Cüneyt Ülsever

Kafam çok karışık!

8 Temmuz 2008
KAFAM gerçekten çok karışık. Zira, ortam çok karışık. Medya da habire "bilgi kirlenmesi" yapıyor. Benim zavallı kafam da gittikçe beter karışıyor. İki emekli orgeneralin tutuklanması, Türkiye’de bir ilk ve çok önemli. Hele hele Metris anıları dinleyerek gençliğini yaşamış bir kişi olmam nedeniyle generallerin Metris’e kapatılmaları benim neslim açısından oldukça sembolik.

Darbeli ülkemde 57 yıllık hayatım içinde 3.5 "ihtilal" ve bir sürü "ihtilal girişimi" yaşandı.

Adı geçen iki generalin gerek görevleri başında, gerekse sonradan tekin durmadıklarını da düşünüyorum. Onları tutuklatan savcıların ellerinde çok ciddi deliller olmadan asla böyle bir girişimde bulunmayacaklarına da inanmak istiyorum.

Ama kafam her geçen gün beter karışıyor.

* * *

Mustafa Balbay’ın verdiği ifadede muhatap olduğu soruları okuyunca güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim.

Sanki darbe sorgulanmıyor da, anneler çocukların oynadıkları darbecilik oyununu sorguluyorlar.

Can Dündar da yazdı. Celal Kazdağlı ile birlikte Ergenekon’un içyüzünü ortaya çıkarmak için kitap yazan bir araştırmacının savcılıkta 6 ay evvel 2.5 saat verdiği ifadede de aynı mantıkla üretilen sorulara muhatap olduğunu okuyunca kafam altüst oldu.

* * *

Ergenekon Davası’nda en önemli süreç 2 emekli orgeneralin tutuklanmasıdır.

Ancak, bu 2 "paşa" görevleri sırasında darbe yapmaya kalktılarsa davanın Askeri Savcılık’ta görülmesi gerekmez mi? Madem onlara Hilmi Özkök engel oldu, neden onun ifadesine başvurulmaz? Tekrar soruyorum, darbelerin günlüğünü yazan Özden Örnek nerelerde?

Yok, esas mesele Sarıkız veya Ayışığı kod adlı darbe girişimleri değil de ortaya yeni çıkan ve emeklilik dönemi için planlanan Eldiven kod adlı darbe girişimi ise, 40 ilde kaos çıkaracak kadro nereye kaçtı? Darbe yapacak kadrolar bu kadar ödlek mi ki Tuncay Özkan’ın mitingine sadece 250 kişi katıldı?

ADD veya ATO darbe yapamayacağına göre, darbecilerin TSK içinde uzantıları kimler?

Yoksa, paşalar "paşa çayı" içerlerken káğıtlara bir şeyler çızıktırıyorlar da görevdeki komutanlar onları savcılığa şikáyet edecek kadar bile mi kaale almıyorlar?

Görevdeki generaller darbe yapacaklarını bizimle birlikte gazetelerden öğrenmiş olabilirler mi?

Darbe hevesi platonik bir aşk gibi maşukun haberi dahi olmadığı bir karasevda mı?

* * *

3 Temmuz’da şöyle yazmıştım:

"...’Ergenekon iddianamesi’nin de hafta sonuna hazır olacağı haberi çıktı. Salı günkü (son) gözaltılar ile ilgili daha sonra ek iddianame yazılacakmış. Tarihte ilk defa orgeneralleri gözaltına alıyorsunuz; değil Türkiye, dünya hop kalkıp hop oturuyor, ama o isimler esas iddianamede yer almayacaklarmış!"

Cuma günü bu sefer öğrendik ki 13 aydır bekleyen iddianame paşaları da kapsayacak şekilde hazırlanacakmış!

İddianamenin hafta sonuna hazır olacağını ilan eden, paşaları tutuklatan, son anda da iddianameyi bilmem kaçıncı kez erteleyen makam, aynı savcılık değil mi?

