Ayçe Bükülmeyen

İstediğim gibi çeyiz bulamayınca ev tekstili işine girdim

10 Ağustos 2008
GÜL GÜLER, İzmir’de kurduğu ev tekstili işini büyüterek hem yurt içi, hem de yurt dışında marka olmayı başarmış. Endüstri mühendisliği eğitiminden sonra girdiği sektörde bugün birçok ülkeye ihracat yapan Güler, içine sinmeyen yerlerde ürünlerinin satılmasına izin vermiyor.

>> İş hayatına nasıl başladınız?

Dokuz Eylül Üniversitesi, Endüstri Mühendisliğini bitirip aile şirketimiz Bilginoğlu Yağ’ın ihracat bölümünde işe başladım.

>> Endüstri mühendisliğinden ev tekstiline geçişiniz nasıl gerçekleşti?

Endüstri mühendisleri her sektörün üretiminde çalışabildikleri için, sektör değiştirirken zorlanmadım. Kendi şirketimi kurarak keyif aldığım bir konuda hedeflerime ulaşmayı seçtim.

>> Ev tekstilini neden seçtiniz?

1989 yılında evlendiğim zaman akla çeyizciler gelirdi. Çeyizler ise annelerin kendi zevklerine göre hazırladıkları ama günlük kullanıma elverişli olmayan ürünlerdi. Kendi evim için alışverişe çıktığımda zevkime göre tekstil ürünleri bulamadığımı fark edip bu sektöre yöneldim.

>> İş yaşamınızdaki kilometre taşları nelerdir?

İş yaşamında başarılı olmanın ilk şartı, yaptığınız işi sevmek. Babam Erden Bilginoğulları, iş hayatı için tavsiyelerinde bana sabırlı olmayı öğretti. 1994 yılında muhtelif ev tekstili ürünlerinin satışı ile başlayan tekstil ticareti ile tanışmam, yurt dışı fuarlara ziyaretçi ve katılımcı olmam, daha sonraki yıllarda üretim, ihracat, ithalat ile mağazalarımda satılan ürünlerin başka mağazalarda bulunmamasını sağladı.

Biz marka olmadık müşterilerimiz bizi marka yaptı

>> Günümüzde marka yaratmak ya da korumak bu kadar zorken, siz bunu nasıl sağlıyorsunuz?

Marka olmamı sağlayan unsurlardan en önemlisi, yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya çalışmamdır. Detaya çok önem veririm, Alsancak mağazamızda bir ton renk farkı var diye tüm dolapları tekrar boyattığım oldu. Ürünlerimi alıp satmak isteyen firmaların satış yeri ve satış koşulları bize uymadığı zaman ürün vermiyorum, paramızla mal alamıyoruz diye tepki gösteren oluyor.

>> Markanızı korumak adına neler yapıyorsunuz?

Markayı koruyabilmek, kesinlikle üretimden satışa kadar dinamizim gerektir, çalışma arkadaşlarımın hepsi, her toplantıda yeni bir fikir ile gelirler, bu fikri söyleyebilmeleri için bilgilerini sürekli yenilerler, bize göre bilgisi olmayanın fikride olmaz. Türkiye’de ve Dünya’da ev tekstili kullanan kadınlar ikiye ayrılıyor, evinin dekorasyonuna önem verenler ve daha az önem verenler. Birinci grup sizin ürettiklerinizi beğendiği taktirde ve siz çizginizi değiştirmediğiniz takdirde sizi marka yapar. Bize göre, biz marka olmadık, müşterilerimiz bizi marka yaptı.

Kadınların kolay elde ettikleri ne var ki

>> Bir kadın olarak ev ve iş hayatında aynı anda varolmak zor mu?

Kadınların kolay elde ettikleri ne var ki, hem evini, hem kendini, hem işini ihmal etmeyeceksin, biz kadınlar zoru başarıyoruz, dikkat ederseniz sıralama ev, kendim, iş olarak sıraladım. Her şeyden önce ailem gelir. Dünya bir yana (marka olmak dahil) eşim ve çocuklarım bir yana. Akşamları evde toplandığımızda inanmak zor ama televizyon seyretmeyiz, üstüne basarak söylüyorum, açmayız bile, beraber akşam yemeğini yedikten sonra, günün kritiğini yaparız.

İzmir’de yaşayan Çinli bir arkadaşım bu ülkede mağazamızı açacak

>> Dünyada her konuda Çin gibi bir tehlike varken, siz bunlarla nasıl başediyorsunuz?

Çin global ekonomiye çok ciddi bir büyüklük ve önemli ekonomik yük getirdi, bizim gibi firmalar için fırsat kapısı, ülkelerinde dış ticaret fazlası o kadar çok ki, kaliteli ve kreatif ürün ihtiyaçları var. Para harcamak istiyorlar, inanıyorum ki Çinli kadınlarda, bizim ürünlerimize ilgi gösterecekler, sadece bizim onlara hitap edebileceğimiz miktarlarda üretime ulaşalım. İzmir’de yaşayan Çinli bir arkadaşım var, Çin’e geri dönünce orada Gül Güler mağazası açmak istiyor.

>> Ev tekstilinde dünyada neredeyiz?

Ev tekstilinde Türkiye’nin nerede olduğunu elimizdeki ihracat rakamları açıklıyor, fason üretim olarak hızlı bir yükselişteyiz, ama ev tekstili olarak fazla marka olduğu söylenemez, markalı ürünlerinde başarıyı yakalayabilmek için ev tekstili sektörünün biraz zamana ihtiyacı var. Yurt dışı fuarlarda firma ismi değil o firmanın ürettiği markalı ürünler öne çıktığı zaman, markalı ürünlerin katma değer artışı da ülkemize katkı sağlayacak.

Deseni kaybolmayan sabunumuz çok ilgi görüyor

>> Birbirlerinden farklı ülkelerin farklı alışkanlıkları ve farklı istekleri oluyor mu? İlginç olanlar var mı?

Farklı ülkelerin kendilerine göre farklı alışkanlıkları da istekleri de var. Kültürlerarası farklar bazen taleplere de yansıyabiliyor. Ama bunları her zaman gerçekleştiremiyoruz. Sadece baskılı sabunlarda onların istediği desenleri çalışıyoruz. Mesela, Avusturyalılar Mozart deseni istiyor.

>> Deseni silinmeyen sabun sizin buluşunuz mu? Patenti sizin mi?

Yetmiş yıldır aile mesleğimiz olan yağ ve sabun sanayinde sabun üretimini yakından izleme fırsatım oldu. Endüstri mühendisliğinin verdiği bilgi ile birleştirince, deseni silinmeyen sabun ortaya çıktı. Sabunu kullanıyorsunuz, sabun bitiyor ama üstündeki desen kaybolmuyor. Patent müracaatımız var işlemler devam ediyor.

Yabancılar havlu ve bornozda ille de dantel istiyorlar

>> Kaç şubeniz, nerelere ihracatınız var?

Yurt içinde Çeşme’de mağazalarımız, Nişantaşı, Florya, Suadiye ve Kemerburgaz, Ankara, Mersin, İskenderun, Bursa, Adana, Ordu, Gaziantep, Samsun’da ürünlerimizi satan mağazalar var. İtalya, Yunanistan, Avusturya, Azerbaycan, Rusya, Kuveyt gibi ülkelere ihracatımız var. Ama yıllık ihracat tutarımın, ithalat tutarımdan, çok daha fazla olmasına dikkat ediyorum.

>> Yurt dışında ürünlerden en çok ilgi gören dikkat çeken hangileri oluyor?

Havlu ve bornoz üretimimizde dantel kullanıyoruz. İhracat yaptığımız ülkelerde olsun Türkiye’de olsun, tarzımızı, bütün müşterilerimizin beğendiğini, sadece kendi kültürlerinde daha çok kullandıkları renkleri tercih ettiklerini gözlemledik. Örneğin, banyolarında kullanacakları havlu, bornoz, banyo aksesuarları, üstündeki desenlere ve renk uyumuna dikkat ediyorlar, ama ille de dantelli olmasını istiyorlar.

>> Ürünlerinizde Türk kültürünün yansımaları var mı?

96 yaşındaki anneannem, annem, ben ve kızım, hepimiz Türk kültürü, örf ve adetleri ile yetiştik, tasarımını yaptığım ürünlerde, üretime geçmeden onlarında fikrini alırım. İzmir’de, Alsancak’ta aynı kültürde farklı zaman dilimlerinde yaşayan dört nesilin farklı görüşleri, gelecekteki değişimlerin neler olabileceği hakkında bana fikir veriyor. Örneğin, anneannemin anneme çeyiz olarak verdiği, annemin bana verdiği, benim de kızıma sakladığım el emeği göz nuru yatak örtülerini herkes beğeniyor ama kimse kullanmıyor, bende üretimimde beğenilen ama sürekli kullanılan ürünler ta- sarlıyorum. Türk motifi olarak adlandırabileceğim motifler kullanmasam da Türk kültürü ile yetişmiş olanların beğenilerini kullanıyorum.
Yazının Devamını Oku

Resimleri internet sergilerinde

3 Ağustos 2008
HAVVA MARTA İzmir’de yaşayan bir ressam, internetteki online sergi ve müzelere de eser yolluyor. Marta’nın resimleri 300 eser arasından seçildi. Bir yıl boyunca bu önemli sanat sitesinin arşivinde sergilenen eserleri, 900 binin üzerinde ziyaretçi gördü. Sanat galerilerinin yeterli gelmediği günümüzde bir sanatçının dünyaya açılma yolundaki bireysel çabası umut verici. Bugüne kadar kaç serginiz oldu?

- 1989 Samsun Arkeoloji Müzesi, 1991 Bilecik Güzel Sanatlar Galerisi, 2006 Konak Belediyesi Alsancak Kültür Merkezi, 2007 Adnan Franko Sanat Galerisi’nde olmak üzere dört kişisel sergim oldu. Ayrıca 2005’de UNIVERSIADE, 2006’da Ürgüp 1. Fabrik Art Group Sanat Festivali, 2006’da Kültür Bakanlığı 6. Şefik Bursalı Resim Yarışması’nda sergilenen "Kartallar" adlı çalışmam, 2008 İzmir Art Sanat Günleri sergisi yurt içinde katıldığım karma sergilerdi.

Katıldığınız uluslararası sergileriniz hangileri idi?

- Hepsi karma jürili online sergilerdi ve www.upstreampeople.com sitesinde yer aldı; 2006 8th Annual All Media Juried Online International Art Exhibition "Galley", 2006 8th Annual Collage&Mixed Media Art International Online Exhibition "The Turn,Expection,Prayer", 2007 9th Annual Contemporary Art International Juried Online Exhibition’da dokuz eserimle yer aldım.

ESKİZ ÇALIŞMASI YAPMADAN AKLIMDAKİNİ AKTARIYORUM

Bugüne kadarki sergi ya da koleksiyonlarınızın isimleri nelerdi, nelerden esinlendiniz?

- Felsefem hala kompozisyonlarımı oluştururken "Devinim". Son sergimde Arekna ve Athena mitinden yola çıktım. Fondaki güneşler yeni dünyaları, örümceklerde yeni ağları ile arayışları anlatıyor.

İfadelerinizin (yani resimlerinizin) ardındaki en temel felsefe hangisi?

- Çalışmalarımın ardındaki en temel felsefem "Devinim". Mitolojide yer alan dört unsur "toprak, su, hava, ateş" yola çıkışım. Fonda yer alan dokular ve simgeler, her nesnenin bir sistemdeki konumunda sabit kalmadığını, aynı zamanda varlık biçimini belirleyen süreçlerin tümünün bir döngü içerisinde olduğunu anlatıyor.

Resimlerinizle siz mi bir şeyler anlatıyorsunuz yoksa resimleriniz mi sizi anlatıyor?

- Aslında sanatçı sanatın hangi disipliniyle çalışmalar yapıyorsa, kendini ifade yolu o disiplindir. Ben eskiz yapmıyorum. Belleğimde ne yapmak istediğimi, nereye gideceğimi, nasıl sonlanacağını düşünme aşamasında hazırlayıp tuvale ön çalışma yapmadan direkt çalışmaya geçiyorum, izleyiciye vermek istediğimi fırçamla tuval üzerine aktarıyorum.

INTERNETTE KATILDIĞIM ULUSLARARASI SERGİLERDEN ÖDÜLLER ALDIM

İnternetteki uluslararası sergilere katılma fikri nasıl oluştu?

- İnternette www.turkishpaintings.com sitesinde çalışmalarımı tanıtan galerim var. Bu sitenin kurucusu Sayın Aydın Baykara, ulusal ve uluslararası tüm etkinlikleri sitede duyuruyordu, orada fark ettim. Tüm açıklamaları dikkate alıp çalışmalarımı gönderdim. Çok olumlu dönüşler aldığım online sergiler oldular.

Bu sergi ya da müzelerde işleyiş nasıl gerçekleşiyor? Birkaç eseriniz arasından seçilenler mi oluyor?

- Bu tip sergilere en az beş eserinizin yüksek çözünürlükte jgg çekimlerini e-mail yoluyla veya CD’ye kaydederek gönderim ücreti karşılığında başvuruyorsunuz. Jüri seçerse ve sergilenmeye değer bulursa eserleriniz online sergide diğer ülkelerden gönderilen çalışmalarla sergileniyor. Bir yıl sergilenildikten sonra sitenin arşivinde devamlı yer alıyor. Benim ilk olarak beş çalışmamdan biri "Galley", daha sonra beş çalışmamdan üçü "The Turn, Expection, Prayer", son katıldığım sergide ise doku sergimden beş çalışmam yer aldı ve sergilenilmeye değer görüldü.

Uluslararası ödülleriniz nelerdir?

- Eserlerimden "The Turn", 8th Annual Collage&Mixed Media Art International Exhibition Jüri Özel Ödülü, 9th Annual Contemporary Art International Juried Online Exhibition "Texture3, Texture6, Texture7" Jüri Özel Ödülü ve değerlendirmelerde yer aldı. Ayrıca "The Turn"(Devinim) Curator Art Prof. Larry Bradshaw tarafından değerlendirme yapılan çalışmalar arasında yer aldı.

İZMİR’DE GALERİLER YETERLİ DEĞİL

Neden İzmir’e yerleştiniz?

- Küçük illerde yaşamın avantajları ve dezavantajları çok. En son görev yaptığım Sinop’ta o yıllar sinema yoktu, çok eksiklik duyardım. Sanat ortamından ve yapılanlardan uzak kısır bir hayat. Kızım büyüdüğü yıllarda büyük şehre adapte olmam zor olacağından İzmir’e tayin istemek en olumlu kararım oldu. Samsun doğumlu olmama rağmen İzmir’de kızım Sıla ve köpeğim Naz ile kurduğum hayatımızda resimlerimle iç içe İzmir’i yaşamak keyif verici.

İzmir’in sanat ortamını nasıl buluyorsunuz?

- İzmir’de birçok etkinlik yapılıyor. Fakat resim çalışmaları ve sergiler İstanbul’daki kadar etkin ve fazla değil. Galeriler hem az, hem de kimi sergilere çok uygun değil. Adnan Franko Sanat Galerisi, K2’deki atölye çalışmaları çok olumlu. Sanatın daha aktif olduğu İstanbul’da sergi açmayı düşündüğümde İzmir’e karşı çekingenlik hissettim. İstanbul’da başarı ile gerçekleştirilen sergiler gibi İzmir’de de sergiler daha yoğun düzenlenip sponsor sağlanırsa daha iyi olacağını düşünüyorum.

BÜYÜK TUVALLERİMİ ÇEVİREREK KULLANIYORUM

Bu kadar büyük tablolar yapmak zor olmuyor mu?

- Tuvallerimi hep çevirerek kullanıyorum, böylelikle her köşeye ulaşmam mümkün oluyor. Fonda üç güneş daima yer alıyor, dengeyi, renklerin dağılımlarını tuvalimin dört kenarını çevirerek kurguluyorum, çalışmamın her katında farklı bir doku oluşturuyorum, dokuların üst üste gelmesi ile çalışmamı en son istediğim noktaya getiriyorum.

Hangi teknikleri kullanıyorsunuz? Biraz teknik bilgi verebilirmisiniz?

- Ben kendime yakın olarak ve çalışmayı en çok sevdiğim yağlı boya tekniğini kullanıyorum. Kontrast renkler armonisi üzerine çalıştığımdan zıt renklerin bir arada yağlı boya tekniğinde geç kurumayla oluşabilecek olumsuzluklarını gidermek için hızlandırıcı mediumlar kullanıyorum. Kuruma süresini en aza indirdiğimden rahatça ve çalışmadan uzaklaşmadan kontrast olan renkleri rahatça kullanıyorum.

Resimlerinizde canlı renkleri yoğun kullandığınızı gözlemledim. Özel bir sebebi var mı?

- Renkler benim dünyam. Zıt renkleri gözü yormadan, baskınlık derecelerini ayarlayarak ve dengeyi bozmadan kullanıyorum. Dört unsuru en iyi canlı renklerle sunuyorum, kendimce.
Yazının Devamını Oku

Yarısı İzmirli yarısı Parisli müzik grubunun Avrupa başarısı

27 Temmuz 2008
Çİmen Seymen, İzmirli bir sanatçı. Müzik eğitimi için gittiği Fransa’da yaşayan Seymen, bugüne kadar hiç denenmemiş bir projeyle barok ve Osmanlı müziği uzmanı sanatçıları bir araya getirerek bir grup kurmuş, Avrupa’da büyük beğeni kazanmış.
Çok farklı görünsek de temeldeki benzerliklerimiz üzerine yapılandırılan proje geçtiğimiz günlerde Çeşme, ardından Topkapı Sarayı’nda sahnelendi.

Nasıl bir eğitim aldınız?

İzmir Amerikan Kız Koleji’nden sonra Fransa’ya gittim. 9 yaşımdan itibaren piyano dersleri alıyordum. Paris Üniversitesi’nde müzikoloji eğitimi, Versaille Konservatuvarı Piyano Bölümü’nde piyano ve şan dersleri aldım. Sonrasında da İngiltere konservatuvarlarında da çalışmalar yaptım.

Neden yurt dışında yaşamayı seçtiniz?

Önce müzik eğitimim için gitmiştim, ama bir Fransız’la evlenince oraya yerleştim. Şu anda Avrupa - Türkiye arasındaki projelere yoğunlaştım. Daha önce Montpellier Operası’nda ses yönetmeniydim. Barok operalarda solist olarak çalışıyordum.

2009 FRANSA’DA TÜRK KÜLTÜRÜ YILI OLDUĞUNDAN BİRÇOK KONSER VERECEĞİZ

Şu ana kadar nerelerde konserler verdiniz?

İlk konserimiz Paris’teydi. Sonra Brüksel Barok Müzik Festivali’nde konser verdik. Sonra Roma, İstanbul, Ankara ve İzmir’de konserler verdik. Müsenna gösterisi ilk olarak Çeşme’de İzmir Festivali kapsamında sahnelendi ve çok ilgi çekti. İstanbul Festivali çerçevesinde Topkapı Sarayı’nda da bir gösteri yaptık. Barok dansçılar ile Türk halk dansçılarını bir araya getirdik.

Grubun albümü var mı?

Evet, bir albüm yaptık. Fransa’daki Barok Müzik dergisi, ayın müzik albümü seçti. Yine uluslararası bir müzik dergisinden beş yıldız aldı. Sadece barok değil, geleneksel müzik çevrelerinden de büyük ilgi gördük.

Bundan sonraki konserleriniz nerelerde?

2009 Fransa’da resmi olarak Türk Kültürü Yılı olacak. Müsenna daha çok bu yıla yönelik oluşturuldu. Fransa’da Türk Kültürü Yılı olması nedeniyle konserler vereceğiz. İtalya ve Hollanda’dan teklifler var. Oralarda da konserler vereceğiz. Fransız anlatıcımız da olacak.

BAROK DÖNEMDE OSMANLI’NIN AVRUPA’DAKİ ETKİSİ İNANILMAZ

Barok müziğe ilginiz nasıl başladı?

Müzikoloji eğitimim sırasında barok müzik üzerine uzmanlaştım ve bu konuda doktora yaptım. Barok devri, müziği ve tüm sanat dalları konusunda kapsamlı bilgi sahibi oldum. Daha sonra operalarda barok müzik soprano olarak çalıştım. Avrupa’ya dönük bir çalışmaydı. Barok devri ile ilgili çalışırken bu dönemde yani 16. ve 17. yy.da Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile ne kadar sıkı ilişkiler içinde olduğunu farkedince bu proje fikri doğdu. Osmanlı’nın o dönem Avrupası üzerinde çok büyük etkisi var.

Sadece müzikte mi görülüyor bu etkiler?

O devirde Osmanlı, Avrupa için hem coğrafik, hem de diplomatik açıdan büyük önem taşıyormuş. Saray kültürü her iki topluma da hakim. Osmanlı Sarayı Doğu’dan, İran’dan etkilense de Batı’ya çok açık. Sultanlar Batı’ya çok ilgi duyuyor. Sanat dallarında etkileşimler yaşanıyor çünkü saray kültürü kendini sanatla ifade ediyor. Mesela, Osmanlı sultanları şenlikler için Venedik’ten şekerciler getiriyor, şekerden heykeller yapılıyor. Fişek gösterilerini Hollandalılar yapıyor. Osmanlı kendi kültürünü koruyor fakat Batı’yı da yakından gözlemliyor. Gördüklerini mümkün oldukça kendi kültürüne adapte ederek uyguluyor.

O dönemde Avrupalı sanatçılar ile Osmanlı sanatçılar bir araya geliyorlar mıymış?

Yazışmalarda, elçilik resepsiyonlarında ya da büyük davetlerde yapıldığına dair örnekler gördüm. Kendi geleneksel enstrümanlarıyla diğer kültürün müziğini çalıyorlarmış. Ama bu sarayda kesinlikle mümkün değilmiş. Mesela Venedik Festivali’nde çengiler çağrılır, birlikte dans edilirmiş, Fransız sarayında Türkler dekorasyonu yapıyorlarmış. Karşılıklı etkileşimler olmuş. Bu etkileşimler sayesinde birbirinden çok farklı olan Doğu ve Batı yakınlaşmış.

MÜZİK MÜZİKTİR AYRIMLAR OLMAMALI

Türkiye’deki sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de klasik müzik ve Türk müziği ayrımı var. Bence böyle ayrım olmamalı. Türk müziği müzisyenlerini klasik müzik festivallerine almaya çalışıyoruz. Küreselleşmenin iyi taraflarından biri iletişimi fazlalaştırması. Klasik müzik sanatçıları kültürler arası köprüler kuruyor. O yüzden konservatuvarlar içine kapalı olmamalı. Klasik müziği tanıtmak önemli ama Türk müziğinden farklı olmadığını anlatmak gerekli. Müzik müziktir, ayrımlar olmamalı.

Projeniz biraz da bunu anlatmak için oluşturulmuş gibi.

Projede geleneksel ve klasik müzik bir araya geliyor. Zaten Osmanlı’nın geleneksel müziği de klasik. Kulaktan kulağa geçen, yazılı olmayan bir müzik olması, klasik olmasına engel değil. Tamamen saray müziği. Şu da var ki her klasik müzik eğitimi alan barok çalamaz.

GRUBU BİRARAYA GETİRMEK ZOR OLUYOR

Müsenna projesi nasıl doğdu?

Ben bu projeye müzik projesi olarak başladım. Osmanlı’nın Avrupa’ya etkileri, Akdeniz kültürü, ticaret ilişkileri sonucu fikir ve kültürel ilişkilerini araştırırken aralarında dil, form ortaklığının olduğunu görünce iki ekibi bir araya getiren proje oluşturdum. Burada Osmanlı müziğinin de barok müziğin de uzmanları tarafından yapılmasına dikkat ettim.

Grupları nasıl oluşturdunuz?

Türkiye’de Prof. Hakan Cevher ile görüştüm ve o da Türk müziği konservatuvarı içerisinde öğretim üyelerinden kurulu Cevher-i Musiki isimli bir grup kurdu. Fransa’da ise barok müzik sanatçılarından oluşan Turchesca isimli grubumuzu kurduk. Bu iki grup Müsenna projesinde bir araya geliyor.

Biri İzmir’de biri Fransa’da olan iki grubu bir araya getirmek zor olmuyor mu?

Çok zor. Fransa’da Agora Müzik adında dernek kurduk. Organizasyonu dernek aracılığıyla yapıyoruz. Her iki grupta 8’er müzisyen var. Çalışmaları için ya Fransa ya da Türkiye’de buluşmaları gerekiyor ve bu çok masraflı.

"BUGÜNE KADAR BÖYLE KALİTELİ TÜRK MÜZİĞİ DİNLEMEDİK"

Sizin programınızda neler var?

Tinsel Müzik ve Saray Müzikleri isimli iki programımız var. Barok Karnavalları ve Osmanlı Şenlikleri’ni yansıtmaya çalıştığımız dans gösterimiz de var, adı Aynalı Yazı demek olan Müsenna.. Dans, müzik ve anlatıcımızdan oluşuyor.

Metinlerde neler anlatılıyor?

O dönemdeki seyyahların yazdığı metinleri seslendiriyoruz. Evliya Çelebi de bu dönemden. Güldüren ve keyifli bir tarzı olduğu için daha çok onun metinlerini kullandık. İtalyan ve Fransız gezginlerin gözlemleri ve farklı bakış açılarını da yansıtıyoruz. Onların kahveyi ve bayramları anlatımı çok ilginç. Mesela İtalyan Pietro Della Valle, "Türkler bayramlarda çok yemek yer, salıncaklar kurar" gibi tespitler yapıyor.

Yurt dışında nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Paris’teki konserde en büyük haz veren seyircilerin, "Bugüne kadar böyle kaliteli Türk müziği dinlemedik" demeleri. Yurt dışında Türk kültürünün zenginliği, çeşitliliği tanıtılmalı. Ülkemiz en iyi şekilde tanıtılmalı.
Yazının Devamını Oku

Maaş almadan toplum için çalışan mühendis

20 Temmuz 2008
ZEYNEP DERELİ, iyi bir eğitim almış, genç yaşına büyük tecrübeler sığdırmış başarılı bir işkadını. Ama onu diğerlerinden ayıran en büyük özelliği tüm donanımını kendisi için değil, toplum için kullanması. Toplumsal gelişimin sadece maddiyatla ölçüldüğü günümüzde geliştirdiği DRUM projesiyle yaratıcı sosyal projelere önemli bir örnek veriyor.

Æ Drum projesi nedir?

Æ Drum İngilizce vurmalı çalgı demek. Bizim de projemizin kısaltması olarak kullandığımız bir isim. Açılımı (Dialogue Respect Understanding Through Music) yani (Müzik Ortaklığında Diyalog Saygı Anlayış) kavramlarını birleştirmek. Kimi zaman ücretli, kimi zaman biletli, keyif veren etkinlikler düzenleyen ve tüm gelirini de Toplum Gönüllüleri'ne bağışlayan bir organizasyon.

Æ Neden Toplum Gönüllüleri ile çalışıyorsunuz?

Æ Geçen yıl UNICEF Türkiye Milli Komitesi ile çalışıyorduk. Bu sene Toplum Gönüllüleri ile çalışmaya gittik. Çünkü onların ana sözü "Farklılıklara Saygı" yani Drum ana felsefesi ile örtüşüyor. Artık onlarla gerçekleştiriyoruz etkinlikleri. Sadece bağış değil, işbirliği yapıyoruz. Mesela küresel ısınmayla ilgili büyük bir konser düşünüyoruz. Geliri, ilgili bir kuruma gidecek.

Æ Drum nasıl bir oluşum?

Æ Drum normal bir limited şirket. Şirketin ana sözleşmesine göre ben de dahil tüm elemanlar sözleşmeli çalışanız. Sene sonunda kar alma, temettü gibi uygulamalar yok. Hatta ben bir senedir maaş bile almadım. Çünkü hep işi büyütüp güzel şeyler yapmak için yatırıma yönelik şeyler yapıyoruz. Ama inşallah işlerimiz daha iyi olduğunda ben de maaşımı alarak çalışacağım.

Æ Yönetim kurulunuzda yabancıların da adı geçiyor.

Æ Yabancılar daha çok mütevelli heyetinde yer alıyor. Çünkü biz Drum’ı dünya felsefesi haline getirmeyi amaçlıyoruz. Adımızın İngilizce olmasının sebebi de bu. Shell’de benim eskiden patronum olan kişi denetleme kurulu üyemiz. İşlerinde başarılı, dünyada söz sahibi olmuş kişiler. Misyon belirlerken, felsefemizi oluştururken bu kişilerin desteği çok oldu. Çünkü Drum kesinlikle politikadan uzak duran bir kuruluş. Her adımımızda buna dikkat ediyoruz.

Princeton İnşaat Mühendisliği mezunuyum ama şu anda hayal ettiğim işi yapıyorum

Æ Siz aslında çok farklı bir

eğitim almışsınız.


Æ Princeton Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunuyum. Londra’da Yakın Doğu Politikaları, Petrol Rafinerileri üzerine master yaptım. Uzun zaman Shell Londra Ofisi'nde çalışıp Türkiye’ye döndüm. Hayalimde hep sosyal sorumluluk projelerinde çalışmak vardı ki bu ailemden gelen bir kültür. Herkesin hayata gelişinin bir sebebi olduğuna inandığımdan kendi misyonumu araştırıp "ne yapabilirim" diye düşünmeye başladım. Bir gün sohbet sırasında müzik böyle projelerde nasıl kullanılabilir derken bu fikir gelişti ve bugünlere geldim. Drum’ı hayatımda yaptığım en güzel şey olarak görüyorum. Şu anda Drum ciddi bir müzik şirketi olma yolunda ilerliyor.

Davulun rİtmİ kalp atIŞImIzda var

Æ Drum şu ana kadar neler yaptı?

Æ Albüm yapıyoruz, menajerlik hizmeti veriyoruz. Konserler düzenliyoruz. İlk albümümüz Sertab Erener ve Demir Demirkan’ın bizim için yaptıkları albümdü. Şimdi ise Sıla ve Cyclon için albüm hazırladık. Ozan Doğulu ile çalıştık. İstanbul’da kışın Getto’da, yazın Sortie’de konserler düzenledik. Kurslar düzenliyoruz.

Æ İnsanlarımızın perküsyona ilgisi nasıl?

Æ Özellikle perküsyon herkes için çok faydalı. Hatta geçen gün Mim Kemal Öke bana eski Türk kültüründe davulun egemenlik ve kutsallık sembolü olduğunu söyledi. Davulunu kaybettiğinde namusunu kaybetmek gibi algılanırmış. Hatta tüm dans gösterilerinde dansçılar davulun önüne gelip eğilerek selam verirlermiş. Çünkü davulun ritmi bizim doğayla bütünlüğümüzü temsil ediyormuş. Kalp atışımız da bir ritm. Zaten doğamıza dönebilsek müziğe daha çabuk uyum sağlayacağız.

SOKAK ORTASINDA HERKESE DAVUL ÇALDIRIYORUZ HOŞNUTSUZLUKLAR AZALIYOR

Æ Halka açık sokak ortasında davul çaldırdığınız bir etkinliğiniz var. Bunu anlatır mısınız?

Æ Drum Ritm Halkası adında bir etkinliğimiz var. Geçtiğimiz yıl 17 hafta her cumartesi ve pazar Beyoğlu Tünel ve Bağdat Caddesi’nde bu etkinliği yaptık. Bizim çok ciddi perküsyon aletleri stoğumuz var. Her gelene kimliği karşılığı istediği perküsyon aletini veriyoruz. Sokakta bir oturma düzeni kuruyoruz. Profesyonel perküsyon ustalarımız halk için ritmi başlatıyor ve insanlar devam ediyor. İki saat devam ediyor ve keyifli geçiyor. Hocalarımız bilgiler veriyor ve insanları müziğe teşvik ediyor.

Æ Bu etkinlikte neyi amaçlıyorsunuz?

Æ Yapılan sosyolojik araştırmalarda insanoğlunun arkadaş dedikleri kişiler ortak aktivitelerde bulundukları kişiler. Ülkemizde ortak aktivite alanları da az olduğundan insanlar birbirinden kopuyorlar. Birbirlerini tanıyacak ortamları olmadığından hoşnutsuzluklar oluşuyor. Bizim etkinliklerimiz sokakta olduğundan her isteyen geliyor ve farklı kişiler arasında diyalog oluşuyor. Bunu İzmir’de de yapmayı planlıyoruz.

DRUM’IN İSTANBUL DIŞINDAKİ İLK ETKİNLİĞİ ÇEŞME’DE OLACAK

Æ Çeşme’de neler yapacaksınız?

Æ İstanbul dışına çıkacağımız ilk projeyi Çeşme’de gerçekleştireceğiz. Ağustos ayında bir dizi konser düzenliyoruz. Önceliğimiz Drum’ı duyurmak ki bunu tüm Türkiye’de yapmayı planlıyoruz. Sortie’de yaptığımız konserleri Çeşme’ye getireceğiz.

Æ Kimler sahne alacak?

Æ Bedük, Burhan Öçal & Ziynet Sali, Dolapdere Big Gang ve Nilüfer, Drum’ın organizasyonuyla Çeşme’de olacak. Nilüfer çok uzun süredir Çeşme’ye gelmedi. Güzel bir konser olacak.

Æ Neden Çeşme’den başlamayı uygun gördünüz?

Æ Annem İzmirli olduğundan bir yakınlığım var. Ayrıca yazın Çeşme’de çok güzel organizasyonlar yapılıyor. Bizim konserlerimiz de aynı kalitede olacak ve İzmir halkına böylelikle ulaşacağız. Ama sonrasında buradan tüm Türkiye’de yaygınlaşmayı arzu ediyoruz.

AİLEM İLK BAŞTA DELİ OLDUĞUMU DÜŞÜNDÜ

Æ Aileniz bu işlerle uğraşmanıza ne diyor?

Æ Başta deli olduğumu düşündüler. Babam çok zor bir işin altına girdiğimi söyleyerek beni uyarmıştı. Fakat şimdi her gün beni tebrik edip, takdir ettiğini, arkamda olduklarını söylüyorlar. Zaten onların desteği olmasa böyle bir şeyi başaramazdım.

Æ Hayatta yapmak istediklerinizi yaptığınızı düşünüyormusunuz?

Æ Hayatımın şu noktasında istediğim herşeyi yapan ve bunun huzuruyla yaşayan biriyim. Bu bir lütuf. Ama tabii her kadın anne olmak ister. Kısmetse ben de istiyorum tabii. Evrenden böyle bir isteğim var. Ama olmasa da başkalarının çocukları için gereken her şeyi yaparım.
Yazının Devamını Oku

Çocuklar Bir Derdim Var'ı söyleyince mutlu oluyoruz

13 Temmuz 2008
BUGÜN Türk Rock Müziği’nin en sevdiğim gruplarından Mor ve Ötesi konuğum. Geçen hafta Çeşme Babylon’da konser veren Mor ve Ötesi’nin solisti Harun Tekin'le TRT’de programıma konuk olduğunda tanışmış, aydınlık, kararlı düşünceleri, sade ifade tarzını çok beğenmiştim. Bu yıl 53. Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkemizi başarıyla temsil eden gruptan Tekin ve Burak Güven ile sohbet ettik.

Æ Çeşme ve İzmir seyircisi sizi nasıl karşılıyor?

Æ Burak: İyi tanıdığımız, çok sevdiğimiz ve alışık olduğumuz seyirciyle buluşuyoruz burada. Güzel tepkiler alıyoruz. İzmir’de çok kez çaldık ve İzmir’e çok önem veriyoruz.

Æ Harun: Çok güzeller bence. Ege’ye gelip "amaan niye gelmişiz buraya" dediğimiz hiç olmadı. Onlarca defa geldik. Çok ateşli konserlerimiz de oldu, çok duygusallar da. Kalabalık nasıl olursa olsun duygu yoğunluğu hep çok yüksek. İstanbul dışı ilk büyük konserimizi de Bostanlı Açıkhava’da vermiştik. Bu yüzden İzmir ve Ege ile anılarımız hep çok iyi.

Æ Şarkı sözleriniz çok anlamlı. Belli bir teknik uyguluyor musunuz şarkı sözü yazarken?

Æ Harun: Şarkı yazarı kafasıyla bakınca güzel bir şarkıya dönüşebilecek her yol mübah. Trafikte aklınıza gelen bir kelimeyi kaydedin, ister uyurken düşündüğünüz bir şeyler olsun hepsi harekete geçiriyor bence beyni...

Æ Burak: Bence bu, bizim hayatta en iyi yapabildiğimiz şeylerden birisi. Şarkı yazmak için de belki bir disiplin geliştirmek gerekli. Çok iyi olmasa bile mutlaka yazmaya devam etmeli ki, belki bu bir sonraki güzel şarkının öncesini oluşturacak. Biz biraz romantik yaklaşıyoruz üretimimize. Defterlerimiz var, oraya karalarız aklımıza gelenleri.

Æ Bazı şarkılarınızın sözleri köşe yazıları gibi. Hatta çoğu zaman daha az ve öz ifade ediyorsunuz birçok şeyi..

Æ Harun: Şarkı sözleri birimizin ya da birkaçımızın zihninden çıkıyor sonuçta. O zihinlerin ne topladığı önemli. Aşk veya siyaset üzerine bir şeyler yazıyorsak bu konuda kafamıza giren veriler ve düşüncelerin bir sonucu oluyor bunlar..

Æ Veriler hepimize geliyor. Ama hepimiz bunu kolayca ifade edemiyoruz..

Æ Burak: Bu bir iltifat bizim için. Bunu yapabildiğimiz için mutluyuz. Bazen tüm şarkı olmasa bile aradaki bazı sözler insanlara dokunuyor ve hayatta harekete geçiremediği bir şeyleri anımsatıyor. Bu bizim için önemli.

EUROVISION KLİBİMİZ YOUTUBE’DA EN ÇOK İZLENEN İKİNCİ KLİP

Æ Eurovision klibiniz çok ilginçti. Kim çekti?

Æ Harun: Ezel Akay imzalı bir klip. O heykeller 40 adet ve 1.70 civarında gerçek insan boyuna yakın bir takım karakterler. 40 hokkabaz.com sitesinde ayrıntılı hikayeleri var. 2001 yılından beri var olan bu heykelleri karikatürist ve mimar Şekip Davaz üretmiş. Klip boyunca çok büyükmüş gibi görünüyor ama son sahnede hepimiz kendi boyumuzda görünüyoruz.

Æ Nasıl tepkiler aldı bu klip?

Æ Burak: Genel olarak çok beğenildi. Hatta youtube’da İspanya’nın klibinden sonra en çok izlenen klip bizimki olmuş. Eurovision’daki fan klüpleri tarafından da en iyiler arasında gösterilmiş.

HER YIL ALBÜM YAPARSAK KALİTE OLMAZ

Æ Kaç albüm oldu bugüne kadar?

Æ Burak: 5 albümümüz çıktı. Son albüm 2006 Mayıs ayında çıkmıştı. 2 sene bitmiş, güzel ve hızlı geçmiş. Şu an farkediyoruz

Æ Yenisi ne zaman gelecek?

Æ Harun: Şimdi ara albüm yapacağız. Bu albümde Eurovision şarkımız Deli, birkaç remiks, canlı kayıtlarımız olacak. Bir nevi toplama albümümüz olacak ve bir kaç ay içinde çıkacak. Her yıl albüm yapmak bize göre değil, kaliteden ödün verilir bence.

YURT DIŞINA BALKANLAR’DAN AÇILACAĞIZ

Æ Yabancı müzik festivallerine katılıyor musunuz?

Æ Burak: En çok Almanya’da çaldık, bugüne kadar 15’ten fazla konser verdik orada. Bu sene 20’yi hedefliyoruz. Eurovision sayesinde Balkan ülkelerinde hareketlilik olacak gibi görünüyor. Yunanistan’dan Sırbistan’a, Makedonya’dan Arnavutluk’a hatta Macaristan’a kadar ilgi var.

Æ Yurt dışına açılmak konusunda siz neler düşünüyorsunuz?

Æ Harun: Bu konuda biraz daha ayakları yere basan düşüncelerimiz var. Yani 'gidelim İngiltere listelerine girelim, prodüktörlerin kapısında yatalım' gibi düşüncelerimiz yok. 'Türkiye’de adım adım bir şeyleri ilerlettiysek aynı şekilde yapalım' diye düşünüyoruz. Onun için de Balkanlar bizim için hoş bir adım olacak. Çünkü aynı yemekleri yediğimiz, aynı trafik problemleri ile boğuştuğumuz, benzer arka planları paylaştığımız yerler.

Farklı albümlerden üst üste çalınca arkadaşlarımız isyan ediyor

Æ Hayran kitleniz kimlerden oluşuyor sizce? Daha kültürlü, okumuş kesim sizi daha mı iyi anlıyor?

Æ Harun: Aslında değil. Belki biraz daha okumuş, kitaplarla haşır neşir olanlar bizim şarkılarımızdan daha fazla keyif alıyor olabilir ama biz kesinlikle bunun gerekliliğine inanmıyoruz. Hatta küçük çocukların beğendiği, heyecanlandığı şarkılarımız var. 6 yaş grubu çocuklar "Bir Derdim Var" şarkımızı hep birlikte söylediklerinde çok mutlu oluyoruz. Hem anne-babalarına hem çocuklarına hitap etmek çok güzel. Sanırım bu çok katmanlı olmakla ilgili birşey.

Æ Müzik gelişiminizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha doğrusu böyle bir kaygınız var mı?

Æ Burak: Her zaman öyle bir şey var, bir yere doğru ilerliyorsunuz ama neresi olduğunu bilmiyorsunuz. Mesela son iki albümümüzde Tarkan Gözübüyük’ün bizimle çalışması albümlerin kaderini değiştirdi. Sık sık tartışıyoruz bu konuda; 'nasıl yapalım, neyi deneyelim, bunu yapmadık, şöyle yapalım' diye ki ilk albümle son albümü karşılaştırınca değişik bir görüntü çıkabiliyor ortaya.

Æ Harun: Mesela son iki albümden altı şarkı çalıp, ikinci albümden şarkılar çaldığımızda arkadaşlarımız 'ya üst üste çalmayın şu albümleri, sanki başka grup gelmiş gibi oluyor' diyorlar. Bu da her albümde farklılaştığımızı gösteriyor.

Eurovision ortamı bir sirke benziyor

Æ Eurovision’a gittiğinizde nasıl bir ortamla karşılaştınız?

Æ Harun: Bir sirkle karşılaştık diyebiliriz. Beklediğimiz şeyler vardı ama hiç ummadığımız ve bunca yıldır içinde hiç bulunmadığımız ortamlar da vardı. Çok farklı kültürlerden insanlar birlikte orada. Birçoğu bizim alıştığımız ve normalde birlikte olduğumuz müzisyen ve müzik türüne göre çok değişik. Ama biz kendimizden ve amacımızdan çok emin olduğumuzdan mümkün olduğunca eğlenceli geçirmeye çalıştık o dönemi, öyle de oldu.

Æ Eurovision’a katılmanız çok tartışıldı. Nedenleriniz arasında milliyetçilik duyguları da var mıydı?

Æ Burak: Evet, alt sıralardaki sebeplerden biri olabilir. Daha ziyade kendimiz üzerinden ülkeyi anlatmak gibi bir durumumuz vardı. Çünkü biz de bu ülkede yaşayan, bu ülkede varolan insanlarız. Çok koyu bir milliyetçiliğimiz yok sadece bizim gibi, sizin gibi her tip insanın bu ülkede yaşadığını göstermek anlamında bir katkımız olmuş olabilir. Çünkü kimi zaman Avrupalılar’ın algısı prototip ve yanlış olabiliyor. Bunun yıkılmasına katkımız olmuş olabilir.

Æ Eurovision dereceniz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Æ Harun: Biz çok fazla dereceye yoğunlaşmadık. Şimdi de geçti gitti diye bakıyoruz. Kimsenin kötü hissetmediğini farkettik. Tüm çevremiz halinden memnun, dolayısıyla biz de memnunuz.
Yazının Devamını Oku

İzmir ve Çeşme'ye gelince ülkenize aşık oldum

6 Temmuz 2008
GEÇTİĞİMİZ hafta Alaçatı’da büyük bir defile gerçekleşti. Jeans Paul Gaultier markasının baş tasarımcısı Raffaele Caroli ve ekibi bu organizasyon için Çeşme’deydi. Dünyanın en önemli modacıları ile çalışan Caroli daha önce defalarca İstanbul’a geldiğini, ama İzmir ve Çeşme’yi görünce ülkemize aşık olduğunu söylüyor. İtalyanlara özgü sıcakkanlı ve sempatik bir karaktere sahip Raffaele Caroli ile Alaçatı’da sohbet ettik.

Æ Ailenizin tekstil işinde olmasının tasarımcı olmanızda etkisi oldu mu?

Æ Evet onlar 70’lerden, 6-7 yıl öncesine kadar tekstil işindeydiler. 80’lerde önemli bir markaydılar. Ben ailemin atölyesinde büyüdüm. Gerçi ben modadan önce müzikle ilgileniyor ve gitar çalıyordum ama 7-8 yıl önce müziği bıraktım, yaratıcı birşeyler düşünürken tasarımcılığa başladım.

ALEXANDER MCQUEEN, JOHN RICHMOND VE JEAN PAUL GAULTIER İLE ÇALIŞTIM

Æ Moda üzerine eğitim aldınız mı?

Æ 14-18 yaş arası her yaz ailemin tekstil atölyesinde çalıştığımdan zaten eğitimliydim. Fakat yine de dünyadaki en iyi moda okullarından olan Milano Marangoni Moda Enstitüsü’ne devam ettim. Bu sırada MTV’de Fashion House (Moda Evi) isimli realty show’a katıldım. Farklı ülkelerden 5 tasarımcı seçiyorlardı. Beni de İtalya’nın en iyi tasarımcısı olarak seçtiler.

Æ İlk olarak hangi modacıyla çalışmaya başladınız?

Æ 2003’te Londra’ya gittim ve Alexander Mcqueen ile çalışmaya başladım. Ailemle çalışırken modanın hep ticari kısmını görüyordum. Böyle bir modacıyla yaratıcı kısmını da görmüş oldum. Yaratıcılığımı tamamen serbest bıraktı. 2004’te John Richmond ile çalışmaya başladım. Bu markanın tüm çizgilerinde çalışıyordum. O sırada ürünlerin yapım aşamalarında da çalıştığımdan modanın her yönünü kavradım.

Æ Jean Paul Gaultier ile çalışmaya nasıl başladınız?

Æ Farklı bir çizgisi olan Jeans Paul Gaultier markası için benimle irtibata geçtiler. Her zaman ilerlemekten yana olduğum için kabul ettim. Bu marka ile özgürce çalışıyorum. Tasarımlarımı hayata geçirmekten büyük keyif alıyorum.

İSTANBUL’A ÇOK GELDİM, AMA İZMİR VE ÇEŞME ÇOK FARKLI

Æ Çeşme ile tanışmanız nasıl oldu?

Æ İzmir ve Çeşme’yi 3 ay önce Alessandro Rosso sayesinde keşfettim. Gerçi daha önce birkaç kez İstanbul’a iş için gelmiştim. İzmir ve Çeşme’yi görünce aşık oldum. Doğaya ve kültüre hayran kaldım. Türk insanlarıyla vakit geçirmekten büyük keyif alıyorum. Burada çok mutlu oluyorum.

Æ Alaçatı’da defile teklifi gelince ne düşündünüz?

Æ Bir yemek sırasında konuşulan bu güzel fikrin gerçekleşmiş olması beni çok mutlu ediyor. Tabii, bunun gerçekleşmesinde Alessandro Rosso’nun katkıları büyük. Biz 2 hafta önce Floransa’da ilk gösterimizi gerçekleştirdik. Paris’teki Jean Paul Gaultier defilesinde de bizim ürünlerimizden parçalar vardı. Onlardan sonra markamız Alaçatı’da tanıtıldı.

Æ Türk markalarını tanıyor musunuz?

Æ Damat Tween ile tanıştık ki, onlarda şu an İtalya pazarına giriyorlar. Bence gerçekten çok iyi ürünleri var, İtalya’da başarılı olacaklar.

YENİ FİKİRLERİ İYİ BİR TİCARİ YAKLAŞIMLA SUNARSANIZ BAŞARILI OLURSUNUZ

Æ Moda sanat mı, ticari bir meta mı sizce?

Æ Moda bence çok yaratıcı bir kavram. Aile işimiz tekstil olduğundan yaratıcı kısmını biliyordum, ama ticari kısmına da önem veriyordum. Büyük markalarla çalışmaya başlayınca herbirinin farklı bakış açıları olduğunu anladım. Mesela, Tom Ford çok yaratıcı ve bu sayede Gucci’yi var etti. Ben modada yaratıcılığın ve ticaretin bir arada olduğunu ve birbirlerini tamamladıklarını düşünüyorum. Günümüzde başarılı olan markalar yeni fikirleri güzel ticari yaklaşımlarla sunabilmiş olanlar.

HER KADIN MANKEN DEĞİL AMA BEN ÖYLE HİSSETMELERİNİ İSTİYORUM

Æ Bu yıl koleksiyonlarda neler var?

Æ Bu koleksiyonda ana fikri eski denizcilerden aldım. 70’lerin görüntüsüyle birleştirip Hindistan izlenimlerimi de kattım. Çünkü Hindistan’ın çok renkliliği beni şaşırttı. Bazı görünüşleri birbirine karıştırarak elde ettim. Çok dar bir başlangıcı 70’lerdeki gibi bol parçalarla bitirdim.

Æ Sizin ürünleriniz nerelerde bulunacak?

Æ Nişantaşı City’sde bir mağazamız var. Ayrıca Beymen, Vakko gibi büyük mağazalarda da satılıyoruz.

Æ Ürünlerinizi alan ve giyen kişilerin ne hissetmelerini arzu edersiniz?

Æ Öncelikle üzerlerine uymasını, rahat edebilmelerini isterim. Her kadın manken değildir, ama kendisini onlar kadar güzel ve rahat hissedebilmelidir. Giyen herkesin kendisini rahat, havalı ve güzel hissetmesini umuyorum. Özellikle defilelerde çok güzel, hoş parçalar görürsünüz, bunları sokakta giymeye kalktığınızda uygun olmadığını görürsünüz. Ben her zaman defileler, gösteriler için çalışmaktan keyif aldım bunları insanların üzerinde görmeyi de çok arzu ederim.

TÜRK KADINLARI AVRUPALIDAN DAHA KADINSI GİYİNİYOR

Æ Sizin markanız neler sunuyor?

Æ Biz herşeyi üretiyoruz. Ürünlerimiz sadece çok çılgın değil, aynı zamanda giyilebilir ve her isteyenin sahip olmak isteyeceği türden ürünler.

Æ Hitap ettiğiniz yaş grubu var mı?

Æ Günümüzde yaş artık önemli değil. Eskiden markalar 18-25 ya da 25-40 yaş için üretirlerdi. Ama günümüzde 40 yaşında bir kadının 18 yaşındakiler gibi giyinebildiğini görebiliyoruz. Çünkü, artık kadınlar kendilerine iyi bakıyor.

Æ Çeşme ve İzmir’de rastladığınız kadınlarda neler gözlemlediniz?

Æ Benim İzmir ve Çeşme’de gördüğüm kadarıyla kadınlarınız Avrupalı kadınlardan daha kadınsı giyiniyor. Mesela çok elbise giyiyorlar. İtalya’da bu kadar çok elbise giyilmiyor, daha çok kot ve üstler tercih ediliyor. Ben bunu daha çok beğeniyorum. Türkiye bir pazar olarak da güzel yer. Çünkü tasarladığınız her parçayı her ülkeye sunamıyorsunuz, ama sanırım Türkiye’de bu bir problem olmayacak. Çeşme’de gördüğüm kadınların İtalya ya da diğer Avrupa kadınlarından hiç farkı yok.

FARKLI ÜLKELERDEN İLHAM ALIYORUM KAFELERDE  OTURUP GEÇENLERİ İZLİYORUM

Æ Tasarımlarınızda nelerden ilham alıyorsunuz?

Æ Her sezon farklı şeylerden ilham alıyorum. Değişik ülkelere yaptığım gezilerden, müzikten, filmden ya da uyurken geliveren çizgilerden. Zaten en güzel fikirler uykuya daldığınızda ortaya çıkıyor, ama kimi zaman uyanınca unutuluyor. Bu yüzden baş ucumda kağıt kalem ile uyuyorum. Çok seyahat ediyorum. Çin, Hindistan, Türkiye, bütün bu ülkeler bana ilham veriyor. Sokaklardaki insanları inceliyorum. Londra veya Tokyo’da bir kafeye oturup insanları izliyorum. Özellikle Tokyo’da herkes birbirinden çok farklı giyiniyor. Bizim kültürümüzde komik sayılabilecek bazı kıyafetler bana ilginç fikirler veriyor.
Yazının Devamını Oku

Fotoğraf kareleriyle hikaye yazmak

29 Haziran 2008
SEMA Karahan, fotoğraf ve insan hikayelerine tutkun bir kadın. Bu ikisi birleşince ortaya 'Hikaye Fotoğrafçılığı' çıkmış. Bizde pek bilinmese de, yurt dışında ayrı dal olmuş. Fotoğraf kareleriyle, makinesiyle anlattığı hikayeler Karahan’ı çok etkilemiş, hatta bazılarının kahramanları yakın dostları olmuş.  Hikaye fotoğrafçısı ne demek?

 Türkiye adına yeni bir kavram ama yurt dışında çok biliniyor. Amerika’da fotoğrafçılıkta ayrı bir uzmanlık olarak sayılıyor. Biraz belgesel fotoğrafçılığı kapsamında, hikayesi, süreci olan insana ya da doğaya dair bir portfolyo çalışması aynı zamanda. 

Nelerin hikayesini anlatıyorsunuz?

 Evlilik hikayesi, çocukların değişik yaş gruplarında gerçekleştirdiği hareketler, varoluş yani bebeğin dünyaya gelişi.. Benim hikayelerim fotoğraf makinesiyle, fotoğraf kareleriyle yazılıyor. 

Bir olayın hikayesini fotoğraflamak için ne kadar önceden başlamanız gerekiyor?

 Bebeğin hikayesini anlatırken mümkün olduğunca erken başlamaya çalışıyorum. Hatta bazen 3,5 aylıkken daha karnı bile çıkmamışken çekime başlıyorum. Onlarla bebek odasının hazırlanması sürecini çekiyorum. Doktor kontrollerine gidiyorum, ay ay kilo değişikliklerini bile çekiyorum. 

Doktor garip karşılamıyor mu sizi? "Bir fotoğrafçınız eksikti" demiyor mu?

 Çok keyif alıyorlar. Ben de başta endişeliydim. Ama doktorlarımız çok olumlu yaklaşıyor hatta "Oo, ünlü olacağız sayenizde" diyorlar.

Babalar stüdyoda çekilmiş düğün fotoğrafları mağduru

 Farklı bir eğitim alıp sonradan fotoğrafçı olmuşsunuz..

 Ben aslında sosyoloji eğitimi aldım ama hep fotoğrafla ilgilendim. Önceleri öğretmenlik yaptım ki o zaman öğrencilerime hep, "Sevdiğiniz işi yaparsanız mutlaka başarılı olursunuz, başarılı olduğunuz zaman maddi olanaklar da kendiliğinden gelir" derdim. Fotoğrafla ilgili her türlü kursu, semineri aldım. Atölye çalışmalarına katıldım. Sonunda kendi işimi yapmaya başladım. 

İşinizle ilgili nasıl tepkiler alıyorsunuz?

 Aslında işim bence çok çabuk kabul gördü. İlk başta "Ne hikayesi, nasıl yani" gibi tepkiler alıyordum ama şimdi daha rahat kabul ediliyor. İnsanlar çektiğim fotoğraflarda sadece çıplak bir ten değil, onun ötesinde duygular, ifadeler olduğunu anlıyor. 

Babalarla birlikte çekimler de yapmışsınız. Babalar gerilmiyor mu fotoğraf çekilirken?

 Evet. Özellikle stüdyo çekimlerine karşı çok tepkililer çünkü evlilik fotoğrafları çekilirken poz verme teknikleri nedeniyle çok sıkılmış oluyorlar, aynısı olacak zannediyorlar. Kesinlikle çok mutsuz bir şekilde sadece eşlerini mutlu etmek için geliyorlar ama, "Aaa süperdi, çok eğlendik" diye gidiyorlar. Ben onlardan poz değil, duygularını ifade etmelerini istiyorum.

ANNENİN BEBEĞİYLE KARŞILAŞTIĞI ANDAKİ IŞILTISINI HİÇBİR CANLIDA GÖRMEDİM

 Sizin çocuğunuz var mı? 

Benim çocuğum yok. Bu işe başlamadan hep, "Dünyanın kaynakları hızla tükeniyor, bu dünyaya nasıl çocuk getirilebilir ki" diye düşünüyordum. Ama ne zamanki anne ile bebeğin ilk göz göze geldiği o çok özel anda annelerin gözünde o ışıltıyı görünce her şeye değeceğini anladım. Annenin bebeğiyle karşılaştığı andaki o ışıltıyı ben hiçbir canlıda görmedim. 

Şimdi bebek sahibi olmayı düşünüyor musunuz?

 Vallahi evlenince hiç beklemem. 

Kim çekecek sizin fotoğraflarınızı?

 Benim çekmeyeceğim kesin. Şaka bir yana gerçekten o anda akraba olmayan yani o duyguları yaşamayan birinin çekmesi daha doğru bence. Çünkü ya o duyguları yaşayacaksınız, ya da o duyguları yakalayacaksınız. Yani, "Kardeşim, babam, annem, teyzem çeker" diyebilirsiniz ama onlar da aynı heyecanı yaşayacaklarından iyi fotoğraflar çekemeyebilirler.

Artık hamileler göbeğiyle, bebeğiyle varolduğunu göstermekten çekinmiyor

 Mayolu hatta bikinili hamile fotoğrafları çekmişsiniz ki bence çok estetik. Bunu özellikle mi talep ediyorlar?

 Hayır. Mesela geçen sene hikayesini fotoğrafladığım bir anne adayının son ayları yaza denk geldi. O yüzden son ayını deniz kenarında çektik ve çok da güzel oldu. Hamileliği sırasında sorun yaşamayan her anne adayı fotoğraflanmaya sıcak bakıyor.

 Eskiden hamileler karınlarını saklamaya çalışırdı, şimdi gururla fotoğraf çektiriyorlar. Bir şeyler değişti galiba? 

Artık 9 ay hayattan kopmuyor anneler, çok daha bilinçliler. Mümkün olduğu kadar göbeğini saklamak yerine, göbeğiyle, bebeğiyle varolduğunu göstermekten çekinmiyor anneler. Ben de o zaman çok rahat çalışıyorum. Hatta mümkün olduğunca onlara varlığımı unutturup rahat hareket etmelerini sağlayarak doğal pozlar yakalamaya çalışıyorum.

İKİZLERİN DOĞUMUNDA ANNE "ELİMİ TUT" DEYİNCE FOTOĞRAFI ZOR ÇEKTİM 

İlginç olaylar yaşadınız mı?

 Kötü bir olay yaşamadık çok şükür. Ama tabii ben o gerilimi her seferinde yaşıyorum. Umuyorum hiçbir zaman olmaz, hep mutluluklar olur. Unutamadığım bir buluşma, Zeynep bebek ve anne-babası arasında oldu ki onların resimlerine baktıkça hala ağlıyorum. Zeynep biraz zor geldi çünkü kordon dolanmıştı ama her şey bittikten sonra babayla buluşmaları, birbirlerine karışmış gözyaşları unutulmazdı. Anlatırken bile gözlerim doluyor. 

Fotoğraf çekmeyi kesmeniz gereken durumlar oldu mu? 

Bir keresinde ikizleri olan bir annenin doğumunu çekiyordum ki anne, "Sema lütfen elimi tut" dedi. Mecburen hemen yanına gittim ve elini tuttum. Ama bir yandan da tek elimle çekim yapmaya devam ettim. Tabii uzun süredir birlikte olduğumuzdan ilişkimiz dostluğa dönüşmüştü ve o an bana ihtiyacı olmuştu. 

Kadınların en hassas olduğu durumları fotoğraflıyorsunuz. Siz duygularınıza hakim olabiliyor musunuz?

 Bir doğum çekince iki gün kendime gelemiyorum. Çünkü hislerim hala çok amatör, büyük heyecan yaşıyorum. Kesinlikle bir doktorla anlaşmayı düşünmüyorum çünkü ben o kişileri mutlaka önceden tanımayı, yakınlık kurmayı istiyorum. Sadece "merhaba" deyip ameliyathaneye girmek olmuyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye altın değerinde siz farkında değilsiniz

22 Haziran 2008
Dünyanın en ünlü markalarından olan Jean Paul Gaultier’nin farklı bir çizgisi olan Jeans Paul Gaultier, 28 Haziran akşamı Alaçatı’da büyük bir defile düzenliyor. Alaçatı’nın ilk otellerinden olan O Ev’in de 10. yılını kutlayacağı bu organizasyon, otelin sahibi Emel Aliberti ve 11 yıldır Türkiye’de yaşayan İtalyan iş adamı Alessandro Rosso’dan çıkmış. Aliberti ve Rosso ile Alaçatı, tekstil, ekonomi üzerine sohbet ettik.

Æ Alaçatı’ya ilk gelişiniz nasıl oldu?

Emel A.: Alaçatı’da ilk ev alan rahmetli Leyla Figen, beni de teşvik ediyordu. Ben de burayı alıp düzenledim ve otel haline getirdim. Hatta eşim ilk başta ne yapacaksın orada oteli dedi, ama ilk sene cumhurbaşkanını bile ağırladık. Mönümüze ay yıldız basılınca eşime gösterip bak oradaki otelde neler oluyormuş dedim.

Æ 10 yılda Alaçatı’da neler değişti sizce? Alaçatı’nın yerlisi sayılırsınız..

Emel A.: Evet beni de burada yerli kabul ettiler artık. Bence gelişmeler iyi gidiyor, ama çok dikkatli olunması gerekli. Büyüme ve ilgi profesyonelleşmeyi getiriyor, bu doğallığı, güzelliği kaybetmeden olmalı. Burada da yerel yönetimlere çok iş düşüyor.

Æ Çeşme’nin tanınması ve gelişmesi için neler yapılmalı sizce?

Emel A.: Yapılması gereken çok şey var. Başta sezon çok çok kısa. Dünyada, insanların 500.000 dolar yatırım yapıp yılda sadece 1 ya da 2 ay kullandığı başka bir yer yoktur. Biz bunu yapabilecek kadar zengin miyiz? İstanbul’da köprüyü geçmek 2 saati alıyor, İzmir ile Çeşme arası 45 dakika, Bomboş bir yol fakat yine de insanlar temmuza kadar gelmiyor. Lüks eşyalar evlerin içinde kullanılmadan çürüyor. Çocuklarımız var, ondan gelemiyoruz diyorlar. Bu güzel hava, deniz kum çocuklar için ne kadar faydalı farkında değiller.

Alessandro R.: Avrupa’da yaşayıp nisan ayında buraya geldiğinizde havanın güzelliğine inanamıyorsunuz. Altın gibi bir ülkeniz var, ama değerlendirmeyi bilmiyorsunuz. 60 ülkede yaşadım favorim Türkiye oldu. Burada yaşayanlar değerinin farkında değil. Geçen yıl 30 arkadaşımı getirdim, bu sene hem onlar hem de onların anlattığı arkadaşları gelmek istiyor.

TÜRKİYE’DEKİ KİRALAR AVRUPA’DAKİNİN TAM 3 KATI

Æ Türkiye’deki ekonomiyi ve tekstil sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Alessandro R.: Ülkeniz biraz ilginç. Yabancıların yatırım yapmasını güçleştiren bazı kurallarınız var. Mesela alışveriş merkezleriniz. Bence sayıları çok fazla ve kiraları çok çok yüksek. Bir firma bu kirayı ödeyebilse bile yaşayabilmesi çok zor. Kiralar İtalya, Almanya ve Fransa’daki kiraların tam 3 katı. Yabancı yatırımcı bunu duyunca gelmekten vazgeçiyor. Şu anda ekonomi kötü durumda. Bu kiraları belirleyen kişiler şunu bilmeli; hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak birlikte batacağız.

Æ Buna rağmen siz nasıl cesaret ettiniz?

Alessandro R.: Türkiye’deki bir başka sorun markaların tek başına mağaza açmaları. Birkaç marka bir araya gelip bir mağazada satılmalı. Biz böyle yapacağız. Bu onlara güç katar. Türkiye’de İtalya’dakinin 2 katı fazla tek markalı mağaza var. Bu bir hata. Pazarı yok edebilir. Ayrıca burada çok fazla taklit ve sahte marka var. İtalya’da taklit markaları satan bir mağaza açamazsınız, yasak. Ama burada markanın kendi mağazasının yanında sahtesini satan mağaza açılıyor. Tabii, alanlar da hatalı. O markanın taklidini giyeceklerine hiç giymesinler daha iyi.

AMACIM, İZMİR’İ DÜNYA MODA ÇEMBERİNİN İÇİNE SOKABİLMEK

Æ Nasıl bir organizasyon olacak?

Alessandro R.:Defilede Jeans Paul Gaultier 2009 yaz sezonu sunulacak. 4 erkek 8 kadın mankenimiz var. 4 manken İstanbul’dan gelen top modeller. 300 kişilik bir davetli grubu olacak. Özellikle birçok yabancı basın mensubu da gelecek.

Æ Bu organizasyon Çeşme’ye neler kazandıracak?

Alessandro R.: Benim amacım Türkiye’yi özellikle İzmir’i moda çemberinin içine sokmak. Bu çok zor ama çabalayacağım. Mesela Slam markamız için bir katalog hazırladık. Dünyada St. Tropez, Key West, Porto Cervo gibi birçok önemli yelken turnuvasında dağıtılan özel kataloğumuzda Çeşme’ye bir sayfa ayırdık. Ben buranın New York, Paris, Milano, Londra gibi moda merkezi olmasını umuyorum. Çünkü Türkiye’nin verdiği enerjiye çok inanıyorum.

TAM 60 ÜLKEDE YAŞADIM TÜRKİYE’DE KARAR KILDIM 11 YILDIR DA BURADAYIM

Æ İşiniz nedeniyle çok seyahat ettiniz mi?

Alessandro R.: Hem seyahat ettim hem de yaşadım. Değişik ülkelerde birçok önemli marka için farklı kumaş ve farklı renkler aradım. Bugüne kadar 59 ülkede çeşitli sürelerde yaşadım. 3 yıl Amerika, 1 yıl Afrika, 1 yıl Meksika, 1 yıl Karayipler ve şimdi Türkiye.

Æ Türkiye’ye nasıl geldiniz?

Alessandro R.: 11 yıl önce St. Tropez’de rastladığım deri işi yapan bir arkadaşım beni Türkiye’ye davet etti. Önce İstanbul sonra İzmir ve Çeşme’ye geldim. Başta Çeşme olmak üzere Türkiye’ye aşık oldum. 2 ay sonra İtalya’daki tüm işimi devredip buraya yerleştim. İşimi kurdum. Türk olan eşimle evlendim ve bir çocuğumuz var. Bu da ülkenizi daha da fazla sevmeme neden oldu.

Æ Burada ne iş yapıyorsunuz?

Alessandro R.: İlk geldiğimde 600 firmayı inceledim. İtalyan firmalarına hizmet vermek üzere üretici bir firma kurdum. Çeşitli markaların distribütörlüğünü yapan firmalara danışmanlık yapıyorum. Şimdi ise İstanbul ve Alaçatı’da dünya markalarını satan mağazalar açıyoruz. Hatta İstanbul’da Emre Altuğ ve Çağla Şikel ile ortak olacağız.

TASARIMLARIN GERÇEĞE DÖNÜŞÜP DÖNÜŞMEYECEĞİNE BEN KARAR VERİYORDUM

Æ Alessandro Rosso, kaç yıldır tekstil sektöründesiniz?

Alessandro R.:18 yaşımdan beri tekstil sektöründe çalışıyorum, 28 yıl olmuş. İlk başladığımda San Giorgio isimli bir firmada çalışıyordum ki, tasarımcılarından biri Gianfranco Ferre idi. Onun yardımcısıydım.

Æ Tam olarak ne iş yapıyordunuz?

Alessandro R.: Tekstil firmaları için araştırma yapıyordum. Versace, Versus gibi büyük firmaların tasarımcılarına yaptığım kumaş araştırmaları hakkında bilgi veriyordum. Çizdikleri tasarımların seçtiğimiz kumaşlara uygulanıp uygulanamayacağını söylüyordum. Bu nedenle dünyadaki birçok ünlü tasarımcı yakın arkadaşım.

DEFİLE İÇİN HERKES İSTANBUL’U İSTEDİ AMA BİZ ALAÇATI’YA ALDIK

Æ Alaçatı’da defile fikri nasıl doğdu?

Alessandro R.: Jeans Paul Gaultier’nin baştasarımcısı olan Raffaele Caroli’yi Çeşme’ye davet etmiştim. Çeşme’yi çok sevdi. Sonra bu otelde kaldı. Her yıl yaptıkları gelecek sezon defilesini Türkiye’de yapmasını teklif ettik. Herkes ilk başta İstanbul’u düşündü.

Emel A.: Aslında burada Alaçatı’da yapılmasını ben istedim. 10 yıl önce O Ev’i açarken organizasyon yapamamıştık. Kısmet 10. yılaymış..

Alessandro R.: Evet, herkes önce İstanbul’u düşündü ama Emel’in ve benim bastırmamla Alaçatı’da yapmaya karar verildi. Geçen perşembe defilenin ilki Floransa’da yapıldı. Paris’te de yapılacaktı ama Çeşme’ye gelebilmek için Paris’i iptal edecekler.

Æ Emel Hanım eski manken olmanızın bir etkisi olmuş mudur?

Mutlaka etkisi olmuştur. Sonuçta sektöre yabancı değilim ama bir başka önemli nokta bu sıcak dostluklar. Sohbet ortamında gelişen olay büyük bir organizasyona dönüşüyor.
Yazının Devamını Oku