Cüneyt Ülsever

Kapatılmamanın ardından dış dinamikler

5 Ağustos 2008
Nihayet bu hafta düşünür-yazarlar kapatma davasında ince ayar yapan dış dinamikleri tartışmaya başladılar. Halbuki, kapatma davası sonuçlanmadan evvel 22, 23, 24 Temmuz tarihlerinde kurucu unsurun Türklerin olmadığı yeni bir Türkiye’nin ölümü gösterip sıtmaya razı etmek metodu ile kurulmakta olduğunu yazmıştım. Anayasa Mahkemesi’nin 6/5 kararı (10’a 1 diye de okunabilir) bu metodu muhteşem bir şekilde matematikleştirdiği, devam eden Ergenekon Davası’nın da ülkenin iktidar dışındaki en etkin diğer kurumu TSK’yı da "denetim" altında tutacağı açık.

Neden bazılarına garip gelen bu analizleri önden yazdım?

Hiçbir "çözüm" gizli kurgulanmıyor da ondan!

* * *

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ABD’nin en etkin uluslararası dergisi Foreign Affaris’in Temmuz-Ağustos 2008 sayısında "Rethinking The National Interest- American Realism For A New World" (Milli Çıkarı Yeniden Düşünmek- Yeni bir Dünya için Amerikan Gerçekçiliği- s. 2-26) başlıklı bir makale yazmış.

Dış politikada ABD’nin en etkili ağzı uzun makalesinde dünyadaki başat ülkeleri teker teker irdeledikten sonra tüm ülkeler ile ortak değerler aradıklarını, ortak değerlerin ise ekonomik kalkınma ile demokrasinin artık ayrılmaz bir bütün olduğunun kabulüne dayandığını ifade ediyor.

ABD’nin dış politikasının "demokratik kalkınmanın" global dünyada vazgeçilmez bir bütün olduğu gerçeği üzerine inşa edilmekte olduğunu ilan ediyor.

Sözü Ortadoğu’ya getirdiğinde ise Fas’tan Pakistan’a uzanan bir çizgide tarif ettiği Büyük Ortadoğu’da özeleştiri yaparak eskiden olduğu gibi istikrar uğruna otokrat devletlere göz yumulmayacağını, artık otoriter rejimlerin desteklenmeyeceğini, zira istikrar uğruna tiranları savunmanın 1945’ten beri bölgeyi devamlı hem iç savaşlara, hem de sınır savaşlarına sürüklediğini söylüyor.

Enerji zengini Ortadoğu’nun devamlı iç ve dış savaşlarla haşır neşir olmasının ABD’nin milli çıkarına olmadığını Bayan Rice açıkça yazıyor.

* * *

Rice; geleneğinde demokrasi olmayan ülkelerin yavaş yavaş kendilerine uygun bir demokrasi inşa edebileceklerini de söylüyor.

Rice, geçmiş tecrübelere bakıldığında kültürel öğretinin ülkelerin illa ki kaderini tayin etmediğini, ülkelerin "kendi demokrasilerini" (CÜ) inşa edebileceğini vurguluyor.

Kendi sözcükleri ile Rice diyor ki:

"Her kültürden, her ırktan, her dinden ve kalkınma seviyesinden ülkeler demokrasiyi kucaklarlar ve onu kendi koşul ve geleneklerine adapte ederler." (s. 10)

İşte Türkiye’ye biçilen rolün kilit sözcüğünü burada bulmak mümkün:

Ortadoğu’da bölgenin geleneklerine uygun bir demokrasi inşa etmek!

Demokrasinin Ortadoğu’nun geleneklerine adapte olabilmesi için önce Türkiye gibi bir ülkede "laboratuvar deneyi"nin yapılması gerekir.

Deneyin muhafazakár yaşam tarzı ile demokratik prensiplerin bir arada ne kadar terkip edilebileceği, iki farklı olguyu harmanlarken iki taraftan da belirli tavizler vermek gerektiğine göre, bu tavizlerin neler olması gerektiği laboratuvar ortamında (Türkiye) test edilmesi gerekir.

Bu deneyi Türkiye’ye şu an yaşatabilecek belki de tek güç Milli Görüş geleneğinden gelen ama demokrasi ile de tanışıklığı olan AKP’dir!