* * *

Benim en samimi dileğim, iddianamenin bir an önce ortaya çıkması, tüm vicdanları tatmin edecek delillerle dolu olması ve ülkemizde darbeler döneminin sonsuza dek bitmesidir!
Yazının Devamını Oku

Fırat’ın travmaları dinmiyor

6 Temmuz 2008
3 Temmuz günü telefonla Dengir Mir Mehmet Fırat aradı. Aynı günkü yazımda kendisinden "Tıngır-Mıngır Fırat" diye bahsetmeme çok içerlemişti. Kendisine hakaret ettiğimi iddia ediyordu. Ben bu deyimi ilk kez 25.06.08 günkü yazımda şu sözlerle kullanmıştım: "...Halkın Tıngır-Mıngır Fırat olarak isimlendirdiği Dengir Mir Mehmet Fırat..." 8 gün önce kendisine "Tıngır-Mıngır Fırat" dememe içerlememişti ama bu kez çok kızgındı. Ben kendisine hakaret etmek gibi bir amacım olmadığını, Trakya’da ismini hem uzun, hem de söylenmesini zor bulan bazı köylülerin bu lakabı kendisine taktıklarını izah etmeye çalıştım. Ama kızgınlığına engel olamadım.

* * *

Bu kez de demokrasilerde halkın önüne çıkan siyasilere çeşitli isimler takıldığını, ABD başkanlarına dönemlerinin son aylarında "topal ördek" dendiğini, bir tanesine "aynı anda hem yürüyüp, hem de sakız çiğneyemez" diye takıldıklarını, Türkiye’de değil siyasilere cumhurbaşkanlarına bile "Çankaya’nın şişmanı", "Çoban Sülü" diye lakaplar takıldığını, kendi Genel Başkanı’nın mahkemeye verdiği türde alaycı karikatürleri Turgut Özal’ın evinin duvarlarına astığını anlatmaya çalıştım ama dinlemedi.

Sonunda beni mahkemeye vereceğini bildirdi. Ben de bundan mutluluk duyacağımı söyledim. Nihayet tatsız tuzsuz telefon görüşmesi bitti.

* * *

Şahsiyetine bu kadar düşkün Fırat’ın başkaları hakkındaki saygı seviyesine telefon görüşmesinden sonra göz attım:

Baykal’a) "...Size tek sözümüz şudur: Hadi başka kapıya." (03.07.08-hem de beni aradığı gün söyledi.)

(Rektörlere) "...Aymazlık ve ceberut anlayışın sonucudur." (28.02.08)

(Haluk Koç’a) "Yanlış bir seksüel tercih içindeymiş gibi konuşması halk tarafından yanlış anlaşılıyor." (21.08.06)

(Türban karşıtı olanlara) "...Başkalarının hayatını zehretmelerinin ötesinde bir doktora başvurarak (...) ben inanıyorum ki bir psikiyatr kendilerine çok daha makul bir şekilde anlatır." (6 Mart 2008)

(CHP’lilere) "Daha evvel (...) ’beyin fıtığı’ olarak nitelendirmiştim (...) bu sözümü geri alıyorum. Çünkü beyin fıtığı olabilmek için önce beynin olması gerekir." (14.02.08)

(Yine CHP’lilere) "Asgari ahlak kurallarını hiçe sayarak, ağız ishali olmuş bazı siyasiler bu temel kavramları saptırarak..." (14.11.05)

* * *

Fırat; genel başkanlara kapıyı gösterme, insanlara "aymaz", "ceberut", (cinsel tercihleri farklı olanları aşağılayarak) "eşcinsel", "deli", "beyinsiz", "ağız ishali" deme hakkına sahip olacak ama ona bir lakap takılamayacak.

İşte size bir adet dokunul(a)maz akıl haritası!

* * *

Ayrıca Anadolu’da yalpalayan insanlara "tıngır-mıngır yürüme" denir.

Dengir Mir Mehmet Fırat’ın şu iki sözünü alt alta yazalım:

(AKP hakkında kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’ya): "AKP’ye açılan kapatma davasıyla bu ülkeye böylesine zarar veren kişilerin, bir şekilde yalnız halkın vicdanında değil, hukukun karşısında da hesap vermesi lazım ki bir daha tekrar etmesin." (03.05. 08)

(Ergenekon soruşturması açan savcılara): "Yargının tarafsızlığına, bağımsızlığına saygı gösterilmesi lazım." (01.07.08)

Bir dediği diğer dediğini tutmayan insana "Tıngır-Mıngır Fırat" demenin ne zararı var?

