4 Temmuz 2007
"APO’yu asıl sen asmadın!" tartışmaları büyürken, partiler "Ölsek bile DTP ile koalisyon yapmayız" yeminleri ederken, DTP 23 Temmuz’da TBMM’ye girmeye hazırlanıyor. DTP, istesek de istemesek de Meclis’e girecek. İyi de olacak! Ben de DTP’nin bazı kesimlerinin PKK’nın izdüşümü dışına çıkamamasından, etnik köken dışında hiçbir kavramı tanımamasından, terörün gölgesinde dolaşmasından, herhangi somut bir konuda ürettikleri herhangi bir politika olmamasından çok şikáyetçiyim ama Türkiye "Kürt meselesini" TBMM’de tartışmaya alışırsa bundan da ancak mutluluk duyacağım.
* * *
DTP, Meclis’e mutlaka girecek ama daha ötesi belki de kilit roller de yüklenecek.
Kim şu ihtimallere "Hadi canım sen de!" diyebilir?
1) Kimse tek başına iktidar olamaz (*). Bu durumda:
i) İktidardan uzaklaşmamak için AKP, DTP ile koalisyon yapmak zorunda kalabilir.
ii) CHP+MHP de birlikte hükümet kuramazsa, bu ikili de DTP’ye muhtaç kalabilir.
iii) MHP, "Ben katiyen DTP ile birlikte olmam" derse, bu kez de AKP+CHP+DTP koalisyonu gündeme gelebilir.
* * *
2) AKP tek başına iktidara gelir ama Anayasa Mahkemesi’nin artık içtihat haline gelen ucube kararı çerçevesinde cumhurbaşkanı seçmek için "367 oyu" bulamaz.
Ama DTP oyları ile bu rakamı rahatça aşar.
Bu durumda DTP, AKP’ye "Benim başı türbanlı eşi olan bir cumhurbaşkanına itirazım yok" derse o zaman ne olur?
AKP’nin ağzının suyu akmaz mı? Taban böyle bir teklife hayır denmesini kabullenebilir mi?
DTP; karşılığında "Bari sen de bana Meclis Başkanlığı’nı ver!" derse AKP ne yapar?
Biliyorum, bazılarınız bu satırları okurken "İşte darbe o zaman olur!" diyorsunuz.
* * *
Ancak, hatırlayın:
1 Mart tezkeresinde "kırmızı çizgilerimiz" vardı, sildiler kabullendik.
Askerimizn başına çuval geçirdiler, başlarına çuval geçirilen askerlerin komutanlarını erken emekli ettik, başka bir şey yapmadık.
Talabani’yi biz tanımadık ama o neredeyse tüm ülkelerde ağırlandı.
Barzani’yi aşağıladık, Sosyalist Enternasyonal’de ayakta alkışlandı.
Sınırötesi operasyon yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz, bir bileniniz var mı?
Ahmet Türk, Aysel Tuğluk, Hatip Dicle, Selim Sadak, Hasip Kaplan, Seferi Yılmaz, Murat Bozlak, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak vb. yarın öbür gün karşımıza sadece milletvekili olarak değil, bakan, Meclis başkanı, başkanvekili vb. olarak çıkarsa sakın şaşırmayın!
* * *
Bu yazıyı neden yazıyorum?
İlk cumhurbaşkanı olduğunda bir vatandaş, rahmetli Turgut Özal’a "Sana alışamadım!" diye telgraf çekmişti.
Durumu Özal’a bir gazeteci hatırlattığında o da;
"Alışırlar! Alışırlar!" diye cevap vermişti.
Zaman Özal’ı haklı çıkardı, vatandaşı haksız!
"Biz Özal’a katiyen alışamayız" diyenlerin bir kısmı, Özal Hakk’ın rahmetine kavuşunca ardından gözyaşı bile döktüler.
Türk milleti nelere alışmadı ki?
(*) DP’nin barajı geçemeyeceğini varsayıyorum.
Yazının Devamını Oku 3 Temmuz 2007
TÜRKİYE’de son zamanlarda bazı aydınlar arasında AKP’yi merkezde göstererek ona sahip çıkmak için büyük gayret var. Galiba onlar da normal yurdum insanları olarak Türk siyasilerinin kendi çaplarıyla dayattıkları fiks mönünün etkisi altında "ya laikçisin", "ya da AKP’yi savunmak zorundasın" ikileminde laikçilerin ne kadar kolay belden aşağı vurduklarını gördükçe, demokrasiden ne kadar az nasiplendiklerine şahit oldukça iktidarda iken dahi mağdur olmayı beceren AKP’ye sahip çıkmak ihtiyacı duyuyorlar.
