Birleşmiş Milletler’in 2015 yılında yayınlanan raporunda, milletlerin mutlu olmalarını belirleyen kriterler şu şekilde belirlenmiş:
1- Kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla
2- Ortalama sağlıklı yaşam süresi
3- Sosyal destek (zor zamanlarda güvenilecek birinin olması)
4- Güven (hükümetlerde ve işletmelerde yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık olmaması)
5- Hayati kararları verirken ve yaşama dair seçimler yaparken özgür olabilmek
6- Cömertliğin, bağışın yaygın olması
Yaralıların tedavileri halen sürerken, ruhumuzda açılan yaraların acısı ise çok daha uzun sürebilir. Acıya çok değişik duygular eşlik edebilir; kızgınlık, korku, öfke, endişe... Bu duygular, travmaların doğal sonucudur.
Travma, kişinin ölümle ya da ölüm tehdidiyle karşı karşıya gelmesi, benzer şekilde ağır bir yaralanma yaşamış olması, kendisinin ya da başkalarının fizik bütünlüğüne bir tehdit görmüş olması durumlarında yaşanır.
Kişiler travmatik olaylardan üç farklı şekilde etkilenebilir:
1- Direkt olarak maruz kalarak: Patlama sırasında olay yerinde olanlar, yaralananlar, yakınlarındaki insanların yaralandığını, hayatlarını kaybettiğini görenler, bu esnada hayatta kalma mücadelesi verenler, sadece bedenen değil ruhen de ciddi zararlar görmüşlerdir.
2- Tanık olarak: Televizyondan, internetten, gazeteden ya da başka bir şekilde olaylara tanık olanlar, yaşanan şiddetin korkunçluğundan ciddi bir şekilde etkilenirler.
Olayların direkt olarak içinde olmasalar da tanık olmak da aynı şekilde korku, endişe, acı, çaresizlik, kızgınlık gibi olumsuz duygular yaşamalarına yol açar.
3- Dolaylı olarak maruz kalarak: Tanıdığı, sevdiği bir kişinin hayatını kaybetmesi ya da yaralanması, hayat mücadelesi vermesi, kişinin günlük hayatını normal bir şekilde sürdürmesini engeller ve duygu durumunun bozulmasına sebep olur.
Dr. Başak: Ne gibi tutumları?
Danışan: Oğlumuzu sürekli başkalarıyla kıyaslıyor. Arkadaşlarımızın çocukları okumaya başlamış bile, bizimki daha tam okuyamıyor diye stres yapıyor, acaba bir problem mi var diye kendini yiyip bitiriyor. Her gün çantasını kontrol edip, ödevlerine bakıyor. Çocuğu şimdiden strese sokacak diye korkuyorum. Bu kadar sıkı kontrol etmesi, başkalarıyla kıyaslaması, bu kadar hırslı olması normal mi?
Dr. Başak: Her anne-baba çocuğunun okulda başarılı olmasını ister. Dolayısıyla okulların başlamasıyla birlikte birçok anne-babanın dikkati çocuklarının akademik başarısına yöneldi ve çocuğunu ister istemez diğer çocuklarla kıyaslıyor. Bundan daha doğal bir şey olamaz.
İşin gerçeği bu kıyaslama oldukça faydalı, çünkü bu kıyaslama sayesinde çocuğun problem yaşadığı alanlar ya da çocuğun ileri olduğu alanlar ortaya çıkar. Fiziksel gelişim de bu şekilde gözlenmez mi? Bir çocuğun ne zaman emekleyeceği ne zaman oturacağı, yürüyeceği bütün toplumlarda aşağı yukarı bilinir.
Siz de çocuğunuzun gelişimini bu genel bilgiye göre takip edersiniz. Eğer 2 yaşına gelmiş bir çocuğun tüm arkadaşları yürüyor da sizinki henüz yürüyemiyorsa, doktoruna danışır ve bir problem olup olmadığını ortaya çıkarmak istersiniz. Aileler öğrenmeyi ve akademik becerileri de genellikle bu şekilde takip eder. Çocuğunun sınıfta yapılanlara diğer arkadaşları gibi katılabilmesi, verilen ödevleri yapabilmesi, sınıfa uyum sağlaması her şeyin yolunda olduğuna işarettir. Eğer çocuk herhangi bir alanda zorlanıyorsa aileler bunun nedenini anlamaya çalışır.
