Cüneyt Ülsever

Türkiye, Ortadoğu denkleminde nerede?

15 Nisan 2008
GALİBA bu sorunun cevabını bulabilsek Türkiye’nin yakın geleceğini daha iyi analiz edebiliriz. Soruyu daha net soralım:

Ortadoğu denkleminde kilit ülkeler içinde Türkiye var mı?

Başaktör ABD! Başaktöre kafa tutan aktör İran!

Peki Türkiye nerede? Çoklu cevap anahtarından seçimi siz yapın:

a) ABD, İran’a karşı Türkiye’yi bölgede başat ülke olarak tutmak istiyor.

b) ABD, Türkiye’den yalnız Kuzey Irak’taki oluşuma ses çıkarmamasını istiyor.

c) ABD, Türkiye’ye sadece Kuzey Irak’ın geleceğini koruması için sınırlı bir rol biçiyor.

d) ABD bir punduna getirip İran’la anlaşmayı umuyor, bu durumda Türkiye’ye hiçbir rol düşmüyor.

Ben sorduğum sorunun cevabını bilmiyorum. Bunu çok içten söylediğime inanın. Zira, yukarıda saydığım şıkların hepsini olası görüyorum. Neden?

* * *

ABD, Ortadoğu’da ne istediğini biliyor: Enerji kaynaklarının denetimini korumak, daha doğrusu denetimin, yükselen yıldız Uzakdoğu eksenine kaptırılmaması en büyük arzusu.

Ancak, ABD bunu nasıl temin edeceğini bilmiyor.

a) Irak’tan asker çeksin mi, çekmesin mi?

b) İran’la uzlaşsın mı, İran’a saldırsın mı?

i) İran’ı olası Rusya+Çin+Hindistan ittifakına kaptırmamanın en iyi yolu onu kazanmak mıdır?

ii) İran’a hiçbir şekilde güven olmaz, bir hava saldırısıyla İran’a belini kolay kolay doğrultamayacağı bir darbe vurmak en doğru seçenek midir?

* * *

ABD açısından yukarıda saydığım her türlü olasılık mümkündür. Hangi seçimin en doğru seçim olduğunu Cumhuriyetçiler kadar Demokratlar da bilmemektedirler.

Örneğin, Demokrat aday adayları arasında kasımda başkan seçilirse mazlum devletlerin temsilcisi olacağı umulan siyahi Barack Obama, İran’ın vurulması gerektiğini düşünmektedir!

* * *

Peki Türkiye ne durumda?

Türkiye, Ortadoğu’da aktif rol almaya soyunan değil, kendi derdine derman arayan bir ülke görünümünde.

Halihazırda hükümette muazzam bir zaferle tek başına iktidar olmuş bir parti var. Ancak, Türkiye’nin Ortadoğu’da istikrarın kalesi olması beklenirken Başbakan’ın çizdiği akıl almaz sert ve haşin zikzaklar sayesinde partisi kapatılma davasıyla karşı karşıya kalmış vaziyette.

Dava sonuçlanana kadar Türkiye; Anayasa’yı korumak ve kollamak göreviyle başa getirilmiş ama kendisi Anayasa’yı ihlalden yargılanan bir hükümetle yönetilmek durumunda! Herhalde, bu durum dünyadaki abuklukların en başta gelenlerinden birisidir.

Dava sonuçlandığında ise ortaya iki olasılık çıkacak:

a) AKP kapatılacak ve 300 küsur "bağımsız milletvekili" TBMM’nin en büyük grubu olacak. Liderleri yasaklı olduğu için bu 300 milletvekiline sonsuz sayıda don biçilecek. Türkiye bu olasılıklarla haşır neşir olacak.

b) AKP kapatılmayacak. Mağduriyeti oya çevirme konusunda çok büyük bir üstat olan Recep Tayyip Erdoğan yola bugünden çok daha mağrur, sert ve çok daha tavizsiz olarak devam edecek.

