Cüneyt Ülsever

Bir komplo teorisi de benden: Beyaz bere sendromu!

28 Ocak 2007
BU ülkede komplo teorilerine bayılanlar çok.<br><br>Bugün onların gönlünü hoş etmek istiyorum. Komplo teorimin tadını artırmak için baştan söyleyeyim:

Bugün yazdıklarım, herhangi bir bilgiye, duyuma dayanmıyor, hepsini ben üfürdüm.

Maksat velinimet okurun gönlünü hoş etmek!

* * *

2007 yılının nisan ortası! Nasıl aylardır "bir türlü kış gelmiyor" diye hayıflandık, nisan ortasında da "bir türlü bahar gelmiyor" diye hayıflanıyoruz.

Hava ayaz, ülkenin her yöresinde sis ve buzlanma var. Gündüzler neredeyse geceler kadar karanlık.

Takıntılı insanlar kafaya hep bir şey takarlar ya; ben de kafaya beyaz bir bere takmışım, her yere onunla gidiyorum, onunla yatıp onunla kalkıyorum.

İçeride katil zanlısı Ogün Samast beyaz beresini çıkarmıyor, dışarıda ben çıkarmıyorum.

* * *

Türkiye sisin, ayazın ve pusun ortasında "kimi cumhurbaşkanı yapsak!" diye dertlenirken, ABD’de Demokrat çoğunluklu Kongre, "Ermeni soykırımı" yasasını kabul etmeye hazırlanıyor.

ABD Başkanı yekten, "Benim başım Demokratlar ile yeteri kadar dertte, bu kez ben bir şey yapamam" diyor.

Ayrıca Başkan Bush, "Kerkük’te referandum muhakkak yapılacak. Kürtlerin Kerkük’e 500.000 nüfus kaydırmış olması önemli değil, o kadar kusur kadı kızında da olur; önemli olan anayasanın emridir" diyor.

Her gün Kerkük’te 10’larca Türkmen öldürülüyor.

Kerkük’te sanki normalleştirme süresi tamamlanmış gibi ikinci sürece, nüfus sayımı sürecine geçilmiş durumda. Resmi nüfus sayımı da yapılırsa artık yapılacak bir şey yok.

Cumhurbaşkanı Sezer, "Bu durum kabullenilemez, Türkiye’nin meşru müdahale hakkı doğmuştur" diyor.

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, "Biz TBMM’nin emrini bekliyoruz, ama ben askeri tutamıyorum" diyor.

CHP Genel Başkanı Baykal, "TBMM hemen özel gündemle toplansın, biz hükümete asker gönderme yetkisi vermeye hazırız" diyor.

AKP üyesi 70 küsur Kürt asıllı milletvekili de, "Hayır olmaz, böyle bir karar başka bir ülkenin içişlerine karışmanın ötesinde, yabancı bir ülkenin işgali anlamına gelir ki o zaman Türk-Kürt savaşı çıkar, üstüne üstlük ABD Kürtler lehine müdahale eder" diyor.

Bir kısım aydın, "Kerkük’te yalan dolan üzerine oturtulmuş bir referandumun bölgede nasıl bir çalkantı yaratacağı bizi ilgilendirmez, değil asker göndermek, Türkiye PKK ile ateşkes yapsın" diyor.

Bazı İslamcı medya, "Olur mu böyle olur mu, Müslüman Müslüman’ı vurur mu" diyor.

TBMM bir türlü "özel oturum" yapamıyor.

Sonunda kendini ve haddini bilmez bir adet medya da, Başbakan’ın başkaları için defalarca ardını önünü düşünmeden kullandığı sözü bu kez Başbakan’a yöneltiyor:

"Başbakan vatan haini midir?"

Tüm yurtta milliyetçiler-ulusalcılar el ele mitingler düzenliyorlar!

* * *

İçeride
biri, beyaz beresinin üzerinden kafasını kaşıyarak sırıtıyor!

Dışarıda başka biri, beyaz beresini nihayet kafasından çıkarıp önüne koymuş, "Yandı gülüm keten helva" diyerek hayıflanıyor.
Yazının Devamını Oku

2007’de Kerkük’te referandum yapılamaz

25 Ocak 2007
ÖNCE bazı ön bilgiler vermek istiyorum:<br><br>Irak anayasasına göre (Madde 140) 2007 yılının sonuna kadar Kerkük’te referandum yapılması gerekiyor. Ancak, referandum sırasında tüm Iraklıların mı, yoksa sadece Kerküklülerin mi oy kullanacağı meselesi ortada kalmıştır.

Öte yandan; kendi haklarını koruduğuna inanmadıkları için anayasa referandumuna katılmayan (15 Ekim 2005) Sünniler, Türkiye’nin gayreti ve anayasaya eklenen bir maddeyle (Madde 142) anayasada gerekli tadilatların yapılacağına dair kendilerine verilen teminat çerçevesinde seçimlere katılmışlardır (15 Aralık 2005).

* * *

Kerkük’te yapılacak referandum, üç aşamadan geçecek: 1) Normalleştirme (2007’nin ilk üç ayında bitirilecek), 2) Nüfus sayımı (2007’nin ikinci üç ayında bitirilecek), 3) Referandum (2007’nin sonundan önce yapılacak).

* * *

Bu üç aşama çok önemli, zira tüm taraflar kabul ediyor ki; Saddam döneminde Kerkük’te hem zorla nüfus göçü olmuş, hem de zaman içinde birçok insanın elinden, mülkiyetleri başta olmak üzere bazı hakları alınmıştır.

Üç aşamadan kasıt; Kerkük’ü zamanında terk etmek zorunda kalanların geri dönmesi, hakları gasp edilenlerin haklarının iade veya tazmin edilmesi (normalleştirme), uzun yılların ardından bir nüfus sayımı yapılması ve nihayet Kerkük’ün kaderiyle ilgili olarak referanduma gidilmesidir.

* * *

1) Normalleştirme:

Kerkük’te Kürtlerin çoğunluğunu oluşturan bir heyete şu ana dek 35.000 adet hak gaspı müracaatı yapılmıştır. Şu ana dek de sadece 110 müracaat cevaplandırılmıştır!

Heyet yapılan müracaatları, değil önümüzdeki üç ayda, en erken 5 yılda tamamlayabileceğini ve tazminat ödemeleri için ayrılan 200 milyon doların yetmeyeceğini, en az 600 milyon dolar gerektiğini bildirmiştir.

2) Nüfus sayımı:

Resmi kayıtlara göre Saddam döneminde Kerkük’ü terk etmek zorunda olan insan sayısı 11.800’dür.

Geri dönüşler 2003’te başlamıştır ve Kürt otoritesi tarafından verilen bilgiye göre seçim sandığına kaydolan yeni seçmen sayısı 232.000’dir!

Seçmen nüfusu, toplam nüfusun yarısı kabul edildiğine göre Kerkük’e işgal sonrası en az 500.000 yeni insan yerleştirilmiştir.

Ayrılan insan sayısı 11.800, geri dönen insan sayısı 500.000!

* * *

Kerkük’te önemli kamu görevleri Kürtler tarafından ifa edilmektedir ve Kerkük’e palyatif bir nüfus yüklemesi yapıldığı aşikárdır.

Bunun içindir ki; Baker-Hamilton Raporu, Birleşmiş Milletler raporları, uluslararası ciddi ve bağımsız örgütlerin (örneğin: International Crisis Group, Washington Institute) görüşleri Kerkük’te bu yıl referandum yapılmaması yönündedir.

1 Mart Tezkeresi’nin ardından TV kameraları önünde sevincini gizlemeyen Barzani, Baker-Hamilton Raporu ardından üzüntüsünü gizlememiştir.

Bush’un yeni politikası ise Kerkük’te bu yıl referandum yapılmasını şart görmektedir.

* * *

Bu yıl Kerkük’te referandum yapılamaz; aksi halde, sadece Irak’ta değil, tüm Ortadoğu’da büyük yangın çıkar!
Yazının Devamını Oku

Çapsız yöneticiler ülkesi

24 Ocak 2007
BU köşede insanlara yönelik yargılarda pek bulunmam.<br><br>Ama kendi çapsızlığını başkalarına dayatan insanlar beni çileden çıkarıyor. İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın "Cinayette siyasi boyut ve örgüt yok" sözü, sonradan geri çekilse de, beni çileden çıkardı.

Hükümetin liyakat üzerine değil biat üzerine kamu istihdamı politikası yürütmesi kendisinin yargı erki olmadığını bilmeyen bir kişiyi İstanbul’a emniyet müdür yapabiliyor.

Başarılı yöneticiliği siyasiler karşısında ceketinin tüm düğmelerini ilikleyip, boyun kırmak zannedenler İstanbul’u yönetiyorsa bizim de şu görüntüleri gerçek görüntü kabul etmemiz gerekiyor:

* * *

"Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü" şiarı ile hareket eden bir adet katil internette okudukları üzerine Hrant Dink’e kızar ve cebinde bir adet tabanca ve o gün itibarıyla neredeyse İstanbul’da beyaz bere giyen tek kişi olarak Halaskargazi Caddesi’nde cinayeti işler.

Sonra kameralara takılmaya aldırış etmeden otobüs garına gider, boy boy resimleri TV’lerde bilmem kaç yüz kere yayınlanırken o otogarda birkaç saat hiç televizyona bakmadan bekler. Sonra otobüse biner. Samsun’da yakalanır. Ancak, neredeyse şahsi kimliği haline gelen beyaz beresini atmayı, kıyafet değiştirmeyi, sakalını dahi kesmeyi akıl edememiştir.

Hele hele cinayet delili tabancasını atmayı ise gururuna hiç yedirememiştir.

Yakalanınca "Celalettin Abim şahidimdir, ben bu cinayeti tek başıma milliyetçi duygular ile işledim" der.

Celalettin Abi de "hey ya!" der ve konu kapanır!

* * *

Cinayet kurgularında iki ana yöntem vardır.

Cinayet ya katilin bulunamaması hedefi ile planlanır. Bu metodun başarılı örnekleri yakın tarihimize "faili meçhul" olarak geçmiştir.

Ya da cinayet "yemleme" üzerine kurgulanır. Cinayet basit bir katile işletilir. Katil salak ve gaza kolay gelen bir cahildir. Cinayetin ardından deliller ortaya saçılır. Katil aynı zamanda "yem" olduğunu kendisi dahi bilmez. Hatta belki bir adet "abi" tanır ama esas abileri o da tanımaz. Bu tip cinayetlerde amaç bir an önce yemi yakalatıp, cinayetin çözüldüğü duygusunu ortaya yayarak işin aslının astarının irdelenmesine engel olmaktır. Yemleme üzerine kurgulanan cinayetlerde kullanılan metoda da "yerse!" metodu denir.

"Bu iş çok kolay çözüldü, hatta adeta biz bir şey yapmadan çözüldü" diyecek emniyet müdürleri "yerse metodu"nun sevmediği emniyet müdürleridir.

Zira, onlar görünen gerçeğin ardında başka gerçekler de ararlar.

Hamd olsun ki bu tip müdür sayısı azdır; onları da süratle serhat illerimize sürmek, acilen görevden almak, "Sonuna kadar git arkandayım" deyip ardından satmak caizdir.

* * *

"Yerse metodu" çerçevesinde:

Yine Trabzon’da bir veledin para vermediği için papazı katlettiğine inanmak gerekir.

Danıştay cinayetinde ise katilin tesadüfen detektörlerin çalışmadığı bir günde Danıştay’ı tek başına bastığına, yine tesadüfen arabası ile cinayet mahalline geldiğine, tesadüfen yanında Danıştay üyelerini hedef gösteren gazetenin birkaç ay önce yayınlanmış nüshasını taşıdığına, tesadüfen arabasında kimliğini unuttuğuna inanmamız gerekiyor.

Bir görgü tanığına göre cinayeti işlerken "Allahüekber" diye bağırıyor ama diğer görgü tanıkları bu sözü duymuyorlar!

Belki de bir süre sonra da Şemdinli’de de bombanın hiç atılmadığına inanmamız istenecek!

* * *

"Yerse metodunu" yiyecek müdür metodun başarısının baş şartıdır!
Yazının Devamını Oku

Deniz Baykal samimiyetsiz

23 Ocak 2007
16 Ocak 2007 tarihli "Irak’a Asker Gönderelim" başlıklı yazımda, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın hükümete Irak’a asker gönderme konusunda tezkere çıkarmak için çağrı yaptığını belirttim ve aynen şöyle yazdım. "1 Mart Tezkeresi’ni reddederken Türkiye’nin Irak’a müdahalesini reddetmemişler, tezkere ABD askerinin Türkiye’ye yerleşmesine önayak olacakmış, buna engel olmuşlar. Öyle diyorlar. Heyhat! Tezkerede bu durumu ima eden bir satır göstersinler. Yahut, ABD’nin Türkiye’yi işgal ederek o dönemde ne kazanacağını açıklasınlar, ben ellerinden öpeyim."

* * *

CHP Genel Başkan İletişim Koordinatörü Baki Özilhan,
4 sayfalık bir mektup gönderdi ve büyük bir iddia ile "Gerçekler el öpmenizi gerektirse de", deyip tarihe not düştüğünü yazdı. Mektup, Baykal’ın 1 Mart Tezkeresi ile ilgili olarak zamanında yaptığı konuşmayla ilgili şu ifadeleri taşıyor. Yer darlığı nedeniyle tekrarları kesiyorum:

Deniz Baykal’ın 4 Şubat 2003 günü TBMM’de CHP Grubu’nda yaptığı konuşmadan:

"Şimdi, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye, ABD’nin Irak’a bir askeri müdahale yapmak üzere, Amerika, askerlerini Türkiye’ye getirmesine izin verilmesi amacıyla TBMM’den bir karar isteyecektir. Bizim terörle mücadele uygulamamız çerçevesinde sınırlarımız ötesinde de teröristleri takip etmek üzere, zaman zaman Kuzey Irak’a asker gönderdiğimiz bilinmektedir. ...Irak’a büyük bir askeri harekát yöneltilecekse, ...bizim Kuzey Irak’a asker göndermemiz kaçınılmaz bir ihtiyaçtır... Bizim Kuzey Irak’a asker göndermemiz, Kuzey Irak’ı işgal amacıyla değildir, Irak yönetimini değiştirmek amacıyla değildir, Saddam’ı iktidardan düşürmek amacıyla değildir; bizim Irak’a asker göndermemiz, sadece Irak’ta yaşanacak olan olayların Türkiye’ye olumsuz yansımamasını güvence altına almak içindir. Bir savunma hareketidir, tedbiri sınırlarımız ötesinde alma ihtiyacı dolayısıyla oraya asker gönderilmesini istemekteyiz. Orada kalıcı değildir, işgale yönelik değildir, Türkiye’yi savunmak için onlar oraya gideceklerdir.

...Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği askerler, Irak’taki rejimi, düzeni, iktidarı değiştirmek için geleceklerdir ve Türkiye’ye geldikten sonra da o amaçla Irak’a gideceklerdir.

...İkisi ayrı iş; niteliği farklı, hedefi farklı, karakteri farklı, iki farklı durum vardır.

...Ayrıca her iki ihtiyacı; yani,
Türkiye’nin Irak’a asker göndermesiyle Amerika’nın Irak’ı işgal etmek amacıyla gelecek askerlerini aynı çerçevede mütalaa ettiğimiz izleniminin verilmesi, kendimize yapabileceğimiz en büyük haksızlık olur. Bütün dünyaya, bizim askerlerimizin de, Irak’a yönelik Amerikan askeri harekátının bir parçası olarak gittiğini söyleme fırsatını vermiş oluruz. Bu, çok büyük bir yanlış olur, çok büyük bir haksızlık olur.

* * *

Baki Özilhan
’ın yolladığı mektupta, Deniz Baykal’ın 1 Mart Tezkeresi öncesi yaptığı konuşmada ABD askerinin Türkiye’ye yerleşmesi/Türkiye’yi işgal etmesine dair hiçbir ibare yok. Hatta tersine "geldikten sonra ...gideceklerdir" ibaresi var.

Sadece şimdi (2007) yaptığı konuşmada Anayasa’nın 92. maddesine göre "...veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme" yetkisine dayanarak izin isteyen tezkereye karşı çıktığını söylüyor. 4 Şubat 2004 tarihli konuşmasında bu ifade yok.

Baki Özilhan "el öptürürken" Genel Başkan’ına sahip mi çıkıyor, yoksa onu deşifre mi ediyor, anlamadım.

Ancak, ben kendisine iddiamı teyit ettiği için teşekkür ediyorum.

Ayrıca Deniz Baykal’a sormak istiyorum:

Madem ABD askerinin Türkiye’de bulundurulmasını istemiyorsunuz, İncirlik konusunda neden susuyorsunuz?

Baykal samimi değil, sadece hükümeti sıkıştırmaya çalışıyor!
Yazının Devamını Oku

Bugün ben Ermeni’yim

21 Ocak 2007
BUGÜN ben Ermeni’yim. Bugün ben Yahudi’yim. Bugün ben Rum’um, Süryani’yim, Keldani’yim. <br><br>Bugün ben Kürt’üm, Laz’ım, Çerkez’im, Gürcü’yüm, Abaza’yım, Arap’ım, Çingene’yim! Bugün ben çok kırgın, bıkkın ve üzgünüm.

Bugün aynı filmi bir daha, bir daha seyretmek zorunda kaldığım için midem bulanıyor.

* * *

Hrant Dink neden katledildi?

Bildiğim iki şey var:

1) Türkiye ne zaman dış politikada aktif politika yürütmeye kalksa, bu ülke kendi derdine düşürülür.

Türkiye şimdi "soykırım tasarıları" karşısından boynu bükük bırakılacak.

Tam yeni cumhurbaşkanını seçerken, nisan ayında ABD Kongresi’nde ağır bir darbe yiyecek.

Ama bence daha da ötesi:

Türkiye, Ortadoğu’da aktif girişimlerde bulunan bir ülke olmak yerine tekrar kendini aklamaya uğraşan, meramını anlatmaya çalışan pasif bir ülke haline getirilecek.

Ben Ortadoğu’daki son gelişmeler ve TBMM’nin gizli toplantı kararı alması ile bu menfur cinayet arasında ilişki kuruyorum.

Türkiye şimdi PKK meselesinde, Kerkük meselesinde, Kuzey Irak meselesinde atılım yapmaya çalıştığında kendisine "Sen önce kendi ayıbını temizle!" denecek.

Ayıplı insan başkasına akıl veremez, yol gösteremez, yön veremez!

* * *

2) Türkiye’de ne zaman milli irade ile devlet iradesi arasında keskin aykırılık doğsa, havayı önce kara bulutlar kaplar, sonra dolu yağmaya başlar, olmadı fırtına çıkar.

Şemdinli olaylarından beri havayı kara bulutlar kaplamakta idi, ancak görünen o ki Mayıs 2007’ye yaklaşırken önce dolu yağmaya, sonra fırtına çıkmaya başlayacak.

En tepedeki kişi cumhur(un)başkanı mı olacak?

Yoksa devlet(in)başkanı mı olacak?

İşte mesele bu!

* * *

Soruyorum:

301’i bir türlü değiştirmeyenler, Hrant’ı hálá "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" olarak soğuk bir sıfatla anıp ona "Türk" demeye dili varmayanlar, onu mahkeme kapılarında süründürüp kameralar önünde ahkám kesenler, cenazesine katılıp katılmayacağı sorusuna "Buna partim karar verecek" diyerek hálá kıvırtanlar, "Herhangi bir koruma talebi olmamıştır" diyerek sorumluktan kurtulacaklarını sananlar; onların hiç mi vicdanı sızlamaz?

* * *

Hrant Dink’in katilini sakın dışarıda aramayın.

Hrant Dink’in cenazesi üzerinden politika üretenler ile tetikçiyi de birbirine karıştırmayın.

* * *

Ateş düştüğü yeri yakar!

Allah ailesine sabır ihsan eylesin!

Allah Hrant’a gani gani rahmet eylesin!

Elveda Hrant!
Yazının Devamını Oku

TBMM, Ortadoğu’yu görüşüyor

18 Ocak 2007
DÜN yazdım. TBMM’nin şu dönemde Irak’ı görüşmeye alması çok doğru ve yerinde bir karardır. Bugün, yine dün söz verdiğim gibi, TBMM’nin oybirliğiyle almasını temenni ettiğim kararları yazıyorum. Baştan belirteyim. TBMM’nin oybirliğiyle bazı kararlar alması şu safhada çok önemlidir. Zira:

ABD, Irak meselesinde aklının en fazla karışık olduğu dönemi yaşamaktadır. Hem telkine çok açıktır, hem de her an çok tehlikeli eylemlere girişebilir.

Böyle bir konjonktürde Türkiye aktif politikalar ile hem bölge ülkelerini etkileyebilir, hem de ABD’yi aklıselime çağırabilir.

TBMM’den almasını temenni ettiğim kararları şöyle sıralayabilirim:

* * *

1) Türkiye ivedilikle Ortadoğu ülkelerinin tümünün, ayrıca tabii ki ABD başta olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya ve Çin’in katılacağı bir uluslararası toplantının yapılması için aktif girişimde bulunmalıdır.

ABD’nin son girişimleri, ister istemez, Şii-Sünni çatışmasını kışkırtmaktadır. Türkiye böyle bir tehlikenin önleyici tedbirlerini almak zorundadır. Sünni, Şii ayrımı gütmeksizin bölgenin tüm ülkeleri ve dünyanın başat ülkeleri "Irak meselesi" üzerinde kafa yormak üzere aynı masa etrafında bir an evvel toplanmalıdır. Türkiye hemen, toplantı girişimi için, söz konusu ülkelerle bire bir temasa geçmelidir.

İran’a karşı kışkırtılan Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’e bunun tehlikelerini, İran’a artık frene basması gerektiğini en iyi anlatacak ülke Türkiye’dir.

Ayrıca, ABD’nin Sünni ülkeler üzerinden toplamaya çalıştığı son anti-İran girişiminin nasıl bir saatli bomba olduğu ilk önce ABD’ye, sonra da dünyaya anlatılmalıdır.

2) Türkiye, Kuzey Irak gerçeğini kabul ettiğini, Iraklı Kürtlerin bölgede garantörü olacağını, garantörlüğünün anlamını Kuzey Iraklı Kürtlerin ABD bölgeden ayrıldıktan sonra daha iyi anlayacağını, Kürt federe devleti ile her türlü ekonomik, siyasal ve sosyal ilişkiye açık olduğunu ilan etmelidir.

TBMM, Talabani’yi ortak kararıyla Türkiye’ye davet etmelidir.

* * *

3) Bugünkü demografik kargaşa ışığında, dünyadaki ciddi tüm resmi ve gayri resmi kuruluşların da vurguladığı gibi, Kerkük’te düzen sağlanana dek, Türkiye’nin Kerkük’te referandum yapılmasına asla rıza göstermeyeceği oybirliğiyle ilan edilmelidir.

Gittiği yerlere ancak kıyamet koptuktan sonra giden BM askerlerinin bu kez Kerkük’e kıyamet kopmadan gitmesi için Türkiye, BM nezdinde girişimde bulunmalıdır.

Herhangi bir tezkere çıkarmaya gerek yoktur; ama muhalefet, başta CHP olmak üzere, Kerkük’te referandumda illah ısrar edilirse, hükümete asker gönderme yetkisi vereceğini TBMM tutanaklarına geçirmelidir.

Deniz Baykal’ın bu konuda nihayet verdiği destek doğrudur.

4) TBMM, yönetim kademesini katiyen kapsamayan, kana bulaşmamış ve kendi rızasıyla dağdan inecek PKK’lılara af çıkarmak için hükümete yetki vermelidir.

Türkiye Devleti, PKK’yı muhatap alamaz, onunla ateşkes gibi bir zırvayı görüşemez; ama onun pençesine düşen evlatlarını kurtarmak için gayret göstermelidir.

Unutulmasın, kendi bahçesini temizlemeyeni başkasının bahçesinin temizlik işinde ciddiye alamazlar!

* * *

TBMM’nin toplantı girişimini candan destekliyorum!
Yazının Devamını Oku

’Irak’a asker gönderelim’ Yumurtaya can veren Allah’ım!

17 Ocak 2007
BU günleri gördüm ya; artık ne gam! CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hükümete Irak’a asker gönderme konusunda tezkere çıkarmak için çağrı yaptı. 1 Mart tezkeresine sahip çıkanları o dönemde "vatan hainliği" ile suçlayanlar atı alan Üsküdar’ı çoktan geçtikten sonra şimdi manevra yapıyorlar. Manevra yaparken de ister istemez kıvırıyorlar: 1 Mart tezkeresini reddederken Türkiye’nin Irak’a müdahalesini reddetmemişler, tezkere ABD askerinin Türkiye’ye yerleşmesine önayak olacakmış, buna engel olmuşlar. Öyle diyorlar.

Heyhat! Tezkerede bu durumu ima eden bir satır göstersinler. Yahut, ABD’nin Türkiye’yi işgal ederek o dönemde ne kazanacağını açıklasınlar, ben ellerinden öpeyim!

Deniz Baykal 1 Mart tezkeresini zamanında reddederken de ucuz popülizm yapmıştır, şimdi aklı sıra hükümeti köşeye sıkıştırarak yine ucuz popülizme saplanmaktadır.

Ben 1 Mart tezkeresi ile Irak’a aktif müdahaleyi savunurken bugün içine düştüğümüz acz konusunda ön uyarı yapıyordum. Şimdi de "Vakit çok geç! Artık yedirmezler" diyorum.

Ancak...

* * *

AKP’nin CHP’ye el uzatarak Irak konusunda genel görüşme yapılması için TBMM’ye önerge vermesi çok doğru bir adımdır.

Türkiye’nin bu dönemde iktidarı ile muhalefeti ile birlik içinde Irak’taki "olmazsa olmazlarını" sıralaması ABD’nin de Irak politikasını etkileyecektir.

Başkan Bush’un açıkladığı yeni Irak politikasında Irak’a ilave asker gönderilme kararını Baker-Hamilton Raporu’nun peyderpey çekilme önerisi ile çelişkili bulmuyorum. Askeri açıdan; Irak’tan çekilmeden önce dirlik ve düzenliği artırmak için böyle bir hamle yapılması zaten ABD’de konuşulan bir konudur.

* * *

Ancak, yeni politikada Türkiye aleyhine iki büyük tehlike vardır:

1) Eninde sonunda el sıkışmadan önce "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" amacıyla ABD’nin İran’ı ve Suriye’yi hedef alması, bunun için de; önce Saddam’ı katlederek hem Sünnileri kışkırtıp hem İran’a göz kırpması, sonra da Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün’ü İran aleyhine işbirliğine çağırması bölge için çok ama çok büyük bir tehlikedir.

Ortadoğu Sünni-Şii çatışmasına sürüklenirse bu yangını kimse söndüremez!

* * *

2) Yeni planda Kerkük’e değinilmemesi, böylece bu yıl içinde Kerkük’te referandum yapılmasını zımni olsa da onaylaması yine yangına körükle gidilmesidir.

Halbuki, hem Baker-Hamilton Raporu, hem de International Crisis Group (Uluslararası Kriz Grubu) gibi ciddi kuruluşlar (Bkz: 24.12.2006 tarihli yazım) bu yıl Kerkük’te referandum yapılmasını çok sakıncalı bulmaktadırlar.

* * *

Benim korkum ABD’de yeni-muhafazakarların içine battıkları kibir yüzünden başı kesik tavuk halinde dolaşmalarıdır. Hangi anda nereye ve neden saldıracağı belli olmayan yönetimin ABD’de giderayak son çılgınlıklara girişme ihtimali dikkate alınmak zorundadır.

Dilerim, Kongre’de Demokratlar, Cumhuriyetçi Parti içinde de gerçekçiler Bush yönetiminin akıl ve izandan yoksun kararlarına set çekmeyi başarırlar.

* * *

Bush’un son iki yılında ABD’ye yapılacak en büyük dostluk, verdiği ve verebileceği bazı akıl yoksunu kararlara direnmektir.

TBMM, diğer komşu ülkelerle işbirliği yaratacak bazı kararları oy birliği içinde alabilirse ABD’nin bu kararları göz ardı etmesi kolay değildir.

TBMM’nin almasını temenni ettiğim kararları yarın irdeleyeceğim.
Yazının Devamını Oku

Yaşar Kemal’in gafı!

16 Ocak 2007
ÖNCE ufak bir hatırlatma: Bu köşeyi zerre kadar okuyanlar, Türkiye’nin kendi Güneydoğu’sunu kazanmadan Ortadoğu’da etkin olamayacağını, ayrıca Türkiye’nin bölgede aktif politika uygulamak için Kuzey Irak’taki Kürt Federe Devleti’nin garantörü olmasını, dahası bu bölgeyle ekonomik ilişkilerin muhakkak geliştirilmesi gerektiğini defalarca yazdığımı bilirler. Ancak, "Türkiye Barışını Arıyor" ise barışı arayanların Türklere de Kürtlere de aynı mesafede durması ve ikisini birlikte kucaklaması gerektiğini, sapla samanı karıştırmamalarının şart olduğunu unutmamaları gerekir.

Bu açıdan bakıldığında, iyi niyetinden zerre kadar şüphe etmediğim bir insana ait olsa da, çok büyük bir yazarın ağzından çıksa da, kastını aşan bir söz olsa dahi "gerillanın adını terörist koyduk" cümlesi en basit bir terimle gaftır. Hem de büyük gaftır. Zira sadece yanlış değil, aynı zamanda taraf tutan ve kışkırtan bir cümledir.

* * *

Sözlüklere açıp bakarsanız gerilla kelimesi çeteci, direnişçi, komitacı, mukavemetçi kelimeleriyle ifade edilir.

Kelimenin siyasal terminolojide kazandığı anlam, haklı davasını gayri nizami ordu düzeni içinde nizami orduya karşı silahlı savunan kişi olmuştur.

Sözlüklerde terörist kelimesi ise dehşet saçan, korku veren, tedhiş eden sözcükleriyle açıklanıyor.

Kelimenin anlamı üzerinde siyasal terminolojide tam bir mutabakat olmasa da terörist kelimesinin anlamı, gayri nizami ordu düzeninde sivil halk üzerinde korku, tedhiş, dehşet yaratarak hasmı olduğu nizami ordunun ait bulunduğu millet indinde psikolojik üstünlük elde etme stratejisi güden kişi olarak kabul görmüştür.

Açıkçası; günümüzde sivil, savunmasız, masum halkın fiziki varlığını hedef alan herkes terörist olarak kabul edilmektedir. Teröristin davası haklı dahi olabilir. Ama, sivil halkı hedef alan kişinin/örgütün, her durum altında, günümüzde savunulmaması gerekir.

Sivil halkı hedef alan her hareket, kalleş bir hareket muamelesi görmek zorundadır. Aksi halde, "benim teröristim iyidir" anlayışına topyekûn mağlup oluruz.

* * *

PKK nasıl bir örgüttür?

PKK, sivil halkı hedef almaktan zerre kadar çekinmeyen, İstanbul’da Çetinkaya Mağazası’nda masum kadınları, çocukları öldürecek kadar kalleş, Tuzla’da hafta sonu tatiline giden askeri öğrencileri katledecek kadar acımasız, bölgesinde insana hizmet veren öğretmenlere, sağlık elemanlarına işkence edecek kadar insafsız, kendi Kürt insanını dahi, PKK’ya yardım etmedikleri anda harcayacak kadar insani duygulardan yoksun, hatta askere karşı çocuğunu, kadınını siper yapacak kadar duyarsız bir örgüttür.

PKK, konferansa katılan bazı kişiler (örn: Vedat Türkali) gibi beyni Stalin dönemine takılıp kalmış, son kullanım tarihini çoktan aşmış komünist menşeli bir örgüt olarak Hizbullah, HAMAS türü benzer örgütlerin yaptığını dahi yapmaktan acizdir.

Bu örgütler, hitap ettiği halka eğitim, sağlık, gıda gibi altyapı yatırımları yaparken PKK kendi halkından dahi sadece almayı bilen bir kuruluştur. Bölgede Kürt-Hizbullah örgütlenmesi sosyal altyapıya hitap ederek PKK’nın tabanını oymaktadır.

Bunu eleştirmek de "cımbızla" kelime ayıklamak değil, kaş yaparken göz çıkmasın diye gayret göstermektir.

Tabii ki Kürt insanımıza sahip çıkalım, tabii ki Türk Devleti’nin yanlış Kürt politikalarını eleştirelim, ama binlerce masum insanını yitirmiş Türk halkının da duygularını rencide etmeyelim!

Hayranı olduğum Yaşar Kemal’in sözleri, beni rencide etmiştir!
Yazının Devamını Oku