* * *
Türk medyasının değerleri kalemlerinden Emre Aköz de bazı AKP’lilerle yemek yemiş, ardından onları savunma ihtiyacı içine girmiş. Yazısının bir bölümü beni ilgilendirdi.
Emre Aköz, "Onlar Asla İkna Olmaz" (Sabah-01.07.2007) başlıklı yazısında diyor ki:
"...Olay şu... Deniyor ki ’AKP’nin taban kadrolarını Milli Görüşçüler ele geçirdi.’ Bu iddialarına bir de ’kuramsal’ dayanak buldular: Din sosyolojisinin en önemli adlarından Prof. Şerif Mardin’in bir süre önce, ’Mahalle baskısı, partiyi siyasal İslam’a çekebilir... Parti üst yönetimi de bu baskıya boyun eğebilir’ demesi"ni (gerekçe gösteriyorlar)."
AKP tabanının 2004 yılı sonundan beri Milli Görüşçüler tarafından teslim alındığını iddia etmekle beraber Şerif Mardin’in bu kuramını da basında kullanan bir kişi olarak (22-23-24.05.07) bu sözleri üzerime aldım. Yazısını o gözle okudum.
* * *
Yüzde 25-30’luk bir kitlenin AKP ne yaparsa yapsın merkeze geldiğine ikna olmayacağına kendinden menkul bir şekilde ikna olan Emre Aköz, Milli Görüş’ün AKP tabanına hákim olmadığını da iddia ediyor ve diyor ki: "Bence gerçek tam tersi... Süreç öbür yana doğru işliyor." Gerekçelerini ise şöyle sıralıyor:
1) "...AKP; içe kapanık, aşırı muhafazakár ya da din devleti isteyen kesimleri bile yerel ve ulusal siyasete katarak modernleştiriyor ve demokratlaştırıyor."
a) Yerel ve ulusal siyasete katılarak bu kitlelerin otomatik bir şekilde nasıl modernleştiklerini ve demokratlaştıklarını hiç anlamadım. b) Milli Görüşçüler AKP yokken de siyasete çoktan katılmışlardı, hatta tam tersine onlar AKP’yi siyasete katmadılar mı? c) Ayrıca "din devleti isteyenler" zaten din devleti ancak siyasetle elde edileceği için Emre Aköz dünyaya gelmeden evvel de siyasete katılmıyorlar mıydı? Milli Görüş, Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’ni kurması ile siyasete 1969’da atılmadı mı? MSP, RP, FP, SP siyasi hareketler değiller mi?
2) "...Kadınlar ve erkekler bir araya gelerek çeşitli sorunlara çözüm arıyor, projeler yürütüyor."
Emre Aköz hiç AKP toplantısına gitmiş mi? Hiç AKP’li kadınlar ile erkekleri bir arada otururken görmüş mü? Neden bir arada oturmuyorlar diye eleştirildiklerinde Başbakan’ın "Canım onlar demokratik haklarını kullanıyorlar" dediğini hatırlamıyor mu?
3) "...Mesela bu dönemde 5 milyon kişi hayatında ilk defa uçağa bindi! Okullara dağıtılan 500 binden fazla bilgisayar sayesinde Doğu bölgelerinde yaşayan çocuklar dahi e-mail adresine sahip oldu."
Milli Görüşçülerin uçağa binmeye karşı olduklarını bu ülkede kim iddia etti ki? Uçağa binenler merkezde mi iniyorlar? Emre Aköz; siyasete bilgisayarı daha 90’lı yılların başında ilk sokan ve online sisteme ilk geçen siyasi grubun Milli Görüş olduğunu hatırlamıyor mu?
* * *
Şerif Mardin’in öğrencisi Emre Aköz, istediği görüşü savunabilir ama sosyolojik gerekçeleri hiç tatminkár değil!
Yazının Devamını Oku 1 Temmuz 2007
28.06.2007 günü bu köşede yazdım. Milliyet Gazetesi’nin A&G Araştırma Şirketi’ne yaptırdığı araştırmaya göre genel seçmenin, AKP’nin oylarını da aşan önemli bir oranı, % 50’si, AKP’yi rejime karşı bir tehdit olarak görmüyor. Ancak, genel seçmenin sadece % 22.4’ü, milletvekili adayı listesine liberal ve sosyal demokrat kişileri katan AKP’nin "İslamcı gömleğini çıkarıp merkezde yer aldığını" düşünüyor. % 34.7 ise AKP’nin sadece "vitrin süslediği, göz boyadığı" görüşünde.