* * *

ABD yerine siz olsaydınız, Ortadoğu’da ne istediğinizi kendinizin de bilmediği bir dönemde böyle bir ülkeye ne rol verirdiniz?
Yazının Devamını Oku

ABD’den AKP’ye bir bakış

13 Nisan 2008
AKP’nin kapatılma davası; dünyanın enerji merkezi (% 65) Ortadoğu teker teker İslamcı anti-emperyalist radikal örgütlere kaptırılırken, Batı’da bazı mihrakların Müslüman dünya ile tek iletişim noktası olarak AKP’yi gördüklerini bir turnusol káğıdı gibi ortaya koydu. Türkiye ziyaretinde Avrupa Birliği (AB) Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso daha dengeli bir tutum izlese de; Batı gözüyle bakınca, Türkiye’de iki ana grup olduğu, bunlar arasında da laikçilere kıyasla al-a Turca İslamcıların Batı’nın çıkarları açısından ehven-i şer olduğu iyice su yüzüne çıktı.

Zira, Barroso’nun açıklamaları da laiklik ile demokrasi arasında koparılamayacak bir bağ olduğunu yeteri kadar vurgulamadı.

Halbuki, laiklik tek başına demokrasinin yetersiz ama vazgeçilemez şartıdır!

* * *

Elimde İslam dünyasında laikliğin geçerliliğini sorgulayan ABD mahreçli bir makale var:

Thomas F.Farr: "Diplomacy in an Age of Faith-İnanç Çağında Diplomasi", Foreign Affairs Dergisi, Mart-Nisan sayısı. S. 110-124.

Thomas F.Farr din ve dış ilişkiler üzerine uzmanlaşmış bir akademisyen.

Makalede bazı ilginç gözlemler var. Bugün bu gözlemleri sizlerle paylaşacağım.

* * *

Farr, dış ilişkilerin en başından beri dinin devlet karşısında ikincil derecede rol oynamasını emreden Westefalian inanca mağlup olduğunu, bunun içindir ki İslam’ın dünya siyasetinde oynadığı rolü çözemediğini iddia ediyor.

Dini tamamen devlet dışı gören laikliğin, Batı’nın İslamcı siyaseti kavramasına engel olduğunu açıkça yazıyor.

Ona göre laikler, dini (İslam’ı) özgürlüklerin önünde bir engel olarak görürken esasında dinsel düşünceler ve aktörler arzulanan özgürlüklerin payandası olabilecekleri gibi özgürlüklerin genişlemesini de sağlayabilirler!

Eğer Batı; Suudi Vehhabiler, Irak’taki direnişçi Şiiler, İran’daki mollalar, Hizbullah, HAMAS, Müslüman Kardeşler gibi örgütlerle demokratik haklar ve özgürlükler konusunda işbirliği yapabilirlerse hem bu gruplar görüşlerini demokrasi lehine yumuşatabilirler, hem de Ortadoğu’ya demokrasi gelmesi için yardımcı olabilirler.

* * *

Farr ne demek istediğini Türkiye ve Endonezya’daki gelişmelerin özetlediğini söylüyor. Bu iki ülkede de siyasi özgürlükler, bireysel haklar artarken her iki ülke de dini özgürlükler konusunda geri imişler.

Türkiye’de Kemalistlerin dayattığı laiklik çerçevesinde siyasi İslam’a karşı bir korku olduğu halde seçimleri İslamcı AKP kazanmış!

AKP de, dinci partilerin fanatizmine kaymadan, iyi yönetişim, iyi ekonomik politikalar uygulanabileceğini gösteriyormuş. AKP, liberal öğeler taşıyan İslamcı bir yönetim felsefesi geliştiriyormuş!

Buna göre de ABD, laiklik tarafından kör edilen bir diplomasi anlayışını terk etmeliymiş. Bu da diplomasinin laik anlayıştan kurtarılması ("desecularize") ile mümkünmüş.

* * *

Thomas F.Farr makalesinde Ortadoğu politikaları geliştirilirken laik ilkelerden vazgeçilirse İslamcı örgütlerin "demokrasi" şemsiyesi altında Batı ile uzlaşabileceğini iddia ediyor.

AKP’yi de, içinde liberal unsurların da olabileceği İslamcı yönetim (siyaset) felsefesini geliştirebilecek öncü bir parti olarak görüyor.

Yeter ki, Batı İslamcı siyasete laikliği dayatmasın!
Yazının Devamını Oku

Aydınlar algılama kavramının farkındalar mı?