Bugünlerde herkesin bir davası var. Benimki de "Tıngır-Mıngır Davası" olacak!
Yazının Devamını Oku

Aklıma takılanlar

3 Temmuz 2008
GÖZALTINA alınan iki emekli orgeneralin gerek görev başında iken, gerek emekliye ayrıldıktan sonra AKP’yi al aşağı etmek için her türlü yolu denediklerine, hak-hukuk tanımadıklarına, ortamı müsait bulsalardı darbeye bile yelteneceklerine dair bir önyargı benim de ruhuma çoktan yerleşmiş vaziyette. Eğer, iddianame benim yargılarımı somut delillerle bezeyebilirse, Türkiye’de demokrasi büyük bir adım atacak. Ancak, yine de bu gözaltılarda siyaset kokusu almayı burnuma men edemiyorum. Bazı soruları aklımdan silemiyorum.

* * *

1) Hükümet yanlısı hemen tüm gazeteler gözaltına alınan önemli isimlerin, Nokta Dergisi’nin kapatılmasına sebep olan ve Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen "Darbe Günlükleri"nde de yer aldığını yazıyorlar.

"Google davası"ndan sonra bir de "Günlük davası"na mı sahip olacağız?

İnsan sormadan edemiyor: Neden Özden Örnek de gözaltına alınmadı? Sonra mı alınacak? Öyle ise neden onun gözaltısı ileri bir tarihe atıldı?

2) Günlüklerde isimler, "Beni telefonla aradı", "Görüşmeye geldi" vb. şeklinde geçiyor. Kazara Örnek’in yakın arkadaşı olsaydım ve ben de onu sık sık telefonla arayan kişi olarak günlüklerde "Cüneyt de her gün arayıp ’Darbe ne zaman olacak?’ diye takılarak can sıkmaya başladı" cümleleri ile yer alsaydım, ben de şimdi gözaltında mı idim?

3) Emre Aköz (Sabah-02.07.08) "Medya ayağı henüz eksik" diyerek ağır bir ithamda bulunuyor. Bir şeyin "eksik" olduğunu "bütünü" görmeden/bilmeden söyleyemeyiz. Emre Aköz henüz yazılmamış bir iddianamenin bütününü gördü de mi böyle yazıyor, yoksa "At çamuru en azından izi kalır" mantığı ile eksantrik olmaya mı çalışıyor?

* * *

4) ATO’da 10 Mayıs’ta bulunduğu ve polise teslim edildiği iddia edilen suikast silahı "Glock" hakkında polis bir açıklama yapacak mı?

5) İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın gözaltılardan haberi var mıydı, yok muydu? Yoktu ise, bu normal mi?

6) Kapatma davasında başsavcının sözlü iddianame yapacağı güne tesadüf eden salı günü, 13 aydır yazılamayan "Ergenekon iddianamesi"nin de hafta sonuna hazır olacağı haberi çıktı. Salı günkü gözaltılar ile ilgili daha sonra ek iddianame yazılacakmış. Tarihte ilk defa orgeneralleri gözaltına alıyorsunuz; değil Türkiye, dünya hop kalkıp hop oturuyor, ama o isimler esas iddianamede yer almayacaklarmış! Birileri "İddianame bu hafta hazır" derken bizimle mi kafa buluyor, yoksa soruşturmayı yürüten savcıları mı küçük duruma düşürmeye çalışıyor?

* * *

7) Tıngır-Mıngır Fırat gözaltıların ardından "Yargının bağımsızlığına dokunmayalım" demiş. Geçen haftalarda da yargıya veryansın ediyordu. Fırat bu hafta hidayete mi erdi, yoksa yeni bir travma mı geçiriyor? Geçen hafta üzgündü de öyle mi konuşuyordu, bu hafta sevindi de böyle mi konuşuyor?

8) Altan Öymen bir TV konuşmasında hayatında hiç görmediği insanlarla birlikte zamanında çete kurmakla suçlandığını anlattı. Mustafa Balbay darbe yapmaya kalksa, cinayet ve yaralama suçlarından sabıkalı Osman Gürbüz ile mi yapar?

9) Gözaltına alınanlar arasında sadece Tercüman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi’ye kelepçe takılmış. Onun suçu mu başka, yoksa gözaltına alan polis mi farklı bir polis?