AKP’yi tehdit olarak görmeyen % 50’den, merkez sağa kaydığını düşünen % 22.4’ü çıkardığınız zaman da seçmenin kabaca % 28’inin partiyi Milli Görüş çizgisinde gördüğü halde rejime bir tehdit olarak algılamadığını görüyorsunuz.
Demek ki, AKP’ye omuz veren ana kitle, ondan merkeze yaklaşmasını beklemiyor.
Seçmenin sadece % 22’si partiyi merkeze kaymış olarak görürken, anketlere göre, neredeyse bu yüzdenin iki misline yakın bir oran 22 Temmuz’da AKP’ye oy vereceğini söylüyor.
* * *
Merkeze yaklaşarak rejimle uzlaşmak değil; tersine, merkezden uzaklaşıp rejim tarafından dışlanma görüntüsü AKP’ye daha fazla yarıyor.
"Cumhurbaşkanlığı seçimi" sırasında yaşanan hukuki rezaletler, millet ile AKP’yi tekrar yaklaştırmaya arttı da yetti bile.
Özünde, AKP’nin oylarını artırmak için "vitrin süslemeye, göz boyamaya" ihtiyacı yok.
Peki öyleyse AKP neden vitrin süslüyor?
Rejime şirin gözükmek için! TSK’nın AKP üzerinde uyguladığı baskıyı azaltmak için!
* * *
Başbakan ile Genelkurmay Başkanı, konu başlığı dahi kamuoyuna sunulmadan Dolmabahçe’de 2 küsur saat görüştüler ve ardından AKP’nin ilan ettiği aday listesinden çoğu Milli Görüşçü 154 milletvekili silindi.
Yeni adayların çoğunluğunu tanımadığımız için nereden geldiklerini bilmiyoruz ama kamuya Ertuğrul Günay, Zafer Üskül, Zafer Çağlayan gibi hem saygın, hem de Milli Görüş ile ilgili hiçbir geçmişi olmayan yeni adaylar pompalandı.
Birçok entel de bu değişikliği, AKP’nin merkez sağa demir atmasının manifestosu olarak alkışladı. Ancak, A&G’nin araştırması gösteriyor ki; bu "göz boyamayı" millet yutmamış, hatta daha ileri gidelim, konuyla doğru dürüst ilgilenmemiş bile.
TSK gibi rejimin bekçisi kurumlar "vitrin değişikliği" hakkında ne düşünüyor, işte bu sorunun cevabını ise bilmiyoruz.
* * *
Ancak, anlaşılmayan başka bir nokta daha var. Madem görünüme göre, AKP merkeze kayarak hem daha geniş kitleleri kucaklamak, hem de rejimle uzlaşmak istiyor; hukuk devletine gönülden bağlılığıyla nam yapmış Ertuğrul Yalçınbayır, liberal Mehmet Dülger, TBMM’nin şahsiyeti en güçlü simalarından Mehmet Elkatmış (Milli Görüş kökenli), müzmin muhalif Yarbay Ersönmez neden listeye alınmadı?
Turhan Çömez neden yeniden aday olmadı?
Cevap basit: Bu kişiler, hangi kökenden gelirlerse gelsinler kendi görüşleri olan kişilerdi de ondan. Bu kişiler şahsiyetlerini ön planda tutan demokrat insanlardı.
Sorgulanamaz bir hiyerarşi düzeni üzerine kurulmuş, lidere biatı emreden Milli Görüş anlayışının bu kişileri, bir kısmı kendi içinden gelse dahi, uzun süre hazmetmesi mümkün değildi.
* * *
Misafir milletvekili adaylarına basit bir tavsiyem var. Genel Başkan görüşünüzü sorduğunda, konu ne olursa olsun, tek bir cümleyle cevap verin:
"Siz bilirsiniz efendim!"
Yazının Devamını Oku 28 Haziran 2007
MİLLİYET Gazetesi ilginç bir araştırma yayınladı (27.06.2007). A&G Araştırma Şirketi’nin Milliyet için yaptığı araştırmada AKP ile ilgili olarak seçmene sorulan 2 soru ve verilen cevaplar ilgimi çekti. Dikkatimi çeken ilk soru şu: "Bazı çevreler, AKP ile ilgili, laiklik veya Cumhuriyet’e sadakat konusunda endişeleri olduğunu söylüyor. AKP ile ilgili bir endişeniz var mı?"