10 Nisan 2008
DÜN yazdım:Milliyetçilik üzerine çalışmalar yapan ve milletlerin/halkların/insan gruplarının olgular karşısında tavırlarını inceleyen Walker Connor: "İnsanların davranışlarını gerçeğin ne olduğu değil, insanların olgular hakkındaki inançları tayin eder" diyormuş. Biz de olguları farklı algılayabileceğimizi, olgular hakkında farklı inançlar taşıyabileceğimizi katiyen göremiyoruz, görmek istemiyoruz.

Türban olgusuna laiklik hassasiyeti yüksek halk kesimin önemli bir bölümü sadece siyasal bir simge olarak bakıyor. İnancı gereği türban takanların olduğunu adeta görmek istemiyor. Siyasal simge olarak takanları hoş görmeyi ise hiç düşünemiyorlar. Öte yanda, türbanlılar veya dini hassasiyeti yüksek olanlar ise, türbanı kendileri sadece inançları gereği taksalar bile, türbanın karşı grupta tehdit algılaması yaratabileceğini hemen hiç hesaba katmıyorlar.

* * *

Milletimizin davranışlarını gerçekler değil de, onların olgular hakkındaki inançları tayin ediyor da aydınlarımız farklı mı?

Aydınlar halk arasında inançların/algılamaların farklı olabileceğini fark etmişler mi?

Haşa! Aydınlarımızın önemli bir bölümünün milletin diğer katmanlarından pek bir farkı yok. Ben bu yazıda sadece liberal-demokrat aydınları irdeleyeceğim.

Onları irdeleyeceğim zira kendimi onlara yakın hissetmek istiyorum. Ama maalesef, onlar da Walker Connor’un uyarısının farkında değiller. Onun gözlemini göz ardı etmekteler.

* * *

Liberal demokrat aydının ana görevi toplumun tüm katmanlarının bir arada yaşamasını temin edecek politikalar üretmektir.

Bir öneri getirdiklerinde bu önerinin herkesi tatmin etmese de, herkesi kucaklamaya çalışması gerektiğini en iyi onlar bilmek zorundadırlar.

Zira, liberal demokrasi bir "ideoloji" değil, herkese kucak açan bir toplumsal yaşam tarzıdır.

Liberal demokrat bir düzende bir dönem komünistler, bir dönem muhafazakárlar, bir dönem de sosyal demokratlar iktidar olabilirler. Hatta adı liberal-demokrat olan bir parti hiçbir zaman iktidar olamayabilir de!

Liberal demokrat aydın "demokrasinin bir arada yaşama sanatı" olduğunu hiç unutmaz. Hatta, "demokrasilerde demokrat olmayanlara bile yer olduğunu" aklından çıkarmaz.

Yukarıda belirttiğim gibi de toplumların davranışlarını gerçeklerin değil, algılamaların ve inançların belirlediğini ise zerre kadar aydın iseler bilmek zorundalar.

* * *

Liberaller son dönemde AKP’nin kapatılması kararına karşı çıkıyorlar. Doğru da yapıyorlar. Kapatma oyununu Ergenekon’a mal etmeye çalıştıklarında da haklılık payları var. Devletin içine yerleşmiş desise üreten çeteler olduğu muhakkak!

Ama AKP yalakası aydınlar bu ülkede 16 milyon AKP’ye oy veren olduğu gibi 7.5 milyon insanın da CHP’ye oy verdiğini, bu 7.5 milyonun hemen tamamının AKP’nin toplumu muhafazakárlaştırma projelerini bir dayatma olarak gördüklerini, haklı haksız, bu yolda da türban için tehdit algılaması içinde olduklarını görmezlikten geliyorlar ki, ben bu duyarsızlığa çok kızıyorum.

Hele hele bu 7.5 milyon içinde derin devletten, Ergenekon’dan, hukuksuzluktan en az liberaller kadar nefret eden çok büyük bir kesim olduğunu, bir o kadar büyük bir kesimin de AB üyeliğini en az liberaller kadar özlediklerini ise tamamen göz ardı ediyorlar.

* * *

Normal yurdum liberalleri normal yurdum insanından farklı olmak zorunda değiller mi?
Yazının Devamını Oku

Birbirimizi nasıl algılıyoruz?