10) Balbay ifade vermeyi reddederken diyor ki: "Tarafıma suçlama ile ilgili olarak somut suçlamanın ve buna ilişkin bilgi ve belgelerin ne olduğu konusunda hiçbir bilgi verilmemiştir." Suçlama henüz hazırlanmadı mı? Belgeler henüz toplanmadı mı?
Yazının Devamını Oku

Manzara-i umumiye

2 Temmuz 2008
BİR taraf diğer tarafı darbecilikle suçluyor.Diğer taraf bu tarafı ülkeyi İslamlaştırmakla suçluyor. Ülke açısından da kaos burada başlıyor.

Zira, maalesef iki taraf da büyük çapta haklı!

Üstelik, iki tarafın ortak bir noktası da var.

Birbirinden ölesiye nefret eden iki taraf bir noktada hemfikirler:

İki taraf da hukuktan nefret ediyor.

İki taraf da belden aşağı vurmaktan hiç çekinmiyor.

* * *

Ergenekoncuları yargılayanlar adı "darbe" kelimesi ile özdeşleşmiş bazı emekli komutanları gözaltına alırken heyecan yaratıyorlar, bu ülkede "darbeler döneminin" bitmesi için dua edenleri umutlandırıyorlar.

Ancak, aynı zinde güçlerin bir yıldır ortaya hiçbir iddianame koyamaması umutları yontuyor. "Darbecileri" yine bir "darbe" ile sabah yataklarından gözaltına almaları esas amacın üzüm yemek olmadığı, amacın rövanş olduğu, ortalıkta büyük pazarlıklar döndüğü iddialarını güçlendiriyor.

Hele hele Ergenekonculardan intikam almak isteyenlerin cemaatler tarafından yönlendirildiğine dair faraziyeler mide bulandırıyor.

Üstelik, bu cemaatlerin her türlü ortamda herkesi dinleme imkanı bulması, dinlemeleri kendilerine yakın gördükleri medyaya servis etmeleri bu ülkenin giderek bir "korku imparatorluğu"na dönüştüğünü gösteriyor.

* * *

Peki diğerleri ne yapıyor?

Onlar da AKP’yi sandık başında yenemeyeceklerini bildikleri için "AKP gitsin de sonra ne olursa olsun" psikozu içinde hareket ediyorlar.

Tek bir hedefleri var: AKP’yi devirmek! Sille tokat yere sermek!

Aynı hırsla Erbakan’ı devirmeye kalktıklarını, bu amaçlarının sadece ve sadece bugün devirmeye çalıştıkları Erdoğan’a yaradığını çoktan unutmuşlar.

Onlar da adaletin işlemesi için her türlü iddiayı sonuca ancak somut tespitler, somut ispatlar gibi hukuksal kavramların taşıdığını hiçe sayıyorlar.

AKP’lilerin gök kubbede söyledikleri her türlü sözü iddianamelerine esas alıyorlar.

* * *

Bir taraf ülkeyi: a) içe kapamaya, b) AB hedefinden uzaklaştırmaya, c) demokrasiden koparmaya, d) milletten kurtarmaya, e) özgürlüklerden esirgemeye çalışıyor.

Diğer taraf da a) ülkeyi muhafazakarlaştırmaya, b) demokrasiyi yalnız kendine yontmaya, c) sadece kendinden olanlara kadro vermeye, d) din ve vicdan özgürlüğünden Alevileri muaf tutmaya, e) tabanı Milli Görüş’e teslim ederek seçim kazanmaya, f) sureti haktan AB’den yana görünmeye, g) devlet bankası parası ile medya satın almaya, h) her türlü imkanda malı götürmeye çalışıyor.

* * *

Beni en çok bizi sadece ikisinden birisini seçme mecburiyeti varmış, başka çare yokmuş gibi davranmaya zorlayanlar kızdırıyor.

Kapatma davasında, Anayasa değişliğinin mahkemede oylanması sırasında yargıya ana avrat girişenlerin, dün Ergenekon davasında şok gözaltılar olunca "yargı bağımsızdır!" demeleri bana yüzsüzlüğün hangi seviyelere ulaşabileceğini gösteriyor.

