Cüneyt Ülsever

AKP’nin turnusol káğıdı: Alevilerin sorunları

2 Eylül 2008
BAZILARI Başbakan’a yağdanlık yapmak uğruna:(Kadeh kaldırma teklifi ile ilgili olarak) "Bu teklife sütununda yer veren Ertuğrul Özkök’e, bir zamanlar Tayyip Erdoğan ’Kafanızı niçin içkiye taktınız?’ diye de sormuştu. Yanlış hatırlıyorsam ve sormamışsa dahi, mutlaka aklından geçirmiştir" (Sabah-01.09.08) diye yazabilerek artık akıl ve izana hiç iltifat etmediklerini gösterecek hale geldiler.

Yazar tek bir cümle içinde önce kesin hüküm veriyor ("sormuştu"), ardından kesin hükmünden çark ediyor ("yanlış hatırlıyorsam ve sormamışsa"), sonra da akıl okuma becerisi olduğunu ("mutlaka aklından geçirmiştir") iddia ediyor.

Bazıları ise daha makul. Onlar AKP’nin demokrat bir parti olmayabileceğini kabul ediyorlar ama AKP’ye AB uğruna mücadele verdiği için destek olduklarını söylüyorlar.

* * *

AKP’nin AB mücadelesinde ne kadar samimi olduğunu mercek altına yatırmak doğru bir yaklaşım. Zira ben de AKP’nin demokrat olmadığını düşünüyorum ama ben demokrat olmayan bir partinin demokrasi/özgürlük umdeleri üzerine inşa edilmiş "AB projesi"ne samimi olarak tümü ile sahip çıkamayacağını iddia ediyorum. AB’den müzakere tarihi aldıktan sonra AKP’nin, 2005 yılından beri, AB konusunda ipe un serdiğini söylüyorum.

AKP, kapatma davası açıldıktan sonra, kısa bir süre AB’ye yeniden sarıldı ama bu badireyi aştıktan sonra yine savsaklamaya başladı.

Erdal Sağlam da (Hürriyet-01.09.08) aynı görüşü destekliyor ve şöyle yazıyor:

"Örneğin Başbakan ve bazı bakanların ’yetiştirilmesi imkánsız’ diyerek itiraz ettikleri düzenlemelerin başında memurlara sendika hakkı verilmesine ilişkin ’4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’ bulunuyor ki, Babacan’ın sunduğu listede bunun Sosyal Politika ve İstihdam faslı açılış kriteri olduğu da belirtiliyor."

AKP’nin bir sürü konuda bazı AB kriterleri işine gelmediği için ipe un serdiğini düşünen insanların sayısı az değil.

* * *

Bense kafayı "Alevi meselesi"ne taktım. AB kriterleri arasında yer alan din ve vicdan özgürlüğü konusunda bas bas bağıran AKP, Alevilere göstermelik öpücükler yolluyor ama alttan gelen Sünni Milli Görüş baskısı ile Alevilerin hiçbir hakkını teslim etmeye yanaşmıyor.

İki somut konuyu ele alalım:

AİHM zorunlu din dersinin genel anlamda din kültürü ve ahlak dersi olmadığına, doğrudan Sünni inancı empoze ettiğine karar verdi. Bu karara göre bu dersin müfredatının değişmesi lazım.

Ancak Aleviler "Farklı düşünmemize rağmen, din dersi zorunlu olduğu için biz Alevilere dayatılacak ve zorla bize empoze edilecektir" (Milliyet-01.09.08) diye iddia ediyorlar.

Yeni ders yılı başlıyor, müfredat ile ilgili herhangi bir çalışma yok.

"Aleviler, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olmak istemektedirler. Camiye, kiliseye, havraya yasal statü hakkı veriliyor. Söz konusu cemevi olunca 20 milyon Alevi yok görülerek ’cemevi ibadet yeri değildir’ deniliyor." (ibid.)

Alevilerin nüfusunun ne kadar olduğunu bilemem ama AKP iktidarı ısrarla Alevileri yok sayıyor.

Erdoğan’ın, Gül’ün arada bir yaptıkları şovlar ise tamamen göstermelik.

Ben Alevi meselesini turnusol káğıdı yaptım. İddiam odur ki 2. iktidar döneminde de Aleviler ile ilgili olarak AKP kılını kıpırdatmayacaktır.

