Vakıf, geçtiğimiz günlerde ‘Birleşmiş Milletler Kadınların İnsan Haklarının Geliştirilmesi Ortak Programı’na, 2015 yılı sonuna kadar 1.7 milyon dolar destek vermeyi taahhüt etti. Sabancı Üniversitesi ise, Türkiye'de engellilik konusunda mevcut durum tespitinin yapılması ve iyileştirmeye yönelik politika ve uygulama önerilerinin geliştirilmesi yönünde başlattığı projeyi sürdürüyor.
Sabancı Vakfı’nın hibe verdiği engelli yaklaşımına sahip 14 projeden biri olan “Engelli Ayrımcılığını Önleme ve Mücadele Platformu” projesi, bir süre önce, Türkiye’deki engelli ayrımcılığını ortaya koyan bir araştırma yapmıştı. Engelli ayrımcılığını engelli ve engelsizlerin bakış açısıyla gözler önüne seren, engelsiz bireylerin engelli bireylere yönelik algılarını yansıtması açısından çarpıcı veriler ortaya koyan bu çalışmaya yeterince yer veremedim bana ayrılan bu satırlarda. Bugün, Engelliler.Biz Platformu’nda rastladığım bir duvar yazısı bu araştırmayı hatırlamama neden oldu.
Ayrımcılığı Önleme projesi kapsamında gerçekleştirilen “Engelli Konumlandırma, Algı ve Ayrımcılık Araştırması”, engelli ve engelsiz olmak üzere iki farklı grupla yapılmış. Bu araştırma için, Türkiye’nin genel demografik yapısını yansıtacak şekilde, 9 ilde 241 engelli ve 178 engelsiz kişiyle yüz yüze görüşülmüş.
Araştırma sonuçlarına göre; engelli olmayanların % 46,7’sinin engellilere yönelik ilk algısı “yetersiz insan”, “yardıma muhtaç kişi” olarak ifade ediliyor. Buna benzer şekilde, %7,8’lik bir kitle de engellileri kadersiz ve acınacak insan olarak değerlendiriyor. Aynı araştırmaya göre; toplumun önemli bir bölümü, engelliler için ayrı okullar yapılmasını (%57.3) destekliyor.
Bu araştırmada, engellilerin sadece % 17,3’ü eğitim alanında herhangi bir olumsuz davranışa maruz kalmadığını beyan ediyor. Engelliler, eğitim hayatlarında; idarecilerin okula kayıt yapmayı istememesi, okuldaki diğer çocukların alay etmesi, öğretmenin engelli çocuğu sınıfa kabul etmemesi, asansör olduğu hallerde asansörün engelli çocuğa kullandırılmaması vb. kötü muamele ve eğitim hakkından faydalanama gibi olaylarla karşılaşıyor.
Araştırma kapsamında görüşülen engelliler; işyerlerinde eğitimlerine ve mesleklerine uygun bir iş verilmediği, meslekte yükselme imkânından yoksun bırakıldıkları, işyerindeki çalışan ya da amirleri tarafından kendilerine sakatlıklarıyla hitap edildiği, benzer pozisyonda çalışan kişilere göre daha düşük ücret verildiği, iş sırasında engellikleri üzerinden tacize uğrayarak işten ayrılmaya zorlandıkları ya da maaşlarının verileceğinin ama işe gelmemelerinin söylendiği şeklinde ayrımcı uygulamalarla karşılaştıklarını ifade ediyorlar.
Bu çalışma, engellilerin sosyal yaşamda karşılaştıkları olumsuz tutumlar açısından da benzer nitelikte bir tablo sergiliyor. Görüşülen engellilerin % 52,8'i yaşamın çeşitli alanlarında alay ve kötü muameleye maruz kaldığını ifade ediyor. Olumsuz ve ayrımcı davranışların en başında gelenler ise; engelli olduğu için restoran, sinema, kafe vb. yerlere alınmamak, kiralık ev ya da işyeri aradığı sırada talebinin engelli olduğu için reddedilmesi, engelli hale geldikten sonra eşi tarafından terk edilmek.
Araştırma sonuçlarına göre; engelsiz bireylerin büyük bir çoğunluğu (%98,9) engellilerin çalışması gerektiğini belirtirken, %80.4’ü engellilerin evden çalışmasına destek veriyor. Yine engelsiz kişilerin %70.3 gibi ezici bir çoğunluğu ortopedik engelli bir komşu istemiyor.
Okurumun, “Bugün yazmış olduğunuz 'Kaynaştırma eğitimi uygulanabiliyor mu?' başlıklı yazınıza istinaden yazıyorum.” diyerek başladığı mesaj şöyle devam ediyor: “Ben rehber öğretmenim, bu tür olaylar beni çok etkiliyor ve sorunuza cevap vermek gereği hissettim. Evet, istenirse uygulanabiliyor. Sizin de belirttiğiniz gibi 45 kişilik bir sınıfta uygulanamaz ama DESTEK ODA da uygulanabilir. Müzik, resim ve beden eğitimi dersi gibi çocuğun arkadaşları ile daha iyi kaynaşabileceği kendini iyi hissedeceği dersler dışında öğrenci sınıftan ailesinin de izni ile alınarak, destek odada o saatlerde dersi olmayan sınıf öğretmeni tarafından okuma yazma öğretilebilir. Okuma yazma öğrendikten sonra da matematik, hayat bilgisi ve fen bilgisi gibi neye ihtiyacı varsa derslere devam edebilir. 5.,6.,7. ve 8. sınıfta da gönüllü branş öğretmenleri ile devam edebilir. Sınıf öğretmenleri derslerine branş öğretmeni girdiği saatlerde ders ücreti aldıkları için okul müdürünün verdikleri görevleri yaparlar. Biz okulumuzdaki kaynaştırma öğrencileri ile böyle çalışıyoruz ve çok güzel sonuçlar alıyoruz.”
Okurum bu mesajın ardından, not olarak, Destek Eğitim Odası’nı da tanımlamış bizler için. Bu odanın; ilköğretim okullarında kaynaştırma eğitimine tabi olan özel eğitime muhtaç öğrenciler ile üstün yetenekli öğrencilerin ihtiyaç duyulan alanlarda eğitim hizmetleri alabilmesine yönelik düzenlenmiş ortamlar olduğunu söylemiş. Sonra da uzun uzun açıklamış bu odada eğitim alacak öğrencilerin nasıl tanılandığını, hangi özelliklere sahip çocukların destek eğitim odasından hizmet alabileceğini, hangi öğretmenlerin bu odada görev yapacağını ve eğitim verilirken hangi hususlara dikkat edileceğini. Tüm bunlar aslında ayrıntılı bir rapor konusu. Bense, burada bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bana yazan sevgili öğretmenimizin okulu da, Gamze’nin okulu da Türkiye sınırları içinde. Yani her iki okulda da geçerli olması gereken kurallar aynı. Ama sizin de gördüğünüz gibi iki farklı uç söz konusu. Birinde dışlanırken engelli öğrenci, diğerinde kucaklanıyor. Yani sonuçta konu ‘insan’da düğümleniyor. Yönetmelik aynı, kurallar aynı ama uygulayanlar farklı…
Sabancı Üniversitesi engelli bireylerin yaşamın her alanına katılımı konusunda mevcut durumun tespiti ve iyileştirmeye yönelik politika ve uygulama önerilerinin geliştirilmesi amacıyla “Farklı Açılardan Engellilik” başlıklı bir proje yürütüyor. Bu projeden 31 Ağustos tarihli yazımda söz etmiştim sizlere. İlerideki yazılarımda daha da çok bahsedeceğim bu projenin 2. Ay Çalışma Raporu’nda, bütünleştirici (kaynaştırma) eğitimde yaşanan sorunlara da değiniliyor ve bu sorunları çözücü öneriler getiriliyor. Sözü edilen sorunlardan biri de. “Bütünleştirici eğitim uygulaması yapan ilköğretim okullarında oluşturulması gereken kaynak odaların oluşturulmaması ve var olan kaynak odaların amaçlarının dışında kullanılması (depo vb. olarak kullanılması)”.
Nedense, ülkemizde engellilere yönelik olarak yapılan pek çok şey amacı dışında kullanılıyor. Bunun bir örneğini dün İstanbul’un en büyük hastane gruplarından birine ait özel bir hastanede yaşadım. Adını vermek istemediğim bu grup, teşhis ve tedavide son derece güvenilir bir kurum; öyle ki, farklı hastalıklar için ayrı hastaneler açmış. Benim için çok önemli olan bir yakınımın ameliyatı nedeniyle gittim dün bu hastanelerden birine. Ameliyat beklenenden biraz daha uzun sürünce tuvalete ihtiyacımı gidermek istedim. Yakınımın odasının bulunduğu 5.kat hemşirelerine engelli tuvaletinin yerini sordum ve -1. katta olduğunu öğrendim. Altı kat aşağı inip uzun bir yol kat ettikten sonra engelli tuvaletini buldum. Kapıyı açtığımda gördüğüm manzaraya inanamadım. Tam karşımda pis ve dağınık bir depo vardı. Bu deponun ön kısmında, sol taraftaki duvara nerede ise bitişik konulmuş alçak bir klozet bulunuyordu. Klozetin ön tarafında yer alan avabonun altına koca bir çöp torbası konulmuştu. Bir koca çöp torbası da sağ taraftaki duvara dayanmıştı. Burasının engelli tuvaleti olduğunu gösteren yalnızca kapının dışındaki işaret ve duvarlara konulmuş tutma yerleri idi. Ben ve yanımdakiler şaşkınlıktan dona kaldık. Tabii ben tuvalete giremedim. Telefonumla çektiğim birkaç resim yazımın ekinde. Tüm hastane yöneticilerinin bu resimlere bakmalarını ve benzer manzaralara kendi hastanelerinde rastlanmaması için gereken tedbirleri almalarını rica ediyorum.
Yukarıda da söylediğim gibi, her şey dönüp dolaşıp ‘insan’ faktöründe odaklanıyor. Yapılan onca güzel şey, tek bir kişinin yanlışı ile bile boşa gidebiliyor. İlgili makamların ve Sivil Toplum Kuruluşları’nın uğraşları yetmiyor. Bizlerin, yani engelli-engelsiz hepimizin katkısı gerek doğru kuralların doğru olarak uygulanabilmesi için.
Aşağı Dudulu Ümraniye Çayırönü İlköğretim Okulu’nda kaynaştırma eğitimi öğrencisi bu tatlı kız. Bu yıl ikinci sınıfta. Ama ne okuyabiliyor, ne de yazabiliyor. Babası inşaat işçisi, annesi ise kendi halinde bir ev hanımı. Bir ablası var, aynı okulun 4.sınıfında öğrenim görüyor. Gamze’ye, önce zihinsel olarak %70 oranında engelli olduğuna dair rapor verilmiş. Bu rapor; bu yıl, %50 oranında “hafif düzeyde zihinsel engelli” olarak yenilenmiş ve kaynaştırma eğitimi alması uygun görülmüş.
Çoğunuzun bildiği gibi, kaynaştırma yoluyla eğitimin amacı; özel eğitime ihtiyacı olan bireylere destek eğitim hizmetleri de verilerek yetersizliği olmayan akranlarıyla birlikte aynı ortamda eğitimlerini sürdürmelerini sağlamak. Bu uygulamalar kapsamında özel eğitime ihtiyacı olan bireyler, kaynaştırma yoluyla eğitimlerini yetersizliği olmayan akranları ile birlikte aynı sınıfta tam zamanlı sürdürebilecekleri gibi özel eğitim sınıflarında yarı zamanlı olarak da sürdürebiliyorlar. Yarı zamanlı kaynaştırma, öğrencilerin bazı dersleri yetersizliği olmayan akranlarıyla birlikte aynı sınıfta almaları ya da ders dışı etkinliklere birlikte katılmaları yoluyla uygulanıyor.
5378 sayılı, “Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 15. Maddesi’nde; “Hiçbir gerekçeyle özürlülerin eğitim alması engellenemez. Özürlü çocuklara, gençlere ve yetişkinlere, özel durumları ve farklılıkları dikkate alınarak, bütünleştirilmiş ortamlarda ve özürlü olmayanlarla eşit eğitim imkânı sağlanır.” denilmekte. Ama, annesinin anlattığına göre, bazı veliler Gamze’ye bu olanağın tanınmasından rahatsız. İşi, Gamze’nin ablasını ölümle tehdit etmeye kadar vardırmışlar. Gamze’nin annesi eğitimli biri değil. Kızının haklarının neler olduğunu bilmiyor. Ama neyi bilmediğini çok iyi biliyor. Kızı için en iyiyi yapabilmek için çabalayıp duruyor.
İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 50 Maddesi, “Birleştirilmiş sınıflar da dahil olmak üzere bir öğretmene düşen öğrenci sayısı 40’dan fazla olamaz.” diyor. Öğrendiğime göre, Gamze’nin sınıfı 45 kişi. Öğretmen, 45 kişilik bir sınıfta özel ilgi gerektiren bir çocuğa ne kadar vakit ayırabilir? Ayrıca, acaba o öğretmen böyle bir çocuğu eğitmek için gerekli öğrenimi aldı mı?
Ülkemizde, çoğu konuda alınan kararlar gerekli alt yapı çalışmaları tamamlanmaksızın uygulamaya konuluyor. Bu yüzden, iyiye doğru bir adım olarak alınmış bir karar arzulanan sonuca götürmüyor bizi. Kaynaştırma eğitimi tüm gelişmiş dünya ülkelerinde uygulanıyor. Ama sınıflar en fazla 20 kişi o ülkelerde. Veliler ise kendi çocuklarıymış gibi kucak açıyorlar çocuklarının engelli arkadaşlarına. Sanırım biz de bunu başardığımızda “gelişmiş bir dünya ülkesi” olarak adlandırabiliriz ülkemizi.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
İlk kez 15 Ağustos 2011 tarihinde yazmıştım camilerimizin engellilerin erişimine uygun olmadığını. “Umarım yakın bir gelecekte her ilimizde, engeli ne olursa olsun, her bireyin ibadetini engelsizce yapabileceği bir cami olacak…” diyerek bitirmiştim “Engelsiz İbadet” başlıklı bu yazımı. Şimdi umutlarım gerçek oluyor…
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Camiler Haftası münasebetiyle gerçekleştirdiği "Engelsiz Cami, Engelsiz İbadet" temalı proje Tuzla'da başladı. Tuzla Belediyesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen proje kapsamında Tuzla'daki tüm camilerin engelsizleştirilmeleri hedefleniyor. Projenin ilk uygulama örneği, Tuzla Müftülüğü Çiçekçiler Camii. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, caminin açılışında yaptığı konuşmada;
"Türkiye genelindeki 85 bin camimizi ve mabetlerimizi inşa ederken 8 milyon engelli vatandaşımızın ibadet ihtiyacını yok sayarak inşa etmişiz. Onun için, bu sene Camiler Haftası´nda, ‘Engelsiz cami, Engelsiz ibadet’ kampanyası başlatıyoruz. Her ilimizde, ilçemizde, bir veya birkaç camimizi yeniden gözden geçirerek her türlü engelli kardeşimizin rahatlıkla gelip, birinci safa kadar gidip caminin nasıl bir eşitlik bir mekânı olduğunu görmesini ve hissetmesini istiyoruz. Mekân cami ise, gören kalptir. Mekân cami ise, duyan kalptir. Mekân cami ise, gelen kalptir.” dedi.
“Camiler ve Din Görevlileri Haftası”nın diğer bir önemli etkinliği ise, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi işbirliği ile, ilk kez düzenlenen l. Ulusal Cami Mimarisi Sempozyumu idi. Sayın Görmez, burada yaptığı konuşmada da; kentsel dönüşüm projelerinde pek çok caminin de yıkılarak yeniden yapılması, camilerin her türlü engelli vatandaşımızın rahatlıkla ulaşabileceği mekânlar olarak yeniden tasarlanması gerektiğini ifade etti.
“Umarım yakın bir gelecekte her ilimizde, engeli ne olursa olsun, her bireyin ibadetini engelsizce yapabileceği bir cami olacak…” derken yalnızca hayal ediyordum. Ama artık hayal değil… Gerçekten de yakında her ilimiz hatta ilçemiz, engellilerin engelsizce ibadet yapabilecekleri bir camiye kavuşmuş olacak.
Artık sıra Milli Eğitim Bakanlığı’nda. Engellilerin ibadete olduğu kadar eğitime de ihtiyaçları var. Ancak ne yazık ki, bırakın özel eğitime ihtiyacı olan engellileri, hiçbir özel eğitime ihtiyacı bulunmayan bedensel engelliler bile erişimlerine uygun okul bulamıyorlar. Bu soruna bir an önce çözüm getirilmesi gerekiyor. 21.yüzyılda, anneler çocuklarını kucaklayarak çıkarmak zorunda bırakılmamalı okul merdivenlerinden. Diyanet’in gösterdiği duyarlılık örnek olmalı tüm kurumlara.
Engellerimizi hissettirmeyecek, engelsiz bir yaşam dileği ile...
Bu etkinliğin düzenleyicisi olan “Engellerin Ötesinde” 2008 yılı Kasım ayında Türkiye’nin önde gelen holdinglerinden birisinde bir sosyal sorumluluk projesi olarak doğmuş. Proje bir yıl sürmüş ve bu süre sonunda özel sektörden kazanılan gönüllülerin bireysel girişimleriyle “Engellerin Ötesinde Gönüllü Kulübü” kurulmuş. Kulüp üyeleri Sultanahmet’te bir ritim etkinliğinde “İyilik Nerede Biz Orada” kurucusu Yaşar Morpınar ile tanışmışlar. Bir çok ortak faaliyette bir araya gelen Morpınar ile Engellerin Ötesinde Gönüllü Kulübü, yollarını birleştirme kararı alarak 2012 Mart ayında Engellerin Ötesinde Derneği’ni kurmuşlar. Sloganları: “Farkındalık için birlikteyiz!...”
FARKINDALIK İÇİN BİRLİKTEYİZ!... / WEBTV
“Bugün Türkiye’de 8.5 milyon engelli birey yaşamakta. Yani toplumumuzda her sekiz bireyden biri engelli tanımı içerisinde yer almakta. Ancak her gün iç içe yaşadığımız engelli bireylerin ne kadar farkındayız? Peki, engelli bir birey olabilmenin sadece ‘bir an’ uzağında olduğumuz gerçeğinin neresinde durmaktayız? İşte bu soruların yanıtlarına olan yabancılığımız bizler için bir başlangıç noktası oldu.” diyorlar Dernek üyeleri ve devam ediyorlar:
“Engelli bireylerin dünyasına dahil olduğumuzda karşılaşılan tablo bu gerçeği daha da pekiştirmekte. Yapılması gereken o kadar çok şey var ki; toplum içerisinde engelli farkındalılığının oluşturulması, engellilik ile ilgili gerekli eğitimlerin verilmesi, tedavilerin oluşturulması ve yaygınlaştırılması, engelli bireylerin günlük yaşamlarında karşılaşabilecekleri fiziksel engellerin kaldırılması ve daha niceleri… Bu sorunlardan en önemlisi ise engelli bireylerin ve toplumun birbirlerinden ne kadar uzakta olduğudur. Engelli ve engelsiz bireyler olarak bizler iletişim kurmuyoruz. “
Engellerin Ötesinde Derneği kendisini “Farkındalık” için çalışan bir Sivil Toplum Kuruluşu olarak tanımlıyor. Cumartesi günü gerçekleştirdikleri etkinliğin düzenlenme amacı da bu.
“29 Eylül Cumartesi günü “Vur Patlasın Çal Oynasın” etkinlik sezonumuzun açılışını yapıyoruz. Hem de öyle bir etkinlik ile açılış yapacağız ki... İstiyoruz ki birlikte açalım bu sezonu, hem eğlenelim hem eğlendirelim...” sözleri ile duyuruldu bu etkinlik.
Ben oradaydım Cumartesi günü. Tamamı zihinsel engelli gençlerden oluşan Bremen Mızıkacıları’nı yalnız bırakmadı, Dernek’in çağrısına uyan halk. Pek çok kişi tef, marakas, zil ve darbuka ile eşlik etti onlara. Öylesine büyük bir coşku yaşandı ki, anlatmak için yetersiz kalıyor kelimeler. Ancak şunu söyleyebilirim: Onları izlerken, gözlerim yaşardı.
Gösteri sonlandığında; öğretmenleri Yaşar Morpınar katılanlara ve izleyenlere teşekkür etti ve onlardan engellilerin biraz eğitimle neler yapabildiğini herkese anlatmalarını istedi.
Avustralya’da yerleşik bir sivil toplum kuruluşu olan Scope “Sesi Duyulmayanları Dinlemek” adlı bir video film hazırlamış. Filmin amacı; zihinsel engelli bireylerin, yakınlarının desteği ile, kendi kararlarını verebilmelerini sağlamak. Pilot ailelerle altı ay süren bir çalışma sonucunda gerçekleşmiş bu film. Biri nispeten hafif, diğeri ise ağır engelli iki genç üzerinden veriliyor anlatılmak istenenler. Ağır engelli gencin kararları, ne yemek istediği, nasıl rahat oturduğu gibi temel konularla sınırlı kalırken; nispeten hafif engelli gencinkiler hoşlandığı aktivitelere kadar uzanıyor. Her iki genç de konuşamıyor, yani ne istediğini söyleyemiyor. Ağır engelli olan tekerlekli sandalyede sürdürüyor yaşamını. Film; işte bu iki genç üzerinden, zihinsel engelli bireylerin tercihlerini nasıl anlayabileceklerini anlatıyor engelli yakınlarına ve bakıcılarına.
Şimdi bir de İzmirli okurum Esra’nın söylediklerine kulak verelim:
“Benim bugün sizinle paylaşmak istediğim öncellikle çok sevdiğim kız kardeşimi, sonrasında da bu ülkede yaşayan tüm zihinsel engelli çocukları ilgilendiriyor. Kardeşim Aslı 30 yaşında. 18 aylıkken geçirdiği menenjit sonrası zihinsel engelli oldu; ama dünyanın en tatlı en güzel meleği, tıpkı diğer bütün engelliler gibi. Tam 6 yaşından beri sürekli eğitim alıyor, eğitimle ve müthiş bir aile bakımıyla bugün geldiği nokta bir mucize. Okul bu tarz çocukların zevk aldığı, sosyalleştiği, kendi dilinde arkadaş bulabildiği tek yer. Uzun zamandır Örnekköy’de bulunan Konak İş Eğitim Merkezi’ne gidiyor. Burası o kadar güzel bir okul ki. her şeyi tamamen bu çocuklar için inşa edilmiş. Buradaki çocuklar hem eğitim alıyor hem de okul içinde kurulan atölyelerde (mum, galoş yapımı ) çalışıyorlar, hatta cüzi de olsa para bile kazanıyorlar. Mesela Ege Üniversitesi’nin tüm galoşları burada, bu çocuklar tarafından yapılıyor. Okuldaki çocukların ortak noktaları 18 yaşından büyük olmaları ve maalesef yeni çıkan 4+4+4 eğitim sistemi kapsamında 21 yaşını doldurmuş tüm zihinsel engelliler eğitim gördükleri okullardan atıldılar. Burası bu çocukların yuvasıydı; şimdi devlet diyor ki, ‘benim seni eğitme işim bitti, sen artık sadece halk eğitim merkezlerine gideceksin.’ Ancak işin komik tarafı, halk eğitimlerin bu yasadan haberi bile yok. Bu çocukların hepsi yardıma muhtaç, servise muhtaç. Hiçbiri tek başına bir şey yapamaz. Eylül başından beri ailelerin tümü isyanda, bir çare bulabilmek için her yolu deniyorlar. Son bir haftadır önce okulda daha sonra Konak'ta seslerini duyurabilmek için eylem yapıyorlar. Okulda yaptıkları eylem sonrası Sayın Başbakan'a ulaşabilmek için Kemalpaşa'ya bile gittiler, ancak hükümetten kimse seslerini duymadı.
Sizden isteğimiz bu konuyu herkese duyurmanız. Keşke o çocukları görebilseniz… Hepsi okulları için gözyaşı döküyor, tekrar gidebilecekleri günü bekliyorlar.
Lütfen herkes elini vicdanına koysun, bugün onlarsa yarın bizler engelli olabiliriz. Onlara bizler engel olmayalım…”
Bu mesaj ve yazımın başında söz ettiğim video film eş zamanlı olarak ulaştı elime. Düşüncelerimi, duyduğum iç acısını anlatmakta zorlanıyorum.
Konuyu biraz araştırdım ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın zorunlu eğitimini tamamlamamış zihinsel engelli çocuk kalmamasını amaçladığını anladım. Bu çok doğru bir yaklaşım. Ancak bunu yaparken, halen eğitimini sürdürmekte olan gençlerin haklarını ellerinden almak ne derece doğru bilemiyorum.
Kuruluşu 2008 yılının Kasım ayı sonunda tamamlanmış olan Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği (TOHAD) hak temelli çalışan Sivil Toplum Kuruluşları’ndan biri. Bu dernek; sosyal, ekonomik ve psikolojik mağduriyet ve kısıtlılık yaşayan, ayrımcılığa, istismara ve hak kaybına uğrayan risk altındaki sosyal grupların kanun, anayasa, uluslararası sözleşmeler ve evrensel hukuk ilkelerinden doğan tüm haklarının kazanılması, korunması, kullanılması ve evrensel hukuk normları içerisinde geliştirilmesi için çalışıyor.
TOHAD çalışmalarını, kadınların, çocukların, engellilerin, yaşlıların ve risk altındaki diğer sosyal grupların medeni haklar, sağlık, eğitim, istihdam, ulaşım, erişim v.b alanlarındaki hak kayıplarından ve/veya uğradıkları ayrımcılık sorunlarından yola çıkarak gerçekleştiriyor. Bir taraftan bu sorunların çözümü için her türlü iletişim kanalını kullanarak kamuoyu yaratmaya uğraşırken, diğer taraftan da kamu kurum ve kuruluşları nezdinde gerekli girişimlerde bulunuyor. Dernek, idari girişimlerin sonuç vermediği hallerde öncelikle ulusal hukuk sistemi kapsamında hukuki girişimlerde bulunmayı, gerektiği hallerde de Uluslararası sözleşmeler kapsamında Avrupa Sosyal Konseyi, Avrupa İnsan hakları Mahkemesi gibi uluslararası hak arama zeminlerinde çözümler aramayı hedefliyor.
TOHAD, ülkede anayasanın öngördüğü sınırlar çerçevesinde seçme ve seçilme hakkına yönelik ihlâllerin önlenmesi dışında, hiçbir politik konuda faaliyet göstermiyor. Ayrıca; ırkçılık, her türden dine ait radikal dini ideoloji, otoriterizm, totalitarizm gibi demokratik ve anayasal geleneklerle bağdaşmayan anlayışlara ait sosyal grupların taleplerini kamusal bir hak olarak kabul etmiyor ve bu grupların sorunlarıyla ilgilenmiyor.
Toplumsal Haklar ve Araştırmalar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Süleyman Akbulut 1970 doğumlu. Gazi Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nde yükseköğrenim görürken,
5 Ekim 1991'de geçirdiği bir trafik kazası sonucunda belden aşağısı felçli kalmış. Akbulut, 1998 yılından sonra engelliler konusunda faaliyet gösteren çeşitli kuruluşların yönetimlerinde görev almış. Bu kuruluşlarda engelli bireylerin yasal-sosyal konulardaki haklarının kazanılması konusunda çalışmalar yaparak kamu kurum-kuruluşlarına idari girişimler ve
davalar açılmasını üstlenmiş.
Süleyman Akbulut, başta mavi kapak kampanyası olmak üzere, engellilere yönelik olarak yürütülen tüm yardım toplama kampanyalarına karşı. “Bir engellinin ihtiyaç duyacağı özellikle tıbbi içerikli mal ve hizmetler ile tıbbi tedaviler bir yardım konusu değil, anayasa
Biliyorsunuz ki, tüm engellerime karşın inatla yarınlara ümitle bakmaya çalışan bir kişiyim ben. Ancak son günlerde oldukça zorlanıyorum ümitlerimi taze tutmakta. Karamsarlığa kapılmaktan ve o karanlıktan hiç çıkamamaktan korkuyorum…
“Bir şehit toprağa verilmeden, yeni bir şehit daha geliyor…” Bu cümle, bir önceki günün gazetelerinden alınmış bir ara başlık. Bir ara başlık daha: “Bingöl’de askerleri taşıyan otobüse yapılan hain saldırıda 9 şehit, 70 yaralı var.” Kim bilir kaçı iyileşebilecek bu askerlerin, kaçı sakat kalacak? İyileşenlerin çoğu da, muhtemelen psikolojik rahatsızlığını kolay kolay yenemeyecek.
27 Haziran 2010 tarihli Sabah Gazetesi’nden aldığım bir habere göre; 1984-2010 yılları arasında 31 bin 409 terör eylemi gerçekleşmiş. 26 yıllık bu süre içinde; 12 bin 404 asker,
3 bin 388 polis, bin 932 köy korucusu, 4 bin 274 vatandaş olmak üzere toplam 21 bin 948 kişi terör nedeniyle yaşamını sakat olarak sürdürmeye mahkûm edilmiş.
19 Eylül Gaziler Günü nedeni ile Anıtkabir’de düzenlenen törene katılan Gaziler “Yeter artık, analar ağlamasın” diyerek teröre lanet okudular. Tek bir vatan evlâdının bile, artık, kendi yaşadıklarını yaşamasını istemediklerini dile getirdiler.
1 Mayıs 2012 tarihli bir habere göre ise; Türkiye’de günde 172 iş kazası yaşanıyor ve her gün üç işçi ölüyor, üç işçi sakat kalıyor. Hükümet’in yeni hazırladığı İş Güvenliği Yasası umarım bu sorunu çözer.
Trafik kazalarının neden olduğu sakatlıkların oranı da hayli yüksek ülkemizde. Trafik kazaları sonucunda mağdur ve ailelerinde meydana gelen psikolojik fiziki ve maddi zararlar konusunda yapılan bir araştırmada; ölenlerin ailelerinin %90'ı, sakat kalanların ailelerinin %85'i yaşam düzeylerinde kalıcı ve belirgin düşüş olduğunu ifade etmişler.
Engellilikle mücadele ederken; terör eylemleri, iş kazaları ve trafik canavarı yeni engelliler katmaya devam ediyor aramıza. Buna bir son vermemiz gerek. Trafik canavarını yenmek büyük ölçüde biz vatandaşlara düşüyor. Biraz daha dikkatli olup, trafik kurallarını kesinlikle ihlâl etmeyeceğiz. Devletimiz de, bu kurallara uyulup uyulmadığını sıkı bir biçimde denetleyecek. İş kazalarının önlenmesi için işverenlerin ve Devlet’in birlikte çalışmaları gerekiyor. Terör ise yalnızca Devletimiz tarafından engellenebilecek bir konu.