9 Nisan 2008
BİR makalede* dikkatimi çeken bir cümle bana Türkiye’nin hal-i pür melalini çok iyi anlattı. Milliyetçilik üzerine çalışmalar yapan ve milletlerin/halkların/insan gruplarının olgular karşısında tavırlarını inceleyen Walker Connor: "İnsanların davranışlarını gerçeğin ne olduğu değil, insanların olgular hakkındaki inançları tayin eder" diyormuş. Sanırım, biz de olguları farklı algılayabileceğimizi, olgular hakkında farklı inançlar taşıyabileceğimizi katiyen göremiyoruz, görmek istemiyoruz.

* * *

Örnek olarak en hassas konumuz türbanı ele alalım.

Muhakkak ki türbanı siyasal simge olarak kullananlar var. Türbanı inancı gereği kullanan insanlar da var.

Ancak, türban olgusuna laiklik hassasiyeti yüksek kesimin önemli bir bölümü sadece siyasal bir simge olarak bakıyor. İnancı gereği takanların olduğunu adeta görmek istemiyor. Siyasal simge olarak takanları hoş görmeyi ise hiç istemiyor.

* * *

Öte yanda, türbanlılar veya dini hassasiyeti yüksek olanlar ise türbanı kendileri sadece inançları gereği taksalar dahi türbanın karşı grupta tehdit algılaması yaratabileceğini hemen hiç hesaba katmıyorlar.

Örneğin, "Türban siyasal simge değil" diyenlerin hiçbirisi karşı tarafa "Madem türbanı siyasal simge olarak görüyorsunuz, ben de başımı başka türlü bağlar ve sizlerin korkusunu böylece bertaraf ederim" diyemiyor.

Böyle davranmayı "karşı tarafa" verilmiş bir taviz olarak görüyor.

Öte taraftakiler de katiyen "Madem başınızı örtmekte ısrarlısınız, gelin meseleyi şöyle çözelim!" diye yol göstermiyor.

"Ben başımı örtmem ama örtene de karışmam, hatta üniversitede buna engel olunmasına karşı çıkarım" diyebilen laiklik hassasiyeti yüksek hanımefendimiz çok az.

* * *

Ben son günlerde iki görüşü aynı anda ifade ediyorum:

1) Şiddete başvurmadıkça, şiddeti övmedikçe veya şiddeti teşvik etmedikçe siyasi partiler kapatılmamalıdır.

2) AKP türbanı tehdit algılaması olarak kavrayanları yok sayamaz, onlarla alay edemez. Tam tersine hükümet Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarını bütünüyle kucaklamak zorunda olduğu için onların tehdit algılamalarını yok etmek hükümetin görevidir.

Bu iki olguyu hayata geçirmek için de:

1) AKP Anayasa’ya türbanın üniversitede kullanılması için güvence getirirken, aynı anda türbanın kamu görevlerinde ve reşitlik öncesi dönemde okullarda kullanılamayacağını da anayasal güvence altına almalıdır.

2) CHP ve MHP de parti kapatmayı yukarıda bahsettiğim prensibe bağlamak üzere Anayasa’da ve ilgili yasalarda gerekli değişiklikleri yapmak için omuz vermeli, bu değişiklik TBMM’de oy birliği ile sağlanmalıdır.

* * *

İki haftadır bu görüşlerimi alt alta yazdığım için hem AKP’lilerden, hem de CHP’lilerden bazen terbiye kurallarını da hiçe sayan eleştiriler alıyorum.

Ben de anlıyorum ki; her iki tarafın da karşı tarafın, kendilerine göre yanlış olsa da, algılamalarını, inançlarını anlamaya, kabul etmeye hiç niyetleri yok!



* Jerry Muller: "The Clash of Peoples" (Halkların Çatışması). Foreign Affairs Dergisi, s. 18-35, Mart-Nisan 2008 sayısı.

(Yarın aynı konuda aydınlara yöneleceğim.)
Yazının Devamını Oku

CHP’ye yepyeni bir aday: Umut Oran

8 Nisan 2008
UMUT Oran, CHP’nin nisan ayı sonunda yapılacak genel kurulunun sürpriz genel başkan adayı. Kendisiyle bu hafta sonu tanıştım. 45 yaşındaki bir insanın büyük bir medeni cesaretle CHP gibi Türkiye’nin en köklü partisine aday olması, benim için çok çekici bir konudur ve Oran’la bu hevesle görüştüm.

Çok genç bir nüfusa sahip Türkiye’de aynen iş hayatında olduğu gibi siyasette de genç insanların etkin rol alması gerektiğini düşündüğümü bu köşede defalarca beyan etmiş bir kişiyim. Hatırlayanlar bilirler, DP’nin genel kurulunda 1969 doğumlu Süleyman Soylu’nun genel başkanlığını da teşvik etmiştim, hali hazırda da genel başkan olarak performansını yakinen takip ediyorum.

Ben siyasette ihtiyarlar döneminin bitmesi gerektiğine iman etmiş bir kişiyim ve AKP’nin başarısının bir nedeninin de genç kadrolarının dinamik yapısı olduğuna inanıyorum.

* * *

Umut Oran, 1963’te doğmuş. Orta ve lise öğrenimini Saint-Benoit Lisesi, yüksek öğrenimini Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamlamış. İş hayatına Koç Holding’in tekstil şirketi Bozkurt Mensucat’ta başlamış ve 1992 yılında kendi şirketi Domino Tekstil Ürünleri Sanayi ve Dış Ticaret AŞ’yi kurmuş. Hazır giyim sektöründe ihracata yönelik faaliyet gösteren Domino Tekstil 1997 yılında Bolu’da kendi entegre dikim fabrikasını, 2004 yılında da Seben şubesini açmış. Oran, Şubat 2002’den 2005 yılı başına kadar TGSD’de (Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmış. Avrupa Hazır Giyim Sanayicileri Başkanlığı görevini de sürdüren Oran, 2002’de de Dünya Hazır Giyim Federasyonu’nun başkanı olmuş, bu görevini Aralık 2003’te sona erdirmiş.

Umut Oran yönetimindeki TGSD tarafından yürütülen "Anadolu’da Yatırımı ve İstihdamı Teşvik Projesi", Ekim 2002’de Dünya Gazetesi’nin "İhracat Temelli Bölgesel Kalkınma Projesi Ödülü"nü, Platin Ekonomi ve Aktüalite Dergisi’nin "Sosyal Sorumluluk Ödülü"nü, Junior Chamber Türkiye tarafından düzenlenen "Türkiye’nin En Başarılı Genci Yarışması 2003" yarışmasında, "İş Dünyası, Ekonomi ve Girişimcilik Ödülü"nü almış.

Halen TOBB Türkiye Konfeksiyon ve Hazır Giyim Sanayii ve ayrıca Bolu Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı.

* * *

Umut Oran genç yaşına rağmen bir sürü ödüllü başarıyı özgeçmişine sığdırmış. Çok dinamik bir yapısı olduğu her halinden belli oluyor. Siyasette doğrudan tecrübeye sahip değil ama çalıştığı çok sayıda sivil toplum kuruluşu (STK) sayesinde Anadolu’da muazzam bir ilişki ağına sahip. Zaten onu STK çalışmalarında tanıştığı Anadolu insanları siyasete teşvik etmişler.

Yaptığımız sohbette gördüm ki dünyayı yakinen takip ediyor, kurduğu beyin fırtınası gruplarıyla birlikte sosyal demokrasinin 21. yüzyıl koşullarına uyum göstermesi için kafa yoruyor. Sosyal demokratların Türk insanını bütünüyle kucaklaması ve dünyaya entegre etmesi için projeler üretiyor. Parti içi demokrasiyi ısrarla vurguluyor.

Benim açımdan en önemli vasıflarından birisi, ay sonundaki genel kurulda ne netice alırsa alsın, siyaseti bir maraton yarışı olarak görmesi ve stratejilerini buna göre ayarlaması.

Ben gözlerinde kolay kolay pes etmeyecek bir enerji hissettim.

* * *

Tabii ki CHP’nin genel başkanının kim olacağına 26-27 Nisan tarihlerinde CHP Genel Kurul delegeleri karar verecekler. Hem partilerinin, hem de ülkelerinin nereye gideceğini onlar tayin edecekler. Alacakları kararın sorumluluğunu da onlar taşıyacaklar.