İpten alınan ama boynuna ağır bir taş bağlanan AKP’yi kapatma sonrası iç dinamikler açısından yarın irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Kapatılmamanın ardından

3 Ağustos 2008
ANAYASA Mahkemesi bazı gazetelerin resmen, bazı gazetecilerin ise kulaklara fısıldayarak önden ilan ettiği şekilde 6/5 bir oylama ile AKP’yi; 10’a 1 oranında "laikliğin odağı" olarak ilan etti, davayı sadece 1 üye reddetti ama parti kapatılmadı, bir anlamda beraat etti. "367" gibi "6/5" rakam bileşkesi de mahkemenin tarihine geçti. Ben "6/5" formülüne bayıldım. Zira, geçen hafta yazdığım yazılarda 2 kavram kullanmıştım:

1) Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek!

2) Yeni bir Türkiye kurmak!

Şimdi tekrar ilan ediyorum ki, mahkeme kararı, ölümü gösterip sıtmaya razı etme formülü ile, kurucu unsurunun Türkler olmadığı yeni bir Türkiye’nin formatlanmasında en büyük merhalenin aşılmasına vesile olmuştur.

* * *

Şimdi herkes "ehlileşmiş" bir AKP bekliyor. Dersini almış bir AKP!

Keşke bu mümkün olsa ama ben bunun çeşitli nedenlerle mümkün olmadığını düşünüyorum. İtirazım yok, birkaç ay cicim ayları yaşayacağız ama eninde sonunda gerçeklerle tekrar yüzleşeceğiz:

1) Recep Tayyip Erdoğan’ın tek doğruya dayanan zihin haritasının uzlaşmaya müsait olmadığı kısa süre sonra tekrar zuhur edecek.

2) Mahkeme kararı şiddetle yaşanan paylaşım savaşına son vermemiştir. Muhafazakárlar ve laik-cumhuriyetçiler arasında devam eden ve hem ekonomik, hem siyasal, hem de sosyal alanda yaşanan paylaşım savaşında herhangi bir mutabakat henüz yoktur. Bir taraf daha fazla pay istemeye, diğer taraf ise elindeki paydan taviz vermemeye yine aynı güçle çalışacaktır.

3) Mahkeme AKP’ye beraat verdi ama türbanlı kızlara ve imam hatipli gençlere ağır bir ceza verdi. Kamu üniversitelerinde türbanla okumak veya meslek liselerine üniversite girişlerinde uygulanan katsayıyı değiştirmek Yüce Mahkeme kararına göre artık telaffuz dahi edilemeyecektir. Bu trajik durumun asli sorumlusu ise AKP’dir. Önemle, yerel seçimlere gidilen dönemde Milli Görüş’ün bu durumu tabana nasıl anlatacağını çok merak ediyorum.

4) Paylaşma kavgası üzerine inşa edilen AKP ve ona hayatiyet veren Milli Görüş bu kavgayı körüklemeden tabandan oy alamaz. Kişisel görüşüme göre; yerel seçim için propagandalara start verildiği gün sert politikalara tekrar başvurma mecburiyeti vardır.

* * *

5) Ölümü görüp sıtmaya razı olma mutabakatına göre Batı ile Ortadoğu arasında mediatör olarak rol alacak AKP Türkiye’yi hem muhafazakárlaştırma projesi, hem de demokratikleştirme projesinde belirli bir dengede tutmak zorundadır. Denge ancak iki projeden de tavizler vererek kurulabilir. AKP’nin projelerin illa ki en az birine direnecek tarafları nasıl dengede tutacağını büyük bir ilgi ile takip edeceğiz.

6) Tamam, Ergenekon Davası TSK’yı dizginliyor ama Türkiye Ermenistan ve Kıbrıs’ta iç tepkilere rağmen nasıl barışa ulaşacak, Kuzey Irak’ı nasıl kucaklayacak, bekleyip göreceğiz.

7) Eğer, İran uranyum üretiminde taviz vermez ve Türkiye bir tarafı tutmak zorunda kalırsa hükümet nasıl bir tavır alacak, örneğin İncirlik’i ABD savaş uçaklarına açma konusunu kendi tabanına nasıl anlatacak yine büyük bir merak konusu.

8) Ahmedinejad 14 Ağustos’ta Türkiye’ye gelmeyi planlıyor ama Anıtkabir’i ziyaret etmek istemiyor. Hükümet bu konuda taviz verir ve İstanbul’da "çalışma ziyareti" yapılırsa, kapatma davası ardı yandı gitti gülüm keten helva kıvamında ilk kıyamet hemen bu ayın ortasında kopmaz mı?

* * *

Bu hafta kapatma davası ardından meydana gelecek olası gelişmeleri irdeleyeceğim ve gelecek hafta sonu, bir engel çıkmaz ise tatile çıkacağım.
Yazının Devamını Oku

Demokratsız demokrasi (II)

31 Temmuz 2008
DÜNKÜ yazımda Türkiye’de hukuk üzerinden "kavga" eden tarafların demokrat olmadıklarını, dolayısı ile "kazanan taraf"ın ülkeye daha fazla demokrasi getirmeyeceğini vurguladım. Ekonomist Dergisi’nin ’Demokrasi Endeksi’nin 2007 raporuna gore, AB adayı Türkiye 167 ülke arasında utanç verici bir şekilde 88. sırada, ’hibrid demokrasi’ kategorisinde, yani melez, yani demokrasi benzeri bir rejim olarak yer almakta.

Yine dün AKP’nin kapatılmama durumunda ülkeye demokrasi getirme gayretine girmeyeceğini, birkaç ay şirinlik muskası taktıktan sonra kendi yolunda devam edeceğini de kendi gerekçelerimle açıkladım.

Bugün AKP kapatılırsa demokrasinin yine kazanamayacağını, yine gerekçelerle açıklamaya çalışacağım.

* * *

"AKP kapatılırsa ne olur?" sorusuna en iyi cevabı 28 Şubat sürecinde Refah Partisi’nin kapatılması ardından yaşananlar verir.

Refah gitti, AKP geldi! AKP kapatılırsa Türkiye’nin en iyi çalışan örgütü Milli Görüş yine bir süre sendeler ama kısa sürede yine en az AKP kadar güçlü bir parti ile ortaya çıkar. Tarih ne zaman tekerrür etmez? Tarihten ders alındığı zaman!

* * *

Türkiye’de laikliğe sarılan kesimler de muhafazakárlığa sarılan AKP gibi demokrasiyi kendilerine yontma gayreti içinde oldukları sürece bu mücadele bitmez.

Onlar muhafazakár demokrat, dolayısıyla laiklik ilkesinden taviz vermeye açık bir Türkiye’nin giderek kendilerini dışladığını düşünürken büyük haklılık payına sahipler.

Ama kendilerinin de muhafazakár/İslam ağırlıklı yaşam tarzını benimseyenleri uzun yıllar dışladıklarını kabul etmeleri gerekir.

Bugün Türkiye’de uzun yıllar sosyal ve ekonomik hayatta kabul görmediğini düşünen büyük bir kitle var. Onlar yıllar sonra Anadolu’da kendi sermayelerini oluşturdular ve artık "paylaşımdaki payları"nı istiyorlar.

Bu kitleyi en son Turgut Özal merkeze taşımaya çalışmıştı. Ama bugün kendilerine sahip çıkan Milli Görüş/AKP dışında ortada onlara güven veren bir başka siyasi güç yok.

Muhafazakár kitlenin alt gelir grubuna sahip çıkacak bir sosyal demokrat hareket olmadığı gibi muhafazakár kitlenin üst gelir grubuna sahip çıkacak bir liberal demokrat hareket de yok.

Muhafazakárlığın sosyal boyutuna sahip çıkacak bir sosyal demokrat hareketin ülkeye ne katacağı tartışılmıyor dahi!

Öte yanda bugün AKP’ye oy veren kitlelerin zamanında ANAP’a omuz verdiği unutulmuşa benziyor. Bırakınız rahmetli Turgut Özal’ı, Hüsnü Doğan’lar, Ekrem Pakdemir’ler, Mehmet Keçeciler’ler veya yenileri ortada yok.

AKP’ye çelme atmaktan başka bir program geliştiremeyen insanların AKP kapatılsa bile demokrasiyi geliştirmek için hiçbir zahmete girmeyeceklerini adım gibi biliyorum.

Muhafazakár ağırlıklı kitlelerin de bunların peşinden gitmeyecekleri aşikár.

Geçen yıl "367 safsatası" çevresinde Cumhurbaşkanlığı seçiminde TBMM’ye girmeyen Anavatan ve DP’nin ne hale geldiğini hep beraber izliyoruz.

Halbuki ANAP ile DYP’nin birleşerek ve demokrasiye sonuna dek sahip çıkarak katılacakları 22 Temmuz seçimleri birleşik DP’ye %14-6 oranında bir oy kazandıracak ve bugün başka bir Türkiye var olacaktı.

* * *

Ben kapatma davasının Türkiye’nin gelişmesine ve demokrasisine her türlü sonuçta hiçbir olumlu katkıda bulunmayacağına inanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Demokratsız demokrasi

30 Temmuz 2008
BİR tarafa göre: 1) Ergenekon davası sanıklarına ağır ceza verilirse, 2) AKP kapatılmazsa, ülkeye çağdaş demokrasi gelecek. Öteki tarafa göre: 1)Cumhuriyetçiler rahat bırakılırsa, 2) AKP kapatılırsa ülke çağdaş demokrasi seviyesine ulaşacak.

Ben de diyorum ki verilen kavganın demokrasi ile alakası yok!

Biz birbirimizi yediğimizi zannederken birileri bizleri toptan yiyor!

Yeni bir Türkiye kuruluyor, ama kurucu unsur biz değiliz!

Demokratı
olmayan bir ülkenin rejimi demokrasi olamaz!

"AKP kapatılmayacak ama kulağı çekilecek."

Ardından Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bir gecede demokrat olacaklar!

Milli Görüş yok olacak, mahalle politikasına son verilecek, Alevilere Diyanet’te masa açılacak, kadrolaşmada türban kriteri uygulanmayacak, kamuda görevler tuttuğu partiye bakılmaksızın ehline verilecek, cemaatler üniversitelerden ve bürokrasiden elini çekecekler, Anayasa Mahkemesi üyelerine dokunulmayacak, YÖK tüm ideolojilerden arındırılacak, yargıya artık hiç karışılmayacak, AB’ye sımsıkı sarılınacak, yerel seçimlerde AKP her türlü inançtan, mezhepten, geçmişten insanlara eşit adaylık hakkı verecek vb.!

AKP’ci veya anti-AKP’ci herkes bunların olup olmayacağına vicdanında cevap versin.

Bütün bunları uygulamak için yeni bir iman gücünün Erdoğan ve arkadaşlarının kalbine vahiy yolu ile bir gecede ineceğine inanıyor musunuz?

Ben inanmıyorum. AKP’nin ekonomi programına büyük çapta katılıyorum ama maalesef başta Başbakan olmak üzere AKP’lilerin etkin üyelerinin demokrat olmadıkları/olmayacaklarını düşünüyorum.

Onlar sadece kendilerine demokratlar!

Tek doğruya dayanan bir ideolojileri var ve bu yolda ısrarla ilerliyorlar.

Kapatma davasından yarasız beresiz kurtulurlarsa bir süre soluklanacaklar, bir süre şirinlik muskası takacaklar ama eninde sonunda kendi yollarına devam edecekler.

Hele hele yerel seçim yaklaştıkça takke tekrar düşecek, kel tekrar gözükecek!

Bana 28 Şubat süreci ardından sözüm ona "dersini alan" AKP’nin ülkeyi bugünlere getirmesi muazzam bir karamsarlık veriyor.

Sadece bir örnekle açıklarsam her fırsatta "din ve vicdan özgürlüğü"nden dem vuran iktidarın sayıları milyonlarla ifade edilen Alevileri yok sayması her şeyi anlatıyor.

Ne demek istediğimi Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Cem Toker’in yollamış olduğu mektuptaki şu saptaması çok doğru açıklıyor:

* * *

"...AKP istediği kadar ’Türkiye’de demokrasi var’ desin. Bakalım dünyanın en itibarlı uluslararası ölçümü demokrasimiz hakkında ne diyor?

Ülkelerde demokrasinin gelişmişlik düzeyini ölçen en güvenilir referans, dünyanın en önde gelen yayın organlarından Ekonomist Dergisi’nin ’Demokrasi Endeksi’dir.

Ölçüm ve tanımlamalarını nasıl yaptıklarını gayet objektif bir biçimde sitelerinde yayımlamaktadırlar. Bu kuruluş ölçümlerini yaparken, seçim sistemi ve çoğulculuk, devletin işleyişi, siyasete katılım ve temel hak ve özgürlükler gibi kriterleri baz olarak almaktadır.(http://www.economist.com/media/pdf/Democracy_Index_2007_v3.pdf) Bu endeksin 2007 raporuna göre, AB adayı Türkiye 167 ülke arasında (utanç verici bir şekilde) 88. sırada, ’hibrid demokrasi’ kategorisinde, yani melez, yani demokrasi benzeri bir rejim olarak yer almaktadır."