Soruya "hayır" diye cevap verenler % 50 (hepsinin AKP’ye oy verdiğini varsaymayın-CÜ), "evet" diye cevap verenler ise % 26.1!
"Kısmen var" diyenlerin oranı ise % 13.4. Hiç görüş belirtmeyenler ise % 10.
A&G Araştırma Şirketi’nin bildirdiğine göre, AKP’yle ilgili olarak endişesi olanların yarıya yakını üniversite mezunu, endişesi olmayanların yüzde 60’a yakını ise ilkokul mezunu.
* * *
İkinci soru ise şöyle:
"AKP, seçimlerde Milli Görüş geleneğinden gelen adaylar yerine, sosyal demokrat ve liberal kökenlileri tercih etti. AKP, merkezde toplumun her kesimini kucaklayan bir parti mi oluyor, yoksa tüm bu değişiklikler göstermelik mi, sizin düşünceniz nedir?"
Bu soruya katılımcıların % 34.7’si AKP’nin "vitrin süslediğini, göz boyadığını" söylerken, % 23.7’si "seçimlerde olur böyle şeyler" demiş. Katılımcıların sadece % 22.4’ü AKP’nin "İslamcı gömleğini çıkarıp merkezde yer aldığını" belirtmiş.
* * *
Bu iki soruya verilen cevapları çapraz değerlendirince seçmenin AKP’ye bakışı konusunda bazı ilginç sonuçlar çıkıyor:
1) Bazı kesimlerce topluma sıkça empoze edilen "AKP rejimle kavgalı" görüşüne % 50’nin itibar etmemesi, bu anti-propagandanın AKP’yi iktidardan edecek güçte olmadığını gösteriyor. Bu açıdan AKP’liler rahat olsunlar.
2) Ancak, öte yandan toplumun % 40 gibi (26.1+13.4) önemli bir kesimi, bir şekilde AKP’den endişe duyuyor. Onu rejimle kavgalı görüyor. İktidara oynayan bir parti hakkında çok önemli bir oranda vatandaş, iktidarının 4.5 yıl ardından dahi "Anayasal konularda" kaygı sahibi.
3) Seçmen "AKP’nin vitrin oyunu"nu da yutmamış. (Bu konuda ayrıca yazacağım.) Araştırmaya katılanların sadece % 22’si partinin "İslamcı gömleğini çıkarıp merkezde yer aldığını" düşünüyor. % 35, "misafir" adayları sadece "vitrin değişikliği" olarak görüyor.
4) İki soru bir arada değerlendirildiğinde kabaca % 28 oranında bir seçmen kitlesi -her 4 seçmenden 1’i- AKP’yi hálá İslamcı parti olarak gördükleri halde bu partiden endişe duymuyorlar. AKP’yi seçmenin sadece % 22’i merkezde gördüğüne ama % 50’sinin partinin görüşlerinden endişe etmediğine göre aradaki farkı oluşturan kabaca % 28 AKP’yi hálá "Milli Görüşçü" (İslamcı gömlek giyen) gördüğü halde bu durumdan rahatsızlık duymuyor.
"Rejimin sahipleri" bu bulguyu çok dikkatli analiz etmek zorundalar!
* * *
Bu köşede 22-23-24 Mayıs 2007 tarihlerinde yayınladığım "Bir AKP Analizi" başlıklı yazı dizimde AKP’nin merkez sağa kayamayacağını, zira tıpkı HAMAS, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi sosyal politikalara (sağlık, eğitim, gıda vb.) dayanarak mahalle siyaseti yapan Milli Görüş’ün çoktan AKP tabanını ele geçirdiğini iddia etmiştim.
AKP’nin merkez sağa kaydığına illa ki inanmak isteyen bazı liberaller(!) de beni, "Sen neye dayanarak böyle söylüyorsun?" diyerek sorgulamışlardı. İşte cevabı!
* * *
Seçmenin kabaca 1/4’ü -her 4 kişide 1’i- hem AKP’yi merkez sağda görmüyor, hem de onu rejime karşı bir tehdit olarak algılamıyor. Kim bunlar?
Milli Görüş’ün mahalle politikalarından etkilenen ve çoğunluğu ilkokul mezunu (% 60) olan büyük bir seçmen kitlesi!
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2007
ÖNCE gazetelerden bir alıntı:"Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün 15. yıl zirvesi dün İstanbul’da başladı. Çırağan Sarayı’nda gerçekleştirilen zirvenin ana gündem maddesi enerji oldu. Özellikle Rusya’nın Kazakistan ve Türkmenistan’la gaz ve petrol anlaşması yaptıktan sonra geçtiğimiz hafta sonu da ’Güney Akım’ anlaşmasına imza atarak Türkiye’yi bir kez daha by-pass etmesi zirveyi daha da önemli bir hale getirdi. Güney Akım anlaşmasıyla birlikte Samsun-Ceyhan petrol boru hattı projesi gibi Orta Avrupa’ya gaz taşıyacak Nabucco projesinin geleceği de tehlikeye girdi." (Akşam-26.06.2007)
* * *
Vladimir Putin yönetiminin Rusya’yı yeniden eski emperyal günlerine döndürmeye çalıştığı artık aşikár.
Ancak, kuzey komşumuzun ne yapmaya çalıştığı, politikalarının bizi nasıl etkileyeceği Türkiye’de gerektiği gibi tartışılmıyor. Rusya’nın son dönem atakları Batı’yı bile sarsarken bana öyle geliyor ki; hükümet hem tutarlı bir enerji, hem de tutarlı bir Rusya stratejisi yürütmüyor. Rusya, Türkiye ile masabaşı sohbetlerinden belki keyif alıyor ama onu by-pass etmekten de zerre kadar rahatsızlık duymuyor.
* * *
Rusya’nın bir röntgenini Foreign Affairs dergisinin Mayıs-Haziran 2007 sayısında "Containing Russia" (Rusya’yı kontrol etmek) başlıklı yazısı ile Ukranya muhalefet lideri ve 2005 yılı başbakanı Yuliya Tymoshenko çekiyor.
Batı’nın Rusya hakkındaki en büyük yanlışının onun yaptıklarını anlamaya çalışmak yerine bu ülkenin niyeti ile ilgili spekülasyonlar yapmak olduğunu iddia eden yazar Rusya ile ilgili bazı somut bilgiler veriyor.
1990’ların kaotik ve fakir ülkesi Rusya enerji fiyatlarındaki radikal yükselmelerle son birkaç yıldır yıllık ortalama % 6.5 ekonomik büyüme elde ediyor. Artık ekonomisi trilyon-dolarla ifade ediliyor. Rusya şu anda nakit zenginliğinde dünyanın 3. büyük ülkesi. Dış ödemeler dengesinde devamlı fazla veriyor ve 90’lı yıllarda oluşan borçlarını hızla eritiyor. Para birimi ruble tamamen konvertibıl hale gelmiş durumda ve belki de yakında değeri artırılacak. Rusya artık dünyanın 10. büyük ekonomisi ve bütçesinin %30’unu enerji ihracatı karşılıyor. Ancak, ülke ekonomisini çeşitlendirmeye bir türlü yanaşmıyor.
Öte yanda Batı’nın enerji konusunda Rusya’ya bağımlılığı her geçen yıl artıyor. Örneğin, trans-Baltık boru hattı tamamlandığında Almanya’nın doğal gaz ithalatında Rusya’ya bağımlılığı %44’den %80’e yükselecek.
* * *
Putin’in Rusyası İran’ın nükleer ataklarına arka çıkıyor, bu ülkeye silah satmaktan geri durmuyor. Eski SSCB ülkeleri Beyaz Rusya, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Türki Cumhuriyetleri üzerinde baskısını güçlendirerek hissettiriyor. Ayrıca yükselen Çin ile iyice yakınlaşan Rusya dış ilişkilerde dikkatini daha çok Asya’ya çevirmiş durumda.
* * *
Ancak, Yuliya Tymoshenko’ya göre ülkenin başat doğalgaz üreticisi Gazprom sırf Putin’e propaganda ortamı sağlamak için televizyonculuğa bile yatırım yaparken doğalgaza yeteri kadar yatırım yapmıyor ve dünyanın doğal gazda en zengin ülkesi değil dış ihtiyacı karşılamak, kendi ihtiyacını dahi karşılamakta zaman zaman geri kalıyor. Ülkede doğalgaz satışlarının sadece %20’si özel sektörün elinde.
* * *
Nerede ise tamamen eski KGB ajanları ile yönetilen yeni Rusya da Batı’nın egemenliğine kafa tutan yeni oyunun kurucularından birisi oldu ama Türkiye’nin bu gelişmeyi nasıl değerlendirdiği hiç ama hiç açık değil!