Dilerim, CHP delegeleri Umut Oran’ın görüşlerini ve önerilerini dikkatle izlerler!
Yazının Devamını Oku

Aklıma takılan sorular

6 Nisan 2008
BUGÜN aldığım bazı notları ve notlarla ilgili bazı soruları sizlerle paylaşıyorum. * * *

AKP’nin kapatılması davasına tepki veren AB temsilcileri ve Türkiye ile ilgili raporlar yazan bazı Batılı kuruluşlar, AKP’nin kapatılmasına haklı ve demokrasi adına sert tepkiler verirken hemen hiçbiri AKP’nin Türkiye’yi muhafazakárlaştırma projesi ile ilgili tek bir kelime sarf etmiyor.

Batılı dostlar, "Demokrat Türkiye" muhafazakár bir dayatma ile karşı karşıya kalırsa nasıl tavır alacaklarına dair neden hiç ipucu vermiyorlar?

Aynı Batılı kaynaklar, Alevilerin gasp edilen hakları, 3 yıldır değişmeyen 301, bir türlü çözülemeyen Hrant Dink cinayeti, Malatya katliamı, Trabzon cinayetleri vb. konusunda son dönemde tamamen suspus olmuş durumdalar.

Aynı demokrasi áşığı Batılı dostlar, AKP iktidarda kalsın da olsun varsın Türkiye’de demokrasi eksik işlesin düşüncesindeler mi?

* * *

AB prosedür hatası yaptığı için Adalet Divanı, AB’nin PKK’yı "terör örgütleri" listesinden çıkarmasını istedi. AB yetkilileri ise "değişen bir şey yok!" dediler.

AB, çok önemli ve hassas bir konuda basit bir prosedür hatası yapacak kadar çapsız insanlar tarafından mı yönetiliyor, yoksa Türkiye’ye dolaylı yoldan "PKK ile masaya otur" mu deniyor?

* * *

Başbakan, İsveç’te "301 haftaya değişecek" deyiveriyor. Son 3 yıldır Başbakan ve ilgili bakanlar, 30 küsur kere aynı sözü söylediler. Daha gerçekçi bir bakan ise "301’in değişmesi için tabandan bir talep yok" demişti.

Acaba Başbakan’a İsveç’te, "Tamam biz sana sahip çıkıyoruz ama sen de biraz demokratlık yap" mı dendi?

AKP Genel Başkanvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, "Parti kapatmayı zorlaştıran Anayasa değişikliğini hiçbir zaman düşünmedik" mealli sözler etti.

Medya toptan mı yalancı, yoksa AKP’nin çark etmesi için bilmediğimiz gelişmeler mi var?

* * *

ABD’den 5 Kasım’da, Türk yetkililerine göre, karşılığında hiçbir şey vermeden PKK ile ilgili anında istihbarat yardımı aldık. Önce hava, sonra da kara harekátı yaptık. ABD kara harekátına çok kızdı. Biz de ABD’nin tepkilerinden bağımsız bir şekilde kara harekátına son verdiğimizi dünyaya, "yesen de yemesen de!" metoduyla ilan ettik.

ABD anında istihbarat vermeye devam ediyor mu, etmiyor mu?

ABD şimdi bizden Afganistan’a muharip asker göndermemizi istiyor, biz de "olmaz!" diyoruz.

ABD bu kararımızı egemen bir ülkenin bağımsız kararı olarak mı kabul ediyor, yoksa "istihbarat alırken iyiydi, ben de bunu bir kenara not ederim" diyerek mi karşılıyor.

Anında istihbaratın ardından bir tek Talabani’yi misafir ettik, Kuzey Irak’la ilgili tek bir adım atmadık.

ABD bu durumu TSK’ya mı, yoksa hükümete mi mal ediyor?

* * *

AKP kapanırsa ve Erdoğan yasaklanırsa AKP’liler yeni bir partiyle veya bağımsız olarak devam edecek, Erdoğan da bağımsız olarak yeniden seçilip, kurulacak yeni hükümetin yine başına geçecekmiş.

Bu masalı yazanlar yazdıkları masala sahiden inanıyorlar mı, yoksa kan kusup kızılcık şerbeti içtim deme psikolojisi içindeler mi?
Yazının Devamını Oku

Devlet adamı duruşuyla Köksal Toptan

3 Nisan 2008
BU köşede, aklımın erdiği kadarıyla, ortadan karpuz gibi bölünmüş ülkemizde iki tarafın da kaygılarını aynı anda giderecek çözümler arıyorum. Ancak, hem "türban" ile ilgili kaygıları, hem de "parti kapatma" ile ilgili korkuları birlikte çözebilecek ikili bir öneriyi Türkiye’nin en büyük partileri AKP ve CHP’ye aynı makale içinde yapınca (02.04.08) CHP’liler yazının adeta yarısını okumadan, parti kapatmayı zorlaştırmak amacıyla yardımcı olmasını teklif ettiğim için beni CHP’yi AKP’nin sultası yapmakla suçluyorlar, yazının diğer yarısını okumayan AKP’liler ise türbanın kamuda yasaklanmasını AKP’nin garanti altına almasını teklif ettiğim için, dinden çıkar gibi, beni demokratlıktan çıkma iddiasıyla yargılıyorlar.

Ben de anlıyorum ki bu ülkenin sadece siyasetçileri değil, zaten onların izdüşümü olan vatandaşların en azından bir kısmı da sadece kendilerine demokrat normal yurdum insanları! Necip Türk milletinin özgürlük anlayışı, tıpkı Başbakan’ınki gibi, sadece kendi hakları ile sınırlı.

* * *

Böyle bir kaos ortamında sahnede rol alan siyasi aktörlere bakınca; ne Abdullah Gül’de, ne Recep Tayyip Erdoğan’da, ne de muhalefet liderlerinde ülkenin yarınını gözeten devlet adamı tavrı ve adabı görüyorum.

Onlar, fırtına ortasındaki gemiyi değil, kendilerini kurtarmaya çalışan kaptanların telaşı içindeler.

Bir kişi hariç:

TBMM Başkanı Köksal Toptan!

* * *

Toptan’ın AKP için kapatılma iddianamesi ortaya çıktıktan sonra, 23 Nisan’da Meclis’e gelecek öğrencilere ne diyeceğini sorgulayan demecini yadırgamıştım ama Köksal Toptan sonradan verdiği demeçler, aldığı tavırlar ile mutedil, sadece akla başvuran, taraflara eşit mesafede duran devlet adamı görüntüsü veriyor.

Benim her geçen gün daha fazla güvenimi kazanıyor.

* * *

Bu köşede ısrarla yazıyorum. Türkiye’nin gerilmesinin iki temel nedeni var:

1) AKP’nin, daha doğrusu Başbakan’ın hesapsız kitapsız türbana Anayasal güvence verme girişimi.

2) Veri kanunlar ışığında hiçbir hukuki sorun taşımasa dahi, AKP’nin kapatılma davası.

* * *

Ülkede çok önemli bir kitle, türban tartışmalarının laikliği yok etme yolunda bir adım olduğunu düşünüyor ve AKP içinde bazılarının densiz çıkışları adeta ajan provokatör edasında bu korkuları körüklüyor.

Öte yanda, daha da büyük bir kitle, 85 yıldır dışlandıkları düşüncesi içinde, AKP’nin kapatılmasıyla iradelerine bir kez daha darbe vurulacağını, yine yok sayılacaklarını düşünüyorlar. İki tarafın algılamaları böyle!

Algılamalar saçma olsa bile algılamaların varlığını topyekûn kabul etmeyen ve onları çözemeyen topluluklar bir türlü iç barışı yakalamıyorlar.

Çözüm TBMM’de! Milletin korkularına topyekûn son verme görevi TBMM’nin!

TBMM’yi harekete geçirme işlevi ise Başkan’da!

TBMM Başkanı Köksal Toptan, aldığı siyasi terbiye gereği, engin tecrübesi ve herkesten kabul gören duruşu ile TBMM’nin milleti topyekûn kollama görevini yerine getirmesine önayak olabilecek tek kişi!

Ben Başkan’dan bir an evvel harekete geçmesini bekliyorum!
Yazının Devamını Oku

AKP ve CHP’ye bir öneri

2 Nisan 2008
DAHA önce de yazdım. Başbakan siyasi hayatında en büyük hatayı türban için sarf ettiği "Velev ki siyasal simge olsa..." sözlerinin ardından topa giren MHP’nin peşine düşüp türbanı diğer özgürlüklerden ayrı tutarak, türban için özel anayasa değişikliği yapmaya kalkarak yapmıştır. MHP AKP’yi bu konuda öyle bir kündeye getirmiştir ki, AKP’nin türban ile ilgili düzenlemeler için hiçbir hazırlığı olmadığı sonradan gün gibi aşikár hale gelmiştir.

Nitekim, kapatma davasını açan Başsavcı türban uğruna Anayasa’nın 10. ve 42. maddeleri değiştirilmeye kalkılmasaydı, belki de bu davayı açmayacağını söylüyor. (Nuray Başaran-Referans- 29.03.08)

Kapatma davasında en somut "fiil" Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinin değiştirilmesidir ve iptali ile ilgili davanın sonucu doğrudan doğruya kapatma davasının sonucunu da belirleyecektir.

"Türban" ve "parti kapatma" kelimeleri Türkiye’nin başındaki sarkacın iki keskin ucu ve ülkedeki siyasi kaosun merkezinde bu kelimeler yatıyor.

* * *

Dilerim, herkesin birbirinin kuyusunu kazmakla uğraştığı bir dönemde birileri de şu soruyu soruyordur: Ülkeyi bu kaostan kurtarmak için ne yapabiliriz?

Benim iki ayaklı bir önerim var:

1) AKP, türbana üniversitelerde özgürlük veren anayasa değişikliği yanında türbanın kamu sektöründe ve üniversite öncesi eğitimde kullanılmayacağına dair aynı güçte anayasa değişikliklerini gündeme getirsin. Ayrıca, YÖK EK-17. maddede giyim kuşam özgürlüğünün sınırlarını açıkça çizsin.

2) CHP de parti kapatma ile ilgili olarak Venedik Komisyonu kararlarını esas alan anayasal ve diğer gerekli değişikliklere cevaz versin:

"...Parti kapatma kriterleri Avrupa Konseyi’nin kısa adıyla ’Venedik Komisyonu’ denen ve Türkiye’nin de üyesi bulunduğu komisyonu tarafından saptanmış durumdadır. 1990 yılında kurulan komisyonun 2000 yılında aldığı karara göre, bir parti ancak şiddet çağrısında bulunuyorsa -veya şiddetle bağlantılıysa- kapatılabiliyor. Barışçıl ve demokratik yollardan anayasayı değiştirme girişimlerinin ise bir partiyi kapatma gerekçesi olamayacağı vurgulanıyor." (Semih İdiz, Milliyet, 31.03.08)

Böylece AKP kendisini bir tehdit algılaması içinde görenleri şaşırtacak, hakkında açılmış davaları kendi lehine etkileyecek ve üstelik türban konusunda bugüne dek attığı adımlardan taviz vermemiş olacaktır.

Öte yanda CHP laiklik hassasiyeti yüksek tabanı için çok önemli bir kazanım elde edecek, ayrıca demokratlığı konusunda şüphe taşıyanları mahcup edecektir.

Her şeyin üzerinde de rahatlayan ülke kazanacaktır!

* * *

Denebilir ki; AKP tek başına da parti kapatma sürecini zorlaştırıp, meseleyi referandum yolu ile millete taşıyabilir.

Şahsi görüşüme göre buna hiçbir kanuni engel yoktur. Anayasa’nın bahsi geçen 138. maddesi TBMM’de görülmekte olan bir dava ile ilgili yargı yetkisini etkileyecek görüşme yapılamayacağını söylüyor. Görülmekte olan davalar ile ilgili kanun değişikliğine değinmiyor. Zaten, pratikte değinemez de! Yoksa örneğin, TCK 301’in TBMM’de değişmesi için halihazırda sürmekte olan 700 küsur kanun ile ilgili davanın sona ermesi, bu arada da yeni bir dava açılmaması gerekir.

Ancak, bir partinin kendisini yargılamaktan kurtarmak için Anayasa’yı değiştirmeye kalkması ülkeyi ayağa kaldırır. Zira ancak meşrutiyet rejimlerinde ülkeyi yöneten otokrat şahsi dileği ile kanun değiştirebilir.

Dilerim, iki partide de sağduyu sahipleri benzer somut önerileri dikkate alırlar!
Yazının Devamını Oku