18 Mart 2008
BEN parti kapatmaların hiçbir işe yaramadığını kendi tecrübesiyle öğrenmiş bir ülkede yaşadığımızı zannediyordum, maalesef yanılmışım. Bu köşede özellikle Başbakan’ın ayrımcı ve kaba üslubunu defalarca eleştirdim. Başbakan’ın Milli Görüş tabanına verdiği mesajlardan açıkça rahatsızım. Sosyal alanda bir muhafazakárlaştırma projesi olduğundan eminim. Siyasetin türban tartışması ile zıvanadan çıktığı görüşündeyim.
Ama, çözümün siyasetin doğal süreci içinde yaratılması gerektiğine inanırım.
* * *
Önce bazı gözlemlerimi aktaracağım:
Hakkında dava açılan yönetimler, dava sonuçlanıncaya kadar pasif göreve alınırlar. Hükümet ile ilgili olarak, dava sırasında yönetmeyi durdurma kararı alınacak mı?
Bir yandan Anayasa’yı ihlal iddiasıyla yargılanırken öte yandan Anayasal çerçevede hükümet nasıl ülke yönetecek?
Aynı şekilde, Cumhurbaşkanı Anayasa’yı ihlal iddiasıyla yargılanırken nasıl Anayasa’nın hamisi olacak?
Dava sürerken AKP 340 milletvekili ile parti kapatmayı imkánsız hale getiren hukuksal değişimler yapar, Anayasa Mahkemesi’nin yapısıyla oynarsa ne olur?
CHP’nin açtığı türbanla ilgili son Anayasa değişikliklerinin iptali davası CHP lehine sonuçlanırsa, kapatma davası da AKP aleyhine sonuçlanmak zorunda değil mi?
"Türban" kelimesi, kapatma davasında kilit kelime ve onun uğruna yapılan Anayasal değişiklikler kapatma davasında da turnusol káğıdı olacak. Erdoğan siyasi hayatında en büyük hatanın türbanı diğer özgürlüklerden ayırt etmek olduğunu görebilecek mi?
Türban konusunda topa MHP’nin gireceğini hesap etmiş miydi?
MHP topa girerken açtığı yolun buralara uzanacağını hesap etmiş miydi?
Hükümeti yargılanan bir ülkede siz yabancı olsanız paranızı tutar mısınız?
Değil % 47 oy almış, % 90 oy almış bir parti, ülkede nüfus içinde oranı sadece % 1 olan bir azınlığın haklarını gasp ederse o parti hakkında ne yapmak gerekir?
Başbakan sert üslubu ile davayı nereye götürmek istiyor? Erbakan’dan fikir alacak mı?
* * *
AKP hükümeti "biz" ve "ötekiler", "Müslüman olanlar" ve "Müslüman olmayanlar", "% 47 dışında kalan azınlıklar", "yargı ile denetlenmeyen demokrasi" gibi abuk kavramlar yaratırken zemberekten boşanmışçasına hareket ediyordu.
Tek amacı yerel seçimler öncesi tabana hayatiyet veren Milli Görüş’ün önünü açmaktı!
Şimdi gemi karaya oturdu! Ama benim gemiyi kurtarmak için bir önerim var.
* * *
Ben, Recep Tayyip Erdoğan’a Anayasa Mahkemesi’nin türban davası sonuçlanmadan taktik değiştirmesini, "ötekiler"in "tehdit algılamalarını" hiç olmazsa bir nebze olsun bertaraf etmek için kamu görevlilerinin ve reşit olmayan ilköğretim öğrencilerinin türban takamayacağına dair Anayasa’ya açık hükümler koymak için harekete geçmesini, Anayasa ile temin edildiği söylenen "türban serbestiyeti"ne YÖK EK-17. Madde ile kısıtlamalar getirmesini tavsiye ederim.
Herkesi şaşırtsın ve herkesi kucaklasın!
AKP’ye kızan insanların vicdanlarına soru işaretleri koysun.
Tekrar ediyorum, Anayasa Mahkemesi’nin "Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan değişikliğin iptal davası" sonuçlanmadan girişimde bulunsun.
Teklifim samimidir! Teklifimi sadece tehdit algılaması içinde olanlar için değil, Erdoğan ve AKP’yi de düşündüğüm için yapıyorum.
Yazının Devamını Oku 16 Mart 2008
ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney geniş bir Ortadoğu gezisi çerçevesinde Türkiye’ye de gelecek. Başkan Yardımcısı çok fazla gezen bir insan değil. Bu açıdan bu gezi sırasında ilginç gelişmeler olmasını beklemek yanlış olmaz. Tekrar tekrar söylüyorum. Uluslararası ilişkilerde kimse kimseye güzel gözleri için kıyak çekmez. Uluslararası ilişkiler "al gülüm ver gülüm" ilişkisidir. Kimse bir şey almadan bir şey vermez.
* * *
Türkiye, PKK terörü karşısında ABD’den PKK’nın yalnızlaştırılması doğrultusunda siyasi yardım, istihbarat konusunda da lojistik yardım aldı. Sanırım, pazarlıkta sınır ötesi hava harekátı vardı ama kara harekátı yoktu. Bunun içindir ki kara harekátı beklenmedik bir şekilde durduruldu, kamuoyu kara harekátının durdurulmasını büyük çapta ABD’nin baskısına bağladı.
Ardından Talabani’yi misafir ettik. Başbakan, ABD gazetesine "Güneydoğu paketi"ni açıkladı. Başbakan Yardımcısı "paket falan yok" derken meğerse paketin var olduğunu yabancı basından öğrendik. Ancak, hálá paket çerçevesinde "PKK’lılara af" olup olmadığını, Barzani’nin muhatap alınıp alınmayacağını bilmiyoruz.
Muhalefet "paketi", istihbarat karşılığı ABD’ye verilen taviz olarak yorumladı.
Benim muhalefetin "paket" ile "istihbarat" arasında irtibat kurmasına itirazım yok ama bence kurulan irtibatın analiz yönü eksik.
ABD, kendi çıkarı olmadan neden PKK veya Barzani adına bizimle pazarlık etsin? Bir "barış paketi" varsa ve ABD bunu empoze ediyorsa, paketin yaratacağı gelişmelerin ABD’nin çıkarına olması lazım. ABD, Kürtlerin güzel gözleri için neden kılını kıpırdatsın?
* * *
ABD bir gün Irak’tan çıkacağı hesabıyla hareket planları yapmak zorundadır. Bilinen, ABD’nin 2008’de asker çekmeye başlayacağı, bilinmeyen ise kasım ayındaki seçimlerden sonra yeni başkanın ne yapacağıdır. Ancak, her halükárda çekilme kaçınılmaz bir süreçtir. ABD bölgeden çekilmeden evvel ya Kuzey Irak’ı Türkiye’ye emanet edecek, ya da çekildikten sonra Irak’taki Sünni ve Şii güçler Kuzey Irak’taki Kürtlerin tepesine binecektir. Musul ve Kerkük petrolünün üretim ve dağıtımının Türkiye’nin himayesi altında bir Kuzey Irak’a bırakılması, ABD’nin aradığı çözüm olabilir.
Öte yanda, İran’ın bölgede bölgesel emperyal güç olma yolunda büyük çaba sarf ettiği bilinmektedir. İran’ın elindeki nükleer gücün ya berhava edilmesi, ya da İran’ın sıkı bir şekilde zaptedilmesi (contain) gerekmektedir. Öte yanda günün birinde İran’ın Çin-Rusya ittifakını terk edip, bölgede ABD’nin "temsilciliğine" soyunması, yumurtaya can veren Allah’ın olası hikmetleri arasındadır.
İlk iki ihtimal çerçevesinde, hem İran’ı zaptetmek, hem de gerekirse vurmak için Cheney’in Türkiye’den füze rampaları isteme ihtimali son günlerde medyada sık sık dedikodu seviyesinde de olsa gündeme gelmektedir. Ben işin aslını bilmiyorum ama böyle bir talep bana çok ters gelmiyor.
* * *
Türkiye’nin, ABD’nin Türkiye’deki Kürtler-PKK-Kuzey Irak bağlantısında taleplerini ne kadar yerine getirebileceği kısa bir süre içinde belli olacak.
Öte yanda, İran’ı açıkça karşısına alacak veya ipleri kaçırıp İran’ın Ortadoğu’nun efendisi olmasına razı olacak Türkiye’nin iki ucu pislik bir değneği tutmak zorunda kalacağını söylemek de abesle iştigal olmaz.
Bayram değil, seyran değil, Cheney bizi neden öpecek?
* * *
Not: Uzun süre gündemi işgal edecek olan Yargıtay’ın AKP’yi kapatma davası üzerine gelecek hafta detaylı bir şekilde yazacağım. Ancak, baştan söyleyeyim, benim parti kapatma davalarına sempatiyle bakmam mümkün değildir.
Yazının Devamını Oku 13 Mart 2008
22 Temmuz’dan büyük zaferle çıkan AKP’nin sağladığı büyük çoğunluk ile Türkiye’nin oldukça istikrarlı bir dönem yaşayacağını zannedenler acaba aşağıda sıraladığım konularda neler düşünüyorlar? * Bu ülkenin tümünü yöneten bir başbakanı var mı? Söylediklerini neden söylüyor? Halk deyimiyle, "ağzından çıkanı kulağı duymayan" bir başbakanımız mı var? Yoksa, Başbakan vatandaşları ayırt ederek bir yerlere zarf mı atıyor?
* Dünya ekonomisinin her geçen gün krize doğru gittiğine dair görüşler çeşitli uzmanlarca iddia ediliyor. Türkiye’ye gelmekte olduğu söylenen krizle ilgili ne gibi tedbirler alınıyor? Kaçınız ekonomiden sorumlu bakanlar olan Nazım Ekren’in ve Mehmet Şimşek’in adlarını biliyorsunuz? Kriz yönetiminin temel öğesi "güvendir"! Bu iki ismin ekonomi yönetimine ne kadar güveniliyor?
* Merkez Bankası’nın itibarını bizzat Başbakan ayaklar altına almadı mı? Başbakan tarafından evkaf memuru statüsüne indirgenen, ayrıca enflasyon tahmininde %100 yanılan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın uluslararası mali çevrelerde itibarı ne seviyededir?
* * *
* Ali Babacan ve Vecdi Gönül ne iş yaparlar, biliyor musunuz? Bir ülke başka bir ülkeye kara harekátı yaparken, aileden aldıkları terbiye gereği olsa gerek, büyükleri yanında ağızlarını açmayan bu kişilerin nerede olduklarını bilen var mı?
* Dünyada kaç adet Genelkurmay Başkanlığı ülkenin muhalefetine muhtıra vermiş, hızını alamamış bir de hakaret etmiştir? Yaşar Büyükanıt kadar çok konuşan Genelkurmay Başkanı kaç ülkede vardır?
* "Şeriatçı" Hilmi Özkök döneminde AKP’nin oyları %28-30 civarındaydı. "Atatürkçü" Yaşar Büyükanıt döneminde AKP’nin oyları %47’ye çıktı. Bu yaman çelişkiyi nasıl izah edersiniz?
* TRT Türkiye’nin en büyük ve bütçesi en parlak televizyon kanalı. TRT’de en son ne zaman bir program izlediniz? Genel Müdür’ün adı İbrahim Şahin! Bu isim sizde ne gibi çağrışımlar yapıyor? Hangi televizyon atılımını hatırlıyorsunuz?
* * *
* Bir ülkenin Milli Eğitim Bakanı millete yanlış bilgi verebilir mi? Bakan, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müfredatını AİHS’ye aykırı bulan AİHM kararından sonra müfredat değişikliği yapıldığını söylüyor. AİHM Başkanı ise bahsi geçen değişikliği de göz önüne alarak karar verdiklerini söylüyor. Hangisi doğruyu söylüyor?
* Milli Eğitim Bakanı AİHM kararını uygulamamaktan da bahis açıyor. AİHM kararlarını uygulamamak Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına neden olabilir. Cumhurbaşkanı’nın 2008 yılını AB yılı ilan ettiği bir dönemde Bakan’ın aksi yönde rüzgárlara yelken açması başka bir yaman çelişki değil mi?
* * *
* Danıştay, YÖK Başkan Yusuf Ziya Özcan’ın şahsi tasarrufu ile yayınladığı türban genelgesini iptal etti. Şimdi soru şu: Türbanla üniversiteye girmek serbest mi, değil mi? Bu sorunun cevabını bilen bir Allah’ın kulu var mı? Hükümetin "sıkıysa istediğimizi yapmasın" diye zılgıt attığı YÖK Başkanı kendisinden isteneni yapamadığına göre, zırhlı arabası geri alınacak mı, alınmayacak mı? Lojmanı verilecek mi, yoksa verilmeyecek mi?
* Diyanet İşleri Başkanı AİHM’nin hukuki kararı hakkında fetva veriyor, Kuran’da baş örtme emrinin olup olmadığına dair diyanet sorusuna ise cevap vermiyor. Ne iş?
* Son dönemlerde hükümete sonsuz destek veren ve kendilerine liberal-demokrat diyen bazı yazarlar teker teker destekten çark ediyorlar. Bu durumu neye yormalı? Kariyerlerini korumak adına tarihe not mu düşüyorlar, yoksa görevleri gereği analiz mi yapıyorlar?
Yazının Devamını Oku 12 Mart 2008
DEVLET büyüklerine bir hal oldu. Başta Başbakan olmak üzere Genelkurmay, YÖK, Diyanet İşleri Başkanları insanları tatmin etmeyen konuşmalar yapıyorlar, insanlar tatmin olmayınca da bazıları kızıp daha fazla konuşuyorlar. Sanki ülkede abesle iştigal yarışı var. Bugün de Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik’in verdiği bazı bilgilerin tutarsızlığını yazacağım.
AİHM ilköğretimde zorunlu okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin müfredatını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bulunca ve ardından Danıştay dersi zorunlu ders olarak iptal edince Milli Eğitim Bakanı:
1) Kararın eski müfredata göre verildiğini ancak sonradan yeni bir müfredat hazırlandığını,
2) Din dersinin zorunlu ders olmasını Anayasa’nın emrettiğini,
3) AİHM kararına uymayacaklarını söyledi.
Ben de şaşırdım kaldım!
* * *
Kanımca Milli Eğitim Bakanı da tıpkı Diyanet İşleri Başkanı gibi tribünlere oynuyor, yerel seçimlere giden süreçte "dinimize sahip çıkıyor!"
Bu arada olan hukuka oluyor, hukuk devletine oluyor ama ne gam!
* * *
1) Sabetay Varol AİHM Başkanı Jean-Paul Costa ile yaptığı röportajda (Milliyet, 10.03.08) AKP hükümetinin AİHM kararı karşısında din dersleri müfredatının değiştiği savunması yapabilmesinin imkansız olduğunu söylüyor. Zira, Bakan’ın bahsettiği değişiklikler mahkemenin kararından önce AİHM’ye gönderilmiş. Mahkeme, yaptığı incelemede değişikliklerin yetersiz olduğuna kanaat getirmiş.
Bu röportaja göre Milli Eğitim Bakanı kamuya yanlış bilgi veriyor!
* * *
2) Bu dersin okutulmasının Anayasa emri olduğu doğrudur. Zira Anayasa’nın 24. maddesi "din kültürü ve ahlak eğitimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır" diyor. Ancak, kimse dersin okutulmasına karşı çıkmıyor. Dersin müfredatı bir dine, hatta bir mezhebe odaklandığı için müfredat AİHS’ye aykırı bulunuyor. Şimdi Bakan’ın görevi bu dersin müfredatını tüm din ve inançlara eşit mesafede duracak şekilde yeniden hazırlatmaktır.
* * *
3) Bakan’ın AİHM kararına uyulmayacağını söylemesi ise hukuka indirilen büyük bir darbedir ve hükümetin "2008 yılı AB yılı olacak" sözlerini yalanlamaktadır.
Şöyle ki, AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmayacağı Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından izlenecek, makul bir süre içinde müfredatta AİHS çerçevesinde düzeltme yapılmazsa Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği dondurulabilecektir. Konsey üyeliğinin dondurulmasına neden olan bir hükümetin AB üyeliği konusunda samimiyeti ise haklı olarak sorgulanacaktır.
Milli Eğitim Bakanı’nın sözlerini "2008 yerel seçim yılı. Biz bu seçimde Milli Görüş’e bel bağladık. Bu yıl ne AİHM’yi, ne Avrupa Konseyi’ni, ne de AB’yi iplememiz mümkün değildir, müfredat değişikliğini seçim sonrası düşünürüz" diye okumak hiç de yanlış olmaz.
* * *
Sanırım, yerel seçimlerden evvel (Mart 2009) ne 301’e dokunulacak, ne Alevilere veya Kürtlere yeni haklar verilecek, ne de Anayasa değişecek!
Yerel seçimlerde AKP belediye meclislerinde %52-55 oy alırsa zaten Anayasa’ya da fazla ihtiyaç kalmayacak!
* * *
AİHM üyeleri 5 vakit namaz kılıyorlar mı ki, din dersine karışabilsinler!
Yazının Devamını Oku 11 Mart 2008
DİYANET İşleri Başkanı, AİHM’nin "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersinin eldeki müfredatla zorunlu okutulmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulması üzerine "bize sormadılar!" diye eleştirdi. Prof. Dr. Niyazi Öktem de başkanın bilgisinin eksik olduğunu, AİHM’nin Diyanet’e sormak mecburiyeti olmadığını, kaldı ki 1998’de uzmanların inanç özgürlüğü üzerine AİHM için 3 ciltlik bir çalışma yaptığını belirtti.
Üzerine vazife olmayan işlerde görüş belirten Diyanet İşleri’nin, tam tersine, görüş belirtmek zorunda olduğu ülkemizde giderek büyüyen bir tartışma var.
Kadınların başlarını örtmeleri Kuran’ın mı emridir, yoksa bir örf müdür?
* * *
Baş örtmenin bir emir olarak Kuran’da olmadığı iddiasını medyada ilk kez Özdemir İnce attı, Ruhat Mengi konunun takipçisi oldu ve bu dönemde hem Zekeriya Beyaz, hem de Şahin Filiz, ilahiyatçı olarak yayınladıkları kitaplarla konuya bilimsel tespitler getirdiler.
Tartışma çok önemli ve başta dediğim gibi kafa karışıklığını artırarak giderek büyüyor.
Bu kargaşaya son verme görevi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın! Gelin görün ki bu konuda Başkan Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ne diyor:
"Diyanet İşleri Başkanlığı bu polemiğe girmek istemiyor. Ayrıca bir tahrifat olduğuna da inanılmıyor. Diyanet, ’İnsanların Kuran’dan ne anladığı kendilerine aittir’ görüşünde." (Fatih Çekirge-Hürriyet-10.03.08)
* * *
Bu cevabı okuyunca inanın çok şaşırdım. Diyanet İşleri, AİHM’nin işine karışacak, hukuksal bir konuda fetva verecek ama din konusunda susacak, aydınlatma yapmayacak! "Tahrifat yapılmıyor" diye yuvarlak bir söz söyleyecek. Üstüne üstlük, "İnsanların Kuran’dan ne anladığı kendilerine aittir" denecek. O halde siz ne iş yaparsınız Diyanet İşleri Başkanlığı?
* * *
Ben konuyla ilgili Doç. Dr. Şahin Filiz’in kitabını okudum. ("Başörtüsü Söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslam Felsefesi Açısından Eleştirisi"-Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları-Şubat 2008)
Şahin Filiz kitabının son sayfasında tartışmasına, herhalde yayınevinin talebi çerçevesinde, BOP’u da katıp, işi ABD ve AB’ye bağlayınca insanı çok şaşırtıyor ve bir bilim adamına yakışmayan basit bir mantık yürütüyor, ama çalışma genelde oldukça derin ve geniş kapsamlı.
Şahin Hoca, benim daha evvel okuduklarım dışında:
1) 24. Nur Suresi’nde başın örtülmesinden bahsedilmediğini, bahsedilseydi Kuran’ın genel ruhu çerçevesinde açıkça "baş" ve "saç" kelimelerinin geçeceğini iddia ediyor. Hoca da Arapça "humur" kelimesinin başörtüsü değil, örtü anlamına geldiğini söylüyor. Başörtüsü emrini vurgulamak için bazı İslam alimlerinin "ziynet" ve "avret" kelimelerini zorla "baş"a uygulayarak tahrifat yaptıklarını da iddia ediyor.
2) 33. Ahzap Suresi’nde ise dış kıyafetlerini (cilbaplarını) giyme mecburiyetinin Müslüman kadınları sokakta üstü başı açık gezen cariyelerden ayırt etmek için getirildiği görüşünde.
3) Yine Şahin Filiz’e göre en büyük günahlar arasında başı açık gezmek zinhar yok. Kelam kitaplarının birinde yer alan 12 en büyük günah arasında olmadığı gibi, bir başka yerde (ez-Zehebi’nin eseri) 76 adet sayılan en büyük günahlar arasında yine başı açık gezmek yok.
Şahin Filiz’e göre başı örtmek sadece bir örf!
* * *
Ben Şahin Filiz’in iddialarının doğru olup olmadığını değerlendiremem ama ülkede büyüyen bir dalga çerçevesinde işin doğrusunun ne olduğunu ben de çok merak ediyorum
Bu konuyu Diyanet’e sormayacağım da kime soracağım?
Yazının Devamını Oku 9 Mart 2008
DANIŞTAY, ilköğretimde okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu kılınmasını hukuka uygun bulmadı. Şimdi ya ders kaldırılacak, ya da müfredat (zaten yapıldığı, söylendiği gibi) yeniden tanzim edilecek. Dairenin gerekçesinde, "Devletin, eğitim ve öğretimle ilgili olarak üzerine düşen görevleri yerine getirirken, müfredatta yer alan bilgilerin nesnel ve çoğulcu bir şekilde aktarılmasına dikkat etmesi ve ebeveynlerin dini ve felsefi kanaatlerine saygı göstermesi gerekmektedir" görüşüne yer verildi.
Hafta içinde Milliyet Gazetesi’ne verdiği röportajda eski Talim Terbiye Kurulu (TTK) Başkanı Prof. Dr. İrfan Erdoğan, TTK’ya hakim zihin yapısını bir örnekle anlatıyordu:
"Mesela Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersiyle ilgili programın kurulda görüşülmesi sırasında Kuran kursunu andıran şöyle bir teklifle karşılaştım: Gruplara ayrılmış bir şekilde düzenlenen sınıfta zorunlu olarak Kuran-ı Kerim’in bulunması, adalet, hoşgörü gibi kavramların kutsal kitap üzerinden münazara edilmesi..."
* * *
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi sadece bir dinin (İslam) değil, tüm dinlerin/inançların tarihi gelişmelerini, felsefi ve sosyal boyutlarını, kültürel önemlerini öğreten bir derstir.
Türkiye’de de esas sorun bu dersin müfredatı değil, dersi verecek formasyona sahip yeterli sayıda din dersi öğretmeninin bulunmamasıdır. Türkiye’de din bilgisi denince akla sadece İslam dinindeki ibadet uygulamaları (amel) gelir. Zira, Türkiye’de yetiştirilen din dersi öğretmenleri felsefe, sosyoloji, kültür, bilim metodolojisi bilmezler. Onlara dinin ruhu değil, ibadetin şekli öğretilir. Onlar da, esasında dinin ruhunu anlama konusunda cahil insanlar olarak, her dinden öğrenciye ancak bildikleri ibadet uygulamalarını öğretirler.
Türkiye’de dinin felsefeden koparılmasının baş sorumlusu da Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Türkiye’deki din adamı ve din öğretmenlerinin kalitesinden, öncelikle bu kurum sorumludur.
* * *
Ama, maalesef Danıştay’ın aldığı kararın baş sorumlusu Diyanet İşleri Başkanı topu taca atıyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Din Kültürü dersiyle ilgili son kararın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) aldığı kararın adeta Türkiye’ye uyarlaması gibi durduğunu savunuyor. Bardakoğlu, "AİHM’nin yanlışlığı odur ve yargının neyin din olduğu, neyin din olmadığı hakkında karar vermesinin hangi verilere dayandığı, hangi üniversite görüşüne, hangi rapora dayandığı konusunda ciddi kuşkularım var. Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan, 23 ilahiyat fakültesinden görüş alındığını zannetmiyorum" diyor.
Özetle başkan, "AİHM ulemaya, yani bana sormalıydı" diyor!
Ancak, belli ki AİHM’nin nasıl çalıştığı konusunda oldukça bilgisiz.
Zira, Bilgi Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Niyazi Öktem diyor ki, "AİHM’nin Diyanet’ten görüş alma zorunluluğu yok. AİHM, AB’nin inanç özgürlüğünün boyutları hakkında hazırladığı çalışmaları referans alır. AB üyesi ve AB’ye girmek için aday olan ülkelerden uzmanların olduğu benim de içinde yer aldığım bir komite, 1998 yılında üç ciltlik bir çalışma hazırlamıştır. Yani AİHM, inanç özgürlüğü konusunda bilgisiz değil. Başbakan’ın tabiriyle ulemaya sorulmuştur. Din dersleri öyle mecburi olmaz." (Sabah-07.03.08)
* * *
Birileri Ali Bardakoğlu’na hukuk nedir, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki Türkiye’nin imzası ne anlama gelir, AİHM nasıl çalışır, kararlarına uymamanın müeyyidesi nedir, bunları öğretsin.
Ali Bardakoğlu da neden çağdaş kafaya sahip din adamları ve öğretmenleri yetiştiremediğini dert edinsin!
Yazının Devamını Oku 6 Mart 2008
BU satırların yazarı futbol sporu ile ilgili olarak ihtisas gerektiren herhangi bir birikime sahip değildir. Onun için hemen hemen futbol ile ilgili hiç yazı yazmaz. Bu satırların yazarı koyu bir Fenerlidir. Fenerbahçe’ye gönül vermiş milyonlar gibi o da Sarı Kanarya’nın her galibiyetine sevinir, her mağlubiyetine üzülür. Ama sevincini veya üzüntüsünü köşesinde yazmaz.
Ama, bugün yazıyor, zira sevinçten uçuyor!
* * *
Tarihin sayfalarına en büyük zaferlerden birisi olarak geçecek olan salı akşamki maç, Ahmet Çakar’a sanal ortamda haklı olarak bikini giydirmenin (hiç yakışmamış!) çok ötesinde Sarı Kanarya’nın Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez ilk 8 takım arasına girmesini sağladı.
Evvelki akşam Fenerbahçe, Avrupa’nın en büyük takımlarından birisi olduğunu resmi kayda aldırmıştır ve bu durumdan bir Fenerli olarak büyük gurur duymamak mümkün değildir.
Kurada son iki yılın UEFA Şampiyonu Sevilla’ya düşünce Fener’in bu turu geçemeyeceğini Ahmet Çakar kadar iddialı söylemesem de, ne yalan söyleyeyim, ben de düşünmüştüm.
İnsan yanılmayı pek sevmez. Yanıldığıma bu kadar çok sevindiğimi son yıllarda pek hatırlamıyorum.
* * *
İstanbul’daki ilk maçı sahada izlemiştim. Gerçekten Sevilla çok hızlı futbol oynuyor. İlk 20 dakika futbolcularımızı bilmem ama beni epey bunaltmıştı. Ancak, dişe diş geçen maçta Fener’in hiç yılmaması, 20. dakikadan sonra sahada hákimiyeti ele geçirmesi ve sonuçta maçı 3-2 kazanması, beni büyük bir sevince boğmuştu.
Ama yine de tur için fazla umutlu değildim. Sınırlı teknik bilgimle Sevilla’da yenilip eleneceğimizi düşünmüştüm.
* * *
Salı akşamı Sevilla’da oynanan maçı evde futbol konusunda gerçekten delikanlı olan oğlum ve onun eş derecede delikanlı arkadaşları ile seyrettim. Gençlerin heyecanı kısa sürede bana da bulaştı ki, evin içinde bangır bangır bağıran bir adam haline geldim.
Yine ilk 20 dakikadan çok korkuyordum. Nitekim korktuğum başımıza geldi ve 2 gol yedik. Ancak, yine 20. dakikadan itibaren ortaya dev bir Fenerbahçe çıktı ve dişe diş mücadeleyi 120. dakikanın sonunda penaltı golleri ile kazandı.
Beni, yediği 2 şok gole rağmen devleşen Sarı Kanarya’nın mücadeleyi hiç bırakmaması, oynadığı futbolun kalitesinden daha çok sevindirdi.
Türküm, ben de normal yurdum insanıyım. Haliyle kendimi hep Avrupa karşısında ezik hissederim. Bu duygumun beyhude olduğunu da bana Sarı Kanarya öğretiyor, Cimbom öğretti. Artık bizim de Batı takımlarıyla dişe diş mücadele eden futbol takımlarımız var.
Bu sene Fenerbahçe şahane!
* * *
Bana salı akşamı yaşadığım sevinç ve gururu yaşatan canım Fenerbahçe’nin yönetici, teknik adam ve tabii ki muzaffer futbolcularına binlerce teşekkür ederim.
Not: Dünkü yazımda kullandığım "Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Irak’ta ’bir daha dönmemek üzere bölgeyi PKK’dan temizlemek, ardından Iraklılara bırakmak istedikleri’ni söylediklerini açıkladı" cümlesi üzerine Prof. Davutoğu telefonla aradı ve çeşitli basın organlarında yer alan "bir daha dönmemek üzere bölgeyi PKK’dan temizlemek..." sözlerini söylemediğini ifade etti. Herhangi bir çekilme takvimi vermediğini ısrarla belirtti.
Yazının Devamını Oku 5 Mart 2008
MENKIBEYE göre Cenab-ı Allah, Hz. İbrahim’in Allah’ın ölüleri canlandırabildiği hakkında şüpheleri olduğunu bildiği için: "Yoksa bana inanmıyor musun?" diye sormuş. Hz. İbrahim de Allah’a (mealen):
"Önce aklıma hitap et ki, sonra gönlüme yerleşesin" diye cevap vermiş.
Peygamberlerin bile aklının almadığını gönlü zor kabul ediyor!
* * *
Hangi devlet büyüğü ne derse desin, şu soruları aklımdan silemiyorum:
Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Irak’ta görüştükleri Iraklı ve Amerikalı yetkililere, "bir daha dönmemek üzere bölgeyi PKK’dan temizlemek, ardından Iraklılara bırakmak istedikleri"ni söylediklerini açıklamadı mı? Iraklı ve Amerikalı yetkililer bu açıklamayı T.C.’nin resmi görüşü olarak algılamadılar mı? Aynı Davutoğlu, Hamas liderini Ankara’ya getirttiğinde de Amerikalılar gıcık olmamışlar mıydı?
ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in Ankara’da "1-2 hafta içinde Kuzey Irak’tan çıkın!" dediği gün (28 Şubat) "Zaten çekilme başlamıştı!" deniyor. Ancak, Gates konu ile ilgili ilk demecini bir gün evvel (27 Şubat) Hindistan’da vermemiş miydi?
Madem 28 Şubat günü çekilme başlamıştı, neden birileri müttefikimizin kulağına "Üstat! çekilme çoktan başladı!" demedi de Gates aynı gün lafını 4 kez tekrarladı? Neden, üstüne üstlük, ayrılırken ABD’li gazetecilere "4 defa söyledim, anlamışlardır!" dedi? Koskoca ABD’nin bakanı "şov" mu yapıyor? Yapıyorsa, bu durum neden açıkça dile getirilmiyor, neden anında ağzının payı verilmedi? Gates’in açıklamaları yetmedi, neden Başkan Bush da aynı konuya parmak basmak ihtiyacı duydu? O da mı Iraklılara "şov" yaptı, yaptı ise neden açıklaması anında Türk makamlarınca düzeltilmedi? (Sakın bana "Çekilme ABD’den de gizli yapıldı" demeyin, bölgenin tüm istihbaratını ABD’den almıyor muyuz?
* * *
Başbakan çekilmeyi önceden biliyormuş. Zaten Ulusa Sesleniş konuşmasını da çekilme başlamadan önce, Gates’in Hindistan’da konuştuğu gün olan Çarşamba günü hazırlamış (27 Şubat). İyi de Başbakan Ulusa Sesleniş konuşmasını çekilmenin başladığı saat 04.00’ten 9 saat 14 dakika sonra saat 13.14’te ilgili televizyonlara yolladı (29 Şubat). İçinde harekátın devam ettiğini söylediği 1. kasedi aynı gün saat 15.06’da geri çekti. Pragmatik zekásına hayran olduğum Başbakan kendi ayağına kurşun sıkar mı? Nasıl oluyor da yaptığı hatayı harekát başladıktan 11 saat 20 dakika sonra fark ediyor?
Irak Dışişleri Bakanı harekátın bitirildiğini açıkladığı 29 Şubat sabah saatlerinin ardından neden TSK sadece açıklama yapılacağına dair açıklama yapıyor? Neden kapsamlı açıklama öğle saatlerine dek bekleniyor? Madem çekilme bir gün önce (28 Şubat) başlamıştı, açıklamayı hazırlamak neden 1 günden fazla vakit aldı? KYP’nin Ankara temsilcisi çekilmenin "o gece" başlayacağını 28 Şubat günü Gates Ankara’dan ayrılır ayrılmaz Talabani’ye bildirdiğini 29 Şubat günü açıkladı. Temsilci yalan mı söylüyor, yalan söylüyorsa "persona non-grata" (istenmeyen adam) ilan edilmesi gerekmez mi?
* * *
Bazı yazarlar da savaş istemedikleri için çekilmeden pek memnun olmuşlar. Madem savaşa karşılar, neden harekát başladığında Bülent Ersoy’un onda biri olamadılar da, sesleri çekilme başladıktan sonra yükseldi?
Kimsenin ama kimsenin Mehmetçiğin ve harekáta yön veren komutanların büyük başarısını ve fedakárlıklarını sorguladığı yok. Allah onlardan binlerce kez razı olsun! Ama neden devlet büyükleri çekilmeyi sorgulayanları kahraman askerlerin arkasına sığınarak cevaplıyorlar, bunu anlamak mümkün değil.
28 Şubat’ı 29 Şubat’a bağlayan gece kim kime ne dedi, kim kime ne yaptı?
Çok merak ediyorum!
Yazının Devamını Oku