Yazının Devamını Oku 24 Haziran 2007
HUDSON adlı think-tank kuruluşunda çeşitli senaryolar üzerinden Türkiye-ABD ilişkileri "B Planı" çerçevesinde irdelendi. Türk askerlerinin de katıldığı toplantıyla ilgili birkaç gün aradan sonra Genelkurmay bir açıklama yaptı ve haberi duyuran gazeteci Yasemin Çongar’ı suçladı.
Ancak, Yasemin Çongar geri adım atmadı, iddialarını yeniledi.
Ben senaryolar üzerinden beyin fırtınaları yapılmasına alışık bir insanım.
"Durum daha da beter bir felakete gider ve Türkiye, Kuzey Irak’a girmek zorunda kalırsa ABD ne yapar?" sorusuna bir think-tank kuruluşunun cevap araması doğal ve meşru bir çalışmadır. Ayrıca, bana göre böyle bir toplantıya Türk subaylarının katılmış olmalarında da hiçbir garabet yoktur.
Hudson toplantısıyla ilgili tartışılması gereken, birilerinin ABD’lilere "PKK komutanlarını Türkiye’ye seçimden önce vermeyin!" dediğine dair iddiadır. Bu iddia çok vahimdir.
Asker, "Böyle bir söz sarf edilmedi" diyor. Çongar söylendiği konusunda ısrar ediyor!
* * *
Ümraniye’de bir gecekonduda 18 adet MKE yapımı el bombası, el bombalarına ait kutu içinde 18 adet fünye, DM41 NATO standardı tabir edilen 7 adet el bombası ve iki adet Alman el bombası ele geçiriliyor. Gazetelere göre, Ümraniye’deki gecekonduyla irtibatlandırılan emekli yüzbaşı Muzaffer Tekin’in evinde yapılan incelemede de TSK’da 2003’ten bu yana yapılan atamaların listesi bulunuyor. Tekin’in, "Son olaylar ve AK Parti" başlığı altında yaptığı çalışmaları, TSK’da bir komutana gönderdiği iddia ediliyor. "Master plan ön çalışması" adlı bir rapor da ele geçiriliyor. Raporun amacı, "tam bağımsız, milli devleti yeniden yapılandırmak"!
El konulan bilgisayar ve dokümanlardan çıkan bilgilere göre, Tekin ve arkadaşları AKP aleyhinde dosyalar hazırlıyor, "fişleme" yapıyorlar. Ayrıca, dokümanlar içinde birilerine servis yapıldığı izlenimi veren belgelere de rastlanıyor.
Tekin ve birkaç emekli subay tutuklanıyor. Ümraniye’de bulunan bombalar, Danıştay cinayetiyle irtibatlandırılıyor.
* * *
Hudson’da ve Ümraniye’de bunlar olurken; hemen her gün şehit cenazeleri kaldırılıyor, MGK toplanıyor, Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı’nı ziyaret ediyorlar, ABD Büyükelçisi de Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener’i ziyaret ediyor, ardından Şener Cumhurbaşkanı’na gidiyor.
Şener hem büyükelçi, hem de Cumhurbaşkanlığı ziyaretinin Başbakan’ın bilgisi dışında gerçekleştiğini söylüyor. O zaman da insan sormadan edemiyor: "Bu ne biçim hükümet?"
* * *
Ben beni bildiğim günden beri bu ülkede garip işler olur, krizler yaşanır, en tepedekiler birbirlerine küserler, devamlı "bundan kötüsü yaşanmadı" denir, birileri darbe yapmaya, birileri de darbeyi engellemeye çalışır, birileri durumdan vazife çıkarır, diğerleri de vazifelerine göre durum ayarı yapar. Arada bir de darbe olur.
* * *
Ben artık alıştım! Hadi gelin siz de alışın!
Korkmayın! Daha fazla bir şey olmaz! Zaten her gün bir şey oluyor!
Önemli not: 23 Haziran 2007 günü Hürriyet internette "Laik-antilaik, türban-mürban" başlıklı bir yazı yanlışlıkla benim yazım gibi yayınlanmıştır. Yazının benimle alakası yoktur.