* * *

2007 yılı AKP iktidarının 5.yılına tekabül eder. AKP’nin demokrasisi bizi 2007 yılında 167 ülke arasında ancak 88. sıraya oturtmuş!
Yazının Devamını Oku

Ergenekon ve kapatma davası

29 Temmuz 2008
ARTIK iyice iman getirdim ki: Biz birbirimizi yediğimizi zannederken birileri bizleri toptan yiyor!<br><br>Yeni bir Türkiye kuruluyor, ama kurucu unsur biz değiliz! Nasıl bir Türkiye kurulduğunu geçen hafta 3 gün yazdım. (22-23-24/07/08)

Ergenekon davası kabul edilip iddianame açıklanınca bu inancım mislisi ile arttı.

İddianamede bir sürü noktaya ama asıl olarak şu noktalara takılıp kaldım:

1) Derin devleti ortaya çıkaracak ve darbecileri deşifre edecek Ergenekon davası nasıl oluyor da Darbe Günlükleri’ni görmezden geliyor? Turkish Gladio’yu ortaya çıkarma iddiasındaki bu dava Güneydoğu’yu ve JİTEM’in faaliyetlerini neden irdelemiyor?

2) Dava 1990’lara kadar uzanıyor. Neden bugüne dek beklendi?

3) Bu kadar pis işlere bulaşmış Tuncay Güney önce ABD’ye, sonra Kanada’ya nasıl girebildi?

* * *

Aklımı şöyle çalıştırmadan duramıyorum:

Acaba uzun yıllar ülkemizin arşivini tutan birileri mi bu bilgileri/belgeleri önce emniyete, sonra da savcılığa servis ettiler?

Acaba Ergenekoncular/Gladiocular esasen Batı’ya mı hizmet üretiyorlardı?

Anti-ABD ve anti-AB’ci olmaları Batı bunları kullanıp kullanıp atınca mı başladı?

Davanın kimlere ulaşacağı, kimlere ulaşmayacağı pazarlıklar sonucu bu birileri tarafından mı tespit ediliyor?

Ergenekon; muvazzaf ve hatta Özkök dönemi bazı emekli generallere bulaşmadığına göre AKP’yi kapatma davası da "ara yol" bulunarak mı sonuçlanacak?

Kapatma davasının başlayacağı günün öncesi Güngören’de canlar alan terörün zamanlaması bir tesadüf mü?

İsteyen beni paranoya ile suçlasın, hiç alınmam.

* * *

Geçen hafta yazdım. Türkiye’ye biçilen yeni donu genellikle destekliyorum.

Ama muhafazakárlaştırma projesinin nereye kadar gideceğini kestiremiyorum.

Deniyor ki, AKP kapatılmaz ise demokrasi kazanacak, ancak gerekçeli kararda AKP’ye dersi verilerek iktidar "ehlileştirilecek".

Partiler kapatılmaz, Gladiocular cezalarını alırlarsa muhakkak ki demokrasi kazanır.

Ama, kimse beni kapatılmama durumunda AKP’nin dersini alacağına ikna edemez.

28 Şubat
döneminde derslerini aldıklarını ve değiştiklerini AKP’nin ileri gelenlerinden dinlemiş ve hatta bu iddialara inanmış bir insan olarak bu sözü söylüyorum.

* * *

Kapatma davası atlatılırsa, dava açıldıktan sonra köşesine çekilmiş Milli Görüş bir 3 ay daha sessiz kalacak, ondan sonra proje daha da keskin bir şekilde yoluna devam edecektir.

Zira, AKP’ye hayatiyet veren Milli Görüş ve bazı cemaatlerin samimi ideolojosi muhafazakár bir Türkiye yaratmaktır.

Yine ilk 3 ay "bal dök yala" bir Başbakan’a sahip olacağız ama sonra o da, hem kendisine hayatiyet veren Milli Görüş’ün önünü açmak, hem de kendi güvenliği için tedbir almak için eskisinden de "sert" olmak zorunda kalacaktır.

Yoksa, dipten gelen "hareket" onu da aşar.

Hele hele yerel seçimler öncesi aksi düşünülemez.

* * *

Yeni Türkiye projesini hazırlayanların bu konuda dikkatli davrandıklarını düşünmüyorum! Maalesef, yeni Türkiye’yi başkaları kurunca biçilen dona razı olmak zorunda kalıyoruz.
Yazının Devamını Oku

Ergenekon iddianamesi üzerine

27 Temmuz 2008
ERGENEKON İddianamesi nihayet açıklandı. İddianame hakkında herkes fikrini söyleyecek ama iddiaların esas değerlendirmesini mahkeme yapacak. Dilerim, mahkeme iddiaları delillerle somutlaştırır ve hukuk kadar kamu vicdanını da tatmin eden bir yargı gerçekleşir.

Herkes iddiaları görünce belirli görüşler edindi, ben de bugün ilk tepkilerimi yazacağım.

* * *

Bugün iddianame ile ilgili 2 gözlem aktaracağım.

1) Aylardır "darbecilerin davası" olarak adlandıran Ergenekon Davası bu konuda fos çıktı.

Dava ile paralel götürülen "darbe günlükleri" tozu dumana kattı ama kimsenin bir türlü anlayamadığı bir nedenle günlükler ne yalanlandı, ne de iddianamede yer aldı.

Benim anlayamadığım ikinci nokta ise davanın kilit isimleri Veli Küçük ve Levent Ersöz iken ve bu iki isim JİTEM elemanları olarak Güneydoğu’da her türlü fesada karışmakla, faili meçhulleri tertip etmekle suçlanırken, davada "Güneydoğu Günlükleri"ne değinilmemesini de hiç anlamış değilim.

Zaten iddianame davanın Genelkurmay ve MİT ile ilgisinin olmadığını açıkça söyleyerek "darbeciler davası" imajını kendi elleri ile siliyor.

* * *

2) Dava "derin devlet" davası da değil. Zira, iddialar arasında çeteyi devletle irtibatlandıran hiçbir ipucu yok. Terör çetesini yönetenler devlet ile değil de mafya ile işbirliği yapmayı tercih etmişler veya buna mecbur kalmışlar.

Emekli paşalar ve mafya elemanları birkaç sivil ile bir araya gelerek hükümeti yıkmaya teşebbüs etmişler!

Bu dava bir derin devlet davası değil ama bir süre derin devlete hizmet etmiş olanların sonradan nasıl çığırlarından çıkabileceklerinin herkese ibret hikáyesini anlatıyor.

İddianame zaman zaman her türlü kirliliğin bir araya konduğu eklektik bir görüntü veriyor ama sadece niyet seviyesinde kalsa da suikast iddiaları korkunç.

Hele hele dava Ergenekon ile Cumhuriyet’e saldırı ve Danıştay cinayetini irtibatlandırabilirse ülkenin ne hale geldiğini çıplak gözle göreceğiz.

* * *

Dava; ülke meselelerini çözmek için hukuk dışına çıkmaları için yetki verilenlerin denetlenemedikleri bir ortamda nasıl zıvanadan çıktıklarını ispat ederse ülkemize büyük hizmet verecek.

* * *

Ancak, dava bu hizmeti verebilmek için yine de devlete bulaşmak zorundadır.

Zira, hepimiz biliyoruz ki düzensiz silahlı güçlerle (PKK) ancak onların dili ile konuşan düzensiz birliklerin baş edebileceği fikri 1990’larda ABD’nin Vietnam tecrübesi çerçevesinde Ankara’da geliştirildi.

Bugün zıvanadan çıkmış çete başlarının o dönemde bizzat Ankara tarafından yetkilendirildiğini unutmamak lazım.

* * *

Dünyanın her yerinde devlet ülkenin derdine sahip çıkmak için tek yöntem olarak hukuksuzluk kaldığında hukuk dışı çözümler arayabilir. Ama devlet "ayıbını" sorun çözüldükten sonra berhava eder.

* * *

Belli ki, ülkemizde kendisine hukuk dışına çıkma yetkisi bizzat devlet tarafından verilenler hem zamanında bu yetkiyi kendi maddi menfaatleri için kullanırken, hem de sonradan kendi aralarında örgütlenirken hiç denetlenmemişler, başı bozuk bırakılmışlar, ola ki bazıları tarafından da şahsi çıkarları için kullanılmışlar.
Yazının Devamını Oku

Yeni bir Türkiye kuruluyor (mu?)

24 Temmuz 2008
HUKUK üzerinden sürdürülen kavga iç kavga olsa da birileri durumdan vazife çıkarıyor ve yeni bir Türkiye kurma gayretleri su yüzüne çıkıyor. Amaçlanan:

1) Türkiye’nin muhafazakár değerlerle, demokratik prensipleri mecz etmiş bir Ortadoğu ülkesi olmasıdır. Bunu gerçekleştirirse bölgenin başat ve lider ülkesi olabilir.

2) Ancak, bu model Batı’dan kopma modeli değildir. Tersine, Türkiye Batı’ya daha fazla yaklaşmalı ve tipik bir köprü modeli oluşturmalıdır. ABD’nin menfaati AB üyesi ama muhafazakár bir Türkiye’nin yaratılmasıdır.

3) Muhafazakárlaşan Türkiye’nin laiklikten kopması beklenmemektedir. Laiklik artık Türkiye’nin genlerine sinmiştir. Amaçlanan, sert tepkili ulusalcı bir model olarak Kemalizm’in budanması ama İslam’ın her alanda yaşandığı "modern Türkiye" imajının yerleştirilmesidir.

4) Müesses nizam olarak Kemalizm’i koruma ve kollama görevi ile hareket eden TSK’nın artık "durumdan vazife çıkarma" yetkisinin kaldırılması gerekir. Teknik donanımlı bir TSK’nın enerjisini içeriden çok dışarıda harcaması beklenmelidir.

* * *

Böyle bir Türkiye’den ayrıca beklenen, komşuları ile sorunlarını (Ermenistan, Yunanistan) çözmesi, Kıbrıs’ta nihai sona ulaşması, Kuzey Irak’ı himayesi altına alması, Irak’ta toprak bütünlüğünün korunması için mücadele etmesi, Suriye ve Filistin meselelerinde İsrail’e yardımcı olmasıdır.

En önemli beklenti ise İran’ı "sakinleştirmek", ancak bu mümkün olmaz ise, olası bir saldırı durumunda Batı’ya (özellikle ABD’ye) yardımcı olmasıdır.

* * *

28 Temmuz’da Anayasa Mahkemesi "kapatma davası"na bakmaya başlayacak, 1 Ağustos’ta YAŞ toplanacak!

Aylardır kim kalacak, kim gidecek diye tartışıyoruz.

Kanımca, dün ve evvelsi gün vurguladığım, bugün yukarıda özetlediğim gelişmelere ayak uyduranlar, yardımcı veya önayak olanlar kalacak/yükselecek, ayak uyduramayanlar ise bir şekilde gidecek.

* * *

Türkiye’ye dışarıdan biçilen don (model) hakkında ben ne düşünüyorum?

1) Ortadoğu’da başat ve lider olacak ama Batı ile bağlarını (AB ve ABD) koparmamış bir Türkiye’yi candan destekliyorum.

2) TSK’nın "durumdan vazife çıkarma yetkisi"nden arındırılmasını ümit ediyorum.

3) Komşuları ile barışı yakalayacak Türkiye’yi özlüyorum.

Ancak...

Muhafazakár değerlerle, demokratik prensipleri mecz etmiş bir Türkiye kavramı beni ürkütüyor.

İki nedenim var:

1) Sadece bazı "şeriatçıların" talebi olarak değil, Batı’da da Ortadoğu’da İslami güçlerin demokrasiyi benimsemesi için laiklik ilkesinden vazgeçilmesini öneren bazı sesler çıkıyor.

2) ABD’nin veya AB’nin Türkiye’ye laiklikten vazgeçmesi için doğrudan bir telkini olduğunu düşünmüyorum ama AKP iktidarının "muhafazakárlaştırma projesi"ni tabanda mahalle politikası potasında yürüten Milli Görüş ve diğer cemaatlerin nerede duracaklarını, hatta AKP iktidarını aşıp aşmayacaklarını kestiremiyorum.

Muhafazakárlaşan Türkiye’nin kendi iç dinamikleri ile demokrasiden ve laiklikten bazı tavizler vermesi ise Batı’yı çok rahatsız etmeyecek!

Zira, hepimiz biliyoruz ki, muhafazakárlaşma ile demokrasiyi mecz etmeye kalkarsanız ikisinden de bazı tavizler vermek zorundasınız!
Yazının Devamını Oku

Nasıl bir Türkiye?

23 Temmuz 2008
DÜN "Ölüm mü, sıtma mı?" başlıklı bir yazı yazdım. Yazıda son aylarda Türkiye’de yaşanan ve yaşanmayan 18 adet gelişmeyi sıraladım. 2 ünlü davanın hem AKP’yi, hem de TSK’yı fena halde sıkıştırdığını söyledim. Sıraladığım 18 adet gelişmeden uluslararası boyuttaki 5’ine Türkiye’deki müesses nizamın karşı olduğunu hepimizin bildiğini vurguladım. Yazımın sonu şu soru ile bitiyordu:

"Türkiye’deki her iki egemen yönetime birden ölümü gösterip her ikisini birden sıtmaya razı etmenin altyapısı hazır değil mi?"

* * *

Yaşanan belaların tümünü kendi başımıza kendimiz açmış olsak dahi, bizlerden daha akıllı birilerinin tavuğun hem etinden hem suyundan faydalanma gayreti içinde olmaları ihtimali kuvvetle mevcut.

Benim vardığım kanaat şu:

Birileri Türkiye için bölgede yeni görevler tarif ediyorlar ve bunun için Türkiye’deki birbirini yeme sendromundan yararlanarak ve taraflara "ölümü gösterip sıtmaya razı etmeyi" dayatarak Türkiye’yi yeniden formatlamaya çalışıyorlar.

Türkiye’nin yeni görevleri nedir ve ülke nasıl formatlanıyor?

Başkalarından gizlediğim bazı bilgilere dayanarak değil, akıl yürütmeyi hedefleyen analizler yapmaya çalışarak sıralıyorum.

* * *

1) Türkiye muhafazakár değerlerle, demokratik prensipleri mecz etmiş bir Ortadoğu ülkesi olmalıdır. Bunu gerçekleştirirse bölgenin başat ve lider ülkesi olabilir.

2) Ancak, bu model Batı’dan kopma modeli değildir. Tersine Türkiye Batı’ya daha fazla yaklaşmalı ve tipik bir köprü modeli oluşturmalıdır. ABD’nin menfaati AB üyesi ama muhafazakár bir Türkiye’nin yaratılmasıdır.

3) Muhafazakárlaşan Türkiye’nin laiklikten kopması beklenmemektedir. Laiklik artık Türkiye’nin genlerine sinmiştir. Amaçlanan, sert tepkili ulusalcı bir model olarak Kemalizm’in budanması ama İslam’ın her alanda yaşandığı "modern Türkiye" imajının yerleştirilmesidir.

4) Yukarıda tarif ettiğim muhafazakár ama Batı değerleri açısından modernist bir Türkiye için Milli Görüş’ten çok son 10 yıldır kendisini reforme etme konusunda büyük gayretler gösteren Gülen Cemaati modeli daha uygundur.

5) Müesses nizam olarak Kemalizm’i koruma ve kollama görevi ile hareket eden TSK’nın artık "durumdan vazife çıkarma" yetkisinin kaldırılması gerekir. Teknik donanımlı bir TSK’nın enerjisini içeriden çok dışarıda harcaması beklenmelidir.

6) 1 Mart tezkeresinden beri ABD ile soğuk ilişkiler yaşayan TSK’nın bu soğukluğu giderecek, Rusya veya Avrasya yakınlaşması gibi alternatifler aramayacak bir zihniyete tekrar kavuşturulması lazımdır.

7) Türkiye "muhafazakár demokrat" imajını güçlendirirken Ermenistan, Kıbrıs, Yunanistan vb. ile yaşadığı sorunları çözmüş olmalıdır. Güçlü bir İsrail dostu olmaya devam etmelidir. Suriye ve Filistin sorunlarına dostça ama Batı perspektifli eğilmelidir.

8) Kuzey Irak’ın hamisi olmayı kabul ve hazım etmelidir. Irak’ın bütünlüğünün korunmasına destek vermelidir.

9) İran’ı "sakinleştirmek" için özel ve barışçı bir arabuluculuk görevi icra edilmelidir. Ancak, İran "sakinleşmez" ise Türkiye olası bir sıcak ortamda ABD’nin yanında yer alacağını garanti etmelidir. 1 Mart tezkeresinin başına gelenleri ABD’de belirli kesimler hálá unutmamıştır.

* * *

Türkiye’de kim bu tekliflere nasıl bakar, bu teklifler hakkında benim görüşlerim nelerdir, yarın irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku