Ben bu derneği, önce, İzmir Şubesi’nin engellilere yönelik olarak gerçekleştirdiği eğitici kurslarla tanıdım. Bunların çoğunu da bu köşeden sizlere duyurdum. Bugün ise bu derneğin, toplumumuzda engelliler ile birlikte yaşama kültürü oluşturmayı hedefleyen “Birlikte Yürüyoruz” adlı sosyal sorumluluk projesini duyuruyor olmaktan kıvanç duyuyorum.
Türkiye Beyazay Derneği çok sağlam bir temelle başlamış bu projeye. Proje sponsorlarından Genar Araştırma Şirketi konu ile ilgili olarak Türkiye çapında bir araştırma gerçekleştirmiş önce. Bu araştırmanın sonuçlarına göre, toplumun:
- %76.8’inin şimdiye kadar görme engelli bir arkadaşı olmamış!
- %92.6’sı görme engellilerin nasıl yaşadıklarını merak etmiyor!
- %97.4’ü, görme engellilerin kendilerini nasıl hissettiklerini bilmiyor!
- %98.1’i, görme engellilerin günlük ihtiyaçlarını nasıl karşıladıklarının farkında değil!
- %98.4’ü, görme engellilerin nasıl iletişim kurduklarından habersiz!
Kas hastalıklarının çoğu ilerleyicidir ve kalıtımsal karakter taşır. Hastaların bir kısmı hayatını çok erken yaşta kaybetmekte; büyük bir bölümü ise zamanla ilerleyen hastalık sebebiyle önemli sağlık sorunları yaşamakta ve yaşamlarını tekerlekli sandalyede sürdürmek zorunda kalmakta.
Kas hastalarının çoğu, erişilebilirlik sorunlarından dolayı, eğitim olanağından yoksun. Birçok kas hastası ve ailesi, hastalıkla ilgili yeterli tıbbi bilgiye ulaşmakta güçlük çekiyor. Hastalar, ne yazık ki henüz tedavisi olmayan bu hastalıkla birlikte yaşarken hayat kalitesini korumak adına yapabileceklerinden genellikle habersizler. Durmaksızın değişen ve gelişen yasal hakları konusunda doğru bilgiye sahip olmak ise onlar için hiç de kolay değil.
Kas Hastalıkları Derneği, 2010 yılında başlattığı Hasta Gönüllü Ağı Projesiyle; teşhis konulduktan sonra “tedavisi yok” denilerek evlerine gönderilen ve toplum tarafından unutulan insanların beceri ve yeteneklerini bir araya getiriyor. Projenin amacı; kas hastalarının yaşam kalitelerini arttırmak ve onları topluma kazandırmak.
Hasta Gönüllü Ağı, otonom bir şekilde, tümüyle hastalar tarafından yönetiliyor. Üyeleri arasında, hasta ve yakınlarının yanı sıra, her meslekten pek çok gönül dostu yer alıyor. Bu ağ, zamandan ve mekândan bağımsız olarak çalışıyor. Her ilden ve ülkeden ağı temsilen bir ya da birden çok hasta, hasta yakını veya gönüllünün, sanal bir ağ üzerinde belirli etik kurallar çerçevesinde yer almasıyla sürdürüyor varlığını. Felsefesi; toplumun yok saydığı ya da farkında olmadığı görünmeyen enerjileri açığa çıkararak görünür kılmak ve sosyal hizmet adına bu enerjilerden faydalanmak.
Geçtiğimiz günlerde bir e-posta aldım, Hasta Gönüllü Ağı’na gönül vermiş, bu ağ için gece-gündüz durup durmaksızın çalışan Tatvan’lı bir kas hastasından. Muş’un Malazgirt ilçesinde yaşayan, hastalığı benimkiyle aynı olan, Ulaş Yağan’la ilgiliydi bu e-posta. Tanısı yedi yıl önce konulan hastalığının zamanla ilerlemesi sonucu okuluna devam edemez olmuş ve çok istediği mimarlık fakültesine gitme hayalini, evinin dört duvarı arasına gömmek zorunda kalmış Ulaş. Ancak yılmamış çalışmış ve bu yıl açık öğretim lisesinden mezun olarak Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Öğretmenliği Bölümü’nü kazanmış.
Ulaş Sultangazi’de, ağabeyinin evinde kalıyor İstanbul’da. Okulu ise Davutpaşa’da. Yani her gün Sultangazi’den Davutpaşa’ya gidip geliyor. Sabahları Belediye’nin verdiği aracı kullanıyor, ancak akşamları kendi imkânları ile çözmek durumunda dönüş problemini. Otobüse binemediğini, taksilerin tekerlekli sandalye almadıklarını söylüyor. Okul idaresinin kendisiyle yakından ilgilendiğini ancak yardımsız yaşayamadığı için yurtta kalmasının olanaksız olduğunu da sözlerine ekliyor.
“Ayrımcılık”; bir kişiye kanunlarla koruma altına alınmış bir özelliği nedeni ile, kötü anlamda farklı davranmak demek. Eşit fırsat konulu kanunlar kişileri ayrımcılıktan koruyor. Engelli ayrımcılığı da pek çok ülkede suç sayılıyor. Ancak bizim ülkemizde bu konu henüz işlerlik kazanmış değil. Erişilebilirlikle ilgili yasa, hepinizin bildiği gibi, verilen sürenin bitmesine üç-beş gün kala verilen bir önerge ve arkasından gelen kabul oylarıyla üç yıl ertelendi. Bu durumda kimi kime şikâyet edebiliriz ki? Oysa ki bir başka ülkede bir taksi şoförü tekerlekli sandalye kullandığı için almak istemezse bir yolcuyu, rahatlıkla şikâyet edilebilir ve hak ettiği cezayı alır.
Genelde “kadın odaklı” çalışan bu dernek, farklı bir çalışma gerçekleştirdi. Bu çalışmanın diğer ortağı ise SEV Okulları idi. Üsküdar Amerikan, İzmir Amerikan ve Tarsus Amerikan Liseleri, öğrencilerinin liderlik becerileri edinmeleri amacı ile “Liderlik Konferansları” düzenlemeyi 2002-2003 öğretim yılından beri sürdürüyor. 2012-2013 öğretim yılı etkinliği 19-20 Ekim 2012 tarihinde, Değişim Liderleri Derneği işbirliği ile, Üsküdar Amerikan Lisesi’nde gerçekleştirildi.
Konferans’ın ilk gününde, üç okuldan yaklaşık 30 öğrenci misafir konuşmacı Satheesh Namasivayam’ın “Nasıl Bir Liderlik” konulu sunumunu izledi. Aynı öğrenciler Konferans’ın ikinci gününde Değişim Liderleri Derneği temsilcilerinin düzenlediği liderlik tarzları ile ilgili atölye çalışmasına katıldılar. Bu çalışma kapsamında öğrencilerden Türkiye ile ilgili bazı sorunlara çözüm getirmeleri istendi. Bu sorunlardan biri de “engellilik” olarak belirlenmişti.
Değişim Liderleri Derneği beni de davet etmişti atölye çalışmasına. Öğrencilere engellilik ve Türkiye’de bir engelli olarak yaşamanın zorlukları ile ilgili kısa bir bilgi sundum. Ardından, söz edilen sorunlara çözüm getirmeleri istendi öğrencilerden. Dört gruba ayrılarak çalışmaya başlayan öğrenciler, kısa bir süre içinde, çeşitli çözüm önerileri ile çıktılar karşımıza.
Dört grubun da önerilerini can kulağı ile dinledim. Bu kadar kısa bir süre içinde üretebildikleri harika fikirlere hayran kaldım. Aslında bu fikirlerin hepsini paylaşmak istiyorum sizlerle. Ama önce bir tanesi ile başlayalım…
Kızıltoprak’ta, on daireli bir apartmanda oturuyorum ben. Apartmanımız sakinleri ya yaşlı ve emekli ya da genç ve çok yoğun çalışan kişiler. Bu yüzden apartman yönetiminde görev almaya çekiniyorlar. Bu iş on yılı aşkın bir süredir benim üzerimde. Oturduğum apartmanı bir aile olarak düşündüğüm için, hiçbir karşılık beklemeden yapmaya çalışıyorum bu görevi. Ancak apartmanlar SGK ve Bölge Çalışma Müdürlüğü’nce “işyeri” sayılıyor ve apartman yöneticilerinden “profesyonel yönetici” olmaları bekleniyor.
SSK, çoğunuzun bildiği gibi, uzun bir süredir internet dışında işlem yapılmasını kabul etmiyor. Örneğin kapıcının aylık prim bildirgesi internet ortamında dolduruluyor, tahakkuk fişi internet kanalı ile alınıyor. Bunu yapmak hiç de kolay değil, çünkü sürekli yeni bir durumla karşılaşılıyor. Örneğin, bir süre önce “adres veri tabanı”na kaydolmamız istendi. Ne kadar uğraştıysam da bir türlü beceremedim bu kaydı ve tahakkuku da yapamadım. Sonunda SSK’da iyiliksever bir memur yardımcı oldu ve kaydı gerçekleştirdi. Ancak birkaç günlük gecikme için prim tutarının yarısından fazla ceza ödedik.
Eylül’de Ağustos ayı tahakkukunu yapmak istediğimde, İş Güvenliği Yasası ile ilgili olarak “iş kolu kodu/NACE kodu” seçmem istendi ve iki seçenek sunuldu. Bu seçeneklerden biri buhar imalatçısı, diğeri ise buz imalatçısı idi. Doğal olarak ikisini de seçmedim. İlgili birime bir e-posta gönderdim. Gelen cevap şöyle idi:
“İşyeri SGK sicil numarasının 2,3,4 ve 5. rakamı esas faaliyetinizi gösterir ve iş kolu kodu/NACE kodu/faaliyet kodu olarak isimlendirilir. e-bildirge de bu 4 lü koda karşılık gelen altılı kodlar açılır.
Esas faaliyetiniz tescilinizden farklı ise işyerinizin bağlı bulunduğu SGK İl Müdürlüğüne başvurup tescilinizi değiştirmeniz gerekmektedir.
Tescil değişikliğinin e-bildirge ekranından yapılması mümkün olmamaktadır. Ancak SGK tarafından yapılacak değişiklik sisteme yansıyacaktır.
“http://tuikapp.tuik.gov.tr/DIESS/SiniflamaSurumDetayAction.do?surumId=244&turId=1&turAdi= 1. Faaliyet Sınıflamaları” linkinden NACE Rev.2 Altılı Faaliyet Sınıflamasına,
Çalışmalar; Eğitim, Fiziksel Erişilebilirlik, Hizmet ve Bilgiye Erişim, İstihdam ve Karar Alma Süreçlerine Katılım konuları için ayrı ayrı oluşturulmuş ekiplerce yürütülüyor. Saha çalışmaları için ayrı bir proje dersi açıldı üniversitede. Bu dersi büyük bir istekle alan öğrenciler hem kendileri büyük bir farkındalık kazanacaklar, hem de ortaya koydukları çalışma ile büyük bir farkındalığa yol açacaklar. Saha çalışmalarına Boğaziçi Üniversitesi de kendi öğrencileri ile destek veriyor
Türkiye’de bu yıl ilk kez “Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi” hazırlandı. Söz konusu endeks beş boyuttan oluşuyor. Bunlar; bilimsel ve teknolojik araştırma yetkinliği, fikri mülkiyet havuzu, işbirliği ve etkileşim, girişimcilik ve yenilikçilik kültürü ile ekonomik katkı ve ticarileşme. Endeks belirlenirken, öğretim üyesi 50’nin altında olan üniversiteler hesaplamaya dahil edilmemiş bulunuyor. Bu nedenle, endeks çalışması Türkiye’deki 168 üniversitenin 126’sını kapsamakta. Sabancı Üniversitesi bu endeksin birinci, Boğaziçi Üniversitesi ise altıncı sırasında yer alıyor.
Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün, “Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi”nin, en başarılı üniversiteleri gösteren bir eğitim sıralaması olmadığını, üniversiteleri girişimcilik ve yenilikçilik konusunda bir yarışa teşvik etmek istediklerini söylüyor.
Bence, bir eğitim kurumunun başarısı öğrencilere sunulan ders programları ve öğrencilerin aldıkları notlarla sınırlı değildir. Hele de bu eğitim kurumu bir üniversite ise… Toplum sorunlarına duyarlılık kazandırılarak mezun edilen öğrenciler, yarınlarımızın umududur.
Bu yüzden, “Üniversitelerarası Girişimcilik ve Yenilikçilik Endeksi”nin bu umut yolunda atılmış çok önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
Bugün Cumhuriyet Bayramı… Eminim ki, yarınlarımızın umudu olan bu gençler daha da ileriye taşıyacaklar Laik Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni…
Bayramınız kutlu olsun!
Net olarak hatırladığım ilk Kurban Bayramı, 1959 yılınınki. O yıl Haziran’da kutlamıştık bu bayramı. Ben henüz 7, kardeşlerimin biri 5 diğeri ise 2 yaşındaydı. Annem Mithat Paşa Kız Enstitüsü’nde öğretmenlik yapıyordu o yıllarda. Bu yüzden, bayramlık elbiselerimiz okulun “Olgunlaşma” adı verilen dikiş-nakış bölümünde dikilmişti. Üçümüzün elbisesi bir örnekti; pembe organze kumaştan, fırfırlı ve kabarık etekli, üzeri minik yapma pembe çiçeklerle bezeli, içinde kendimizi prenses gibi hissettiğimiz elbiselerdi. Üçümüze de yeni ayakkabı alınmıştı. Bilekten bağlı, beyaz rugan ayakkabılar…
Annem erkenden kaldırmıştı bizi o sabah. “Babanız camiden dönmeden giyinip hazır olun, birlikte kahvaltı sofrasını hazırlayalım ve onu karşılayalım.” demişti bize. Üçümüzün de saçları uzundu; annem onları taramış, toplamış, kurdeleler takmıştı. Kapı çaldığında sevinçle koşup karşılamıştık babamı. Merkez Bankası’nda çalışıyordu babam. Bu yüzden olsa gerek, hiç kullanılmamış, gıcır gıcır iki buçuk liralık banknotlar vermişti bize bayram harçlığı olarak.
Sonra hep birlikte neşe içinde kahvaltımızı etmiş ve babamı bahçeye, kurbanımızı kesmeye gelen kasabın yanına yollamıştık. Tek üzüntümüz, bir süredir bahçemizde misafir olan sevimli kuzunun kesilecek olmasıydı. Çocuk kafalarımız ve yüreklerimiz bir türlü anlayamamıştı bunun gereğini.
Öğle yemeğine anneannemlere gitmiştik. Anneannem beyaz dantel mendillerin içinde, bayram şekeri ile birlikte vermişti harçlıklarımızı. Çok güzel yemek yapardı anneannem. Hepimiz bayılırdık onun yemeklerine, hele de tatlılarına… Hâlâ hatırlıyorum, harika bir peynir tatlısı yapmıştı o bayram. Yemekten sonra dayım beni ve 5 yaşındaki kardeşimi Şemsipaşa’daki “Bayram Yeri”ne (şimdiki adı ile, lunaparka) götürmüş, salıncaklara bindirmişti. Akşamüzeri eve dönerken, kanatlanıp uçacak kadar mutluyduk biz üç kardeş.
Annem, yanlış hatırlamıyorsam, 1962 yılında Haydarpaşa Lisesi’ne atandı. O vakte kadar bayramlık elbiselerimiz hep Olgunlaşma Enstitüsü’nde dikildi. 1972 yılına kadar hep anneannemlere gittik öğle yemeği için bayramlarda. Anneannem her bayram ayrı güzellikteki mendiller içinde verdi harçlıklarımızı. Babam, biz büyüyünceye kadar sürdürdü bayram harçlıklarımızı hiç kullanılmamış banknotlarla vermeyi. Merkez Bankası’ndan emekli oluncaya kadar da torunları ile devam ettirdi bu geleneğini. 1976 yılında annemi, 1991 yılında babamı kaybettim. 1992 yılında da amcamı kaybettikten sonra, bayramlarda elini öpeceğim kimse kalmadı. Ve çocukluğum, bir daha hiç geri gelmemek üzere terk etti beni…
Bayramlar, soysal dayanışma, karşılıklı sevgi ve hoş görü ile saygının öne çıktığı özel günlerdir… Bayram günü sevinç günüdür… Ve bu sevinç paylaştıkça çoğalır… Kanımca, bayram ziyaretlerinin asıl amacı da bu paylaşımdır. Bu yıl, bizim için çok önemli olan, biri dînî diğeri millî, iki bayramı birlikte kutluyoruz. Bu özel bayramda dilediklerimi Durdu Şahin’in şiiri ile aktarmak istiyorum sizlere:
“....Bir Bayram Olmalı...
Her kötülüğü unut diyen,
2009 yılından bu yana, halkın aday gösterdiği 950 başvuru arasından Danışma Kurulu’nun seçimi ile 80 "Fark Yaratan" kişinin ilham veren hikâyesi videoya çekilmiş ve yayınlanmış bulunuyor.
Sabancı Vakfı’nın tanımına göre “Fark Yaratan”; sosyal girişimcilik ruhu taşıyan, dürüst ve güvenilir olan, hikâyesi ile ilham veren, toplumsal sorunlara karşı yaratıcı bir yaklaşıma sahip bulunan, çalışmaları yaygınlaştırılabilir olup ‘eski soruna yeni çözüm’ getiren kişidir.
Sabancı Vakfı “Fark Yaratanlar” programının dördüncü sezonunu Engelsiz Sanat Derneği’nin kurucusu Gülçin Kaya’nın sıra dışı hikâyesi ile başlattı. Okuyanlarınız hatırlayacaklardır; sizlere önce 9 Aralık 2011, ardından 20 Ocak 2012 tarihli yazılarımda söz etmiştim Engelsiz Sanat Derneği’nden. Sizleri bilmem ama, ben o günden bu yana dikkatle izliyorum bu derneğin etkinliklerini.
Gülçin Kaya, 2007 yılında Engelsiz Sanat Derneği’ni kurarak Avrupa Birliği fonlarından hibe aldı. Kaya, Engelsiz Sanat projesinde, 120 zihinsel engelli bireyi 50 Avrupalı sosyolog, psikolog, sanat eğitmeni genç ile sanat atölyelerinde bir araya getirdi. Tiyatrodan heykele, cam boyamadan müziğe farklı sanat dallarında gerçekleştirilen atölyeler, 2010 yılında gerçekleşen 5. Dünya Gençlik Kongresi’ne katılan 147 ülkeden binlerce gence örnek proje olarak aktarıldı. İspanya ve Yunanistan, projeyi kendi ülkelerinde uyguladı.
Gülçin Kaya, Engelsiz Sanat projesi ile “Yeni Düşler Yenilikçi Düşünceler 2008” proje yarışmasında sosyal girişimcilik iş fikri kategorisinde ve 10 Üstün Genç İnsan 2009 (Ten Outstanding Young Persons 2009) yarışmasında “İnsani ve Gönüllü Liderlik” kategorisinde birinci oldu. Proje, Heinz-Schwarzkopf Vakfı’nın düzenlediği “Yılın Genç Avrupalısı” yarışmasında 2010 yılında Türkiye’den aday gösterilip ilk sekiz Avrupa finalisti arasına girdi.
Kaya, “Engelsiz Sanat” projesinin ardından, “engellilerin bir ayıp gibi saklandığı” düşüncesinden hareketle “Yorgan Altında Kimse Kalmasın” projesini hayata geçirdi. Gülçin Kaya, bu projeyle farklı alanda başarılı olan yedi engelli gencin toplumsal hayata katılmalarını hedefledi. 7 engelli gencin fotoğraflarının çekildiği projede, engellerinin değil başarılarının ön plana çıkarıldığı fotoğraflarla İstanbul ve Balıkesir’de çeşitli salonlarda sergiler düzenlendi. Gülçin Kaya, sergi düzenlediği illerin sayısını yirmiye çıkarmayı hedeflerken, projeye katılan engellilerin hikâyelerinin yer aldığı bir de kitap çalışması yapmayı planlıyor.
Tüm kamu görevlilerini, iş adamlarını, toplumun ileri gelenlerini, eğitimcileri, kütüphanecileri ve ülkenin her yerindeki Amerikalıları bu günü içeriğine uygun törenler, etkinlikler ve programlarla kutlamaya çağırdı.
Obama, konu ile ilgili olarak yaptığı başkanlık bildirisinde; görme engelli Amerikalılar’ın yönetici, avukat, öğretmen, bilim insanı, müzisyen ve atlet olarak ve sayısız başka şekilde ulusal yaşamlarının her parçasını zenginleştirmiş olduklarına değindi ve “Bugün onların sayısız katkılarını kutluyor ve tüm Amerikalılar için eşit erişim, eşit fırsat ve eşit saygı sağlanacağı yönündeki taahhüdümüzü yineliyoruz.” dedi.
Görme engelli Amerikalıların fen, teknoloji, mühendislik ve matematik de dahil tüm alanlarda kariyer yapabilmeleri için yeni yollar açılmaya çalışılıyor. Eğitim Bakanlığı öğrencilere matematik ve fen derslerinde daha fazla başarı fırsatı vermek için görme engelli ve görme bozuklukları olan öğrencilere yönelik etkin öğrenme materyalleri geliştiriyor. Beyaz Saray bu yıl bazıları görme engelli olan 14 kişiye, engelli bireylerin fen, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında eğitim ve istihdam olanaklarını artıran çalışmaları nedeniyle Değişim Şampiyonluğu onur nişanı verdi. Bu örnek, oyun sahası eşitlendiğinde engelli bireylerin ekonomik açıdan yaşamsal olan bu mesleklerde de kolaylıkla sivrilebileceklerini doğruluyor.
Görme engellilerin bilgiye erişimi yönündeki teknolojiye Türkiye’de de ulaşmak mümkün. Örneğin, Braille Teknik Şirketi görme engellilere yönelik bilgisayar programları, kitap okuma makineleri, okuma kameraları, kabartma (braille) monitörler, kabartma printerler sunuyor. Şirket, az görenler için de program, digital büyüteç, uzak görüntü sistemleri gibi özel çözümler getiriyor. Ayrıca, görme engellilerin kabartma yazılı kitap ihtiyaçları için kabartma yazı üreten bir matbaaları da var. Tüm bunların yanında görme engelliye uygun erişilebilir bir çevre oluşturmak için proje yapıp uygulama uzmanlığına da sahipler.
Çoğumuz, görme engellileri istedikleri her tür bilgiye ulaştırabilecek bu teknolojiler konusunda fazla bilgi sahibi değiliz. Oysa ki,