Öte yanda diğerlerinin artık sosyalist enternasyonele bile gidecek yüzünün kalmaması yine bana sadece yüzsüzler arasında seçim yapma mecburiyeti varmış gibi bir duygu veriyor ki, işte bu duygudan nefret ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Adaletin bu mu dünya?

1 Temmuz 2008
DOSTUM Hakan Körpi’den bir mektup aldım. Körpi abuklukların at gezdirdiği İstanbul’da çok iddialı tabelalar yakalamış.<br><br>Önce mektubunu kısaltarak takdim edeceğim. "Sayın Ülsever,

Hayretler içinde izlediğim bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Aslında paylaşmak kelimesi de yanlış, anlamadığım bir konuda size danışmak istedim desem daha doğru olacak.

Geçtiğimiz senelerde Bakırköy’de 1960-70’li yılların SSCB’sini andıran korkunç ve çirkin bir mimariyle bir Adalet Sarayı yapılmıştı. Sarayın mimari yapısı devasa bir kibrit kutusunu andırıyor! Yapıldığı dönemde tabelasında tam olarak hatırlayamayacağım bir slogan kullanılmıştı. Slogan galiba mealen ’Avrupa’nın, Asya’nın En Büyük Adalet Sarayı’ idi!

Sanırım şu anda Türkiye’nin en büyük adalet sarayı Bakırköy Adalet Sarayı!

* * *

Bu yıl da Şişli’de E-5 yolunun Çağlayan girişinde büyük bir tabela ortaya çıktı. Onun üzerindeki ibarede de ’Avrupa’nın En Büyük Adalet Sarayı Burada Yükseliyor’ yazıyor.

Ayrıca, Kartal’da ve yine E-5 yolu üzerinde yeni bir adalet sarayı inşaatı daha başladı. Onun da tabelasında "Dünyanın En Büyük Adalet Sarayı Kartal’da Yükseliyor" yazıyor.

Kartal’daki tabelaya göre dünyanın en büyük adalet sarayı, 1.3 milyar nüfuslu Çin’de değil, 1 milyar nüfuslu Hindistan’da değil, 300 milyon nüfuslu ABD’de de değil.

407 bin nüfuslu Kartal’da!

Yine tabelalara göre Avrupa’nın en büyük adalet sarayı da bizde. Almanya, Fransa, İtalya vs.’de yok, bizde var. Hem de üç tane var.

Neden devletin hastanesi veya okulunda bu yarış yok da adalette var?

Lütfen beni aydınlatır mısınız?"

Körpi ayrıca Bakırköy’deki binanın ve iki tabelanın fotoğraflarını da göndermiş.

Genç dostum Hakan Körpi’nin sorusuna ilk tepkim şu:

Burası Türkiye!

Bakırköy
atak yapmış, Avrupa’nın en büyük adalet sarayını inşa ettirmiş. Şişli eksik kalmamış, Bakırköy’ün rekorunu kırmaya yelteniyor. Kartal ise Avrupa’ya bile sığamamış, o dünyanın en büyük sarayını yaptırıyor.

* * *

Esasında ben de bu yarışın tam ve tek nedenini bulamadım. Onun için okurlara aklıma gelen bazı olası nedenler nakledeceğim:

1) Avrupa’da, hayır yetmez dünyada adalete en fazla önem veren ülke Türkiye!

2) Dünyada birbiriyle ve devletle en fazla davalı olan insanlar Türkiye’de yaşıyor. Dünyada, ayrıca Avrupa’da en fazla dava Türkiye’de açıldığı için bize en büyük adalet sarayları gerekli.

3) Dünyanın en uyanık müteahhitleri Adalet Bakanlığı ile iş yapan müteahhitler.

4) Dünyanın en hırslı, en çalışkan "Teknik İşler Dairesi Başkanlığı" Adalet Bakanlığı’nda.

Bakanlığın web sayfasında, başkanlığın görevleri arasında şu ibare var:

"Adalet hizmet binalarımızda çağın gelişmelerine uygun, kaliteli ve iyi işleyen, yargı bakımından gerekli olan fiziki mekánların oluşturulmasını sağlamak."

Demek ki bu hedefe ulaşabilmek için Avrupa’da ve dünyada fiziken en büyük binaları yapmak gerekiyor!

* * *

Siz hangi şıkkı seçerdiniz?