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2007
ÜÇ gündür irdelemeye çalıştığım çalışmada bugün orta ve uzun vadeli önerileri özetleyeceğim. Bilindiği gibi çalışma; başkanlığını Doç. Dr. Sedat Laçiner’in yaptığı Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu -U.S.A.K- (www.usak.org.tr) tarafından "Kuzey Irak Operasyonu" (Ankara-13.06.2007) başlığı ile yayınlanmıştır. İşte çözüm için bazı öneriler:
* * *
Kuzey Irak’ta Kürt Liderler ve Kürt Halkı: Iraklı Kürtler halk olarak görüşlerini özgürce dile getirememektedirler. Çoğulculuk bizzat Barzani ve Talabani tarafından bastırılmaktadır. Ortada homojen bir halktan ziyade henüz bir millet olmanın bilincine ulaşamamış gruplar bulunmaktadır. Barzani’nin zaman zaman sertleşen söyleminin bir nedeni de budur. Barzani olmayan bir milleti Türkiye’den gelecek sert tepkilerin de katkısı ile olur hale getirmeye çalışmaktadır.
Mevcut Kürt yöneticiler üzerinde daha fazla demokrasi ve liberalleşme baskısı yapılmalıdır. Irak Kürtleri üzerinde liderleri aşan iletişim kanallarının kurulması gerekir. Türkiye’ye yakın yeni Kürt isimler ve alternatif muhalifler ile iletişim kurulmalıdır. Kürtleşmiş ya da Kürtler üzerinde etkili Türkmenler ile iletişim güçlendirilmelidir.
* * *
Kürtçe ve Arapça Yayıncılık: Türkiye, Ortadoğu’da ve Irak’ta yayıncılık ve kamuoyu oluşturma konusunda son derece geride kalmıştır. ABD başta olmak üzere birçok ülke de Irak’taki TV, radyo ve gazeteler üzerinde etki sahibidir. Türkiye ise Türkmeneli TV’ye verdiği destek bir yana ciddi bir faaliyet içinde olamamıştır.
Türkiye’nin vakit kaybetmeksizin Irak’a dönük Arapça ve Kürtçe yayın yapan bir kanala ihtiyacı vardır. Hatta bu kanal diasporayı da düşünerek Avrupa’ya ve tüm Ortadoğu’ya da yayın yapabilir.
* * *
Eğitim-Burs: Türkiye’nin Kuzey Irak’ta kullanabileceği en önemli araçlardan biri de eğitimdir. Öncelikle Irak’a dönük bir burs programı geliştirilmelidir. Irak’taki Araplara, Kürtlere, Türkmenlere ve diğer gruplara yönelik bir üniversite burs programı oluşturulabilir. Bölgede Türk okulları açılabilir. Bölgeye yapılacak Türkçe, Kürtçe ve Arapça yayınlarda Açık Öğretim benzeri programlar olabilir. Iraklı Kürt, Arap ve diğer bilim adamları için gezi, araştırma ve diğer burslar oluşturulabilir. Burslar için bir vakıf kurulması ve bursların kurumsallaşması çok yararlı olacaktır.
* * *
Ticari İlişkiler: Kuzey Irak, Irak Savaşı’ndan sonra Türk işadamları için önemli bir yatırım alanı haline gelmiştir. Bölgenin ekonomik kalkınması Türkiye’yi korkutmamalıdır. Türkiye’yi endişelendirmesi gereken bu gelişmelerin tamamen kontrolü dışında olması olmalıdır. Türkiye bölgede liberal ekonominin yerleşmesi için çaba sarf etmelidir. Irak’ta Kürtlerin toplu kalkınması ve aydınlanmasından çok, ekonomik ve siyasi gücün dar bir kadroya geçmesi büyük bir tehlike oluşturur.
* * *
Güvenlik İlişkileri: Türkiye, tarafları ikna ederek ve aşamalı olarak sınır güvenliğinde daha etkili bir hale gelmek zorundadır. Sınırın Irak tarafında da Türk askerine bazı ayrıcalıklar tanınmalıdır. Irak sınırında güçlü istihbarat üslerine ihtiyaç vardır. Özellikle Kuzey Irak’ta polis ve askerin eğitimi kademeli olarak Türkiye’ye geçmelidir. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir tehdit olarak algılanması engellenmelidir.
* * *
Üç gündür ciddi bir rapor çerçevesinde Kuzey Irak meselesinde aklı selim ve sağduyuyu ön plana alacak tartışmalara yönelinmesi için gayret sarf ettim. Gerisi siyasiler ve askerlerin işi!
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2007
DÜN; başkanlığını Doç. Dr. Sedat Laçiner’in yaptığı Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nun -U.S.A.K- (www.usak.org.tr) yayınladığı "Kuzey Irak Operasyonu" (Ankara-13.06.2007) başlıklı raporu özetleyerek tartışmaya açtım. Türkiye açısından hayati bir konuda aklı selimi ön plana alma umudu ile raporu özetlemeye devam ediyorum. Dün bazı rakamlar naklettim. Bugün Kuzey Irak’ın PKK terörü açısından önemini tartışmaya çalışacağım.
