklığı” veya “karakter zayıflığı” olarak da açıklanamaz. Depresyon; sosyal, psikolojik ve biyolojik faktörlerin birleşimi ve birbiriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Ayrıca, yaş, cinsiyet, meslek, eğitim düzeyi, zeka, ekonomik durum, sosyal sınıf vs. gözetmeden herkesin başına gelebilen çok yaygın bir psikolojik hastalık. Dünya Sağlık Örgütü’nün Ekim 2012’de yayınladığı bildiriye göre, dünya üzerinde yaklaşık 350 milyon kişinin depresyondan etkilendiği tahmin edilmekte.
Danışan: 17 yaşındaki oğlumun okul çıkışı arkadaşları ile buluştuğunda içki içtiğini öğrendim ve maalesef bu sadece bir-iki kerelik bir heves, bir deneme değilmiş. Son 5-6 aydır, haftada en az 3 kere arkadaşları ile içmişler. Eşim de düzenli içer ve o her ne kadar kabul etmese de bana sorarsanız alkol bağımlılığı var. Bu nedenle oğlumun içtiğini öğrenince daha da çok telaşlandım, çünkü bildiğim kadarıyla alkol bağımlılığı genetik bir problem. Oğlumun, babasına benzemesini istemiyorum ve bunu önlemek için elimden geleni yapacağım. Sizce geç kalmış mıyımdır? Bir insanın alkol bağımlısı olmasının nedenleri nelerdir?
- Dr. Başak: Sizin de söylediğiniz gibi genlerin önemli bir rolü var. Alkol bağımlılığı olan kişilerin ailelerinde, genellikle alkol problemi olan bir kişi bulunduğunu görüyoruz. Bunun dışında başka risk faktörleri de var:
* Erkek olmak: Erkeklerin alkolle ilgili sorun yaşama olasılığı kadınlara oranla 3 kat fazla.
* Erken yaş: İçkiye başlama yaşı ne kadar erkense, alkolle ilgili problemler yaşama olasılığı da o kadar yüksek.
* Akıl sağlığı: Depresyon, kaygı bozukluğu gibi psikolojik sorunları olanların alkol bağımlısı olma riski daha yüksek.
* İlişki problemleri: Aile ve arkadaşları ile problem yaşayanların ya da onların yanında rahat olamayanların, gergin olanların içme olasılığı daha yüksektir.
Danışan: 17 yaşındaki oğlumun okul çıkışı arkadaşları ile buluştuğunda içki içtiğini öğrendim ve maalesef bu sadece bir-iki kerelik bir heves, bir deneme değilmiş. Son 5-6 aydır, haftada en az 3 kere arkadaşları ile içmişler. Eşim de düzenli içer ve o her ne kadar kabul etmese de bana sorarsanız alkol bağımlılığı var. Bu nedenle oğlumun içtiğini öğrenince daha da çok telaşlandım, çünkü bildiğim kadarıyla alkol bağımlılığı genetik bir problem. Oğlumun, babasına benzemesini istemiyorum ve bunu önlemek için elimden geleni yapacağım. Sizce geç kalmış mıyımdır? Bir insanın alkol bağımlısı olmasının nedenleri nelerdir?
- Dr. Başak: Sizin de biraz önce söylediğiniz gibi genlerin önemli bir rolü var. Alkol bağımlılığı olan kişilerin ailelerinde, genellikle alkol problemi olan bir kişi bulunduğunu görüyoruz. Bunun dışında başka risk faktörleri de var:
* Erkek olmak: Erkeklerin, alkolle ilgili bir problem yaşama olasılığı kadınlara oranla 3 kat fazla.
* Erken yaş: İlk içkiye başlama yaşı ne kadar erkense, ileri yaşlarda alkolle ilgili problemler yaşama olasılığı da o kadar yüksek.
* Akıl sağlığı: Depresyon, kaygı bozukluğu, travma gibi psikolojik sorunları olanların alkol bağımlısı olma riski daha yüksek.
* İlişki problemleri: Aile ve arkadaşları ile problem yaşayanların ya da onların yanında rahat olamayanların, gergin olanların içme olasılığı daha yüksektir.
* Çevre: İçkiye kolay ulaşılabilen bir çevrede yaşıyorsanız, etrafınızda bolca alkol tüketen kişiler varsa veya çok içmenin “normal” karşılandığı, hayatın bir parçası olarak algılandığı bir çevrede yaşıyorsanız, sizin de çevrenizdekiler gibi çok içme ve bağımlı olma riskiniz yüksektir.