11 Şubat 2007
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül'ün ABD temasları sırasında hedeflerinden birisi de bu yıl Kongre'den geçmesine kesin gözüyle bakılan "Ermeni tasarısı"na mümkün olduğunca engel olmaktı. Bakanın bu uğurda, beyhude de olsa gayret sarf etmesi hem hakkı, hem de görevidir. Böyle bir tasarının Kongre'den geçmesi herhalde ABD-Türkiye ilişkilerine bugüne dek vurulan en büyük darbeyi vuracaktır. Bu durumu önceden uyarmak da yine bakanın görevidir.
Ancak gazetelerde "halkı önleyemeyiz" başlığıyla verilen haber kanımca, olası bir büyük provokasyonda kullanılma ihtimali açısından çok talihsiz sözlerdir.
"...Gül, (Ermeni) tasarı(sı)nın, Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nda kabul edilmesi halinde, ’Türkiye'de gerçek bir şok' yaşanacağını söyledi ve Türk Hükümeti'nin, halkın, ABD ile işbirliğinin son bulması yolundaki taleplerini önleyemeyeceklerini kaydetti... (Web-Hürriyet: 08.02.07)
Hrant Dink cinayetinin Türkiye'yi karpuz gibi böldüğü, sap ile samanın tamamen birbirine karıştığı, milletin davul gibi gerildiği, etnik milliyetçiliğin şaha kalktığı, kara bulutların ülkemizi sardığı bir dönemde bu sözler gerçekten de talihsizliktir.
Tasarı çok büyük bir ihtimalle ABD Kongresi'nden geçecek. Kongre tasarıyı 24 Nisan'dan önce onaylayacak. Bu tarihlerde ise Türkiye Cumhuriyeti 11. Cumhurbaşkanı'nı seçiyor, belki de Abdullah Gül başbakanlığa hazırlanıyor olacak!
Ben kendisine sadece yakın tarihi hatırlatmak isterim: 6-7 Eylül!
"...Dışişleri yetkilileri Londra'da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk'ün Selanik'teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili (yalan) haber... 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayımlandı... Olayları düzenleyenlerin kimsenin öldürülmemesi yönündeki telkinlerine rağmen, yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında 13 ile 16 arası Rum ve en az 1 Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmıştır. Fiziksel zarar, 4348 Rum'a ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve 73 kilise ve mezarlıklar ile 1000'in üzerinde Rumlara ait evin tahrip edilmesi ya da yakılması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Ekonomik zarar, Türk hükümetine göre 69.5 milyon Türk Lirası, İngiliz diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini, Dünya Kiliseler Birliği'ne göre 150 milyon Amerikan Doları, Yunan hükümetine göre ise 500 milyon Amerikan Doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon TL civarında tazminat ödemiştir. Saldırıların ardından, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki Rumların ekonomideki etkisi zayıflamaya başlamış ve Türklerin sermayeye hákim olması hızlanmıştır.
...Bu olaylar sonucunda oluşan göç dalgası ile Türkiye'de yaşayan Rum azınlığı neredeyse yok olmuştur. 1924 yılında 200.000'i bulan İstanbul'daki Rum nüfus, 2005 yılında 1500 kişiye düşmüştür..." (Web-Vikipedi: Özgür Ansiklopedi)
Bir okurum, 6 Eylül 1955 günü eski Dışişleri Bakanı rahmetli Fatin Rüştü Zorlu'nun, Londra'da Gül'ün ABD'deki sözlerine benzer sözler söylediğini iddia ediyor.
* * *
Abdullah Gül'ün sadece ABD'ye ön uyarıda bulunmak için söylediği sözler, yarın öbür gün "Bakanın emri" olarak ABD veya Ermeni karşıtı büyük bir provokasyonda kullanılabilir.
Bu yazının amacı da böyle bir olası provokasyonu önden uyarı sistemiyle etkisiz hale getirmek ve bakanı töhmetten kurtarmaktır.
Ben Cumhurbaşkanlığı seçimine giden dönemde her türlü provokasyonu bekliyorum.
Bunun için de bilhassa siyasilerin sözlerine çok dikkat etmeleri gerektiğini düşünüyorum.
* * *
Siyasilerin son dönemlerde içine düştükleri "kim daha milliyetçi" yarışının yaşanan kara günlere ortam/bahane hazırladığı görüşünde bir kişi olarak bu makaleyi kaleme aldım.
Yazının Devamını Oku 8 Şubat 2007
SÜLEYMAN Demirel bazı karışık meseleleri çok veciz ve çok basit sözlerle ifade etme konusunda Türkiye’nin en büyük ustasıdır. "Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" deyişi de ona aittir ve Türkiye’nin sık sık içine düşürüldüğü durumu çok güzel anlatır. Kimbilir kendisi kaç defa sıtmaya razı olmuştur.
* * *
Varoşlar 70’lerden beri vardır ve sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada hep kötülük için kullanılırlar. Varoş gençleri zamana göre solcu, ülkücü, İslamcı, PKK’lı, DHKP’ci vb. olurlar veya yapılırlar. Sık sık da adi suçlar için devşirilirler.
Son dönemde etnik milliyetçi olduklarını görüyoruz. PKK’ya, Kürtlere, Kerkük meselesine odaklanıyorlar. AB ve ABD’ye kin besliyorlar. Kimse MHP’yi suçlamasın; AKP ve CHP son dönemde, oy kaygısıyla yangına körükle gitti. Başbakan’ın bayramlık posterleri, ABD, AB aleyhine sarf ettiği sözler katiyen unutulmamalı.
Peki yükselen milliyetçilik kimi vurdu?
Türk milletini!
Kabadayıyı kendi silahıyla vurmak için daha "dayı" olmak gerekir, ama daha "kaba" olmaya gerek yoktur. Daha "akıllı" olmak yeter de artar bile!
* * *
Emperyal devletler öyle saftorik anti-emperyalistlerin zannettiği gibi ikincil ülkelerde "ne olacağını" kolayca yönlendiremezler. Her ülkeyi etkileyen binlerce değişken vardır.
Emperyal ülkeler, ikincil ülkelerde "ne olmayacağını" nispeten daha kolay etkilerler.
Abdullah Gül, ABD’de çok önemli temaslarda bulunuyor, ama gazetelere göre bazı kişilerden de randevu alamıyor. "...Bunlardan en önemlisi Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi... Dış İlişkiler Komisyonu’nun Başkanı Joseph Biden de Gül’le görüşmüyor. Ve son olarak Senato çoğunluk lideri Harry Reed de Gül’ün görüşme talebini geri çevirenlerden." (Fatih Altaylı-Sabah-07.02.07)
* * *
Anlaşılan Abdullah Gül, ABD’de devlet erkanından büyük kabul görüyor, ama siyasi erkandan hüsnü kabul görmüyor.
Acaba ABD’de Abdullah Gül’den neler istenmeyecek?
Türkiye’nin İran’la yakın işbirliği kurmaması, Kuzey Irak’a fazla bulaşmaması ABD’nin lehine değil mi?
Karşılığı, Kongre’den büyük ihtimalle geçecek "Ermeni tasarısı"nı etkisiz hale getirmek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine karışmamak olabilir mi?
Nisan ayında Türkiye Cumhurbaşkanı’nı seçerken, Kongre’nin Başkan’ın da anında onaylayacağı "Ermeni tasarısı"nı oylaması, aynı dönemde Kerkük’te azıtan anti-Türkmencilik, hükümeti ne hale getirir, AKP’de birileri bunların hesabını yapıyor mu?
* * *
Bunca uluslararası raporun aksi tavsiyelerine, hatta kaos uyarılarına rağmen ABD’de devlet erkánı referandum için sadece ve sadece "Kerkük’te bu yıl referandum, anayasanın emri" demiyor mu?
Yine aynı devlet erkánı, "Ermeni tasarısı" ortaya atıldığında "Kongre’de çoğunluk bizde değil" demiyor mu?
Bir yanda Cumhurbaşkanlığı makamını da ele geçirip daha büyük oynamak isteyen AKP hükümeti!.. Diğer yanda "Ermeni tasarısı" ve "Kerkük’te referandum"!..
Ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek!
El mi yaman bey mi yaman, hep birlikte yaşayıp göreceğiz!
Yazının Devamını Oku 7 Şubat 2007
BU filmi kaç kere gördüm, artık hatırlamıyorum. Herhalde dünyada bu kadar kolay kafası karışan, bu kadar kolay zıvanadan çıkan, bu kadar kolay birbirine düşürülen entelleri olan çok az ülke vardır. Gazetelere, televizyonlara bir göz atın. Aklına fikrine saygı duyduğumuz insanların neredeyse ağızlarından çıkanı kulaklarının duymadığı bir hale gelmesi, üstüne üstlük yanlışlarında ısrar etmeleri neredeyse vaka-i adiye haline geldi.
* * *
Hadi hayırlısı! Hrant Dink cinayetinde katil avına "gelin beni yakalayın" diyen bir açık ve seçik katil zanlısıyla başlamıştık, şimdi "Acaba katil o mu?" diye sormadan edemiyoruz. (Bkz: Cengiz Çandar-Referans- 06.02.07)
Öte yanda, bilgi kirlenmesi ile kafaları karışan bazı entellerin körüklediği bazı tartışmalar beni ziyadesiyle ürkütüyor.
Aldığı tehditler nedeniyle ülke dışına gittiği söylenen Orhan Pamuk’a "Canım o da bazı sözlerine dikkat etseydi!" denebiliyorsa bu ülke kolayca yönlendiriliyor demektir.
Ben de bu durumdan korkuyorum ve korkumu açıkça ifade ediyorum!
Zekásına ve birikimine büyük saygı duyduğum, kendisine "abi" diye hitap ettiğim bir başka düşünce insanı derin devlet kavramına övgü düzüyorsa, üstelik övgüsünde yalnız değilse, bu sefer korkum katmerleniyor. (bkz: Nagean Alçı: "Maalesef bu ülkede derin devlet yok." Röportaj-Akşam-05.02.07)
* * *
Başbakan derin devletin varlığını kabul edip ancak neredeyse karşısında aciz kaldığını söyleyince de çok şaşırmış ve şöyle yazmıştım:
"...Öte yanda, Başbakan akıl almaz bir yanlış yapıyor: Derin devletin varlığını kabul ediyor, ancak ortadan kaldırılmasının çok güç olduğunu söylüyor.
Acaba, böyle konuşarak; kendi çaresizliğini yedi düvele ilan ettiğinin, zaten ürkmüş toplumu beter korkuttuğunun, güçlüye yaslanma güdüsündeki insanları ister istemez ’derin devlet’ dediği mekanizma lehine yönlendirdiğinin zerre kadar farkında mı?" (Hürriyet-31.01.07)
* * *
Kendisine "abi" dediğim düşünce adamı da zikrettiğim röportajda "derin devlet" kavramının fikir babası olarak takdim ediliyor ve terimin bugün dillere yanlış bir şekilde dolanmasından rahatsız olduğunu söylüyor. Ancak ona göre, "Türkiye’de derin devlet yok. Keşke olsa, derin devlet diyerek çeteleri kastediyorlar".
Derin devlet kimlerden oluşuyor sorusuna ise:
"Asker, sivil, işadamları... Fikir üretebilen insanların oluşturduğu fiili bir durumdur derin devlet. Bir araya gelirler ve devletin ideolojisini oluştururlar. Yayınları ona göre yaparlar, halkı ona göre yönlendirirler" diyerek cevap veriyor.
Çok ilginç bir saptaması ise şöyle:
"Mesela diyoruz ki, cumhuriyeti Atatürk kurdu. Ben diyorum ki cumhuriyet bir Osmanlı derin devlet projesidir. Atatürk ve padişah arasında hiçbir itilaf yoktu. Ancak önlerine çıkan şartlarda o zamanki devlet demiş ki ’Biz Osmanlı’yı sürdüremeyeceğiz. Yenildik. Bunu cumhuriyete dönüştürelim’..."
* * *
Suçluya hak verildiği, hukuksuzluğun bu kadar pervasızca savunulduğu, cuntacılığa bu kadar açık cevaz verildiği, TBMM’nin bu kadar rahat dışlandığı sözlerin/ yazıların /röportajların ardından Türkiye genellikle karartma günlerine girer.
Anayasal koruma altında MGK’sı olan bir ülkede derin devlete özlem duymanın anlamı nedir?
Yazının Devamını Oku 6 Şubat 2007
HER geçen gün ortalık beter karışıyor. Hrant Dink cinayetiyle başladık. Polis (hükümet) - jandarma (TSK) çatışmasına ulaştık. Gazeteler birbirine girdi. Şehirler kapıştı. "Derin devlet var mı yok mu?" tartışması bir kez daha gündeme düştü. Her gün "birileri" ortalık yerlere garabet resimler, filmler, haberler saçıyor ve bunlar üzerinden biz birbirimizi tepeliyoruz.
* * *
Bütün bunlar ne zaman oluyor? Türkiye bu yıl çok kritik iki seçim yaşayacak, Irak’ta dananın kuyruğu kopacak.
Türkiye kendi hakkında kritik kararlar alacak, belki de Irak’ta aktif girişimlerde bulunacak.
Kafası kolay karışan insanlar ülkesini karıştırmak çok kolay. Türkiye’yi bu iki meselede de yönlendirmek isteseniz ne yaparsınız; ülkeyi öyle kendi derdine düşürürsünüz ki, aktif karar almak, aklıselim ile düşünmek imkánsız hale gelsin.
Basit bir örnek. Dışişleri Bakanımız, ABD’de çok kritik görüşmeler yapıyor. Bir cebinde masaya koz olarak koyacağı kartları var, ama ya öbür cebinde ne var? Akrep!
Haftaya Genelkurmay Başkanı yine ABD’ye gittiğinde bir cebinde ABD’nin Irak’ta beter şaşkınlık yaşadığı bir dönemde bizim lehimize geliştirilmiş talepler olacak, ama onun da öbür cebinde ne var? Beyaz bereli katilin jandarma ile çektirdiği fotoğraf!
* * *
Türkiye’de kafalar çok çabuk karışıyor.
Bilgi toplamayı, bilgiye dayanan analiz yapmayı, analizi yorumlamayı öğrenmemiş toplumlarda kafaları karıştırmak çok kolay oluyor.
Üstelik sokaktaki adamdan bahsetmiyorum. Akıl ve fikir sahibi oldukları var sayıldığı için kendilerine köşeler verilen, TV programları yaptırılan "enteller"i kastediyorum.
Dün sabah bir haber kanalında duyduğum bir yorum tüylerimi ürpertti.
Yorumu yapan kişi, borsa ve ekonomi alanında görüşlerine çok itibar ettiğim bir insan. Sabahları, diğer iki meslektaşımın da zaman zaman katkılarıyla yaptığı programı keyifle izlerim.
Üç meslektaş aralarında sohbet ederken birden konu (mealen yazıyorum), "Boğaz’da rakı içerken hiç tanımadığı Trabzon üzerine ahkám kesen aydınlara" geldi. Konu önce irkiltmedi. Gençliğimde içine düştüğümüz "köy romanını şehirli romancı yazabilir mi?" münazaralarını hatırladım.
Sonra birden bir söz kafamda patladı. Genç borsa yorumcusu, ülkeyi terk eden Nobel sahibi Orhan Pamuk’u (yine mealen yazıyorum) "Canım o da bazı sözlerine dikkat etseydi!" diyerek uyardı.
Müthiş irkildim!
Yorumcu muhakkak ki kastetmiyordu, ama sözleri, Pamuk’un sarf ettiği talihsiz kelam ile belayı aradığı anlamına geliyordu.
Sarf edilen sözlerden alınıp vahşice tepki veren insanları da anlamalıydık!
O an aklıma Bertolt Bercht’in ünlü sözü geldi:
"Her eyleme haklı bir gerekçe ararsak katillere de hak vermek zorunda kalırız!"
* * *
Yanlış kelam eden insanları, kim olurlarsa olsunlar, uyarmak hakkımızdır. Kelam sahibinin incittiği insanların bundan üzüntü duyması da onların hakkıdır.
Ancak, bu hak sadece cevap verme, incinme duygusunu ifade etme hakkı doğurur, insan öldürmek hakkı vermez!
Nobel ödülü sahibi tek insan sermayemiz, aklı bu kadar kolay karıştırılan insanların egemen olduğu ülkesini terk ederken sarf edilen bu sözler beni altüst etti.
Üzüldüm, çok üzüldüm!
Yazının Devamını Oku 4 Şubat 2007
SİZLERE sadece basit bir kronoloji takdim ediyorum: 1) Beyaz bereli bir adam, Hrant Dink’i öldürüyor.
2) Beyaz bereli adam, cinayeti işlediği silah ile önce İstanbul’da otogara gidip saatlerce bekliyor, sonra Samsun otobüsüne biniyor.
3) Beyaz bereli adamı televizyonda gördükten sonra tanıyan babası ihbar ediyor.
4) Beyaz bereli adam Samsun’da yakalanıyor. Beyaz beresi ve silahı hálá üzerinde.
5) İstanbul Polis Müdürü, beyaz bereli adamın basit milliyetçi duygularla cinayet işlediğine anında karar veriyor.
* * *
6) Hrant Dink öldürüldükten birkaç saat sonra binlerce posteri İstanbul sokaklarına dağıtılıyor.
7) Hrant Dink’in cenazesine katılan kalabalık, bir adet olsun Türk bayrağı taşımıyor.
8) Cinayet ve katil bir kenara konuyor ve "Ben Ermeni’yim" sloganı her seviyede tartışılıyor.
9) Beyaz bereli adamın, yakalandıktan 4-5 gün sonra Atatürk resmi önünde çekilmiş posteri basına servis ediliyor. (Not: Eskiden de benzer suça bulaşmış kişilerin bayrak önünde çekilmiş fotoğrafları olurdu; ama o fotoğraflar güvenlik güçleri tarafından basına resmen dağıtılırdı.)
10) Hafta sonu oynanan maçlarda Malatya Ermeni şehri, Diyarbakır PKK şehri ilan ediliyor. Trabzon şehri Türklüğünü yeniden keşfediyor.
* * *
11) Beyaz bereli adamın Atatürk resmi önünde çekilen posterinin ortaya çıkmasından tam bir hafta sonra fotoğrafın çekilme anının videosu bir televizyona servis ediliyor. Fotoğrafın jandarmada çekildiği belirtiliyor.
12) Jandarma videonun da, fotoğrafın da Emniyet’te çekildiğini kızgın bir dille açıklıyor. Ancak, fotoğrafta bulunan jandarmalar hakkında hiçbir açıklama yapmıyor.
13) Bir gazete, beyaz bereli adamın, iki jandarma görevlisi ile çekilmiş fotoğrafını yayınlıyor.
14) Emniyet, videonun basına verilmesini şık bulmadığını açıklıyor.
15) Tepkiler üzerine Samsun’da bazı Jandarma ve Emniyet görevlileri işten el çektiriliyor.
* * *
16) 3 ay sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak. Belki ilk kez Cumhurbaşkanlığı, devlet aygıtının doğrudan denetleyemediği bir kişinin eline geçecek.
17) Ardından genel seçimler yapılacak. Bu seçimi de AKP tek başına kazanırsa 3’lü kararnameleri tamamen onlar yönlendirecek, naif ama ciddiye alınması gereken bir ifadeleriyle "sıra bize gelecek!"
18) Yıl sonuna doğru Kerkük’te referandum yapılacak. Nüfus kaydırmaları nedeniyle referandumun adil olması mümkün değil. Ancak, Kürtler açısından bu referandumu kazanmak, geleceğin tarifi olarak algılanıyor.
19) Türkiye hálá Kuzey Irak Kürt Federasyonu yokmuş gibi davranıyor; ama olmadığını varsaydığı ülkenin bağımsızlık elde etmesinden de çok korkuyor.
20) ABD, Irak’ta en büyük müttefiki olarak petrol açısından en zengin topraklarda oturan Kürtleri görüyor.
* * *
Bu ülkede normal yurdum insanının paranoyak olması mı, yoksa olmaması mı sağlık göstergesidir?
Ben paranoyak olarak addedilmekten zerre kadar gocunmuyorum!
Ortalama eğitimi 3.5 yıl olan bir ülkede, en ucuz yönlendirme metodu hem insanları, hem de kurumları birbirine düşürmektir. Yakın tarih örnekleriyle doludur.
Yazının Devamını Oku 1 Şubat 2007
TÜRKİYE Kuzey Irak veya PKK söz konusu olunca herkese kızıyor. ABD’ye bozuğuz, Irak’a kırgınız ama kimse çıkıp da "Türkiye’nin Kuzey Irak politikası şudur!" diyemiyor. Türkiye sadece Kuzey Irak’ta federe bir Kürt devleti yokmuş gibi davranıyor.
1 Mart Tezkeresi sonrası bütün kırmızı çizgileri basit bir silgi ile silinen Türkiye hálá kırmızı çizgileri varmış gibi davranıyor ama kırmızı çizgilerinin neler olduğunu da dünyaya bir türlü ilan edemiyor.
Haklı nedenlerle bu yıl Kerkük’te referandum yapılmasını istemiyoruz ama bizim ne önerdiğimiz, referandum yapılırsa nasıl bir tepki vereceğimiz hálá belirgin değil.
Ortada bir gerçek var: Kuzey Irak’ta Kürt Federe Devleti çoktan kuruldu.
Bizim de temel bir korkumuz var: Ya federe devlet, bağımsız devlete dönüşür de bizim Kürtlerimizi baştan çıkarırsa ülke bölünür mü?
Ne gerçeği ortadan kaldırabiliyoruz, ne de korkumuzu yenebiliyoruz!
Bu kez de ortaya traji-komik bir durum çıkıyor.
Yanı başımızda küçücük bir devlet var.
Biz hem onu yok sayıyoruz, hem de olmayan bu küçük devletten korkuyoruz!
* * *
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ı, TBMM’nin Irak konusunda gizli oturum yapılacağı günlerde işlenen Hrant Dink cinayeti çerçevesinde hem kendi içindeki "derin devlet" ile baş edemediğini söylüyor, hem de başka bir devlete kafa tutuyor!
Adama "Sen önce kendi kapının önünü temizle!" demezler mi?
Zaten ayrıca, "Haddini aştığında bak senin başına ne işler açıyoruz" demiyorlar mı?
* * *
Kuzey Irak konusunda bölgede geniş alanlarda petrol arama ruhsatı olan ve Kuzey Irak’ı çok iyi tanıyan Pet Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güntekin Köksal Irak ile çıkan krizde Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’e tepki gösteriyor ve "Kürdistan diye orada kurulmuş devlet var, biz hálá ahkám kesiyoruz" diyor.
Köksal, Türkiye’nin yeni duruma göre yeni strateji oluşturması gerektiğini vurguluyor.
Ayrıca, ABD’nin 1 Mart Tezkeresi olayı nedeniyle Kürt devletini özerkleştirmek istediğine de dikkat çekiyor.
Ne Türkiye ne de ABD’nin Irak için bir strateji oluşturamadığını kaydeden Köksal, "Kürdistan orada kurulmuş... Bundan sonra hadiselerin stratejiyle halledilmesi lazım. Kavga-gürültü, silahla halledilmez" diyor.
Köksal, Türkiye’nin Kürt devletiyle iletişim kurması gerektiğini ifade ediyor ve bunun devlet politikasıyla çelişip çelişmeyeceği sorusuna, "Köprünün altından o kadar sular geçti ki. Yeni duruma göre yeni strateji oluşturmak gerekiyor" diyor.
Talabani bölgesinde yaklaşık 800 kilometrekarelik alanda, Barzani bölgesinde de yaklaşık 400 kilometrekarelik alanda arama ruhsatlarının olduğunu belirten Köksal, "Türkiye’nin Irak’ta 1 milyar dolarlık yatırımı" olduğuna da işaret ediyor.
"Bir kaşık suda fırtına yaratmaya çalışıyorlar. Kuzey Irak büyük bir petrol bölgesi. Ben olsam kavga edeceğime daha fazla arama hakkı almaya çalışırım. Ama düşünen kim!" (Hürriyet-31.01.06)
* * *
Yukarıda alıntı yaptığım sözler benim bugüne dek Kuzey Irak hakkında duyduğum en gerçekçi sözler. Denecektir ki, Köksal konunun sadece ekonomik boyutları ile ilgileniyor.
Ben de diyorum ki, Türkiye Kuzey Irak’a Güntekin Köksal’ın işaret ettiği yalın gerçekçilikle bakabilirse ne PKK meselesi kalır, ne de Kerkük meselesi!
Ne istemediğini değil, ne istediğini bilen bir Türkiye özlüyorum!
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2007
2007 yılının Türkiye için çok zor geçeceğini birkaç aydır yazıp duruyorum. Zira iki çok önemli gelişme bu yıla denk düştü: 1) Cumhurbaşkanlığı seçimi mayısta yapılacak.
2) Irak’ta dananın kuyruğu bu yıl kopacak.
* * *
1) Cumhurbaşkanlığı seçimi çok önemli zira devlet aygıtı ülkemizde siyasi erki bu makam üzerinden denetler. Seçilecek yeni cumhurbaşkanı ile devlet aygıtının siyasi erk üzerinde denetimini kaybetme ihtimali çok yüksek. Devlet aygıtı bu durumu kolay kolay hazmedemez.
Öte yanda, AKP’nin bilinçaltında temsil ettiği ideoloji de cumhurbaşkanlığı seçimini "son kalenin fethi" olarak görüyor. Bu kale de fethedildikten sonra "üç imzalı atama" mekanizması tamamen ele geçirilecek ve kendi doğrultularında yapılacak atamalar ile devlet yavaş yavaş teslim alınacak!
Ortada çok derin bir ayrılık var.
* * *
2) Irak batağında çırpınan ABD ülkede kendine en yakın müttefik olarak Kürtleri görüyor. Türkiye ise "Kürt realitesi"ni tanımamakta bağnazca ısrarlı. Petrol ticareti, et ticaretine getirilen kısıtlamalar bahane. Bu konularda önümüze çıkarılan engeller bizi Kuzey Irak’taki yönetimi tanımaya iten çalışmalardır. Kuzey Irak’ta yaşanan başka bir uzlaşmazlık kaynağı ise Kürtlerin Kerkük konusunda samimiyetsiz davranmalarıdır. Maalesef, Türkiye’nin bir "Kerkük politikası" yoktur ama Kürtlerin de Kerkük’ü Kuzey Irak’a -Irak’ın bütününe değil- bağlamak uzun vadeli "bağımsızlık hedeflerinin" en önemli aşamalarından birisidir. Türkiye Irak’ta etkin ama ABD’ye göre uzlaşıdan uzak bir görüntü vermektedir. Kerkük referandumu Türkiye’yi daha sert ve aktif Irak politikalarına itebilir.
* * *
Bu iki derin uzlaşmazlık noktalarını bir araya koyunca ortaya gayriresmi çözüm politikaları çıkıyor: Kaos!
Türkiye’de devlet, dünyada ABD kendi politikalarına karşı koyulduğunu hissettiği anda "durumdan vazife çıkarır". Türkiye’de şu anda iki mekanizma da aktif!
Türkiye’nin ne zaman pasifleşmesi istense ülke insanı kamplara bölünür!
Bu politika klasik ama hemen hemen hiç yanılmaz bir mekanizmadır.
Zira, eğitim evresini tamamlamamış toplumlarda "böl ve yönet" politikası en kolay ve en ucuz yöntemdir.
27 Mayıs’ları, 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri, 28 Şubat’ları yaşamış bir insan olarak aynı oyunun provalarının yapıldığını çok net görüyorum ve bir kez daha başarılı olmasından çok korkuyorum.
* * *
Öte yanda, Başbakan akıl almaz bir yanlış yapıyor: Derin devletin varlığını kabul ediyor, ancak ortadan kaldırılmasının çok güç olduğunu söylüyor.
Acaba, böyle konuşarak; kendi çaresizliğini yedi düvele ilan ettiğinin, zaten ürkmüş toplumu beter korkuttuğunun, güçlüye yaslanma güdüsündeki insanları ister istemez "derin devlet" dediği mekanizma lehine yönlendirdiğinin zerre kadar farkında mı?
"Derin devlet" tartışması açarak devlet ile kendi arasına "başkalaşma" koyduğunu ve böylece kendini "devletin başı" olmaktan daha da uzaklaştırdığını görmüyor mu?
* * *
Türkiye üzerinde oynanan "kaos oyunu" ile baş etmenin en önemli ayağı liderin onun üzerine gidip, onu denetlediğini yedi düvele göstermesidir!
Şu anda görünüm derin devletin Başbakanı yönlendirdiğine dair bir intiba yaratmaktadır!
Yazının Devamını Oku 30 Ocak 2007
BENİM neslimin gençlik dönemine damgasını vuran ruh hali, kendimizi tamamen içimize kapanık hissetmemizdir. İçine kapanan toplumların güdülerini de kendini bir kampa ait olarak tarif etme, ait olduğu kampa ait olmayanları mutlak düşman görme, inkár edilmeye çalışılan aşağılık duygusu, bu duygunun körüklediği nefret ve herkesten şüphe etmeye yönelik paranoya türü negatif enerji yüklü duygular körükler.
Benim neslim maalesef bu duyguların esaretinde şiddet kültürüne mağlup insanlar olarak yetişmiştir. 50’li, 60’lı yaşlarda hálá bu ağır yükün faturasını ödeyerek yaşarlar.
* * *
80’li yıllar ise bizi Turgut Özal ile tanıştırdı. Turgut Özal iki alanda değişim yarattı. 1) Hepimizi, kamp ayrımı yapmadan, birlikte kucakladı, 2) Türkiye’yi dış dünyaya açtı.
Birbirimizin düşmanı olmadığımız aklımıza dank ettikten sonra bakışımızı dış dünyaya çevirdik ve gelişmiş dünyanın bizi kemiren duyguları çoktan çöpe attığını gördük.
Negatif enerjiyi yüreğinden atan insanın nasıl hafiflediğini gördük; hasım kavramı yerine rakip kavramını, şiddet kavramı yerine rekabet kavramını benimseyince hayatın tatlı bir yarış haline geldiğini, bu yarışın da ödül olarak bizi refaha taşıdığını birlikte öğrendik.
Turgut Özal en büyük devrimi zihin haritalarımızda yaptı. Dünyayla birlikte düşünmeye, milliyetçiliği ekonomik başarıyla özdeşleştirmeye, kendimizle gurur duymaya, uluslararası arenada yarışmaya, birlikte koşmaya, yüreğimizde pozitif enerji üretmeye bu dönemde başladık.
* * *
Türkiye son birkaç yıldır gittikçe hızlanan bir ivmeyle tekrar içine kapanıyor. 2003-2004 yıllarında yaşadığımız reformlarla Özal dönemine hasretimizi bir nebze giderdikten sonra önce hükümetin kendi tabanına yönelmesi, ardından ev ödevini yapmayınca AB yolunda mızıkçılık etmeye başlaması ve nihayet ABD’nin Ortadoğu’da yürüttüğü çapsız politikalarla önce tekrar dış düşman kavramına sarıldık, sonra işbirlikçi iç mihrakları aramaya başladık.
Seçim yılına girdiğimiz bu yılda da Türkiye tamamen durdu.
Başbakan hiçbir şey yapmamayı, yanlış yapmamanın en büyük garantisi olarak kabul etti.
Ülkeyi içine kapayınca karşısında milliyetçi-ulusalcı cephenin büyüyeceğini hiç hesap etmedi.
Bu cephenin büyüdüğünü fark ettiğinde kendisi de onun içine atlamaya yeltendi.
Bu sefer ülke daha da fazla içine kapandı.
* * *
Bugün etrafımda yine kendini bir kampa ait olarak tarif etme, ait olduğu kampa ait olmayanları mutlak düşman görme, inkár edilmeye çalışılan aşağılık duygusu, bu duygunun körüklediği nefret ve herkesten şüphe etmeye yönelik paranoya türü bir toplumu kemiren duyguların körüklendiğini ve büyüdüğünü görüyorum.
Yine umutsuzluk, yine bıkkınlık, yine korku, yine gerginlik kenarda sessiz ve sakin duran masum kitleleri sarmaya başladı.
Umutsuzluk, bıkkınlık, korku, gerginlik insanları esir alınca onlar kendi dışlarında bir kurtarıcı güç ararlar.
27 Mayıs’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e, 28 Şubat’a toplum hep ilk tepki olarak alkış tutmuştur.
* * *
Ülkenin içine kapanmasından çok korkuyorum.
Böyle zamanlarda Turgut Özal’ı çok özlüyorum.
Millete kendi elleriyle kendileri dışında alternatif aratmaya başlayan çapsız siyasiler de beni ziyadesiyle sıkıyorlar!
Yazının Devamını Oku