* * *
İdeolojik neden: PKK, Kürtçülüğe oynayan bir terör örgütüdür. Pan-Kürtçü hedefleri bulunmaktadır. Diğer Kürtçü hareketler gibi Pan-Kürtçü bir söylem kullanmakta ve sınır ötesi gelişmelerden beslenmektedir. Bu nedenle Irak, Suriye ve İran’daki Kürt grupların siyasi ve iktisadi sorunları belli bir istikrar içinde çözülmediği sürece bölgede PKK benzeri Kürtçü hareketler ideolojik zemin bulabileceklerdir. PKK’nın ve diğer Kürtçü hareketlerin söylemi "Dünyanın en büyük devletsiz halkı Kürtlerdir" şeklindedir.
* * *
Barzani-Talabani unsuru: İdeolojik nedenin diğer tarafında ise Kuzey Irak’ta gelişen irredentist hayaller bulunmaktadır. Henüz kalıcı bir siyasi oluşum olduğu dahi tartışmalı olmasına karşın özellikle Barzani Grubu diğer ülkelerdeki Kürt ve Kürtçü hareketleri kendisine yakınlaştırmak istemektedir. Önemle, Türkiye’nin olası bir devletin yaşamasında son derece belirleyici olacağını sanmaktadırlar. Ancak Türkiye üzerinde kullanabilecekleri çok az araç bulunmaktadır. Bu araçlar a) ABD, b) PKK ve c) ihalelerdir. Türkiye’yi bölgede bir şeylere ikna etmenin en iyi yolunun PKK olduğu şu ana kadar kanıtlanmıştır ve Barzani-Talabani ikilisi de bunu pek iyi anlamışlardır. Bu bağlamda PKK bir tür koz olarak kullanılmakta, Türkiye’yi oyalayan etkili bir kart olarak görülmektedir.
* * *
Irak Kürtleri: Irak’taki Kürtlerin sorunlu bir halde yaşıyor olması ister istemez Türkiye’yi de etkilemektedir. Özellikle Türkiye’nin hem Irak Kürtleri ile sorunlu olması, hem de Türkiye’de kendilerini Kürt siyasetinin temsilcileri olarak yansıtan gruplarla ilişkilerinin sorunlu olması terörle mücadelede zaaflara yol açmaktadır. Terör örgütleri bu durumu istismar ederek Türkiye’nin tüm Kürtler ile arasının bozuk olduğu imajını yerleştiriyorlar.
* * *
Lojistik neden: Şu ana kadar çeşitli zamanlarda çöküşün eşiğine gelen PKK terör örgütü her seferinde Irak’ın kuzeyinde tekrar toparlanma fırsatı bulmuştur. Kuzey Irak, Türkiye-İran-Irak ve Suriye ülkelerinin kesişim noktasıdır ve bu hassas bölgede dost bir güç olmadığı sürece Türkiye’ye en önemli tehlikeler buradan gelmeye devam edecektir. Bugün PKK terörü olmasına karşın, ABD’nin Irak politikası bölgeyi hızla dinci terörün de merkezi haline getirmektedir. Bölge Türkiye’ye karşı teröre lojistik destek verecek en önemli yerdir.
* * *
Kara nokta: Bölgede ne Irak’ın, ne ABD’nin ne de yerel Kürt grupların yeterince otorite kuramamış olması sadece PKK’ya değil, diğer ülke istihbaratlarına ve Türkiye’deki çetelere ve yasadışı oluşumlara da saklanacak gözden ırak ve nispeten güvenli bir yer sunmaktadır. Şu anda bölge Türkiye’den ve dışarıdan resmi veya gayriresmi grupların pazarlık ve işbirliği alanına dönmüştür. Kısacası Kuzey Irak’ta istikrar ve otorite tesis edilmediği sürece bu bölge ’karanlık işbirlikleri’nin yapıldığı bir yer olmaya devam edecektir. Bu da başta PKK olmak üzere Türkiye’ye dönük tehditlerin büyümesi ve hatta uluslararasılaşması demektir.
* * *
Rapor, Kuzey Irak’ın Türkiye açısından neden önemli olduğuna dair başka nedenler de sıralamaktadır. Ancak, ben kısıtlı bir alanda, kendimce en önemli gördüğüm nedenleri sıraladım.
(Yarın: Çözüm için öneriler)
Yazının Devamını Oku