Olaylara veya kişilere ait hikayeler kurgulayan kişi, somut kanıtları olmasa da bunların gerçek olduğuna kendini o kadar inandırır ki, sürekli olarak başına kötü bir şey geleceğinden, başkalarının ona zarar vereceğinden, üzeceğinden veya kandıracağından korkar.
Tehlike olarak gördüğü tek bir birey de olabilir, bir grup, bir organizasyon veya bir obje de.
Kendisini hep tehdit altında hisseder ve koruması gerektiğini düşünür.
Kişiler genellikle üç değişik alanda kendilerini tehlike içinde hissederler:
1- Duygusal ve zihinsel alanda: Hakkında yanlış konuşulacağını, dedikodu yapılacağını, kendisine zarar verecek fikirlerin yayılacağını düşünür. İnsanların onu dışlamak, ezmek, küçük düşürmek, kullanmak için planlar yaptığına inanır. Bu nedenle insanlarla görüşmekten keyif almaz.
2- Fiziksel alanda: Başkalarının ona saldıracağına, tartaklayacağına, bedenine, sevdiklerine veya malına fiziksel zarar vereceğine ve hatta başkalarının onu öldürmek için planlar yaptığına inanır. Fiziksel zarar görmemek için dışarı çıkmaz, kalabalık yerlerde bulunmaz, arkasını sürekli kollar, dışarıda yemek yemez, su içmez. Kısacası, tehlike olarak gördüğü her şeyden kaçınmaya özen gösterir.
3- Finansal alanda: Parasının veya eşyalarının hile yoluyla elinden alınacağını veya çalınacağını, mallarına bir şekilde zarar verileceğini düşünür. Parasını, mallarını, evindeki malzemeleri sürekli kontrol eder, yanında taşır, kimseye güvenmez, herkesi potansiyel hırsız olarak algılar.
1- Karşınızdakini rahatsız edecek kadar detaylı sorular sormaktan kaçının. İnsanlar kişisel bilgilerinin detaylı bir şekilde araştırılmasından, sorguya çekilmekten hoşlanmazlar. Çoğu kişi sorulan sorulardan rahatsız olsa da kabalık yapmamak uğruna cevap vermeye çalışırken öfkelenir, rahatsız olur ve gerilir.
Size bu tip rahatsız edici detayda sorular sorulduğunda ve cevap vermek istemediğinizde, cevap vermeme hakkınız olduğunu unutmayın. Örneğin maaşınız sorulduğunda “bereketi kaçar, söylemiyorum”, “ne zaman evleniyorsun” dendiğinde “kısmet”, “evinin kirası kaç lira” diye sorduklarında “ev sahibi ile benim aramda” şeklinde cevapları hele bir de gülerek verirseniz ne karşınızdakini kırmış olursunuz ne de özel hayatınızla ilgili detayları konuştuğunuz için rahatsızlık duyarsınız.
2- İnsanların olumsuz özelliklerine odaklanmayın. İlk fırsatta dedikodusunu yapmayın. Dedikodu yaptıkça olumsuzluklar gözünüzde büyür ve tek bir mürekkep damlasının bir bardak suyu bulandırması gibi kişiye karşı objektifliğiniz kaybolur. Kişileri ve olayları bir bütün olarak görmeye çalışın.
Unutmayın ki karşınıza çıkan her kişi, hiçbir fikrinizin olmadığı bir mücadele içinde... Bu nedenle herkese karşı anlayışlı ve kibar olmaya çalışın.
3- Kendi kurallarınıza, kendi standartlarınıza başkalarının da uymasını beklemeyin. Yaşam şekilleri, davranışlar, tutumlar siyah ve beyaz gibi keskin çizgilerle belirlenemez.
Danışan: İnsan içine çıkmak, tanımadığım insanların arasında olmak bende müthiş bir heyecan yaratıyor.
Elim titriyor, kalbim çarpıyor, yüzüm kızarıyor. Başkaları bunu fark edecek diye o kadar geriliyorum ki anlatamam. Doğal olarak gerilince kalbim daha da hızlı çarpmaya başlıyor.
Bu nedenle çoğunlukla evde yalnız başıma kalmayı tercih ediyorum. En huzur duyduğum yer evim. Bana kalsa hiç çıkmayacağım ama maalesef mümkün değil.
İşe gitmem gerek, alışveriş yapmam gerek, ailemi ziyaret etmem gerek. İşim gereği odamda akşama kadar tek başıma kalabiliyorum, işimi iyi yaptığım sürece kimseyle muhatap olmak zorunda değilim.
İnsanlarla karşılaşmamak için elimden ne gelirse yapıyorum, örneğin yemekhaneye gitmiyorum, kendi başıma odamda yiyorum. Ama artık eskisi gibi idare edemeyeceğim, bu hafta yeni bir işe atandım. Daha doğrusu terfi oldum ama buna sevinemiyorum bile, çünkü sık sık başkalarıyla toplantı yapmam gerekecek. Bir de sunum yapmam gerekecekmiş ki bunu düşününce bile bayılacak kadar heyecanlanıyorum.
İşi kabul etmesem diye bile düşündüm ama bunun nedenini kimseye anlatamam. Ne yapacağımı bilemiyorum, çok çaresizim. Bu yaşta hâlâ bu kadar utangaç olduğum için kendime çok kızıyorum.
Bu heyecanlardan, utangaç hallerimden kurtulmak istiyorum ama bunun mümkün olabileceğine emin değilim.
1- İsteklerimiz yerine getirilmediğinde... Küçük bir çocuğun, annesi ona istediği oyuncağı almadığında öfkelenmesi, kendini yere atması, onun kızgınlığını gösterme şeklidir.
2- Kendimizi tehdit altında hissettiğimizde... Bu her zaman gerçek bir “tehdit” olmayabilir. Kişiler başkalarını veya olayları tehdit olarak algılayabilirler. Sokakta yürürken biri size bakınca, onun size “kötü niyetle” baktığını düşünürseniz kendinizi tehdit edilmiş hissedebilirsiniz ve bu kızmanıza neden olur. Oysa o kişi size bakarken aklından sizinle ilgisi olmayan bir düşünce geçiyor da olabilir.
3- Hayal kırıklığı yaşadığımızda... Olmak istediğimiz kişi olamadığımızda, gitmek istediğimiz yerlere gidemediğimizde, hayallerimizi yerine getiremediğimizde, kendimize veya hayallerimizi gerçekleştirmemize engel olan veya engel olduğunu düşündüğümüz kişilere kızgınlık duyarız.
4- Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüzde... Adil davranılmadığını, hakkının yendiğini düşünen, hakkını aramaya çalışsa da durumu düzeltmeya gücü olmadığına inanan kişi kızgınlık duyar.
5- Küçük düştüğümüze inandığımızda... Karşımızdakinin bize veya yakınlarımıza küçük düşürme amaçlı davrandığına inandığımızda öfkeleniriz.
6- Anlamsız veya mantıksız beklentiler içinde olduğumuzda... Bazıları, kendi standartlarını başkalarının da uyması zorunlu olan değişmez standartlar olarak görürler. Her konuda kendilerine özgü kuralları vardır ve her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını beklerler. Kendi standartlarına uymayanlara da öfke duyarlar.
7- İnsanları etiketlediğimizde... İnsanları sınıflandırmak ve onlara isimler takmak kızgınlığı kolaylaştırır. Bu etiketler genellikle aşağılayıcı tarzdadır. “Cahil, “beceriksiz”, “aptal”, “işe yaramaz” gibi etiketler, karşımızdakinin diğer özelliklerini görmemizi engeller ve öfkemizi besler.
Göz göze geldiğimizde ve ben onun gözlerinin ta içine baktığımda ona para vermekten fazlasını yapmak istiyorum ama ne yapacağımı bilemiyorum.
Vicdan azabımı azaltmak için cüzdanımda ne varsa veriyorum ama vicdanım rahatlamıyor. Gözleri gözümün önünden günlerce gitmiyor. O muzip bakışı, o utangaç gülümsemeyi unutamıyorum.
Para vermek, elimden gelenin en kolayı ama biliyorum ki kısa ömürlü bir çözüm.
O an işine yarayacak ama yarın ne yapacağı, içinde bulunduğu durumla nasıl baş edeceği meçhul, büyük bir olasılıkla yine sokaklara düşecek.
Oysa parayı bir kuruluşa versem, o kuruluş onlara daha organize ve sistemli bir şekilde yardım edebilir, onlara barınak ve gıda sağlayabilir.
Peki hangi kuruluşa?