Eski-liberal-yeni AKP’li arkadaşlar bu konuda benimle gazozuna iddiaya girerler mi?
Yazının Devamını Oku

Şaban Dişli olayı: İki ilginç saptama

31 Ağustos 2008
27.08.2008 tarihli "CHP’yi Kutluyorum: AKP’ye Diş Geçirdi" başlık yazımın ardından yüzlerce okur mektubu aldım. Bunlar arasında iki mektup bana göre çok ilginç noktalara parmak basıyor. Bugün bu mektuplardan alıntılar yapacağım. Birinci mektup, Şaban Dişli’nin yaptığı 1 milyon dolarlık sözleşmedeki önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor.

* * *

"AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin, arsa işine ait bir milyon dolarlık protokolünü iyi incelemek lazım. Protokolde çok önemli bir ayrıntı var.

Ödenecek olan bir milyon dolar, net değil brüttür. Alınacak banka kredisinin tüm banka masrafları düşüldükten sonra kalan kısım ödenecekmiş. Ne yazıyor okuyalım:

’Söz konusu banka kredisinden kaynaklı faiz, harç ve bunun gibi tüm masraflar içinden düşülmek ve hesaplanmak kaydıyla brüt 1.000.000.- USD ödenmesi peşinen kabul edilmiştir.’

Şaban Dişli, ’Paramı riske karşı garanti ettim’ diyor. Protokole göre daha kaç para alacağı bile belli değil. Masraflar düşünce 900.000.- dolar da kalabilir. Yani kaç para alacağını bile bilmiyor. Zira banka masrafları ne çıkarsa ona göre alacağı para değişecek. Teminat ettiği veya borç verdiği para belli, ama alacağı para belli değil. Böyle garanti mi olur? Kaç para verdiyseniz o kadarlık garanti alırsınız. Banka masraflarından size ne?

Masraflar ne zaman düşülür? Eğer elde ettiğiniz geliri paylaşacaksanız, masrafları o zaman düşersiniz ve geriye kalanı da paylaşırsınız.

Yani protokolün, arsa işi nedeniyle, bir komisyon, bir gelir paylaşımı protokolü olduğu gözüküyor."

* * *

İkinci mektup ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi etrafında dönen ve okura göre "talan"a dönüşen "imar değişiklikleri"ne toptan bir bakış sunuyor ve lafı "Şaban Dişli’ninki ne ki!" demeye getiriyor.

"Büyükşehir belediyelerinin sınırlarını genişleten 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onayının ardından 23 Temmuz 2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Kanunla; İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile İzmit-Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin sınırları, il sınırlarına kadar genişletilirken, İstanbul’daki 32 ilçe belediyesi ile 40 civarındaki belde belediyesinin tamamı Büyükşehir Belediyesi sınırları içine dahil olmuş oldu.

Buna göre; İstanbul’un Asya Yakası’nda Sultanbeyli ile Şile ilçeleri, Avrupa Yakası’nda ise Büyükçekmece, Silivri ve Çatalca ilçeleri Büyükşehir Belediyesi sınırlarına dahil oldu.

...Mega Köy İstanbul’un belediye sınırlarını il sınırları boyutuna genişletmenin amacı neydi? Bu yasanın gerçekçi hiçbir açıklaması yok. Bir ihtiyaçtan da kaynaklanmıyor.

...(Yeni) talanlar için kent belediyesi sınırları dışında kalan bu 5 ilçeye ihtiyaç vardı.

...2004’te seçildiğinden bu yana İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nde 4300 imar değişikliği yapılmış. Yasa çıktığından bugüne kadar (ise) İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan imar değişiklikleri sayısı 3600 civarındadır.

Bunlar incelendiğinde görülecektir ki, % 80’i bu 5 ilçe ile ilgili imar değişiklikleridir. (Silivri, Büyükçekmece, Çatalca, Sultanbeyli, Şile-CÜ)...

...Bu değişiklikleri teker teker incelerseniz, Silivri’deki olayın 10 katını, 100 katını görebilirsiniz?"

* * *

Çok merak ediyorum, 4300 imar değişikliği için kaç siyasi, kaç kişiye "borç verdi" ve karşılığında kaç milyon dolarla ifade edilen "teminatlar" aldı?
Yazının Devamını Oku

Ergenekon davasına bakış açım

28 Ağustos 2008
TÜRK aydınlarının bir kısmı, seviyesi çok düşük bir tartışmaya girdiler. Renklerin sadece siyah ve beyaz olduğunu, rakamların 1, 2 ve çok olarak sıralandığını sanan iki boyutlu beyinliler, AKP yalakalıklarını örtbas etmek için Ergenekon davasına yakın durmayanların demokrasiye uzak durduklarını iddia ediyorlar.

Hatta bazıları, AKP yandaşlıklarını, "AKP dışında AB’yi isteyen parti olmadığı için mecburen bu partiyi destekliyoruz" diye ilave bir zırva ile pekiştirmeye çalışıyorlar.

Herhalde bu zevat, 2004 yılının sonundan beri AKP’nin dipten gelen Milli Görüş baskısı ile AB konusunda kılını kıpırdatmadığını görmek istemiyor. Basit bir örnek kullanalım.

Din ve vicdan özgürlüğüne bu kadar düşkün olduğunu söyleyen AKP, bu ülkede milyonlarla ifade edilen Alevilerin hakları uğruna ikiyüzlülük dışında 6 yılda ne yaptı?

Kılını kıpırdatmadı, zira Milli Görüş müsaade etmez!

* * *

Ben "dava" hakkında şunları düşünüyorum:

1) Ergenekon davası Veli Küçük’ler, Levent Ersöz’ler vb. üzerinden JİTEM ve Güneydoğu’da yaşanmış olan illegal faaliyetler üzerine ne kadar gidebilirse bu ülkenin demokrasisine o kadar hizmet edecek.

2) Dava doğru yönlenirse Eruygur, Tolon, Perinçek gibi darbecilik oynayanlara haddini bildirecek.

3) Ancak, bu davayı yönlendiren AKP iktidarı değildir. AKP iktidarı kapatma davasında girdiği kündeden çıkabilmek için Ergenekon’da pazarlık yapmak zorunda kaldı.

4) Dava büyük çapta dışarıdan yönlendirilmektedir.

5) Yurtdışında bazı örgütler, muhteşem bir arşiv tutmuşlar, şimdi bu arşivi taşeronlar üzerinden servis ediyorlar.

6) Sadece "Haham" Tuncay Güney’in maceralarını okumak, ne demek istediğime büyük ışık tutacaktır.

7) Ergenekon Davası (inşallah) temizlik yapacak ama korkum odur ki; amaç Ergenekon’u bertaraf etmek değil kadroları değiştirmektir!

8) Davada esas hedef, adı geçen kişiler değil, TSK’nın denetim altına alınmasıdır.

9) Büyükanıt döneminde bu amaca oldukça yaklaşılmıştır.

10) Frankeştayn’ı Dr. Frankeştayn yaratmıştır ama canavar doktorun denetiminden çıkınca, hatta onun için tehlike oluşturmaya başlayınca canavarı bertaraf etme gerekliliği ortaya çıkmıştır.

11) Ancak, Dr. Frankeştayn’ın kendi denetleyeceği "canavarlara" ihtiyacı devam etmektedir.

12) Davanın siyasi hedefleri arasında demokrasi yoktur, yeniden kurgulanan Türkiye vardır.

* * *

Bu arada:

1) Yerli unsurlar davaya istedikleri eklemeleri yaparak muhalifleri sindirmeye çalışmaktadır.

2) Dava ile ilgili-ilgisiz, yalan-gerçek belgeleri yandaş medyaya sızdırarak savcılık makamı suç işlemektedir. Bu bilgileri kullanan hükümet yalakası medya da bu suça ortak olmaktadır. Sanırım, dava ek "tazminat davaları" da doğuracaktır.

3) Yerli unsurların yaptıkları lüzumsuz müdahaleler bu kadar ciddi bir davanın sulandırılmasına neden olmakta, halk arasında davanın ciddiyetine gölge düşürmektedir.

* * *

Ergenekon davası tarih yazacaktır ama bunun yaratıcısı AKP değildir!
Yazının Devamını Oku

CHP’yi kutluyorum: AKP’ye diş geçirdi

27 Ağustos 2008
TÜRKİYE’de siyasetin en etkin konusu, hatta kelimesi "yolsuzluk"tur.<br><br>1991’de Süleyman Demirel, ANAP’ı sadece bir kelimeyle yıkmıştır: "Hanedan!" ANAP’ı ve DYP’yi tedavülden kaldıran kelime de "yolsuzluk"tur.

Bugün TBMM’de Mesut Yılmaz’ın ciddiye alınmamasının nedeni, hakkındaki iddiaların tek bir kelimeye dayanmasıdır: Yolsuzluk!

AKP
2002’de iktidara gelirken ön plandaki kelime yine "yolsuzluk" idi.

Pislik kokan uzun bir dönemden sonra "Müslüman adam çalmaz!" sloganıyla AKP iktidara taşınmıştır.

* * *

CHP bugüne dek muhalefet stratejisini zaten kendisine oy veren kitlelerin hassasiyeti üzerine kuruyordu. Attığı salvolar, tarafların saf değiştirmesine değil sadece safların pekiştirilmesine hizmet ediyordu.

Nihayet, CHP karşı safın da aklını karıştıran bir mesele yakaladı: Yolsuzluk!

Hem de belgesi ile!

Tarihe geçen ünlü "Ulan rüşvetin belgesi olur mu!" sözü, CHP ve özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun özel gayretleriyle boşa düştü.

Hem CHP’yi, hem de Kemal Kılıçdaroğlu’nu candan kutlarım.

Muhalefet işte budur!

* * *

Şu ana dek AKP ne yapmıştır?

Ya susmuş, ya da zırvalamıştır!

Şaban Dişli’nin iddialara verdiği cevaplar ya ciddiye alınmamış, ya da mesnetsiz bulunmuştur.

1 milyon dolarlık belgede yer alan ödemenin "tüm ticari taramalar ve imar değişiklikleri sonrasında" yapılacağı sözü, "ödenecek para" ile "imar değişiklikleri" arasındaki ilişkiyi çok açık göstermektedir.

Demek ki, "velev ki" imar değişikliği yapılmasaydı, 1 milyon dolar Dişli’ye ödenmeyecekti!

* * *

Şaban Dişli bu parayı "borç" olarak verdiğini, geri ödenmesini "teminat" altına alabilmek için de bir "protokol" imzalandığını iddia ediyor.

O halde Şaban Dişli ortaya bazı belgeler daha çıkarmak zorundadır:

1) Şaban Dişli’nin dostuna/ortağına 1 milyon dolar borç verdiğini gösteren borç belgesi ve

2) Şaban Dişli’nin 1 milyon dolar birikimi olduğunu ispat edecek gelir belgesi.

Şaban Dişli, borcu elden verdim, parayı da nereden kazandığım kimseyi ilgilendirmez mantığıyla kimseyi inandıramaz.

Bu belgeleri ortaya koymadığı sürece Şaban Dişli, bazılarına kıyak yaparken rüşvet alan siyasetçi görünümünden kurtulamaz ve hakkındaki iddia mutlaka adalet tarafından hükme bağlanmak zorundadır.

* * *

Öte yanda Recep Tayyip Erdoğan’ın suskunluğunu da anlamak mümkün değildir. Ya çıksın ortaya, "Bu iddia yersiz ve mesnetsiz" desin, ya da "gereğini" yapsın.

Her geçen gün "Şaban Dişli, Başbakan hakkında neler biliyor ki, Erdoğan ısrarla susuyor" mealli bir kem söz millet arasında daha sesli konuşuluyor.

Erdoğan sustukça AKP’nin masum milletvekilleri de töhmet altında kalıyor!
Yazının Devamını Oku

Büyükanıt’ı uğurlarken!

26 Ağustos 2008
30 Ağustos’ta Org. Yaşar Büyükanıt, ülkemizin kendine has iç dinamikleri nedeniyle ülkenin en önemli görevlerinden birisi olan Genelkurmay Başkanlığı’ndan emekli oluyor. Her önemli görevdeki kamu görevlisine yapıldığı gibi Büyükanıt’ın da performans değerlendirmesi muhakkak ki kamuoyunda yapılacaktır. Kamu adına kamunun kaynaklarını kullanarak görev yapan herkesin değerlendirmesinin yapılması demokrasinin bir lütfu değil, gereğidir. Ben Büyükanıt hakkındaki değerlendirmemi arkasından değil, henüz görevi başındayken yapmayı tercih ettiğim için bugün bu işe soyunuyorum.

* * *

Bir asker olarak değerlendirilmesini konunun uzmanları yapacaktır. Benim bu konuda fazla bir şey söyleme hakkım yoktur. Ancak, basından takip edebildiğim kadarıyla Kuzey Irak’a yapılan hava harekátı tüm dünyada çok başarılı bir harekát olarak değerlendirilmiştir. Bu başarı öncelikle Hava Kuvvetleri olmak üzere tüm TSK’nın başarısıdır ama en büyük sorumluluğu Genelkurmay Başkanı taşıdığına göre başarıda en büyük pay Büyükanıt’a verilmelidir.

* * *

Ben esasen asker Büyükanıt’ın siyasette oynadığı rol üzerinde durmak istiyorum. Batılı bir okur bu cümleye şaşırabilir ama Türkiye’de askerler esas görevleri dışında siyaset de yaptıkları için bu cümleyi Türk okuru yadırgamaz.

Yaşar Büyükanıt da siyaset yapmıştır, 4 Mayıs 2007 tarihinde gerçekleştirilen Dolmabahçe toplantısı/mutabakatına dek genellikle hükümete karşı, daha sonra da genellikle muhalefete karşı siyasi söylemler gerçekleştirmiştir.

Ben onun siyasi duruşları arasında sadece bir tanesini ele almak istiyorum.

22 Temmuz öncesi cumhurbaşkanı seçimi ilk turunda TBMM "367" üye sayısını bulamayınca oylamanın Anayasa Mahkemesi’ne gideceği ve büyük bir ihtimalle de "toplantının açılması için 367 üye gerekirdi" gerekçesiyle oylamanın iptal edileceği ve Abdullah Gül’ün o tarih itibarıyla cumhurbaşkanı olamayacağı belli olduğu gün, 27 Nisan 2007 günü Genelkurmay Başkanlığı bir e-muhtıra yayınlayarak açık ve seçik bir şekilde Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını istemediklerini tüm dünyaya ilan etti.

* * *

Hatırlarsınız, muhtıra ülkeyi erken seçime götürdü ve Abdullah Gül muhtıraya inat cumhurbaşkanı seçildi! İşte o gün ben bir beklenti içine girdim.

Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, hemen o gün istifa edecek diye bekledim.

Zira, bir kişi diğer kişiyi istemediğini açıkça ifade ettikten sonra yine de o kişinin emrinde çalışmak zorunda kalırsa medeni dünyada kabul gören tavır istifa müessesini işletmektir.

Bu gelenek şirketler için geçerli olduğu gibi bir ülkenin en tepesindeki yöneticiler için haydi haydi geçerlidir. Ben umdum ki Büyükanıt bir açıklama yapacak ve "Milletimin aldığı demokratik karara saygım sonsuzdur. Ancak, ben Abdullah Gül ile çalışamayacağımı TSK adına önceden ilan etmiş bir kişiyim. Hem kendime, hem dünyaya karşı tutarlı davranmak zorundayım. Milletimden bu hassasiyetimi anlamasını ve beni bu görevden affetmesini rica ediyorum" diyecek.

* * *

Büyükanıt bunu yapabilseydi tarih nasıl gerçekleşirdi ancak tahmin edebiliriz. Ancak, ben eminim ki belirli çevrelerin kahramanı, belirli çevrelerin de büyük saygı duyduğu insan olurdu.

Kısacası devlet adamı olurdu!

Neden istifa etmedi, ben zihnimde hep bu soruyla yaşayacağım.
Yazının Devamını Oku

Saros özel koruma altına alınmalıdır

10 Ağustos 2008
YALÇIN Bayer’in 27 Temmuz’da yazdığı DenizTemiz Derneği/TURMEPA’nın tertip ettiği "Saros Gezisi"ne ben de katılmıştım. 24-25 Temmuz günleri DenizTemiz Derneği Genel Sekreteri Levent Ballar ve Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Julide Ergin bizlere Saros’un hem Keşan, hem de Gelibolu yönlerindeki kıyılarını teker teker gezdirdi. Keşan Belediye Başkanı Dr. Mehmet Özcan ve Gelibolu Belediye Başkanı Cihat Bingöl’ün yakın ilgisini gördük ve kendilerinden Saros ile ilgili önemli bilgiler aldık.

Saros áşığı Erdal Batmaz ise bizi Saros’un en vahşi ama en güzel kıyılarına taşıdı.

* * *

Bu köşeyi takip edenler bilir. Yazları Saros Körfezi’nin Yayla Köyü’nde geçiren birisi olarak "Saros’un kurtarılması" için elimden geleni yapıyorum.

DenizTemiz Genel Sekreteri Levent Ballar çok haklı olarak diyor ki:

"Karadeniz’i, Marmara’yı, Bodrum’u kaybettik. Bari Saros’u kurtaralım."

Peki nasıl? DenizTemizcilere göre tek çare, Saros’u Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’na (ÖÇKKB-www.ockkb.gov.tr) bağlamak!

Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Julide Ergin, 1976 tarihinde Barcelona’da imzalanan "Akdeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması Sözleşmesi"ne dayalı olarak kurulan başkanlık hakkında şu bilgileri veriyor:

"ÖÇKKB, 1989 yılında Başbakanlığa bağlı olarak ortaya çıkmış, 2003 yılında ise Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlanmış. Kurumun internet sitesinde kuruluş amacı şu şekilde yazıyor: ’İlan edilmiş bulunan Özel Çevre Koruma Bölgeleri’nde doğal güzelliklerin, tarihi ve kültürel kaynakların, biyolojik çeşitliliğin, sualtı, suüstü canlı ve cansız varlıkların korunmasını ve bu değerlerin gelecek nesillere aktarılmasını, sürdürülebilirlik anlayışı çerçevesinde bölgelerin ekonomik kalkınmalarını sağlamak ve çevre bilincini artırmak.’

Kurulduğu günden bu yana başarılı çalışmalarıyla bakanlığın diğer birimlerinden bir adım öne çıkan ÖÇKKB, özellikle son yılarda Fethiye-Göcek, Datça-Bozburun ve Gökova’da yürüttüğü projelerle dikkat çekmiştir. Bu başarısının altında yatan temel neden ise ÖÇKKB’nin çalıştığı her alanda entegre bir planlama yaklaşımını temel alması. Başta yerel yöneticiler olmak üzere bölgede bulunan kamu kuruluşlarının, halkın ve sivil toplum kuruluşlarının görüşünü alarak çalışmalarını yürütmekte olan ÖÇKKB, ’bozulmadan koruma, koruyarak kullanma ve geliştirerek koruma’ ilkesini prensip olarak kabul etmiş bir kurum."

* * *

ÖÇKKB’nin diğer ilkeleri arasında şunlar var:

Özel Çevre Koruma Bölgeleri içinde yer alan yerleşimlerde çevre duyarlılığını artırmak.

Bölgelerdeki çalışmalarda yöre halkı, ilgili kişiler ve ilgili kurumlar ile işbirliği yapmak.

Bölgelerle ilgili alınacak kararlarda veri çeşitliliğini sağlamak, detaylı ve geniş bilgi ağını kullanmak. Geliştirilen tüm projelerde ve yapılan çalışmalarda uluslararası standartları uygulamak.

* * *

DenizTemiz Derneği
’nin (www.turmepa.org.tr) çalışmalarını büyük bir hevesle destekliyorum (Bkz: 29 Haziran tarihli yazım). Onların Saros’a sahip çıkmaları çok önemli.

Saros’u ÖÇKKB de sahiplenirse ne mutlu bana!

Eğer Saros Körfezi’ni torunlarımıza temiz devretmek istiyorsak Saros, Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nın koruması altına alınmalıdır.

ÑÑÑ-

NOT: Her yıl olduğu gibi bu yıl da yıllık iznimi ağustos ayında kullanacağım. 26 Ağustos 2008 Salı günü görüşmek üzere hadi bana eyvallah.
Yazının Devamını Oku

Kapatılmamanın ardından iç dinamikler

7 Ağustos 2008
İKİ dava da bir iç hesaplaşma olarak başlamış olabilir ama işin içine dış dinamikler de girdi. Günlerdir "kapatmama kararı"nın ülkeyi rahatlatmayacağını, belki bir süre dinlendireceğini ama sonradan daha da bir gergin Türkiye ile karşılaşacağımızı yazıyorum.

Salı günü dış dinamiklerin olası etkilerini tartıştım.

Bugün ise iç dinamikleri irdeleyeceğim.

* * *

Deniyor ki AKP; 10’a karşı 1 oranında laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu mahkeme kararı ile saptandığı için dersini alacak ve parti kendisini liberal-demokrat bir çizgiye çekecek.

Bence AKP’nin liberal-demokrat bir çizgiye çekilmesi mümkün değil, eşyanın tabiatına aykırı.

Liberal-demokrat anlayış uzlaşma esasına dayanır ve tarafların uzlaşma isteği karşısında yol göstericidir.

Örneğin, Özal dönemi ANAP’ı da muhafazakár hayat tarzına sahip çıkıyordu ama bir ideoloji partisi olmadığı için herkesin aynı otobüste seyahat edeceği bir Türkiye arıyordu.

* * *

AKP ise kendisini ne kadar değiştirirse değiştirsin özünde Milli Görüş’e dayanan, iktidarında bazı tarikat ve cemaatlerle ittifak yapan ideolojik bir harekettir.

Milli Görüş, tabii ki, İslam’ın dünyevi bir hayat tarzı yarattığını düşünür ama özünde kendini ekonomik, sosyal ve siyasal hayattan dışlanmış hissedenlere sahip çıkan ideolojik bir aygıttır.

Milli Görüş’e liberal-demokrat bir çizgiye çekilmesini teklif dahi edemeyiz, bir örgütten kendini var eden umdelerden vazgeçmesini isteyemeyiz.

Ayrıca, AKP’den de Milli Görüş’ten kopmasını isteyemeyiz. Kopmayı göze alacak bir AKP seçmen önünde mukayeseli avantajını tamamen yitirecek, onu farklı kılan özelliklerinden vazgeçmiş olacaktır.

Mahkeme kararı Türkiye’de artık çok sert yaşanan paylaşım mücadelesini bitirmedi, paylaşımda bir mutabakat sağlanana dek de ülkede gerçek anlamda bir uzlaşma olmayacaktır.

* * *

Belki bir süre cicim ayları yaşarız. Ancak, yerel seçim sathına girince tekrar herkes aslına rücu edecektir.

AKP tabandan oy alabilmek için paylaşım mücadelesinin hálá takipçisi olduğunu, mücadeleyi terk etmediğini göstermek zorundadır.

Hatta bu sefer tabana bir de özür borçludur.

Mücadelenin simgesi olan türbanı üniversiteye sokamamış, hatta türban ve (imam hatiplerin) katsayı sorununu boşlaması için Mahkeme’den ağır uyarı almıştır.

Hem de bu uyarıyı tüm ikazlara rağmen almıştır.

Yeni dönemde müesses nizama kırmızı çizgileri kabullendiği mesajı vermeye çalışacak AKP, tabanını ise bu mücadeleden vazgeçmediğine ikna etmek zorundadır.

Üstüne üstlük aynı AKP; Batı (ABD+AB) ile İran arasında iplerin kopması durumunda Batı’nın yanında yer alması şıkkında bu tavrını tabana anlatmak, yok sözünden dönerse Batı’dan gelecek her türlü "yeni kumpasları" yeniden göğüslemek zorunda kalacaktır.

* * *

Bunun içindir ki ben; TSK ve AKP’ye yeni kurulan Türkiye’de ölümü gösterip sıtmaya razı etme oyunu oynanmıştır diyorum.

Varılan noktayı hálá gerçek bir uzlaşmadan çok uzak görüyorum.
Yazının Devamını Oku

Üç makaleden üç alıntı

6 Ağustos 2008
MEHMET Barlas 05.08.08 tarihinde Sabah Gazetesi’nde yayımlanan "Ilımlı İslam modeline uygun bir ’ılımlı demokrasi’ mi?" başlıklı makalesinde New York Times Gazetesi’nde 03.08.08 tarihinde yayımlanan bir yazıya atıfta bulunuyor ve yazının Türkiye için "ılımlı demokrasi" tanımlamasını kullandığını söylüyor. Mehmet Barlas;

"Görüldüğü gibi Türkiye de ’ılımlı demokrasi ve siyaset’ çemberindeki bir ülke olarak sunuluyor bu yorumda. ’Ilımlı İslam’dan daha çarpıcı ve rahatsız edici bir tanımlama değil mi bu?" diye ortaya vahim bir soru atıyor.

Ancak "Democracy’s Close Call in Turkey" başlıklı yazının hiçbir yerinde "ılımlı demokrasi" sözcüğü geçmiyor. Sadece Barlas’ın da doğru tercüme ettiği gibi "Türkiye için olduğu kadar, istikrarsız Orta ve Yakındoğu’da demokrasi ve ılımlı siyaset için de bir zaferdir" cümlesi yer alıyor.

Makalede Türkiye’de "demokrasinin hálá tehlikeli bir şekilde ince güvenlik sınırında (olduğundan-CÜ)" bahsediliyor ("democracy’s still perilously thin safety margin").

Mehmet Barlas bu makaleyi okurken "ılımlı demokrasi"den bahsedildiği yorumunu yapmış olabilir. Ama Barlas tırnak içinde "ılımlı demokrasi" sözcüklerini kullanırken adı geçen makaleden sözüm ona doğrudan alıntı yapıyor. Bunu açıkça da söylüyor.

Bir yazarın bir başka makalede olmayan bir terimi/tanımlamayı o makalede varmış gibi göstermeye hakkı var mıdır?

* * *

Aynı gazetede Nazlı Ilıcak, Konya’da çöken binayı irdeliyor ve "Bina, farklı bir amaç için kullanılsaydı da, dikkatsizlik ve özensizlik yüzünden çökecekti... 1990’dan beri önce erkek talebe yurdu, sonra kız talebe yurdu şeklinde faaliyet gösteren o binada, Kur’an eğitimi verilmeseydi, tüp patlamayacak mıydı?.. Mesele, Kur’an kursu veyahut bu kursun kaçak olarak verilip verilmemesi değil, binaların iyi denetlenmemesidir. Kaldı ki, kendi evimizde bile bu gibi talihsiz durumlarla karşı karşıya kalabiliriz" diye yazıyor.

Nedense Nazlı Ilıcak’ın aklına, "Neden Süleymancılar insana bu kadar az değer veriyorlar?" sorusunu sormak gelmiyor.

Dikkatimi çekti, Nazlı Ilıcak aynı makalede Süleymancıların liderinden "Süleyman Tunahan Hazretleri" olarak bahsediyor.

Mustafa Nihat Özön’ün Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü’nde (İnkılap Kitabevi-8. Baskı-1997)

Hazret= Övme, büyütme, ululanma. Tecellinin 5 derecesinden her biri. Örnek: Hazret-i Muhammet.

Tecelli= Tanrı kudret ve sırrının kişilerde, ev, eşyada görünmesi, olarak açıklanıyor.

* * *

Yine Sabah’ta, yine aynı gün Hıncal Uluç "Demokrat (!) takkeler bir daha düşerken..." başlıklı makalesinde;

"Bu ölümler ’Bol çocuk yapın’ diyen Başbakan’ın ülkesinde, aslında ilahi bir nüfus planlamasıdır. Biz ölmeye devam edeceğiz. Bizi öldürenler zerre sorumluluk hissetmeyecek. Bizi öldürenlerden sorumlu olanlar, hesap sorma gereği duymayacaklar. Bunların tümünün uşağı medya satılmışları da, hakkımızı arama gereği duymayacak, laf ola satırlar dahi kaleme almayacaklar ki, efendileri kızmasın... Sonra da bunun adı ’Demokrasi’ olacak!..

Sevsinler!.." diye yazmış.

* * *

Sabah Gazetesi’
nden iki alıntıyı ve bu tip yazılara yine aynı gazetede verilen cevabı medya için çok önemli bir ibret göstergesi olarak gördüm ve sıcağı sıcağına yaptım. "Kapanmadan Sonra İç Dinamikler" başlıklı makalemi yarın yayımlayacağım.
Yazının Devamını Oku