Ben tek başıma işin içinden çıkamadım.
Yazının Devamını Oku

Maviye ve yeşile sahip çıkalım

29 Haziran 2008
DENİZTEMİZ Derneği/TURMEPA (www.turmepa.org.tr) ile yıllar sonra rastladığım ilkokul arkadaşım Levent Ballar sayesinde tanıştım. Genel Sekreter Levent Ballar ve yardımcısı Dr. Julide Ergin ile dernekle ilgili sohbetlerimiz oldu. TURMEPA, denizcilik ve iş dünyasının denize gönül vermiş önde gelen isimleri tarafından 8 Nisan 1994 yılında kurulmuş. Kurulduğunda 29 üyesi olan dernek bugün 320 asli, 300 tüzel üye sayısına ulaşmış bir sivil toplum kuruluşu.

Adalar dahil, Hopa’dan İskenderun’a kadar uzanan 8333 km’lik kıyılar için, 80 bölge koordinatörüyle, denizleri yaşatma çabalarını sürdürüyorlar.

Temmuz başında da áşığı olduğum Saros Denizi’ne el atacaklar.

TURMEPA bana denizler ve çevre hakkında çok şeyler öğretti. Örneğin, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz oksijenin % 70’ini denizlerin sağladığını, kanser ilaçlarının % 65’inin deniz canlılarından ve bitkilerinden yapıldığını onlardan öğrendim.

Siz de onlara erdemli gayretlerinde yardımcı olabilirsiniz.

* * *

Dünya ısınıyor, iklim değişiyor. Bilim insanları her geçen gün, "iklim kıyametine" daha da yaklaştığımızı söylüyor. Bir zamanlar çevre sorunu olarak görülen küresel ısınma ve iklim değişikliği bugün yaşamımızı tehdit eden en büyük tehlikelerden birisi. Üstelik tamamen kendi elimizle, tabiatı hiçe sayarak, yarattığımız bir tehlike! Hayatımızın temel ihtiyaçlarının varlığını bizzat kendimizin tehdit ettiği bir dönemdeyiz.

* * *

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin sonuçları artık bir gerçek ve ne yazık ki geriye dönüşü de yok. İnsanın tabiatı kötü kullanmasının sonuçlarını ancak tabiatla yeniden barışarak bir müddet daha erteleyebiliriz.

"Geleceğimiz eriyor" ama tamamen çaresiz de değiliz. Harekete geçmeli ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. İşte bu nedenle belki de tarihinde ilk kez çevre alanında çalışan iki sivil toplum kuruluşu; denizlerimizin koruyucusu DenizTemiz Derneği/TURMEPA ile topraklarımızın koruyucusu TEMA Vakfı birlikte harekete geçtiler ve "Küresel Isınma ve İklim Değişikliğine Karşı El Ele Projesi"ni başlattılar.

* * *

"Küresel Isınma ve İklim Değişikliğine Karşı El Ele Projesi"
ile ülkemizin mavisini ve yeşilini kucaklayan bir eğitim seferberliği başlatılıyor. Seferberliğin amacı, TURMEPA’nın denizde, TEMA’nın karada vereceği eğitimlerle küresel ısınma ve iklim değişikliğine karşı bilinçli bir kamuoyu oluşturmak. Yurt çapında 81 il ve çevre ilçelerde özel eğitim araçları ve ekipleriyle gerçekleştirilecek bu eğitimlerde 3 yılda 810.000 kişi doğanın korunmasıyla küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunları karşısında nelerin önlenebileceği konusunda eğitilecekler.

Bu eğitimler için TURMEPA güneş enerjisi ve yelkenli ile çalışan bir tekne, TEMA da biyodizelle çalışan bir TIR kullanacak.

* * *

Kampanyanın en önemli ayağını halktan toplanacak destek oluşturuyor. Çünkü kampanyaya ne kadar çok kişi destek olursa, küresel ısınma ve çevre için toplumun duyarlılığı o kadar ön plana çıkacak. Böylece toplum; yöneticilere, yerel yönetimlere, işadamlarına mesaj verme şansını yakalayacak. Bu nedenle çevresini, daha doğrusu çocuklarının geleceğini düşünen herkesin kampanyaya katılımı çok önemli.

"Küresel Isınma ve İklim Değişikliğine Karşı TEMA ve TURMEPA El Ele Projesi"ne bağış yapmak için Avea, Turkcell veya Vodafone hatlarından 4014’e SMS atabilir veya Vakıflar Bankası, İş Bankası, Yapı Kredi Bankası, Ziraat Bankası’nın Levent şubelerindeki özel hesaplara bağış yapabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Lahika ile travma arasına sıkışmış Türkiye (II)

26 Haziran 2008
DÜN aynen şöyle yazdım:"Sanki sadece 2 seçeneği olan bir ülkede yaşatmak istiyorlar bizi. Ya cumhuriyete sahip çıkmak için askere selam duracaksın.

Ya da haksızlıklara karşı çıkmak için ülkenin muhafazakárlaştırma projesini savunacaksın."

Biri tarihten rövanş almak hırsıyla yanıp tutuşacak, diğeri çelme atmak için başkaları üzerinden plan yapacak.

Bu oyunun adına da demokrasi denecek!

* * *

Bu kavga bitmedi, bitmeyecek. Zira yaşanan kavga ne türban, ne demokrasi, ne özgürlükler kavgasıdır, yaşanan kavga paylaşım kavgasıdır.

Ulaşabildiğim her yerde söylüyor ve yazıyorum. Ülkeler uzun süre paylaşım kavgası verirler. Bu kavga sürdüğü sürece o ülkede demokrasi yerleşmez.

Ne zaman ki paylaşımda bir mutabakat doğar, kavga o zaman biter.

Bugün imrendiğimiz Batı da aynı kavganın içinden gelmektedir.

Demokrasi, Batı’ya da uzun süre uğramamıştır.

Ne zaman ki Sezar’ın hakkı Sezar’a, kilisenin hakkı kiliseye teslim edilmiştir, Batı’da demokrasi ondan sonra yeşermiştir.

Fırat’ın haşin sözleri, esasında cumhuriyetin bazı insanları dışladığı ön kabulüne dayanmaktadır. Eminim, onun zihin dünyası bu dışlanmışlıktan Kürtlerin de payını aldığı varsayımını taşımaktadır.

O perspektiften bakınca sözleri; abartmaya, hatta tahrifata tabi olsa da, bir haklılık taşımaktadır. Ancak, onun rolü siyasettir. Siyasetçi uzlaşmacı bir rol yüklenmediği zaman karşı tarafı da kavgaya davet etmiş olur.

Keşke Fırat ve gönüldaşları, Turgut Özal’dan bir nebze ders almış olsalardı. O da "dışlanmışları" içlemeye, onları da "otobüse" almaya çalıştı. Ama o otobüsten birilerini indirmeden diğerlerini bindirmeye çalışıyordu.

Fırat ve dostları, otobüsten birilerini indirip diğerlerini bindirmeye çalışıyor.

* * *

Hál böyle olunca otobüstekiler adına hareket edenler de kavgada "dışlanmışlar" gibi haşin ve kural tanımaz olmayı örf haline getiriyorlar.

"Madem bizimkileri indirmeye çalışıyorsun, ben de seni otobüse hiç bindirmem!" diyorlar.

Ortada hak yok, hukuk yok, sadece taraflar var ve taraftarlar açısından kendi tarafı ne yaparsa yapsın bir sakıncası yok!

* * *

Biz paylaşma kavgasını "dindarlık", "laiklik" kavgası gibi algılıyoruz.

Zira, kendi tarihimiz içinde bu kavga "İslamcılık", "laikçilik" ideolojileri üzerine oturmuş.

Bir taraf İslamcılık gelişirse paylaşım kavgasını kazanacağını sanıyor. Artık payının elinden alınacağı korkusunu çok derin hisseden diğer taraf da ancak laik-cumhuriyet ideolojisiyle ayakta durabileceğini düşünüyor.

İki ideoloji de demokrasiden nasibini almadığı için yer kapma veya yerini koruma yarışında her türlü belden aşağı vurma tekniği serbest.

İki tarafın siyasi simge kabul etme konusunda anlaştığı türban üniversiteye girse de kavga bitmeyecek. Ortaya başka bir paylaşım alanı kavgası çıkacak.

Kavga ancak paylaşımda mutabakat sağlandığında bitecek!

O güne dek de Tıngır-Mıngır Fırat travmayı savunacak, TSK el altından lahikalar hazırlayacak!
Yazının Devamını Oku

Lahika ile travma arasına sıkışmış Türkiye (I)

25 Haziran 2008
SANKİ sadece 2 seçeneği olan bir ülkede yaşatmak istiyorlar bizi.<br><br>Ya cumhuriyete sahip çıkmak için askere selam duracaksın. Ya da haksızlıklara karşı çıkmak için ülkenin muhafazakárlaştırma projesini savunacaksın.

Üstelik de her iki tarafın eşit derecede demokrasiden nasiplenmediğini bile bile bunu yapacaksın!

Zıtların esasında birbirine çok benzediğini de görmezden geleceksin.

* * *

27 Nisan muhtırası ile sadece ve sadece AKP’nin seçim ekmeğine yağ süren TSK siyasi arenada uzun süredir bir suskunluk dönemine girmişti.

Askerin siyaset konusunda hep söyleyecek bir şeyleri olduğuna şartlanmış beyinlerimizle kimileri bunun nedeni olarak ünlü Dolmabahçe görüşmesine atıfta bulunuyorlardı, kimileri ise ne zaman siyasete bulaşsa işin içinden çıkamayan TSK’nın artık ders aldığına inanmaya başlamışlardı. Meğerse 2 taraf da fena halde yanılıyormuş.

Bunu bize Taraf Gazetesi ispat etti.

Gazetede yayınlanan lahika ile hem yeni bir kelime öğrendik, hem de maalesef TSK’yi yöneten zihniyetin zerre kadar değişmediğini bir kez daha gördük.

TSK’nın yaptığı açıklama da sadece Taraf Gazetesi’ni doğruladı.

Meğerse 27 Nisan öncesi ile sonrası arasındaki tek fark TSK’nın bu kez yargı, medya ve kamuoyu liderlerini taşeron olarak kullanma tercihi imiş.

"Biz topa doğrudan girmeyelim, topa yönlendirdiğimiz başkaları girsin!"

Bu yeni yöntemle bu sefer doğru adımlar attığını zanneden TSK içindeki bazı aklı bolların yazdıkları lahikayı gazetede okuyunca insan gülsün mü, ağlasın mı bilemiyor.

Bu kadar basit bir mantıkla manipülasyon yapmaya kalkmak herhalde Türk insanına ait bir özellik olmalı.

Üstelik, belli ki hem Başbuğ-Paksüt görüşmesini, hem de bu lahikayı dışarı sızdıranlar TSK’nın içinden birileri. Planlı ve programlı olarak önce görüşme sızdırıldı, ardından lahika geldi. Biri diğerini tamamladı.

Bence lahika kadar iç-sızıntı da TSK’yı eşit derecede hırpaladı!

* * *

Peki, bize karşı taraf olarak gösterilen AKP’nin akıl haritası daha mı üstün?

Haşa! İşte halkın Tıngır-Mıngır Fırat olarak isimlendirdiği Dengir Mir Mehmet Fırat öyle bir laf etmiş ki, en azılı AKP hasmı planlasa AKP’ye böyle zarar veremez.

Dengir’in söylediklerini bir sosyolog söylese abartma yapan bir sosyolog olarak yine de kabul görebilirdi.

Devrimlerin travmalar yarattığı iddiası bir gerçeklik taşısa da; travmayı dinin cumhuriyet devrimi tarafından yok edildiği anlamına gelen bir cümle ile örneklemek sadece tarihin abartılması değil, tahrif edilmesini de içeriyor.

"(İnsanların) din yolları söküldü" ("Their religious ways were dismantled") cümlesi "insanların inançlarını yaşamalarına engel olundu" anlamına geliyor ki, bunu söyleyen kişi herhalde AKP’nin kapatılmasını kolaylaştırmak istiyor olmalıdır.

AKP’nin 2. adamı Fırat’ın bu sözleri AKP’nin bazı ileri gelenlerinin totolojik zihniyetlerini yansıttığı için önemlidir, ancak çok talihsizdir.

Zira bu sözler uzlaşmaya/paylaşmaya yönelik değil, kapışmaya/ayrıştırmaya yönelik sözlerdir.

* * *

Demokrasiyi hazmetmemiş 2 zihniyetin bize dayatılması beni çileden çıkarıyor!

(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku