Cüneyt Ülsever

Recep Tayyip Erdoğan olsaydım ne yapardım?

25 Şubat 2007
BUGÜNLERDE cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yapılma ihtimali yükselen bir erken seçim gündemde büyük yer tutuyor. Başbakan’ın bazı imaları da böyle bir ihtimale çanak tutuyor.

Köşe yazarları konuyu tartışırken bazıları, "cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yapılacak erken seçim"i daha önce kendilerinin ortaya attıklarını söylüyorlar.

Onlar ne zaman ortaya atmışlar bilemem ama ben "meseleyi" 17 Aralık 2006 tarihinde, bundan tam 70 gün evvel bu yazının başlığı altında işlemiştim.

O günlerde hiç kimse bu konuyla ilgilenmiyordu.

Bugün size aynı yazıdan bazı alıntıları sunuyorum, zira gerekçelerim hálá aynen geçerli.

* * *

"Recep Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını benim bilmem mümkün değil ama ben ’o’ olsaydım, kesin cumhurbaşkanı olurdum...

...Ben Recep Tayyip Erdoğan olsaydım:

1) Cumhurbaşkanı seçiminden sonra 6 ay hanımefendimi Köşk’e taşımaz, hiçbir kabule götürmezdim. Sabah evden cumhurbaşkanlığına işe gider gibi çıkar, akşam mesai çıkışı eve geri dönerdim. Evimi şehrin dışına taşır, Ankaralıları işe giderken trafikte bunaltmamak için Köşk ile evim arasında helikopter kullanırdım.

2) Cumhurbaşkanı seçildiğim oturumda, aynı gün TBMM’de ’erken seçim’ kararı da çıkarır, ’erken seçim mi, alın size erken seçim!’ derdim.

Erken seçimi haziran sonunda yapmak artık işime gelirdi. Zira:

Aday olduğum günden itibaren muhaliflerim bana veryansın edeceği için, 2002 yılında partime oy verip sonradan kızanlar muhalefetin darbe çığırtkanlığından tutun, ipe sapa gelmez iddiaları, hakaretleri karşısında bu sefer bana muhalefet eden herkese beter kızmaya başlayıp (erken seçimde sıcağı sıcağına) ’ben de size inat oyumu yine AKP’ye vermezsem!’ derlerdi. 2002’de bana destek verip desteğini sonradan kesen liberal taifesi de karşı tarafın insafsız antidemokratik tutumu karşısında yine benim partimi desteklemek zorunda kalırdı.

* * *

Erken seçim AKP içindeki olası bir liderlik çatışmasını da gündemden kaldırır, çözmese bile erteler. Tamam, Abdullah Gül halefim olmak için en güçlü aday ama diğer partililer de insan, onların da rüyaları-hülyaları var. Araya uzun bir süre girerse onların nefsini kaşıyacak çok insan çıkar. Ama erken bir seçim parti içinde herkesi uzlaşmaya iter.

* * *

Aday olursam ülke karışırmış!

Yok böyle bir şey! Türkiye 2007 yılı itibarıyla zaten durdu. AB ile müzakerelerin 2007 yılı için dondurulmasıyla zaten ok yaydan fırladı. Ekonomide yaşanacaklar zaten yaşanacak!

Birkaç muhalif gazeteci söver sayar, emekli ve genç subaylar tehdit eder, belki Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı açık salvo atar, borsa ola ki baş aşağı döner ama darbe olmaz. Olsa olsa 28 Şubat usulü AKP’yi bölmeye kalkarlar ama zaten erken seçim bölücülere zaman tanımayacağı gibi ben de onlara çoktan yeniden seçileceklerini vaat etmiş olurum.

Hakkımda koparılacak her türlü gürültünün partiye oy olarak döneceğine, bundan dolayı yine herkesin seçilebileceğine "o gün"den kısa süre önce milletvekillerimi beşer beşer kabul ederek hepsini ikna ederdim.

Ben Recep Tayyip Erdoğan olsaydım bu fırsatı kaçırmazdım.

Ardından da beni cumhurbaşkanı yapan "üçlü"ye(*) teşekkür mesajı yayınlardım!
"

(*)
Üçlü= Cumhurbaşkanı+Genelkurmay Başkanı+anamuhalefet lideri
Yazının Devamını Oku

Hollanda ve Türkiye

22 Şubat 2007
HOLLANDA Kraliçesi Beatrix’in Türkiye’ye yapacağı ziyaret öncesi Hollanda ile ilgili izlenimlerimi yazmaya devam ediyorum. Dün Hollanda’nın, kavrayabildiğim kadarıyla genel bir resmini çizdim. Bugün bizi çok yakından ilgilendiren bir konuya girmek istiyorum. Hollanda, Türkiye’ye nasıl bakıyor?

Hollanda halkı AB Anayasası ile ilgili yapılan referanduma "hayır" deyince, bazı yorumcular ret kararı alınmasını "Türkiye’nin AB üyeliğinin" de Hollanda halkı tarafından reddi olarak kabul etti. Bu algılama ne kadar doğru? Bugün bu soruyu irdeleyeceğim.

* * *

16 milyon nüfuslu Hollanda’nın, kendinden büyük nüfuslu Almanya’nın ve Fransa’nın AB üyeliğinden de rahatsız olmaması mümkün değil. Türkiye’nin olası AB üyeliği, Hollanda’nın AB içindeki siyasi yaptırım gücünü daha da azaltacak.

Hollandalıların böyle bir ihtimale saf bir iyimserlikle bakmasını istemek haksızlık olur.

Hiç alışık olmadıkları iki menfur siyasi cinayetin işlendiği bir ülkede, İslam’ın Batı geleneğine uyamayacağı tezleri, yabancı işçilerin ücretleri düşüreceği, hatta işsizliği körükleyeceği endişesi, sosyal güvenlik sistemini yabancı işçilerin çökerttiği yargısı Hollanda’da da milliyetçi/ulusalcı bir akım yaratmış ve aşırı sağcı parti parlamentoya son seçimlerde 9 milletvekili yollamış. Bu rakam tüm milletvekili sayısına oranlanırsa, Hollanda halkı içinde kabaca yüzde 6-7 oranında İslamofobia’nın yer ettiğini var saymak yanlış olmaz.

Ama diğerleri (yüzde 93-94) için nasıl bir Türkiye algılaması söz konusu?

Hollandalılar, Türkiye’yi Hollanda’da yerleşik (400 bin) Türk asıllı işçi/vatandaş üzerinden kavrıyorlar.

Zira, kendi kamuoyunu iplemeyen Türkiş akıl hiçbir AB ülkesinde olmadığı gibi Hollanda’da da kamuoyunu yönlendirecek herhangi bir çalışma yapmıyor.

Sadece Türkiye’ye turist olarak gelen Hollandalılar, Hollandalı Türkler dışında, Türkiyeli Türkler de olduğunu fark ediyorlar.

Türkiye’ye Hollanda’daki Türkler üzerinden bakan Hollandalılar ne görüyorlar?

İki adet Türkiye!

* * *

Terazinin bir kefesinde İşçi Partisi milletvekili ve yeni hükümetin bakanı (devlet sekreteri) Nebahat Albayrak, Rotterdam Belediye Başkan Yardımcısı Orhan Kaya, FORUM yöneticisi Zeki Arslan, Fatma Kaya, Adalet Bakanlığı Kıdemli Danışmanı Mehmet Aközbek, Türk Toplumları Yöneticisi Ahmet Azdural vb. var, diğer kesesinde Lahey’de Türklerin oturduğu semtte gözlerimle gördüğüm Türkler var.

Nebahat Albayrak, "Neden bu çapta siyasiler Türkiye’de az?" diye insana sordururken, Hollandalıların da Albayrak’ı baş tacı edip Türklerin oy gücünün çok üstünde bir yere, iktidar ortağı İşçi Partisi’nin ülke çapında ikinci adamlığına getirdiğini görüyorsunuz.

Öte yanda Lahey’in Türk mahallesinde en büyük hünerlerinin 40 yıldır zerre kadar değişmemek olduğunu haykıran Türklere rastlıyorsunuz. 40 yıldır bir tek kelime Hollandaca öğrenmemekte direnen, 40 yıllık giysisini hálá değiştirmeyi becerememiş Türklerin benzerlerini İstanbul’da gördüğünde Türkler de yadırgıyorlar.

40 yıldır yaşadıkları topluma entegre olmamak için direnen Hollandalı Türklere bakan "normal yurdum insanı" öz Hollandalıların, "Biz bu insanlarla nasıl aynı kulübe üye olacağız?" diye sormaması mümkün değil.

Sokaktaki Hollandalıya, "Türkiye’yi AB’de görmek istiyor musun?" diye sorduğunuzda o da size "Hangi Türkiye’yi?" diye soracaktır.

* * *

Hollanda’daki Türklerin çok büyük sevgi beslediği Kraliçe Beatrix’e şimdiden "Hoş geldiniz!" diyorum!
Yazının Devamını Oku

Hollanda

21 Şubat 2007
HOLLANDA Kraliçesi Beatrix ay sonunda Türkiye’yi ziyaret edecek. Bu ziyaret 600 yıllık geçmişi olan Türkiye-Hollanda ilişkilerinde bir ilk. Hollanda Dışişleri Bakanlığı gezi öncesi birkaç Türk gazeteciyi Hollanda’ya davet etti ve ülkesini tanıtma faaliyeti sergiledi. Bizlerden haklı olarak beklenen; izlenimlerimizi Türk halkına nakletmemiz ve bir yandan Hollanda’yı tanıtırken, diğer yanda Kraliçe’nin ziyaretine dikkat çekmemizdir.

Ben bugün ve yarın Hollanda’yı yazacağım. Bugün Hollanda’nın bende bıraktığı tadı vurgulamaya çalışacağım. Yarın da Türk asıllı Hollandalılar çerçevesinde Hollanda’nın Türkiye’ye nasıl baktığını irdeleyeceğim.

* * *

Daha önce sadece Amsterdam’ı görmüş bir kişi olarak bu kez ayrıca Rotterdam, Lahey, Utrecht gibi diğer şehirleri de ziyaret etme olanağını buldum.

Konya’dan daha az topraklara sahip bu ülkede izlenimlerimi tek bir cümlede ifade etmeye çalışırsam şöyle yazmam gerekir:

Hollanda, genlerine sinmiş bir demokrasi ile yaşayan insanların, bilimin önderliğinde, geçmişle geleceği birlikte hazmettiği bir ülkedir.

* * *

Anayasal monarşi
rejimi ile yönetilen, parlamenter demokrasinin monarkı (kraliçe) sadece devletin sembolü haline getirdiği bu ülkenin insanları demokrasi insan fıtratının doğal bir parçasıymış gibi yaşıyorlar. Parlamento binasının içinden bisikletle geçen vatandaşlar sanki içeride ne konuşulduğu ile ilgili değiller. Parlamentonun önündeki meydanda yer alan kafelerde ise içeride canı sıkılan milletvekilleri ve bakanlar halkla birlikte çay-kahve molası alıp sonra işlerinin başına dönüyorlar. Kahvelerin birinde otururken, elinde çantası ile işten çıkmış eve giden kişinin hükümette bir bakan olduğunu duyduğunuzda kendinizi garip hissetmemeniz için Türk olmamanız gerekir.

Konya’dan ufak topraklara sahip ülkenin nasıl sadece tarımsal ihracatının bizim toplam ihracatımızdan daha fazla gelir getirdiğini anlamak için de dünyanın sayılı tarım okullarından ve tarımsal araştırma merkezlerinden birisi olan Wageningen Üniversitesi’ni ziyaret etmeniz gerekiyor. Pis suyun bakterileri beslerken enerji ürettiğini, keza insan üresinin de enerji üretme kapasitesine sahip olduğunu öğrendiğinizde insana bahşedilmiş nimetlerin ayrıntıda gizlendiğine ve ilerlemenin temel şartının da ayrıntıları yakalamak olduğuna iman ediyorsunuz. Dünyadaki 175 ülkeden 100’ünden öğrencilerin ilim-irfan öğrenmek üzere bu üniversitede bulunduğunu duyduğunuzda da "küreselleşme işte bu!" diye düşünmeden edemiyorsunuz. Ancak, yine de küresel dünyada ülkeleri "öğreten ülke" ve "öğrenen ülke" tasnifine tabi tutuyorsunuz.

* * *

Dünyanın en büyük limanlarından birisi olan Rotterdam Limanı’nı gezerken size limanın gelişimi ile Avrupa’da kapitalizmin gelişimi arasındaki paralelliği tarihleri ile gösteriyorlar. Avrupa’da üretim artıkça, üretim için hammadde ihtiyacı çoğaldıkça liman da büyümüş. Bugün artık limanda gemilerin yanaştığı iskeleler bile gelen-giden malın türüne göre ihtisaslaşmış vaziyetteler. Kilometrelerce uzayan bir liman hiç görmemiştim.

Herhalde; küçücük Hollanda’nın emperyal insanları Uzakdoğu’yu fethetmek üzere yola bu limandan çıkmışlardır.

* * *

Hollanda’da hangi şehre giderseniz gidin eski binaların bir antikacı hassasiyeti ile korunduğunu, yeni ile eskinin tahin-pekmez kıvamında mecz edilmeye çalışıldığını görüyorsunuz. Bir sokakta tarihi yaşarken, hemen dibindeki diğer sokakta çağı tutuyorsunuz

Hollanda ve Türkiye farklı dünyaların farklı ülkeleri!
Yazının Devamını Oku

Davayı bakanlık kaybederse masrafları kim ödeyecek?

20 Şubat 2007
13 ve 14 Şubat 2007 tarihlerinde yazdığım yazılarda Orman Bakanı Osman Pepe’nin Acarkent ve Beykoz Konakları ile ilgili olarak açtığı "tapu iptali" davasına karşı çıkmıştım. O yazılarımda aynen şöyle yazmıştım:

"...Pepe’nin web sitesinin ilgili bölümünün sonunda aynen şu ifade yer almaktadır:

’Acarkent ve Beykoz Konakları daha önceden başlamış ve bitmiş çalışmalar olup, gerek Belediye’nin gerekse Orman Bakanlığı’nın kusurları bulunmaktadır.’

Pepe bu iddiasında yerden göğe haklı olabilir...

...(Ancak) Gariptir ki, Osman Pepe tarafından kusurlu olduğu da iddia edilen Orman Bakanlığı, tapuya güvenerek ev alan ve bakanlıkta var olduğu iddia edilen kusurlarla herhangi bir ilgisi bulunmayan şahısların tapularını iptal ettirmeye çalışmaktadır!.."

* * *

Devletin, bizzat kendi eliyle verdiği "izinler"e dayanarak oralarda mülk edinen insanların elindeki tapuları iptal etmeye kalkması, devletin bizzat kendisini inkár etmesidir.

Tapu, devletin vatandaşa verdiği bir "garanti"dir, devlet kendi garantörlüğünü inkár ederse o devlette özel mülkiyetin kutsallığından bahsedilemeyeceği gibi, devlete olan güven de sıfırlanır.

Kaldı ki; bahse konu orman "özel mülkiyet"tir ve devletin özel mülkiyet üzerinde, ne sebeple olursa olsun tapu iptali talebi olamaz.

Böyle bir ülkede var olan rejime de "hukuk devleti" denemez!

* * *

Nitekim, hukuk adamları da böyle düşünmüş olmalı ki:

"...Orman Genel Müdürlüğü’nün Saip Molla 1 Özel Ormanı’na yapılan Acarkent’teki taşınmazların kat mülkiyeti tapularının tamamının iptali (...)için açılan davada Mahkeme, mevcut delillere göre Orman İdaresi’nin taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir konulması yönündeki talebini reddetti... (Ayrıca) Beykoz Konakları’nın kat mülkiyeti tapularının tamamının iptali (ile ilgili davada da) ihtiyati tedbir talebini (mahkeme reddetti)." (Hürriyet-17.02.2007)

* * *

İptal edilmesi istemiyle mahkemeye gidildiğinde söz konusu tapular üzerine, üçüncü şahıslara satılmamaları için ihtiyati tedbir konulması çok doğal bir hukuk sürecidir.

Mahkeme, iptal davası için ortaya konan gerekçeleri "çok mesnetsiz" bulmasa idi, ihtiyati tedbir kararını reddetmezdi. Nitekim gazete "mahkeme, mevcut delillere göre Orman İdaresi’nin taşınmazlar üzerine ihtiyati tedbir konulması yönündeki talebini reddetti" ifadelerini kullanıyor.

Herhalde, şimdi Orman Genel Müdürlüğü’nün ortaya yeni deliller ve gerekçeler koyması gerekecek.

* * *

Öte yandan aynı haberde bir ayrıntı da var:

"Orman Genel Müdürlüğü’nün Acarkent ve Beykoz Konakları’nın kat mülkiyeti tapularının tamamının iptali ve ruhsatsız yapıların yıkımı için toplam 2 bin 287 kişiye açtığı 2 dava için 4 klasörlük müfettiş raporlarının davalı taraflara dağıtılması devlete 686 bin 100 YTL’ye mal olacak."

Mahkeme, tapu sahipleri aleyhine sonuçlanırsa bütün masrafları tapu sahipleri ödeyecek!

Ama eğer, mahkeme onların lehine sonuçlanırsa masrafları kim ödeyecek?

Tapu sahipleri önce iptal davasını kazanır ve ardından tazminat davaları açıp bir de onları kazanırsa bu tazminat masraflarını kim ödeyecek?

Bizim ödediğimiz vergilerle mi ödemeler yapılacak, yoksa ödemeleri Osman Pepe bizzat kendi cebinden mi karşılayacak?
Yazının Devamını Oku

Tutarlı dış politika

18 Şubat 2007
HOLLANDA Dışişleri Bakanlığı’nın davetiyle gerçekleştirdiğimiz gezide, bu hafta görevini selefine terk edecek olan Dışişleri Bakanı Dr. Bernard Bot bir sorumuza şu cevabı verdi: - Herkesle diyalog içinde olmak ve herkese kapıyı açık tutmak ilkesini ortak müttefikimiz ABD’ye de tavsiye ediyor musunuz?

- Çeşitli ortamlarda bunu dile getirdim. Daha birkaç hafta evvel Bayan Rice’a kapıların kapanmaması gerektiğini söyledim. Ama Rice bana, Suriye’nin şeytan ekseninin bir parçası olduğunu söylüyor. Rice bunları bana söylediğinde yanımızda başka bakanlar da vardı, birlikte yemekteydik... ABD ile aramızda mükemmel bir ilişki var ama bazı konularda fikirlerimizin tam olarak üst üste oturmadığını görüyoruz.

* * *

Hollanda, toprakları Konya ilimizden ufak bir ülke. Ancak, tarımsal ihracatından elde ettiği gelir, bizim toplam ihracatımızdan elde ettiğimiz gelirden daha fazla!

Bu ülke her daim dünya siyasetinde boyutlarının çok üzerinde bir ağırlık taşıyor. Neden? Tarihlerini bilmediğim için bu sorunun cevabını doğrudan veremeyeceğim. Ama bildiğim bir şey var!

Kendi boyutu, ABD’nin boyutunun çok altında olduğu halde ABD’nin Dışişleri Bakanı’na başka insanların da bulunduğu bir ortamda "yanlışını" söyleyebilmek için hem şahsiyetli, hem de tutarlı politika gütmek gerekir.

Hollanda böyle yapıyor!

* * *

Gelelim Türkiye’ye...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan diyor ki:

"Kuzey Irak’taki bölgesel Kürt hükümetiyle ilişkileri geliştirecek adımlar atılabilir. Neden olmasın. Yeter ki bu yakınlaşma huzur getirsin, barış getirsin, olumlu gelişmelere yol açsın. Eğer atacağımız her adım bizim için huzur getirecekse, onlar için huzur getirecekse biz buna her zaman varız." (Hürriyet-15.02.07)

* * *

Ancak, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, "şu anda Kuzey Irak’taki iki Kürt grubunun da PKK’ya tam destek verdiğini" ifade ediyor. Büyükanıt, Kürt liderlerle görüşme konusunda böyle bir görüşme yapmayacağının altını çizerek, "Ben asker olarak nesini görüşeceğim. Irak’taki liderlerle kim görüşürse görüşsün, ben görüşmem" diye ilave ediyor. (Hürriyet-17.02.07)

Türkiye’nin Terörle Mücadele Koordinatörü Emekli Org. Edip Başer de Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani aşiretlerini devlet düzeyinde muhatap almasının söz konusu olamayacağını vurguluyor. Ancak, aynı Başer gerekirse Barzani ile görüşebileceğini söylemişti. Ama yine gazetelere göre o, "terörle mücadele için yararlı olacaksa ve Genelkurmay Başkanlığı’yla mutabakat olursa görüşülebileceği"ni söylemiş! (Milliyet-17.02.07)

* * *

Şimdi siz yabancı bir ülkenin dış politika yorumcusu olsanız, "Türkiye’nin Kuzey Irak politikası" hakkında ne düşünürsünüz?

- Türkler ne dediklerini bilmiyorlar!

Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a bağlı ama hayati bir konuda onunla ters düşmekten zerre kadar rahatsız olmuyor. Hükümet tarafından atanmış bir Terörle Mücadele Koordinatörü var ama o da Genelkurmay Başkanı’nın ağzına bakıyor!

Neden küçücük Hollanda’yı dinlerler de Türkiye’yi sadece idare ederler?..

Cevabı açık değil mi?
Yazının Devamını Oku

Kayseri’de bir kraliçe

15 Şubat 2007
HOLLANDA Kraliçesi Beatrix ay sonunda Türkiye’yi ziyaret edecek. Ziyaret öncesi Hollanda Dışişleri Bakanlığı, bazı Türk gazetecileri Hollanda’ya davet etti.  Hollanda izlenimlerimi Kraliçe’nin ziyareti sırasında yazacağım ama Hollanda Dışişleri Bakanı Dr. Bernard Bot’un bizlerle yaptığı söyleşiyi bugünden yayınlamak istiyorum. Dr. Bot’un bu hafta içinde görevinden ayrılma ihtimali yüksek. Bakanlardan ilk demeci almak hedeftir; ama galiba bizler bir bakandan son demeci alma şerefine nail olacağız!

* * *

- Hollanda Kraliçesi Beatrix’in Türkiye’ye ziyareti öncesinde iki ülke ilişkilerini ve Hollanda açısından bu gezinin önemini değerlendirir misiniz?

Türkiye-Hollanda ilişkilerinin 400 yıllık tarihi vardır. İlk büyükelçi 1612’de atanmıştır. Türkiye ile Hollanda ilişkisi kesintisiz ve istikrarlı sürmüştür. Hatırladığım kadarıyla, Hollanda Kraliçesi’nin Türkiye’ye ilk ziyaretidir. Bu sıradan bir ziyaret değildir. Tam da Hollanda’nın, Türkiye’nin AB üyeliğine destek vermediği izlenimlerinin yaygın olduğu dönemde, aksini ispatlamak için gerçekleştiriliyor. Gezi, Türkiye-Hollanda ilişkilerinin sürekli, somut olduğunun beyanı için yapılmaktadır ve ilişkilerin daha da gelişmesine hizmet edecektir.

- Siz de gelecek misiniz?

Hálá Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturuyorsam, evet. Oturmayacağıma dair söylenti daha yüksek. Her halükárda yeni Dışişleri Bakanı, Kraliçe’ye eşlik edecektir. (Kasım 2006’da genel seçimleri yapan Hollanda’da halen hükümet kurulmadı. Ancak bu hafta içinde bir koalisyon hükümetinin kurulması bekleniyor.)

- Kraliçe’nin programı nedir?

Çok geniş kapsamlı bir gezi olacak. Ankara, İstanbul ve Kayseri’ye gidecek.

- Neden Kayseri?

- Gezinin kapsamını biz tek başımıza karar vermiyoruz, Türk hükümetinin de görüşlerini alıyoruz.

- Dışişleri Bakanımızın Kayserili olmasının bir etkisi var mı?

Gül’ü uzun yıllardır tanıyorum, kendisi yakın arkadaşımdır. Muhakkak onun da bir rolü olmuştur. Aynı zamanda Kayseri’nin, Türkiye’nin modern sanayileşmesinin ve gelişiminin örnek bir kenti olduğunu biliyoruz. Bu arada çok kalabalık bir işadamı ordusu, 40 kişi kadar Kraliçe’ye eşlik edecek. Çokuluslu şirketlerden tutun, küçük ve orta ölçekliye kadar her seviyede işletme Türkiye ile iş kapasitesi artırma hedefinde.

- Bu seyahatin getireceği ekonomik sonuçlara büyük ağırlık verebilir miyiz?

Bence çok doğru bir soru sordunuz. İlişkilerin güçlenmesi için en önemli ayak, karşılıklı olarak ekonomik menfaatlerin güçlendirilmesidir. Benim şahsi isteğim, iki ülke arasında ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda bir danışmanlık sisteminin kurulmasıdır. Fransa ve Endonezya ile bu danışmanlık sisteminin çok iyi işlediğini görüyoruz.

- İşadamları da Kayseri’ye gidecekler mi?

Elbette gidecekler.

- Türk kamuoyu, Hollanda kamuoyunun, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu düşünüyor.

Ben her zaman Türkiye’nin AB’ye üye olması gerektiğini savundum. Türkiye’nin üyeliğinin AB’nin de çıkarına olduğunu söyledim. Hollanda halkı, genişlemiş bir AB’de Türkiye’yi görmek istiyor. Ama bu üyeliğin gerçekleşmesi için Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri’ni tam anlamıyla yerine getirmesi gerektiğini savunuyor. Genel kanı, Türkiye’nin bu kriterleri henüz bir kısmını yerine getirdiği şeklinde.

* * *

Bakanın Irak konusundaki çok ilginç görüşlerini pazar günkü yazımda değerlendireceğim.
Yazının Devamını Oku

Osman Pepe yeşil komünist midir?

14 Şubat 2007
DÜN yazdım. Acarkent ve Beykoz Konakları’nın resmi inşaat izinleri vardır ama Orman Bakanı Osman Pepe’ye göre bu izinlerde sorunlar vardır ve hem Orman Bakanlığı, hem de Beykoz Belediyesi kusurludur. Olabilir!

Ama beni ilgilendiren konu şudur: Osman Pepe tarafından kusurlu olduğu da iddia edilen Orman Bakanlığı, tapuya güvenerek ev alan ve Bakanlık’ta var olduğu iddia edilen kusurlarla herhangi bir ilgisi bulunmayan şahısların tapularını iptal ettirmeye çalışmaktadır.

Bunun için Bakanlık tapu sahipleri aleyhine iptal davası açmıştır!

* * *

Özel mülkiyet ülkemizde bizzat devletin koruması altında iken ve vatandaşlar devletin verdiği izinlere dayanarak adı geçen yerlerde tapulu mal almış iken şimdi Osman Pepe, bizzat devleti kullanarak, bu tapuların iptaline çalışmaktadır.

Şahsi kanımca seçim yılında bu bir siyasi gösteridir ama galiba ne Pepe ne de AKP ülkenin ana damarlarında onanmaz bir yara açmak üzere olduklarının bilincinde değildirler.

* * *

Medeni Kanun "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumludur" hükmünü taşımakta, ayrıca tapu siciline güvenerek ayni hak kazananın korunacağını hükme bağlamaktadır.

Bunun dışında Anayasa’nın 40. ve 129. maddeleri resmi görevlilerin fiilleri sonucu bireylerin uğradıkları tüm zararları devletin tazmin etmesini amirdir. Yargıtay içtihadına göre devletin sorumluluğu, aynı zamanda özel hukuktaki "istihdam edenin sorumluluğu" ile paraleldir. Müktesep hakların güvenceye alınması hukukun temel ilkelerindendir.

Danıştay içtihadına göre imar planı ve tasdikli projeye göre yapılan bütün işler müktesep hak kapsamındadır.

* * *

Ayrıca, mülkiyet hakkı demokratik hukuk devletinin temel unsurlarından birisidir. 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannamesi’nin ve 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nin 17. maddeleri ile ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ek 1 No’lu protokolün 1. maddesinde güvenceye alınan temel insan haklarındandır.

* * *

Son dönemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki davalara da konu olan azınlık veya yabancı vakıf mülklerine kadar varan seviyelerde, her vesileyle özel mülkiyetin çiğnenmesi yurtdışındaki ekonomik çevrelerde Türkiye’ye güveni sarsan en önemli nedeni oluşturmuştur.

Anayasa’nın 35. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere yabancı sermaye, yatırım yapacağı yerde, her şeyden önce edineceği mülkün güvencede olmasını arar. Türkiye 1954’te Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu’nu yürürlüğe koymuş olmasına, bunu dünyaya tanıtma hususundaki çabalarına rağmen en az çokuluslu sermaye çeken ülkelerden olmuştur.

* * *

AKP hükümeti yabancı sermayeyi yurda çekebilmek için özel gayret içinde olduğunu her vesileyle tekrar etmektedir. Bu gayreti takdirle karşılanmaktadır. Hatta, daha çok borsada temayüz etse de, son yıllarda artan sermaye girişi hükümetin ilan ettiği en büyük başarıları arasında sayılmaktadır.

* * *

Ancak...

Acarkent’te verilen mücadelede Bakanlık oradaki tapu sahiplerini de karşısına alınca insan ister istemez, "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" diyor!

Komünistin yeşili, tapu iptal eder seçim günü!
Yazının Devamını Oku

AKP komünist bir parti midir?

13 Şubat 2007
ACARKENT veya Beykoz Konakları’nda evim yok. Yakınlarımın da yok. Bu inşaatlarda yüzde 6’lık inşaat izninin aşılıp aşılmadığını da bilmiyorum. Onun için kimin haklı olduğu konusunda bir kanaatim yok. Ancak, bildiğim bir tek şey var. "Özel mülkiyet" üzerine 20. yüzyılda sürdürülen kavga, özel mülkiyetin korunması gerektiğine inananların lehine sonuçlanmıştır.

Bugün dünyada özel mülkiyeti reddeden çok az sayıda siyasi parti kalmıştır. Ancak anlaşılan "kırmızı" olmasa da "yeşil"e meftun bir komünist parti de Adalet ve Kalkınma Partisi’dir.

Zira partinin Orman Bakanı, açıkça özel mülkiyet düşmanlığı yapmakta, ama partide kendisine itiraz eden bir Allah’ın kulu bulunmamaktadır.

* * *

Osman Pepe’nin web sitesine göre Acarkent’te olanlar şu şekilde özetlenebilir:

1) Özel orman üzerine kurulu Acarkent’in arazisinin devletleştirme işlemi, Danıştay 6. Dairesi’nin daha 25.06.1949’da kesinleşen E:46/3425, K:48/1524 sayılı kararıyla iptal edilmiştir. Arazi, Danıştay kararı ile 1945’ten beri özel mülkiyettir.

2) Orman Kanunu’nun 52. ve 17. maddelerine göre Orman Bakanlığı’nın 1987’de verdiği kesin inşaat izniyle inşaatlar başlamıştır. Bakanlığın kesin izninde 117 adet A tipi villa, 835 adet B tipi villa, 500 adet C tipi villa inşaatı vardır. Kanuna göre, Bakanlık iznine konu olan yerde imar planı yapma yetkisi belediyelere aitttir. İstanbul Büyükşehir ve Beykoz Belediyeleri, Acarkent’e ait imar planlarını 1988’de tasdik edip kesinleştirmişledir.

3) 1988’de Acarkent’te kat irtifakı kurulmuş, inşaat projeleri tasdik edilerek yapı ruhsatları verilmiş, inşaatlara başlanmıştır. Orman Bakanlığı bir vesile ile 26.10.1993 tarihli yazısıyla yapı ruhsatı verme veya iptal etme yetkisinin belediyelerde olduğunu Beykoz Belediyesi’ne bildirmiştir. Belediye’nin verdiği inşaat ruhsatları uyarınca, inşaatlar tamamlanmış, iskán ruhsatları verilmiş, 1998’de kat mülkiyetine geçilmiş, yapımı planlanan, Bakanlıkça onaylanan 1452 ev şahıslara tapuyla satılmıştır.

* * *

Beykoz Konakları’nın durumu da Acarkent’e benzemektedir.

Pepe’nin web sitesinin ilgili bölümünün sonunda aynen şu ifade yer almaktadır:

"Acarkent ve Beykoz Konakları daha önceden başlamış ve bitmiş çalışmalar olup, gerek Belediye’nin gerekse Orman Bakanlığı’nın kusurları bulunmaktadır."

Pepe bu iddiasında yerden göğe kadar haklı olabilir.

Ancak, bu iddia bakanlık ve belediye ile ilgilidir.

Bakanın orada tapu sahibi olan insanlarla ilgili bir iddiası olamaz!

Ama ne yapılıyor?

Gariptir ki, Osman Pepe tarafından kusurlu olduğu da iddia edilen Orman Bakanlığı, tapuya güvenerek ev alan ve bakanlıkta var olduğu iddia edilen kusurlarla herhangi bir ilgisi bulunmayan şahısların tapularını iptal ettirmeye çalışmaktadır.

Bunun için bakanlık, tapu sahipleri aleyhine iptal davası açmıştır!

* * *

Taşınmaz mal mülkiyetinin kaynağı olan tapu sicili, devletin en önemli güvenilirlik belgesidir. Medeni Kanun’un 1007. maddesi, "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan devlet sorumludur" hükmünü taşımakta, 1023. maddesi de tapu siciline güvenerek ayni hak kazananın korunacağını hükme bağlamaktadır.

* * *

Beni esas ilgilendiren, özel mülkiyet hakkının korunmasıdır.

Bakan bu hakka karşı çıkmaktadır!

(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku