Ayçe Bükülmeyen

Engel bir özür değil fiziki bir durumdur

7 Aralık 2008
AYDIN YURTTAŞ, henüz üniversite öğrencisiyken geçirdiği trafik kazasından sonra hayatına tekerlekli sandalyeyle devam etmek zorunda kalmış. Ama beklemediği bir anda hayatına giren tekerlekli sandalye tenisi, onu hayata daha sıkı bağlamanın yanısıra bir de milli olmanın gururunu yaşatmış. Onun azmi, güveni ve hırsının kendini toplumdan soyutlanmış hisseden tüm engellilere örnek olmasını diliyorum.

Æ Engeliniz nasıl oluştu?

Æ 1998’de Dokuz Eylül Üniversitesi Almanca Öğretmenliği 3. sınıf öğrencisiydim, yazları Marmaris’te rehberlik yapıyordum, havalimanı sorumlusu olmuştum. 17 Mayıs 1998’te şirket aracıyla Dalaman Havalimanı’na giderken kaza geçirdim. Araba şarampole yuvarlandı. Ben 30, araba 80 metre aşağıda bulundu. Kurtulmam mucize sayılır, polisler bile ölü raporu yazmış. Altı büyük ameliyat geçirdim ve omurilik kırığı sebebiyle omurilik felçlisi oldum, hayatımı tekerlekli sandalyede devam ettiriyorum

Æ Kazadan sonra hayatınızda neler değişti?

Æ Öncelikle turizmi bırakmak zorunda kaldım. Tekerlekli sandalyem ayaklarım oldu. Farkında olmadığım şeylerin farkına varmaya başladım.

Æ Eğitiminizi nasıl tamamlayabildiniz?

Æ Kazadan sonra üniversiteye üç yıl ara verdim, sonra tekrar başlayıp mezun oldum. 3. katta bulunan sınıfı zemine indirmek için bir yıl uğraştım rektörlükle. Benim için çok zor süreç oldu.

Æ Çalışıyor musunuz? İş bulmanız mümkün oluyor mu?

Æ Kendi işimi yapıyorum. Öğretmenlik yapmamaya karar verdim, bir süre sonra yeminli tercüman oldum.

Æ Engelli olduğunuzu kabullenme döneminizi nasıl geçirdiniz?

Æ Kabullenmem çok zor olmadı, çünkü genelde çok raelist insanımdır. Ailem ve arkadaşlarım beni asla yalnız bırakmadığı için bu dönemi daha çabuk atlama şansına sahiptim.

Æ Bu dönemde aileniz ve arkadaşlarınızın yaklaşımı nasıl oldu?

Æ Ailem ve arkadaşlarım daima yanımdaydı, hiç yalnız bırakmadılar. Bazıları nasıl davranacağını bilemedi, ama karşılıklı saygı ve sevgi olduğu sürece sorun olmuyor ve her şey kolay atlatılıyor.

Æ Kazadan önce spor yapıyor muydunuz?

Æ Yapıyor sayılmazdım. Ortaokul ve lisede biraz masa tenisi ve basketbol oynardım, ama o da ara sıra. Yani sporla aram çok iyi değildi.

Ayçe’nin notu...

3 Aralık Engelliler Günü idi. Ülkemizde milyonlarca engelli olmasına rağmen gün içinde kaçıyla karşılaştığınızı düşünün. Belki hiç. Bunun nedeni, engellilere hayata karışacak cesareti vermememiz. Onlara ya acıyarak yaklaşıyoruz ya da ilgilenmiyoruz. Oysa, aramızdaki tek fark, diğer tarafına geçmenin saniyelik olduğu o incecik çizgi. Hep söyleniyor ya bedensel engeller bir şey değil, önemli olan kafalardaki ve ruhlardaki görünmeyen engeller. Ve maalesef onları tedavi etmek çok ama çok zor...

Bizim ile onların bakışı çok farklı

Æ Yurt dışına gittiğinizde ne gibi farklar görüyorsunuz?

Æ Yurt dışında herşey çok farklı. Herşey engellilere göre düzenlenmiş. Tüm yollar ve binalar engellilere göre uyarlanmış. Engelli olarak kendinizi insan gibi hissediyorsunuz, kesinlikle dışlanmıyorsunuz. İnsanlar size zavallı bir engelli değil, tekerlekli sandalyede yaşayan bir insan gibi bakıyor.

Æ Sporla uğraşmak size neler kazandırdı?

Æ İnsanın hayatında spor olması müthiş bir şey. Spor ile içiçe olduğumdan beri çoğu dertlerimle daha kolay savaşır hale geldim. En azından kendini iyi ve dinç hissediyorsunuz.

Æ Köşesine çekilmiş evinden çıkmayan engellilere neler söyleyebilirsiniz?

Æ Zamanlarını evde geçiren engellilerin kendilerine güvenmelerini rica ediyorum. Kesinlikle hiç bir eksikleri yok. Onların da herkes gibi yaşama hakkı ve sosyal toplum içinde olma hakkı var. Yürüyememe veya başka bir engel bir özür değil, sadece fiziki bir durumdur. İstedikten sonra insan bir çok şeyi başarabilir, bunun için sadece bir başlangıç yapmak gerekir.

En kötüsü yollarımız ve kötü mimarimiz

Æ En çok nelerden şikayetçisiniz?

Æ Tabii ki yollarımınız ve mimarimizin kötülüğü. Tek başına tekerlekli sandalye kullanan bir insan olarak gezmem ve dolaşmam neredeyse imkansız. Normal yaya yolu olmadığı gibi tekerleki sandalyeyle güvenli bir şekilde bir yerden bir yere ilerlemek mümkün değil. Her yerde gereksiz yüksek kaldırımlar, delikler ve park etmiş arabalar, her binanın girişinde çıkılması mümkün olmayan merdivenler. Hükümet 7 sene içinde her yeri engellilere uygun hale getirme sözü verdi, ama doğrusu ben bunu gerçekleştireceğini sanmıyorum. Zaten 2 yıl geçti ve değişiklik yok.

Aileler engelli çocuğundan utanıyor

Æ Engelliler sizce neden çok dışarı çıkmıyor?

Æ "Engelliler pek dışarı çıkmıyor veya çıkamıyor" desek daha doğru olur. Çoğu engellinin tekerlekli sandalyesi bile yok. Sandalyesi olsa bile ülkemizin yollarında gezmek çok zor. Sosyo-kültürel olarak az gelişmiş kesimlerde engelliliğin utanılacak birşey olduğunu düşündükleri için aileler engelli çocuklarını saklıyor ve dışarı çıkarmıyor.

Æ Engellilere toplumumuzdaki yaklaşım nasıl?

Æ Yaklaşım yok aslında, çünkü genelde "normal" insanların hayatında yer almıyorlar. Zaten sokaklarda çok az engelli görebiliyoruz, dışarıda olanlara da pek önem verildiğini sanmıyorum. Aslında insanlarımız çok duygusal ve yardımsever ama engellilere "Vah vah tüh" denip acınıyor ya da görmemezlikten geliniyor. Sadece "normal" insan gibi davranılmak istiyoruz. Ayrıcalık istemiyoruz. Ama bu da eğitimle ilgili sanırım. Engelliler günlük hayatın içinde daha etkin olsa eminim insanların davranışları da değişecektir.

İki yıl önce başladığım teniste milli sporcu oldum

Æ Tenise nasıl başladınız?

Æ Bir gün arkadaşlarla Balçova Termal Tesisleri’ndeki Crea Club’a yemeğe gitmiştik. Otururken bir tenis hocası geldi. Tekerlekli sandalye tenis takımı kurmak istediklerini, katılıp katılmayacağımı sordu. "Neden olmasın" dedim, çünkü tenis sevdiğim bir spordu, televizyonda da maçlarını izliyordum. Böylelikle başladım ve bir daha bırakamadım...

Æ Teniste bugüne kadar hangi başarıları kazandınız?

Æ İki yıl önce milli takım oyuncusu oldum ve kamplara katıldım. Teklerde yarı ve çeyrek finallerim, çiftlerde finaller var. Şu anda Türkiye sıralamasında beşinciyim.

Æ Milli sporcu olarak nerelere gittiniz?

Æ Kıbrıs, Almanya, Polonya, İngiltere ve İsrail’e gittim.

Æ Tenis antremanlarınızı sık yapıyor musunuz?

Æ Hava şartlarına göre değişiyor. Yağmur yağınca oynayamıyoruz. Güneşli ve kuru havalarda sık antrenman yapmaya çalışıyorum. Elimde olsa devamlı oynarım. Ama işim ve sorumluluklarım olduğu için istediğim kadar ant-renman yapamıyorum.
Yazının Devamını Oku

Başarılı kadının arkasında bir erkek yok maalesef

30 Kasım 2008
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun bu yılki araştırmasına göre kadın-erkek eşitliğinde Türkiye 130 ülke içinde 123’üncü oldu. Rapora göre Tunus 103, Ürdün 104, Birleşik Arap Emirlikler 105, Mısır 124, Suudi Arabistan 128’inci sırada. Rezalet durumdayız yani.. Ülkemiz kadın ve erkeklerinin eşit olduğu tek konu ise bu durumun oluşmasındaki sorumluluk. Yani çalışmayan, üretmeyen, haklarını savunmayan tüm kadınlar, bunları engelleyen erkekler kadar sorumlu. Bu nedenle, bugün çok büyük önemi olduğuna inandığım, Ege İş Kadınları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Sündüz Tanergeç ile sohbet ettik.

Æ EGİKAD ne zaman, kimlerin katılımıyla kuruldu?

Æ 15 temmuz 2008’de 15 kurucu üyey-le kurduk. Aramızda kendi işini kurmuş olanlar, ailesinin işini sürdürenler, işlerini eşiyle yürütenler, üst düzey yöneticiler, girişimci ödüllüler var.

Æ EGİKAD’a kimler üye olabiliyor?

Æ Bulundukları ilin sanayi, ticaret ve meslek odalarına kayıtlı olan, kendi işini kurmuş veya ailesinin işini yürütenler ya da şirket üst düzey yöneticileri üyemiz olabilir. Bunlar dışında üyeler arasında bir sinerji olmalı ki herkes verimle çalışsın, severek işi paylaşsın ve tasarlanan hedeflere ulaşılabilsin. Bu bir ekip işi çünkü.

Æ EGİKAD’ın kuruluş amacı nedir?

Æ Bir yıl önce İzmir’e gelen yabancı bir iş kadınları heyeti İzmir’de kendileriyle muhatap olacak iş kadınları grubu bulamamıştı. Odaların kadın komisyonları olmasına rağmen dernek yapılaşması yoktu. Türkiye’nin en uygar, ilerici, aydın insanlarının olduğu bu şehirde, kendine güvenen hali, duruşu ve özgürlüğü ile bilinen İzmirli kadınlarımızın iş yaşamındaki bu geç kalmışlığını sona erdirip örgütlemek ve zaten var olan iş dünyasında kadını görünür yapmak istedik. Çünkü bırakın batı illerimizi, doğuda federasyon bile oluşturmuş kadınlarımız.

Æ EGİKAD’ın diğer kadın derneklerinden ne farkı var?

Æ Birçok kadın derneği var biliyorsunuz. Biz, iş kadınları derneğiyiz. Ege’deki iş kadınları arasında deneyim, bilgi paylaşımı, işgüçlerimizi birleştirmek, birbirimizi geliştirmek için, kadını iş dünyasında görünür kılmak için varız. Bunun yanında, iş fikirleri olan ama bunları yaşama geçirmek için desteğe gereksinim duyan kadınlar, onları iş kadını statüsüne almak için de varız.

Uluslararası mentorlarla çalıştaylar yaptık

Æ Bugüne kadar neler yaptınız?

Æ Çok yeni derneğiz. Proje ve hedeflerimizi belirledik, ilgi alanlarımıza göre komitelerimizi oluşturduk. Girişimci destekleme ve fon oluşturma, üye ilişkileri ve sosyal etkinlikler, dış ilişkiler ve AB ilişkileri, basınla ilişkiler ve yayın, fuarcılık, kadın haklarını izleme komitelerimiz var. Üyemiz arttıkça, komiteleri genişletip, hepsinin görev almasını sağlayacağız.

Æ Uluslararası alanda çalışmalarınız var mı?

Æ 17 Ekim’de Kagider ile We-mentor çalıştayı yaptık. Bu, Kadın Girişimcilerin Avrupa Projelerine Katılımına Destek Programı. Belçika’dan gelen mentorlar, bizlere projeleri anlattı. İki başarılı kadın girişimci (İngiliz, İtalyan) deneyimlerini aktardı. Avrupa Birliği bu fonlarda cömert. Ama, amacı iyi saptayıp, düzgün yazılımla proje sunmak gerekiyor. Çoğu projenin yalnızca yazılım nedeniyle döndüğünü vurguluyor otoriteler. Deneyimlilerden, yol göstericilerden yararlanmak gerek.

Çocuklarımız ve geleceğimiz için boşa vakit geçirmememiz lazım

Æ Ev yaşamı asil sorumluluğu görülen kadının iş yaşamına atılması zor. Teşvik için neler yapılmalı?

Æ Kadın olarak ailemize daha çok sorumluluğumuz var. Ev kadınıyız, anneyiz, bunları gözardı edemeyiz. Eve gittikten sonra evdeki işimiz başlıyor. Kadını iş yaşamına teşvik edebilmenin ilk kuralı, bunu istemesi. Biz destek olacağız. En önemlisi, "yalnız değilim", "Başarabiliriz, biri yaptıysa ben de yaparım" bilincini vermek. Girişimci olmak isteyen veya olup da işini geliştirmek isteyenlere fikir vermek, cesaretlendirmek, önderlik etmek istiyoruz. Birçok hibe destek programları var, yararlandırmaya çalışacağız. Evde TV izleyerek, kek-börek-çay toplantılarıyla, üretmeden gün geçiren kadınlarımıza yazık oluyor. Buna da hakları yok diye düşünüyorum. Çocuklarımız, geleceğimiz için boşa vakit geçirmememiz lazım. Ev işi de üretimdir, bunu asla yadsımıyorum. Ama en fazla günün yarısını alacak bir uğraş, herşeyiyle mükemmel olan için hem de.

Kadın üretimde var, ihracatta var, ama temsilde yok

Æ Projeleriniz neler?

Æ İlk olarak; yeni yıldaki oda, birlik seçimlerinda artık kadınların da yer almasını istiyoruz. Kadın üretimde var, ihracatta var, ama temsilde yok. Bu sadece erkeklerin suçu değil bence. Kadınlar da istekli olduklarını yüksek sesle dile getirmeli. Aramızdan seçimlere katılmak isteyenler var, destekleyeceğiz.

İkinci projemiz envanterle ilgili. İzmir’de de iş kadınları envanteri yok. Çünkü oda kayıtlarında cinsiyet yazılmıyor. İlimiz ve Ege’de sektörel iş kadınları envanteri çıkaracağız. Odaların yardımıyla hazırlayacağız bu envanteri. Üçüncü projemiz, iş kadınları ile iş arayan kadınlarımızın, genç kızlarımızın buluşturulacağı "Kariyer Günleri" düzenlemek. Bu yönetici arkadaşımızın kızının projesi. Gerçi içinde olduğumuz, kriz demeye dilim varmıyor, durgunlukta erteleyeceğiz görünüyor. Dilerim en az hasarla atlatırız.

Biz Türkler kendimiz yapmadıysak başkası da yapmasın istiyoruz

Æ Siz hem işe hem eve hem de sosyal yaşantınıza nasıl vakit ayırıyorsunuz?

Æ Ben hep bir not defteriyle yaşarım, zamanı ve işi ayarlayabilmek için. İki arada bir derede sosyal yaşantımızı yaşamaya, hobilerimizi yapmaya çalışıyoruz. Mesela benim tutkum, müzik, dans, şarap. Beni yetiştiren aileme, sorumluluğumu bilerek dünyaya getirdiğim çocuğuma, toplumuma karşı görevlerimi yaptığımı düşünüyorum. Tıp doktoruyum, yıllarca laboratuvarcılık yaptım. Sonra belediyede yöneticilik yaptım. Severek yaptığım Sağlık Daire Başkanlığı’dan alınıp Eşrefpaşa Hastanesi’ne gönderildiğimde çok da mutsuz değildim, huzurluydum. Körfez’i kirleten dericileri Menemen’e taşımış, mezbahayı, "fareler İzmir’i istila edecek" feryatlarını çürüterek Kaynaklar’a modern binalara göndermiş, gıda çalışanlarının eğitilmelerini sağlamaya çalışmıştım.

Æ Laboratuvar alanında Türkiye’de bir ilk de gerçekleştirmişsiniz..

Æ Türkiye’de ilk Evlilik Öncesi Testler Laboratuvarı kurdum. İşte yine İzmir’in ve İzmirli kadının farkı. Aslında insan için temel olan sağlığın korunması hakkıdır bu. Baştan çok karşı çıkıldı. Yılmadım, savundum. Hani çok bilinen fıkra var. Cehennemde başına zebani dikilmeyen tek kazan Türkler’inkiymiş. Çünkü biri kendini kaynar sudan kurtarmak için başını çıkardığında diğerleri bacaklarından aşağı çekermiş. Kendin başaramadıysan başkasına da izin verme! Ne ilkellik. Şimdi bu testler tüm Türkiye’de yapılıyor. Yoruldum ama, teşekkür, ödül aldım, yükseldim. Yaşama dair çok şey öğrendim, yani kazandım. En önemli kazancım; birlikte çalışmak istenen kişi olmak.

Kadın olarak kendi çabalarımızla bir yere gelebiliyoruz

Æ İş yaşamında kadını bekleyen ne gibi sorunlar var?

Æ Kadın veya erkek değil, insan olabilmenin erdemine inanıyorum. Ama ne yazık ki böyle bir ortamdayız. Kadın olarak kendi çabalarımızla bir yerlere gelebiliyoruz. Çoğu zaman beynimize göre değil, saçımıza göre ikincil olmaya itiliyoruz. ’Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır’ denilir. Her başarılı kadının arkasında bir erkek var mı? Büyük çoğunlukla hayır. Çünkü çoğu erkek kendinden üstün kadını yakınında görmek istemiyor. Hele desteklemesi pek olası değil. Sadece vizyon sahibi olanlar, onlar farkı biliyorlar. Tabii bu arada şanslı hemcinslerimizi unutmayalım ve destekçi erkeklere de haksızlık etmeyelim.

Æ Çözüm önerileriniz neler?

Æ Güçlü kadın güçlü toplum demektir. Ülkemiz kadını ne parlamentoda yeterince temsil ediliyor, ne de meslek örgütlerinde. Cumhuriyetin ilk yıllarından bile kötü durumumuz. ’Bize de yer verin’ demeyi yakıştıramıyorum kadınlarımıza. Ne eksiğimiz var? Ben tıp doktoruyum, sadece kas gücü üstün erkeklerin. Beynimiz, eğitimimizle başarırız, geri bıraktırıldığımız alanlarda birbirimize kenetlenerek, adaylarımıza destek olarak, kadın temsili açığını kapatırız. Yanlış anlaşılmasın, cinsiyet ayırımı değil, sadece açığı kapamak için başlangıçta biraz destek. Nitelikli kişilerin önüne geçmek için değil, yanyana olmak için.

Umarım TOBB’un kadın girişimciler panelindeki sözler tutulur

Æ TOBB’un kadın girişimciler konulu panelinden ne gibi sonuçlar çıktı?

Æ Erkeklerle kadınların bir arada üretmek istekleri, oda yönetimlerinde yer almak istedikleri, kadın girişimciliğinin ülkemiz için getirileri tartışıldı. TOBB, kadın girişimciliğini desteklemek, eğitimler vermek gibi genel amaca ek olarak ve bizim için önemli olan; Sayın Rıfat Hisarcıklıoğlu, gelecek yıl yapılacak oda seçimlerinde kadın temsilini artırmak üzere oda başkanlarıyla görüşme sözü verdi. Adaylarımız için önemli. Dilerim sözler tutulur. Boş bırakmayacağız bu işin arkasını.
Yazının Devamını Oku

Sanatçı olmak anne olmayı değiştirmiyor

16 Kasım 2008
ŞEVVAL SAM, sadece oyunculuğuyla değil, yorumculuğu ve albümleriyle de ilgi çeken bir sanatçı. Annesi Leman Sam’ın olumlu etkilerini hayatının her alanında hissettiğini söyleyen Şevval Sam alıştığımız sanatçı duruşundan farklı sergilemesini de buna bağlıyor. İzmir’de konser veren sanatçı ile hoş bir sohbet gerçekleştirdik.

Æ Anneniz Leman Sam’ın sanatçı duruşu sizi nasıl etkilemiş olabilir?

Æ Şu anda bende gördüğünüz ne varsa annemden aldığım eğitimin temeli üzerine kurulmuş bir yapıdır. Zamanla kendi yaşadıklarım ve öğrendiklerimi de o temelin üzerine koyarak şu anki Şevval’e ulaştım.

Æ Peki bir çocuk olarak annenizin sanatçı olması nasıl bir şeydi?

Æ Bir çocuk için çok renkli diyebilirim. Biz dertlerimizi şarkı söyleyerek anlatırdık, her şeyimiz mutlaka sanata dair bir şeye dönüşürdü, duygularımızı resimle veya şarkıyla anlatırdık. Sanatçı olunca olaylara farklı anlatım şekli de getirebiliyorsunuz. Bana, ’Leman Sam gibi bir annenizin olması nasıl bir şey’ diye sorarlardı. ’Valla bilmiyorum, o sadece benim annem’ derdim.

Æ Aynı şey sizin çocuğunuz için de geçerli mi?

Æ Tabii, tabii. Sanatçı olmak anne olmayı değiştirmiyor. Anne olmak, anne olmak demek. Sanatçı olunca sadece diliniz farklılaşıyor. Bankacı annenin, sporcu annenin, sanatçı annenin dilleri mutlaka bir fark taşıyor. Bizim aramızdaki dilde daha çok sanat var diyebilirim.

Æ Oğlunuz sanatla ilgileniyor mu yoksa babası gibi spora mı yatkın?

Æ Daha çok sanatla ilgileniyor. 12 yaşında ama keman, piyano çalıyor, besteler yapıyor, dans ediyor. Oyunculuklar yapıyor, gösteriler hazırlıyor. Ağırlıklı olarak sanata yatkın bir çocuk.

Dizi çalışmaları çok yıpratıcı ve yorucu

Æ Şu ara oyunculuk yapmıyorsunuz. Neden?

Æ Bu aralar oyunculuk yapmayı düşünmüyorum çünkü çok yoruldum. Çok zamanımı alıyor. En son Derman dizisinde neredeyse 80-86 saat evimize gidemeden, 1-2 saat uykuyla çalışınca bu tip işlerden yorulduğumu anladım. Yani Türkiye’de dizilerin çalışma sistemleri çoğunlukla yıpratıcı ve yorucu oluyor, sonuçta çok yüksek kalitede olmuyor.

Æ Üzerinde çalıştığınız proje var mı?

Æ Şimdi ikinci albümü yapmak için İngiltere’ye gideceğim ve 2009’da "İstanbul Secret 2" albümünü çıkaracağız. Kayıtlar İngiltere’de, uluslararası müzisyenlerle olacak.

Æ Şarkıları kim yapıyor?

Æ Türkçe sözleri ben yapıyorum. Aslında bu deneysel bir çalışma. Bana armonik yapıyı veriyorlar, ben bunun üzerine doğaçlamalar yapıyorum. Sözler ve müzikle bir kombinasyon kuruyorum, benim için çok zevkli bir çalışma oldu. Aslında Türkiye’de de böyle bir çalışma yapmak isterim. Ama bunu yapmak çok zor. Ekip çok önemli. Şu anda okuduğum şarkılar halk müziği ve alaturka olduğundan o tarz bir çalışmayı bu şarkılarla yapmam mümkün değil. Ama ileride böyle bir çalışma yapmak isterim.

Üniversitelilerin beni en iyi sanatçı seçmesi çok anlamlıydı

Æ Günümüzde albümler daha çok ticari kaygılarla yapılıyor. Bu yaklaşımlardan etkileniyor musunuz?

Æ Ticari düşünseydim ilk albümümü alaturka yapmazdım. Alaturka önemli bir dal, zenginliği olan bir müziğimiz. Kötü yapıldığında tahammül edilmiyor, iyi yapıldığında da tadına doyulmuyor. Gençler alaturka albümüme çok ilgi gösterdi. Hatta Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinin albümü "En İyi Albüm" beni de "En İyi Sanatçı" seçmeleri benim için çok anlamlıydı. Bence bu önemli bir başarıydı.

Æ Albümlerinizin promosyon çalışmalarını da pek duymuyoruz. Bilinçli olarak mı yapmıyorsunuz?

Æ Biz hiç promosyon yapmıyoruz ama buna rağmen başarılıyız. İstanbul Secret kendi tarzında çok başarılı bir çalışma oldu. O tarz albümler bin 500’ü geçemezken bu albüm 10 bini buldu. Bu önemli bir rakam. Sek hiçbir alaturka albümün satmadığı kadar neredeyse 70 bin sattı. Karadeniz 60 bini buldu. Ciddi rakamlar bunlar ama biz hiçbirini ticari iş anlamında yapmadık. Zaten iyi bir şey yapmadıysanız promosyon yalan oluyor.

Æ Artık şarkılar internet ortamından da indirilebiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Æ Müziğin ucuza daha fazla kişiye ulaşmasını destekliyorum. Ama böyle olunca biz sanatçılar sadece telif hakları, canlı performanslarımız ve konserlerden kazanacağız. Aslında bu adaletli bir durum yaratacak. Sahnede iyi olan, üreten kazanacak artık.

Æ Günümüzde albümler daha çok ticari kaygılarla yapılıyor. Bu yaklaşımlardan etkileniyor musunuz?

Æ Ticari düşünseydim ilk albümümü alaturka yapmazdım. Alaturka önemli bir dal, zenginliği olan bir müziğimiz. Kötü yapıldığında tahammül edilmiyor, iyi yapıldığında da tadına doyulmuyor. Gençler alaturka albümüme çok ilgi gösterdi. Hatta Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinin albümü "En İyi Albüm" beni de "En İyi Sanatçı" seçmeleri benim için çok anlamlıydı. Bence bu önemli bir başarıydı.

Æ Albümlerinizin promosyon çalışmalarını da pek duymuyoruz. Bilinçli olarak mı yapmıyorsunuz?

Æ Biz hiç promosyon yapmıyoruz ama buna rağmen başarılıyız. İstanbul Secret kendi tarzında çok başarılı bir çalışma oldu. O tarz albümler bin 500’ü geçemezken bu albüm 10 bini buldu. Bu önemli bir rakam. Sek hiçbir alaturka albümün satmadığı kadar neredeyse 70 bin sattı. Karadeniz 60 bini buldu. Ciddi rakamlar bunlar ama biz hiçbirini ticari iş anlamında yapmadık. Zaten iyi bir şey yapmadıysanız promosyon yalan oluyor.

Æ Artık şarkılar internet ortamından da indirilebiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Æ Müziğin ucuza daha fazla kişiye ulaşmasını destekliyorum. Ama böyle olunca biz sanatçılar sadece telif hakları, canlı performanslarımız ve konserlerden kazanacağız. Aslında bu adaletli bir durum yaratacak. Sahnede iyi olan, üreten kazanacak artık.

Æ Günümüzde albümler daha çok ticari kaygılarla yapılıyor. Bu yaklaşımlardan etkileniyor musunuz?

Æ Ticari düşünseydim ilk albümümü alaturka yapmazdım. Alaturka önemli bir dal, zenginliği olan bir müziğimiz. Kötü yapıldığında tahammül edilmiyor, iyi yapıldığında da tadına doyulmuyor. Gençler alaturka albümüme çok ilgi gösterdi. Hatta Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerinin albümü "En İyi Albüm" beni de "En İyi Sanatçı" seçmeleri benim için çok anlamlıydı. Bence bu önemli bir başarıydı.

Æ Albümlerinizin promosyon çalışmalarını da pek duymuyoruz. Bilinçli olarak mı yapmıyorsunuz?

Æ Biz hiç promosyon yapmıyoruz ama buna rağmen başarılıyız. İstanbul Secret kendi tarzında çok başarılı bir çalışma oldu. O tarz albümler bin 500’ü geçemezken bu albüm 10 bini buldu. Bu önemli bir rakam. Sek hiçbir alaturka albümün satmadığı kadar neredeyse 70 bin sattı. Karadeniz 60 bini buldu. Ciddi rakamlar bunlar ama biz hiçbirini ticari iş anlamında yapmadık. Zaten iyi bir şey yapmadıysanız promosyon yalan oluyor.

Æ Artık şarkılar internet ortamından da indirilebiliyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Æ Müziğin ucuza daha fazla kişiye ulaşmasını destekliyorum. Ama böyle olunca biz sanatçılar sadece telif hakları, canlı performanslarımız ve konserlerden kazanacağız. Aslında bu adaletli bir durum yaratacak. Sahnede iyi olan, üreten kazanacak artık.

Yurt dışında çıkan

albümüm çok beğenildi

Æ "İstanbul Secret" adlı farklı bir çalışmanız oldu?

Æ Sek ve Karadeniz albümlerim arası böyle bir albüm yaptık. Aslında bu daha çok uluslararası olan, yurt dışı için yapılmış bir çalışma. Zaten İngiliz müzisyenlerle çalışarak hazırlandı. Onlar daha çok dünya müziği tarzında, etnik füzyon çalışmalar yapmışlar. Meksika, Küba, Hint müziğinden esinlenerek albümler yapmışlar. Türk müziğinden esinlendikleri bir albüm yapmak istedikleri zaman benimle çalıştılar.

Æ Sizi nasıl buldular?

Æ Tesadüf oldu aslında. Önce arkadaş olduk, sonra bu proje netleşti. 6-7 yıl önce İstanbul projesine başlamışlar ama kiminle nasıl çalışacaklarını bilemedikleri için bırakmışlar. Sonra biz tanışınca proje tekrar gündeme geldi ve "İstanbul Secret" albümü çıktı.

Æ İstanbul Secret yurt dışında nerelerde çıktı?

Æ Almanya’da, İspanya’da, Amerika’da çıktı ve çok güzel tepkiler aldı. Oradaki insanlardan beğendiklerini belirten mesajlar geldi.

Karadeniz

albümüm en çok Diyarbakır’da sattı

Æ Karadeniz türküleri denince akla ilk gelen isimlerdensiniz. Karadeniz ile bir bağlantınız var mı? Yoksa nasıl bu kadar iyi şive yapabiliyorsunuz?

Æ Gülbeyaz döneminde ciddi öğrenim süreci geçirdim. Ayrıca danışmanımız vardı. Karadeniz şivesinin bir ritmi, müziği var. Belki de buradan yakaladım. Bu çalışmaları yaparken şarkıları da söylemeye başladım, zorlanmadım.

Æ Albüm de çıkardınız.. Karadeniz’de ilgi gördü mü albümünüz?

Æ Aslında çok ilginç bir şey oldu. Yöresel bir sanatçı olmayıp yöresel türküler okuyan bir sanatçı olduğumdan yaptığım işler memleketin her yerinde ilgi gördü. Kimse beni tek başına sahiplenmedi ama aynı zamanda herkes de sahiplendi ki bu benim hayattaki duruşumu da anlatan bir durum. Mesela, Karadeniz albümünün en çok satıldığı yerlerden biri Diyarbakır.

Æ Bu çok ilginç değil mi?

Æ Bu, müziğin birleştirici yanı hem de benim Anadolulu oluşumu gösteriyor. Bu toprakların her yerinde beni dinleyen var ve ben de bu toprakların her yerinden türküler okumayı seviyorum. Karadeniz de bunlardan biri..

Popüler olmak gibi bir hırsım yok

Æ Hem oyunculuk yapıyorsunuz hem şarkı söylüyorsunuz. Siz kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Æ Bir etiket koymak, kendimi sınıflandırmak taraftarı değilim. Kendime "serbest radikal" diyorum. Kendimden ibaretim. Bu bana yetiyor. Bu insanlarda karşılık buluyorsa ne güzel, ama bulmuyorsa yapabileceğim bir şey yok. Kimsenin ya da çoğunluğun istediği gibi olamam. Ama çoğunluğun ya da en azından beni takip edenlerin bir yerlere getirebilir belki..

Æ Bu bir sanatçıdan görmeye alışık olmadığımız bir tutum..

Æ İnsanların kriterleri beni hiç ilgilendirmiyor. Şu ana kadar yapmak isteyip de yapamadığım bir şey olmadı. Hiçbir şeyi başkaları için yapmıyorum, kendim için yapıyorum ve bunu insanlarla paylaşıyorum. Bu 10 kişi midir, 10 milyon mudur ilgilenmiyorum. Nasıl daha fazla popüler olabilirim, en iyisi nasıl olurum gibi hırslarım yok açıkçası.
Yazının Devamını Oku

İzmir’in enerjisi beni etkiledi buraya yerleşmeye karar verdim

9 Kasım 2008
Enrique Maestre, dünyada Latin müzik tarihi ile Latin perküsyon üzerine uzmanlaşmış dört kişiden biri olarak kabul ediliyor. Bu konuda bir de kitabı bulunan Maestre, enerjisine hayran kaldığı İzmir’e yerleşmiş ve İzmirlilere Latin müziği öğretmeyi görev edinmiş.

Æ Latin müziğine ilginiz nasıl başladı?

Æ Ben Latin müzikle büyüdüm. Ama gerçek anlamda bu müziğe gönül verişim Batı Yakasının Hikayesi’ndeki Amerika isimli şarkıyla oldu.

Æ Nasıl bir müzik eğitimi aldınız?

Æ 10 yaşında müzik eğitimine başladım. 17 yaşımda Real Conservatorio Superior de Música de Madrid’de Latin müzik tarihi ve Afro Karayip perküsyon eğitimi aldım. Müzik sonsuz ve sınırsız bir şey. Yaşamım boyunca workshop ve seminerleri izledim, hala araştırmaya ve öğrenmeye devam ediyorum.

Æ Hangi orkestralarda çaldınız?

Æ Eğitimim süresince pek çok amatör orkestrayla çalıştım. Eğitimim sonrasında ise Jaime Rodriguez, SalsaYa Big Band ve Ponteio gibi büyük orkestralarla çalıştım.

Æ Çalıştığınız dünyaca ünlü müzisyenler kimlerdi?

Æ Jaime Rodriguez, Nicky Marrero, Linda "India" Caballero, Jose Feliciano, Tito Puente, Celia Cruz ve Luis Conte ile çalıştım.

Æ Dünyada Latin müziğini en iyi bilen dört kişiden biri olarak gösterildiğiniz doğru mu?

Æ Sadece dünyada Latin müzik tarihi ile Latin perküsyonda uzmanlaşmış, perküsyonun Latin müziğindeki önemini araştıran, bu konuda kitaplar yayınlayan, dünyaya Latin müzik tarihinde perküsyonun yerini tanıtmaya çalışan 4 kişiden biriyim. Diğer 3 kişi Jose Urfe, Odilio Urfe ve Helio Orovio.

Æ Latin müziği tarihinde sizi en çok şaşırtan ne oldu?

Æ Güney Amerika’da müzik türlerinin ve varyasyonlarının varlığı ve yaratıcılığın sınırsızlığı. Mesela, biz Avrupalılar klasik müzik gibi ağır müzikler dinlerken, Latin müziğindeki hareketlilik ve coşkunun var oluşu ki Son müziğini tüm dünya hala büyük bir keyifle dinlemeye devam ediyor. Buna en iyi örnek Buena Vista Social Club..

Æ Latin müziği hakkında neleri yanlış biliyoruz?

Æ Aslında yaşamımızın her anı Latin müzik dinliyor olmamıza rağmen ne dinlediğimizi pek bilmiyoruz. Reklamlarda kullanılan jinglelar, cafe restaurant ve alışveriş merkezlerinde çalınan parçaların yüzde 80’i Latin. Bu müzikle ilgili çok az bilgi olduğu için nelerin yanlış olduğunu söylemem çok zor.

İZMİR’İN İNSANLARININ DOĞALLIĞI, YAKLAŞIMI ÇOK ETKİLEYİCİ

Æ Neden İzmir’e yerleştiniz?

Æ İzmir’e ilk geldiğimde bu şehre ve bu şehrin insanına hayran kaldım. İnsanların yaklaşımı, doğallığı ve yaydıkları enerji beni çok etkiledi ve bu şehirde yaşamaya karar verdim.

Æ Burada neler yapıyorsunuz?

Æ Latin müzikle ilgilenen ve bu müziği seven ya da tanımak isteyen herkese seminerler, konferanslar ve workshoplar veriyorum.

Æ Her isteyen perküsyon ya da Latin müziği çalabilir mi yoksa özel yetenek mi gerekir?

Æ Bence her isteyen perküsyon çalabilir ve Latin müziğini öğrenebilir. Ancak bu müzikte ne kadar başarılı olacağınız tabii ki hem yeteneğinize, hem de ne derece istekli olduğunuza bağlıdır. Herkes her öğrendiği şeyde profesyonel olacak diye kural yok. Sadece bilmek ve bu işten zevk almak için de hobi bazında perküsyon çalabilirsiniz.

İKİ KÜLTÜRDE YETİŞMEM VİZYONUMU GENİŞLETTİ

Æ Annenizin Kolombiyalı, babanızın Hollandalı olması, bu karışım size neler katmış olabilir?

Æ İki farklı kültür arasında büyümüş olmam vizyonumu genişletti. Farklı kültürleri de tanıma isteğimi körükledi. Ve sanırım Avrupa disiplini ile Latin kvraklığını yaşamıma taşıdı.

Æ Hollanda Antilleri’nde doğup belli bir yaşa kadar orada büyümeniz sizde ne gibi farklılıklar yaratmış olabilir?

Æ 12 yaşıma kadar Antiller’de yaşadım. Çocukluk dönemi için büyük avantajdı. Özgürce oynama ve kendimi ifade etme şansım vardı. Ayrıca farklı kültür ve ırktan insanların arasında yetiştim. Melezler, beyazlar ve zenciler. Sanırım bu süreçte diğer kültürlere adapte olma konusunda iyi eğitim aldım.

ÖMRÜM BOYUNCA LATİN MÜZİK ELÇİSİ OLARAK ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEĞİM

Æ Kaç kitap yayınladınız, kitaplarınızda neler anlatıyorsunuz?

Æ 9 kitap yayınladım. Son kitabım "Latin Perküsyon ve Latin Müzik Tarihi" Türkçe’ye çevrildi. İsminden de anlaşılacağı gibi Latin müzik tarihini ve bu müzikte perküsyonun yerini ve önemini anlatıyorum. Aynı zamanda Latin müziğin önemli isimlerini tanıtıyorum. Bu müziği icra eden ve dinleyenlerin hayatlarına neler kattıklarını anlatmaya çalışıyorum.

Æ Bundan sonrası için projeleriniz neler?

Æ Latin müziğin dünyadaki en önemli müzik olduğunu düşünüyorum. Ömrüm yettiği sürece de Latin müziği hak ettiği yere getirebilmek için bir müzik elçisi olarak çalışmaya devam edeceğim.

ENRIQUE MAESTRE KİMDİR?

1963’te Hollanda Antilleri’nden biri olan Bonaire’de doğdu. Perküsyon çalmaya Kolombiyalı annesinin oynaması için verdiği sabun kutuları ile 8 yaşında başladı. 10’lu yaşlarda babasının desteği ile Bonaire’de müzik eğitimine başladı. 5 yıl sonra, 1978’de ailesiyle Hollanda’ya taşındıklarında "Fania All Stars"ın perküsyonisti "Nicky Marrero" ile karşılaştı ve ondan da ders aldı. 20 yaşına kadar amatör orkestralarla çaldı. Bu arada ünlü piyanist Porto Riko’lu Jaime Rodriquez onu keşfetti. 5 yıl sonra Enrique, kendi orkestrası olan "Salsa Ya Big Band" ile 4 yıl Avrupa turnesi yaptı. 1992’de gittiği Güney Afrika’da Latin perküsyon workshoplar verdi. 200 Güney Afrikalı perküsyonistle "Samba Konseri" verdi. 2001’de dünyada en iyi marakas çalan kişiler arasında aday gösterildi. 2002’de Türkiye’de yaşamaya karar verdi. Şimdi İzmir’de, Latin müziği ile ilgilenen herkese ders veriyor. 2005’te Latin Perküsyon&Latin Müzik Tarihi isimli kitabı Türkçe yayınlandı.

ÇOK BEĞENDİĞİM TÜRK MÜZİKLERİNİN YANINDA BENİ SIKAN, YORAN MÜZİKLER DE VAR

Æ Ne zamandır Türkiye’de yaşıyorsunuz, neden burada yaşamayı seçtiniz?

Æ Yaklaşık 6 yıldır Türkiye’deyim. İlk 4 yılımı İstanbul’da geçirdim, iki yıldır da İzmir’deyim. Türkiye’ye geldiğimde Latin dansların ne kadar popüler olduğunu gördüm ancak Latin müzik bilgisi çok azdı. Müziğimi öksüz gibi hissettim. Ben de Türkiye’de insanlara Latin müziğini öğretmeyi hedefledim ve kalmaya karar verdim.

Æ Türk insanının müzikle nasıl bir ilişkisi var sizce?

Æ Tüm dünya insanları gibi Türkler de duygularını müzikle ifade ediyor ve tarihleri boyunca pek çok farklı ve ilginç müzik stilleri yaratmışlar. Aynı zamanda farklı müzikleri dinleme ve öğrenme konusunda son derece istekliler.

Æ Türk müziği hakkında neler düşünüyorsunuz?

Æ Çok beğendiğim parçalar ve müzisyenler var. Halk müziği ve Türk sanat müziği içinde çok değerli eserler var ve bu eserleri hayranlıkla dinliyorum. Ancak hepsini çok seviyorum dersem yalan söylemiş olurum. Hoşlanmadığım beni sıkan ya da yoran müzikler de var.

Æ Çalıştığınız ya da eğitim verdiğiniz Türk müzisyenler kimlerdi?

Æ Engin Gürkey, Asım Ekren ve Ayhan Sicimoğlu ile çalıştım.

AFRİKALI PERKÜSYONCU İLE GÜNEY AFRİKA’NIN EN BÜYÜK SAMBA GÖSTERİSİNİ YAPTIK

Æ Sizi dünyanın en iyi marakas çalan kişileri arasında gösteren hangi kurum oldu?

Æ 1994’te Latin Amerika Müzik Kurumu, en iyi marakas çalan kişiler arasında gösterdi. Ama ben bunu bir şaka olarak algıladım, çünkü dünyada binlerce enstrüman ve bunları çalan yüzbinlerce kişi arasında bu tür bir yakıştırma bana göre pek mümkün değil.

Æ Güney Afrika’da dünyanın en büyük Samba gösterisini verdiğiniz doğru mu? Nasıl bir gösteriydi?

Æ 1997 yılında Sun City amfitiyatroda, 200 Afrikalı perküsyoncunun katılımı ile Güney Afrika’da o güne kadar yapılmış en büyük Samba gösterisini gerçekleştirdik.
Yazının Devamını Oku

Filmin Atatürk’e zarar vermesini asla istemem

2 Kasım 2008
CAN Dündar, TÜLOV ve Rotary 9. Grup kulüplerinin düzenlediği, "Mustafa" filminin galası için İzmir’deydi. Büyük katılım ve ilgi olan film sonrası Dündar’la sohbet ettik. Devamlı vurguladığı nokta, filmin tamamen Atatürk’ün hayatı ile ilgili belgelerle kurgulandığı, ne eksik, ne de fazla birşey olmadığıydı.

Æ "Mustafa" içinize sinen bir film oldu mu?

Æ Çok. Gerçi hala içimde bazı eksiklikler var. Ah şu da olsaydı, bunu da koyabilseydik diyorum. Ama yine de istediğimiz sıcaklıkta yansıttığımıza inanıyorum.

Æ Sizin Atatürk’ünüz nasıl bir Atatürk?

Æ Devrimci hatta radikal bir devrimci. Gözünü budaktan esirgemeyen bir toplumun bin yıllık önyargılarını yıkıp değiştiren bir kavşak noktasında duran bir devrimci. İtiraf edeyim ki ben Atatürk üzerine çalışmaya başlamadan önce böyle görmüyor, böyle hissetmiyordum. Onu farklı kaynaklardan okudukça böyle hissettim. Her ne kadar tümünü yansıtamasam da filmde biraz yansıtmaya çalıştım. Aslında yalnızlığının nedeni de devrimciliği. Herşeyi bu kadar kısa zamanda yapma tutkusunun ve aslında başarısının da nedeni bu. Başka türlü başaramazdı.

Æ Atatürk’ün hayatında sizi en çok ne şaşırttı?

Æ Çocukluğunda yaşadıklarının hayatı boyunca onda bıraktığı izler beni şaşırttı. Travmalar, boşluklar, anneyle ilişkiler, baba boşluğu, kaderle, doğayla mücadele. Bu aslında başka bir okuma. Bu konuda Vamik Volkan’ın psikanalitik kitabının çok faydası oldu. Filmde bunun ipuçlarını vermeye çalıştık. Abisinin başına gelenler, babasının erken kaybı, bir baba boşluğu ile yetişip kendisinin bütün bir ulusun babası olması aslında ciddi ipuçları. Bunları farkettiğimde şaşırdım.

Æ Özel hayatında her zaman doğru kararlar alabilmiş mi sizce? Fikriye veya Latife ile evliliği...

Æ Tarihi tartışırken ’şöyle olsaydı’ demek çok zor. Fikriye Hanım onun hayatında çok önemliydi. Ama sanırım Latife Hanım ile olan evliliği topluma mesaj niteliğindeydi. Bir tür misyon evliliği. Birisi belki ona daha yakın, evin kızı, diğeri ise Türkiye’ye lanse etmek istediği yeni kadının simgesi. Belki buna evlilikten çok bir vitrin çalışması diyebiliriz.

Cesaret alabilirsek sinemaya devam ederiz

Æ Kendinizi sinemacı olarak görüyor musunuz?

Æ Beyazperdede birşeyler yapmak, belgeseli perdeye taşımak, sinema diliyle yapmak bütün bunlar denenebilir. Demek ki seyirci ilgisi var, talep var, elbette daha çok Atatürk’e. Ama belki yarın Fatih Sultan Mehmet yaparsak bu portreler seyirciye ilginç olabilir. Hem belgeselin önü açılabilir, hem belki okumaktan hoşlanmayan yeni kuşağın zihni açılır.

Æ Bundan sonraki adımınız ne olur?

Æ Hiç bilmiyorum. Buradan alacağımız cesaretle, tabii cesaret alırsak, sinemaya devam edebiliriz. Doğrusu sinema çok heyecan verici, kayıtsız kalamayız. Benim için sevindirici olan belgesel gibi üvey evlat muamelesi görmüş bir alanın sinemada ilgi görmesi. Bunu başarabildikten sonra bu yolda ilerlemek isterim.

15 yaşında yazdığı günlükler Genelkurmay’da

Umarım bu filmle, gençler biraz daha okuma ve araştırmaya yönelirler

Æ Gençler sizi yakından takip ediyor şu anda. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Æ Bu kuşağın hem avantajları, hem de dezavantajları çok fazla. Dezavantajları, okumanın çok gözden düştüğü bir dönemde dünya sahnesine çıktılar ve televizyon, sinema ne söylerse ona inanır durumdalar. Avantajları ise bizim çok önyargılarımız, tabularımız vardı, onların yok. Herşeyi sorgulamaya çok hazırlar, kimseyi putlaştırmıyorlar. Bu da sağlıklı bir şey. Bu avantajla dezavantajı nasıl bertaraf edebilirler bu önemli. Atatürk bu konuda çok iyi bir örnek. Şu anda Atatürk ile yeni bir tanışma fırsatı var. Bu film onları biraz daha ana kaynaklara yönlendirir, biraz daha okumaya teşvik edebilirse, kitapları arayıp bulurlarsa başka bir yorumlamanın da mümkün olduğunu görürlerse hem kendileri, hem Atatürk, hem de Türkiye için çok iyi olur.

Æ İlk defa gördüğümüz eski filmler var. Onları nereden buldunuz?

Æ Rus, İngiliz, Fransız arşivleri. Zaten en büyük çabayı orada gösterdik ve bütçemizin en büyük bölümünü de orada harcadık.

Æ Birçok arşive ulaşmışsınız. Mesela, 15 yaşında tuttuğu günlüğe ulaşmışsınız. Bu kadar şahsi kayıtlar vardı da neredeydi bunlar, siz nasıl ulaştınız?

Æ Genelkurmay Başkanlığı’nın arşivindeydi. Genelkurmay Başkanlığı film için özel açtı. Yerini, varlığını bildiğim ve 10-15 yıldır peşinde olup da bir türlü izin alamadığım belgelerdi bunlar.

Æ Size özel izin verilmesi ne hissettirdi? "Bunca zaman doğru şeyler yapmışım" dediniz mi?

Æ Bir yandan araştırmacı sıfatımız tescillenmiş gibi oldu, bir yandan yapacağımız çalışmanın Atatürk’ü kamuoyu ile buluşturacağı konusu bazı kişilerce tescil edildi, öneminin kavrandığı anlaşıldı. Ki ben o defterlerin, Atatürk’ü yakından tanıyabilmek için hakikaten önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonradan yazılan hatıralara nispetle günlükler o günün hislerini yansıttığı için insana dair çok ipucu verirler. Şimdi kitapta ve yazı dizisinde biraz daha geniş kullanacağız. Atatürk’ü her yaş diliminde daha iyi tanımamızı sağlayan günlükler bunlar.

Mustafa yurt dışında da gösterilecek

Æ "Mustafa" festivallere katılacak, yurt dışında gösterime girecek mi?

Æ İlk Selanik’e gideceğiz. Sonra Sofya’da bir festivale gideceğiz. Strasbourg, Nürnberg, Avustralya, New York’a gideceğiz. Kimi festival, kimi de aldığımız davetler. Hepsine katılacağız.

Önce filmi izleyin sonra tebrik edin

Æ Filmi izlemeden sizi tebrik edenlere hep "Önce izleyin, sonra tebrik edin" diyorsunuz. Filmi izledikten sonra tepki gösterecekleri gibi bir kaygınız var mı?

Æ Doğrusu insanların şaşıracağını tahmin ediyorum. Çünkü bugüne kadar çok statik Atatürk imajı verildi. Çok şablonlara hapsedildi. Bir hayli törpülenmiş bir versiyonunu bize tanıştırdılar. Şimdi biraz daha insani yönlerinin öne çıktığı, daha sıcak bir karşılaşmada bir tür çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın hatıra defterini okuyormuş gibi hissetmelerini bekliyorum.

Æ Siz ya da ekibinizden birileri Atatürk’ün yanlış anlaşılması kaygısını taşıdınız mı? Hiç çatlak ses oldu mu ekipte?

Æ Tabii, elbette. Günlerce, aylarca tartıştık, her cümleyi her fotoğrafı tartıştık. Tüm malzemeyi her seferinde yeniden kardık. Asla bir filmin Atatürk’e ya da bir çalışmamın bir kahramana zarar vermesini istemem. Amaç bu olmamalı. Biz sadece bir insanı objektif yansıtmaya çalışıyoruz. Ne küçültmek, ne abartmak ne de yargılamak peşinde değiliz. Ben buna inanıyordum. Ama ekipte kaygısı olan arkadaşlar vardı ve onlarla hep tartıştık ve çözüm bulduk.

Goran kendi orkestrasıyla çalar zannediyordum, bizim sazlarla çaldı

Æ Goran Bregoviç müzikleri size istediğiniz tadı verebildi mi?

Æ Bence verdi. Yani seyirci yadırgamadı, sıcak buldu. O toprağın havasını yansıttı. Hüzün sahnelerine çok uygun bir Balkan hüznü verdi, olması gereken yerlerde coşturdu. Aslında benim için sürpriz yerli enstrümanlarla çalması oldu. Ben kendi orkestrasıyla çalar sanıyordum. Buraya geldi, neyler, zurnalar, defler, bağlama, kanun, ut çaldı. Bu kültürle kendi ezgileri birleşince ortaya çok ilginç karışım çıktı.

Ben daha farklı tartışmalar bekliyordum

Æ Filmde Mustafa Kemal’in Vahdettin’in görevlendirmesi ile Anadolu’ya gitmesi biraz açık kalmış gibi? Vahdettin "devleti sen kurtaracaksın" diyerek neyi kastediyor?

Æ Biz de bilmiyoruz ki, bütün tartışma bu zaten. Atatürk sadece bu kadarını aktarmış. Bunlar Atatürk’ün aktardığı konuşmalar, biz birşey eklemedik, çıkarmadık. Kürt meselesi de öyle. Bir basın toplantısında Kürt meselesiyle ilgili görüşlerini söylüyor. Onu mu, bunu mu demek istiyor, o tartışmalara girmiyoruz. Çok hassas davrandık. Ama belgeli, gerçek olan ne varsa onları aktardık.

Æ Filmden sonra yaşanan tartışmalara ne diyorsunuz?

Æ Doğrusu daha politik tartışmalar bekliyordum. Ama sponsor üzerinden ya da yalnız mıydı, değil miydi türü tartışmalar beklemiyordum. Bunlar da beni şaşırttı.

Æ Sponsor olmaktan vazgeçen firmanın Atatürk’ün yanlış anlaşılmasından çekindikleri için çekildiğini yazmışsınız..

Æ Evet ondan çekindiler. Olabilir, böyle düşünebilirler. Ben öyle olmayacağını savundum. Nitekim öyle olmadı. Gerçi bizi biraz zor durumda bıraktılar ama sponsorluk bu, her şey olabilir.

Libyalılar izin vermeyince Trablusgarb’da çekim yapamadık

Æ Çekimler sırasında zorluklar yaşadınız mı?

Æ Yurt dışında fazla iz bulamadık. Mesela Manastır’da okuduğu okul bugün fitness center olmuş, mesela, Trablusgarb’a gidemedik, gözünden yaralandığı yeri çekmek isterdim, gidemedik.

Æ Neden?

Æ Libyalılar vize vermedi.
Yazının Devamını Oku

Sporcu da okuyor, yazıyor denilince çok keyif aldım

26 Ekim 2008
EMRE Dağdelen, başarılı spor hayatını Vestelspor Basketbol Takımları Genel Menajerliği yaparak sürdürüyor. Genel kanının aksine Dağdelen, kitap okumayı çok seven hatta yazan bir sporcu. Kitaplarının gelirini otistik çocuklaa harcayan Dağdelen, bunu hayata şükretme olarak da görüyor.

Æ Spor hayatınız nasıl başladı?

Æ İlkokul 5. sınıfta yani 12 yaşımda basketbol oynamaya başladım. Aslında bayağı geç bir yaş. Arkadaşlarım basketbola gidiyor diye gittim ama sonra çok sevdim. Takım halinde yapılan çok güzel bir spor basketbol, diyaloglar çok iyi, güzel bir ortam oluyor.

Æ Hangi takımlarda basketbol oynadınız?

Æ Karşıyaka’da başladım. Çakabey Koleji, Altay, Göztepe’de oynadım, kaptanlık yaptım. Ankaragücü’ne gittim, Aliağa Belediyesi’ne geldim ve en son Vestel’deyken sakatlandım, engelli olmanın ucundan döndüm.

Æ Nasıl yani?

Æ Çok ağrılarım vardı. Doktorlar fıtık olabilir dediler ama yine de tomografim çekilince omuriliğimi kırdığım ortaya çıktı. Doktorum bana "Basketbol senin için ne kadar önemli" dedi. "Hayatımdan daha fazla değil" dedim. "Oynamaya devam edersen felç olabilir" deyince oyunculuğu bıraktım ve askere gittim, üniversitede yüksek lisansa başladım.

Æ Şu anda ne iş yapıyorsunuz?

Æ Askerden döndükten sonra Vestel’den gelen teklifle A takımı menajerliğini yapmaya başladım. Şu anda Vestelspor Basketbol Takımları Genel Menajeri’yim.

Sporcular kaslı, yakışıklı ama

beyinsiz diyen kızlar çok bozuldu

Æ Kitaplarınız çıktıktan sonra nasıl tepkiler aldınız?

Æ Genelde şaşıranlar oluyor. Çünkü kimse sporculukla okuma-yazarlığı fazla bağdaştırmıyor. Hatta Türkiye Basketbol Federasyonu aradı. Anadolu Ajansı, "Vestelspor Takım kaptanı kitap yazdı" diye haber geçmiş, "Doğru mu" diye soruyorlar. Onlar bile inanmamış yani..

Æ Siz neler hissettiniz kitaplarınız çıkınca?

Æ Bir kere ne kadar çok arkadaşım olduğunu gördüm. Benden çok çabalayanlar oldu satmak için. Çok büyük manevi keyif aldım. Ama en çok hazzı birçok kişi "Sporcular da okuyor, hatta yazıyormuş" deyince aldım.

Æ Bu konuda bayağı bir önyargı var yani...

Æ Bir gün üniversite içinde servis yapan otobüse binmiştim. Okuldaki hocalarıma kitaplarımı götürüyordum. Hemen yanımda iki kız bizim okulun oradan geçerken, "Bu beden eğitimi öğrencileri kaslı, omuzları geniş ama bir de beyinleri olsa" dedi. Ben hemen çantamı açtım, kitaplarımı uzatıp, "Ben beden eğitimi öğrencisiyim, ama bir de kitap yazdım" deyince "Eyvah duydunuz mu yoksa, yani aslında öyle dedik ama genelleme yapmamak lazım" dediler, bayağı bozuldular.

Ben hayatımı koşarak kazanıyorum, koşamayanlara yardım etmek istedim

Æ Neden kitaplarınızın gelirini bağışlamak istediniz?

Æ Ben ilkokul 5. sınıftan beri basketbol oynuyorum. Yaşım 31, 17-18 yaşımdan beri bu işten para kazanıyorum. Yani iyi koşabildiğim, fiziksel yeteneklerim daha iyi, biraz daha üstün olduğundan ben bu işten para kazanıyorum. Bazı insanlar ise yapmak istediği şeyleri yapamıyor. Yürüyemiyor, koşamıyor, spor yapamıyor. Oysa ben hayatımı böyle kazanıyorum, onlar için ne yapabilirim diye düşündüm ve bu yolu seçtim.

Æ Bir nevi şükretme yolumu bu?

Æ Belki, öyle de diyebiliriz. Bir de Ege Üniversitesi Beden Eğitimi Okulu’nda iken Engellilerle Spor adlı bir dersimiz vardı. Her hafta engellilerle dersler yapıyorduk. O zaman işitme engelli bir çocuktan da etkilenmiştim. Yani hepsi birleşti.

Æ Kitaplarınızın gelirini nereye bağışladınız?

Æ İkinci kitabımın geliri Menemen Sabahat Akşiray Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi’ne gitti. Bu kitabın geliriyle orada iki ana sınıfı açıldı. Yani yardımımız yerini buldu.

Æ Yardımlarınız okulda nasıl karşılandı?

Æ Oradakiler gerçekten çok farklı eğitmenler. Yaklaşımları çok iyi. Bir aile gibi olmuşlar. Başka okullarla da görüşmüştüm yardım etmek için. "Ne bilelim cebine atmayacağını, okulumuzun adını kullanacaksın" dediler. Ama belki yaşanan birçok olumsuzluk yüzünden onlar da haklı olabilir.

Hayatta gördüğüm iyilikleri ikiyüzlülükleri herşeyi yazıyorum

Æ Nelerden esinleniyorsunuz yazarken?

Æ İşim gereği yollardayım. Gördüğüm her şeyden, herkesten etkileniyorum. Başıma gelen olayları ben değilmişim gibi yazıyorum bazen. İyilikleri, ikiyüzlülükleri, çatışmaları yani hayata ve insanlara dair her şeyi yazıyorum.

Æ Bir rahatlama hissediyor musunuz yazdıktan sonra?

Æ İşim stresli, her gün sporcularımın her türlü sorunuyla ilgileniyorum. Genellikle günün sonunda yazıyorum. İç dünyamdan ayrılıyorum, rahatlıyorum. Zaten sonucunda hayırlı iş olacağını düşündüğümden daha da mutlu oluyorum. Önceki kitaplarımla 16 otistik çocuğu okuttum, ismimi sınıfa verdiler. Manevi açıdan çok rahatlıyorum.

Æ Üçüncü kitap ne zaman çıkacak?

Æ Ocak ayında çıkmasını planlıyorum. Yardımlarım yerini hemen bulsun istiyorum.

Æ Almak isteyenler nereden temin edecekler kitaplarınızı?

Æ İkinci kitap satıldı zaten. Üçüncü içinse mail adresim; emredagdelen@gmail.com adresinden bana ulaşabilirler.

Kitaplarımı kütüphanede görünce gurur duyuyorum

Æ Yazmaya nasıl başladınız?

Æ Okumayı çok seviyorum. Biz sporcular hep yollardayız, deplasmanlara gidiyoruz. Ben Manisa’ya giderken bile kitap okumaya başlıyorum. Göztepe’deki masörümüz rahmetli Gürkan ağabeyimiz vardı. O da çok okurdu, hatta amatörce yazardı. Bana, "Sen neden yazmıyorsun, kitap yaparsın en azından çocukların görür" dedi. Şimdi gerçekten kütüphanede kitaplarımı görünce gurur duyuyorum.

Æ Şu ana kadar kaç kitabınız yayınlandı?

Æ İki kitabım yayınlandı. Üçüncüsü yolda.

Æ Kitaplarınızın edebi eleştirisi yapıldı mı?

Æ İlk kitabımı tanıtmadım. Ama ikincisini tanıtmak için neredeyse her köşe yazarına mesaj atmıştım. Bazıları kitabımı istedi. Hatta Güler Kazmacı kendi köşesinde kitabımı okuduğundan, içeriğinden bahsetti. Radikal gazetesinin kitap ekinde de yer aldım ama edebi eleştiri hiç yapılmadı.

Æ Her yazı yazan yazar olacak diye bir durum yok zaten. Ama yine de ne haddine diyen oldu mu?

Æ Evet oldu. Çok değil ama. Zaten şimdi üçüncü kitabımda daha farklı çalışma yapacağım. Uzunlu kısalı paragraflar yazıyorum. Bunları akılda canlandırabileceğiniz fotoğrafları da kitaba koyacağız.

Yayınevleri ilgilenmeyince kitaplarımı kendim bastırdım

Æ Kitaplarınızı hangi yayınevi basıyor?

Æ Kitaplarımı kendi imkanlarımla bastırıyorum. Çok uğraştım ama basacak yayınevi bulamadım. Kültür Bakanlığı’ndan bandrolleri aldık. Daha çok kendi sosyal çevrem aldı. Basketboldan dolayı oluşan geniş çevrem var, onlar aldı. Birçok vakıf ve derneğe, özel okullara 1000’e yakın mesaj attım. Onlardan da geri dönüşler oldu.

Æ Yayınevleri ne yanıt veriyor size?

Æ Pek ilgilenmiyorlar açıkçası. Biri, "Üç ay sonra bakacağız" dedi. Bir yayınevinin müdürü olan bir hanım ise kişisel olarak ilgilendi, çünkü çocuğu engelliymiş. Bakalım belki üçüncü kitabımda faydası olur. Ama Tema Vakfı gibi birçok kuruluş hemen aradı ve çok ilgilendi.

Æ Kaç kitap satıldı bugüne kadar?

Æ İkinci kitabımdan 10 bin YTL gelir elde ettik. Kapı kapı sattık diyebilirim. Birçok arkadaşım benimle çalıştı ve bu para kazanıldı. Basketbol çevremin çok yardımı oldu.
Yazının Devamını Oku

O zaten bizdendi, Mustafa’dan sonra iyice içimize işleyecek

19 Ekim 2008
GORAN Bregoviç, sadece müzik dünyasında değil, dünya film piyasasında da yerini belirlemiş bir müzisyen. "Çingeneler Zamanı", "Arizona Rüyası", "Underground- Yeraltı" gibi filmlerin başarısında onun müziğinin payı yadsınamaz. Şimdi de merakla beklediğimiz "Mustafa" filminin müziklerine imza attı ve yapımcı Can Dündar’ın deyimiyle ’Atatürk’ü müziğe döktü.’ Goran Bregoviç, zaten bizden biriydi; Mustafa filmiyle iyice içimize işleyecek gibi görünüyor.

Æ İzmir’e ilk gelişiniz mi?

Æ Evet. İlk kez geldim. İstanbul’da ve birçok başka şehrinizde bulunmuştum ama İzmir’e gelmemiştim. Çok güzel bir şehir. Hatta Karadağ’da deniz kenarında bir yazlık evimiz olmasına rağmen eşim bu yaz çocuklarımızla Türkiye’ye tatile geldi ve seneye de kesinlikle gelmeye karar verdi.

Æ İzmirli seyirciler hakkında ne düşündünüz?

Æ Aslında benim en sevdiğim müzikler İzmir kaynaklı. Rebetiko’yu çok severim. Bu Ege’den ayrılan Yunanlılar’ın Balkanlar’a getirdiği bir müzik. O nedenle benim yaptığım, aslında İzmirliler’in iyi bildiği bir müzik. Hatta çalarken "acaba hoşlanacaklar mı" endişesi taşıdım. Ama sanırım çok hoşlandılar ve biliyor musunuz İzmir konserimde ben de çok eğlendim. İzmir’de konser sırasında birçok Bosnalı da gördüm. Konserde bayrak sallıyorlardı.

Æ Atatürk’ün hayatının anlatıldığı Mustafa adlı filmin müziklerini yapıyorsunuz. Proje hakkında ne düşünüyorsunuz?

Æ Tarihi kişilikleri düşündüğünüz zaman sanki onlar gerçek insanlar değilmiş gibi düşünürsünüz. Bizim liderimiz Tito gibi kişiler sanki zamanda iz bırakmış ama gerçek insanlar gibi yaşamamış gibi gelir. Türkler için de Atatürk böyle sanırım. İşte bu film sizlerin tarihinizde çok zor zamanlar geçiren, birçok önemli kararlar veren bir kişinin, insani yönünü görebilmenizi sağlayacak. Bence bu film Türkler için olduğu kadar, tüm dünya için de seyretmesi ilginç bir film olacak. Çünkü bu film sayesinde Atatürk’ün geliştirdiği yeni fikirleri, düşünceleri tanımak mümkün olacak. Yeni fikirler herkesin ilgisini çeker. Bence tüm dünya bu filmi görmek isteyecek.

Æ Bu projede yer aldıktan sonra Atatürk hakkında neler keşfettiniz?

Æ Bence Atatürk en büyük problemi, ülkenizi laikleştirirken yaşadı. Çünkü bu hiç de kolay değil ve başka örneği de yok. Uzun yıllar dini kurallarla yaşamış bir toplumu Batılı değerlerle birleştirmeye çalışırken çok çok zor kararlar vermek durumunda kalmış. O nedenle seyircilerin buna nasıl tepki vereceklerini gerçekten merak ediyorum.

MÜZİĞE STRİPTİZ BARLARDA ÇALARAK BAŞLADIM

Æ Birçok müzisyen sizin olduğunuz yerlere gelmek istiyor. Onlara neler söylersiniz?

Æ Bakın, çok ilginç bir şey söyleyeceğim. Ben müziğe striptiz barlarda çalarak başladım. Bugün çok komik gelse de 17 yaşımda buralarda çalıyordum.

Æ Ama oradan dünya çapında bir sanatçı olmayı başardınız. Bu hiç de kolay değil..

Æ Türkiye gibi büyük bir kültüre sahip ülkenin sanatçılarına göre benim gibi küçük bir kültüre sahip ülkenin sanatçılarının durumu çok farklı. Bizim için dünya müzik dünyasında varolmak çok daha zor.

Æ Bence kendinize haksızlık ediyorsunuz..

Æ Hayır. Bence sizin yapmanız gereken kendinize güvenerek devam etmeniz. Harika bir kültürünüz, çok geniş diliniz var. Dünyanın büyük alanında izleriniz, eserleriniz var. Yani siz Türkler, kendinize güveninizin tam olmasını sağlayacak herşeye sahipsiniz.

SAVAŞTAN SONRA KENDİ DİLİMDE YAZAMIYORUM

Æ Etnik kökenlerinize bakıldığında karmaşık durum ortaya çıkıyor. Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Æ Babam Katolik, annem Ortodoks, eşim Müslüman. Evet biraz karışık görünüyor ama aslında değil. İnsanları nasıl yönlendirirseniz öyle davranırlar. Bu nedenle en iyisi savaşa yönlendirmemek. Çünkü insanoğlunun iyi taraflarının yanısıra hayvani yanları da var.

Æ Balkanlar savaştan sonra ne duruma geldi sizce?

Æ Biz hiç de iyi olmayan deneyimler geçirdik. Ülkemiz, dilimiz yok oldu. Ben artık kendi dilimde yazamıyorum çünkü o artık başka dil oldu. Bu, bizim bölgemizdeki her ülke, topluluk için böyle. Ortak dilimiz kalmadı. O yüzden ben Çingenece’yi tercih ediyorum. Çünkü Balkanlar’da kalan tek ortak dil o.

CINEMA PARADISO FİLMİNİN MÜZİKLERİNİ BEN YAPMAK İSTERDİM

Æ Çok önemli ödüller kazanan birçok filmin müziğini yaptınız. "Mustafa" dışında yeni film müzikleri var mı?

Æ Aslında film müzikleri yapmak öncelikli işim değil. Bazen yapıyorum. Ama açıkçası çok da fazla ilgimi çekmiyor.

Æ Yine de izlediğiniz filmler arasında "Keşke bunun müziklerini ben yapsaydım" dediğiniz oluyor mu?

Æ Evet aslında bir çok film oluyor. Ama en önemlisi Cinema Paradiso. O filmin müziklerini yapabilmeyi isterdim.

Goran Bregoviç gibi dünyada kendini kanıtlamış bir müzisyenin İzmir’e geleceğini öğrenince kendisiyle röportaj yapmak için hemen harekete geçtim. Organizasyonu yapan, İzmirli firmanın yetkilileri, röportaj isteğime üç gün, "Tabii Ayçe Hanım, hemen ayarlarız" demelerine rağmen son gün telefonlarıma cevap vermemeye başladı. O zaman; "Hayatta hangi başarıyı mücadele etmeden, yıldırmaları umursamadan kazandım ki" diye düşünerek kontrolü ele aldım ve röportaj gerçekleşti. O firma yetkililerine, mücadeleci ruhumu tekrar canlandırdıkları ve kendime güvenimi tazelememe neden oldukları için teşekkürü bir borç bilirim...

TÜRK SANATÇILAR BENİMLE ÇALIŞMAK İSTEDİKLERİNDE ÇOK ŞAŞIRIYORUM

Æ Birçok sanatçımız dünyaya açılmaktan bahsediyor. Ama yine de sizin etkinizi yakalayabilmiş değiliz.

Æ Sizin pop müziğinizin bile Avrupa’da çok etkisi var. Birçok önemli sanatçınız var. Mesela beni Mustafa filminin müziklerini yapmam için aradıklarında, "O kadar yetenekli Türk müzisyen varken nasıl beni seçtiler" diye çok şaşırdım. Aynı şeyi Sezen Aksu albümünde onunla çalışmam için aradığında da düşünmüştüm.

Æ Sanırım siz kendi değerinizi gözardı ediyorsunuz..

Æ Daha sonra düşününce Atatürk’ün yadsınamayacak bir Balkan tarafının olduğunu düşündüm. Bu filmde o yanı oldukça öne çıkıyor. O Balkanlar’dan geliyor.

YENİ ALBÜMDE ÜÇ DİNİ MÜZİKLE BİRLEŞTİRİYORUM

Æ Yeni albümünüz ne zaman çıkacak?

Æ Şu an Alcohol isimli albümüm üzerine çalışıyorum. Bu albüm iki kısımdan oluşuyor. Raki ve Champagne; Raki kısmı ocak sonu, diğeri ise mart ayında çıkacak. İzmir’deki konserimde bu albümden parçalar çaldım.

Æ Yeni albümünüzde üç dine atıfta bulunuyorsunuz değil mi?

Æ Albümde 3 harfle adlandırılan viyolin konçerto var. Bu harflerin biri İslam’dan, biri Hıristiyanlık’tan, biri de Musevilik’ten geliyor. Çünkü viyolini 3 dine mensup insanların değişik çalma şekilleri var. Batılı çalma şekli var, daha oryantalist çalma şekli var yani kendilerine göre farklılıklar vardır. Bu yüzden viyolin konçerto ile üç dini barışla vurgulamak istedim.
Yazının Devamını Oku

İzmir’den çok etkilendim hatta izmir’e aşık oldum

12 Ekim 2008
İtalyan fotoğraf sanatçısı Marco Crillissi 16-30 Ekim’de İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde, doğduğu yerin fotoğraflarından oluşan "Sardunya Adası: Bir Kıta" adlı fotoğraf sergisi açıyor. Fotoğrafları "Sardunya’nın Mücevherleri" gibi birçok etnografik ve arkeolojik kitapta yayınlanan Crillissi, Sardunya Sassari Üniversitesi’nde lisansüstü öğrencilerine fotoğraf eğitimi veriyor. Kendisini daha çok belgesel fotoğrafçısı olarak tanımlayan Crillissi ile geniş bir yelpazede sohbet ettik.

> Sizi tanıyabilir miyiz?

> Torinolu bir baba ve Sicilyalı bir annenin oğlu olarak Sardunya’da doğdum. Eğitimimi orada aldım. 11-12 yaşımdan itibaren yaptığım yurtdışı seyahatleri ile birçok farklı kültürü tanıma imkanım oldu.

Adalı olmak bir mantık sorunudur

> Bir adada yaşamak nasıl bir duygu?

> Sardunyalı bir yazar; ’Adalı olmak bir mantık sorunudur’ demiş. Nereye giderseniz gidin adalı psikolojisi sizi hep kısıtlar, doğal sınır oluşturur. Birçok adalı için, benim yaptığım gibi, farklı yerlere gidip yaşamak zordur. Kıtada yaşamak korkutucu deneyimdir. Özellikle Ege Bölgesi Sardunya’ya çok benziyor, o yüzden yabancılık çekmiyorum. Deniz, zeytinyağı, yemekler, kültür bana adamı çağrıştırıyor.

Siz kahveyi keyifle içiyorsunuz, biz espressoyu stresle içiyoruz

> Şu ana kadar gezdiğiniz yerler arasında sizi en çok etkileyen yer neresi oldu?

> İzmir’den çok etkilendim, hatta aşık oldum. Bir adalı olarak önce denizden etkilendim. Ayrıca Şirince’yi çok beğendim. Ama İzmir gerçekten çok güzel şehir. Bisikletle gezilecek harika sahiliniz var. Türkler’de en çok etkilendiğim şey hayattan aldığınız zevk. Çok çalışıyorsunuz ama çok da güzel eğleniyorsunuz. Oysa biz İtalyanlar sadece stres yaşıyoruz. Hep aceleciyiz. En basitinden siz Türk kahvesini keyifle içiyorsunuz. Oysa biz adı üstünde ekspressoyu hızlıca içip yine koşturuyoruz.

İTALYA’NIN KUZEYİ MADDİ AÇIDAN ZENGİN KÜLTÜREL AÇIDAN FAKİR

> Kuzeyli bir baba ve güneyli bir annenin çocuğu olmak size ne kattı?

> Etnik çeşitlilik kişiliğimi belirleyip, sınırlarımın dışına çıkardı. Diğer adalılara göre daha açık vizyonum var. İtalya’da kuzey ve güney; iki farklı anlayış, iki farklı yaşam şekli demek. Bugün hala bu farklılık var, İtalya bu anlamda ikiye bölünmüş diyebiliriz. Güney kültüründe Afrika’nın etkisi, kuzey kültüründe Avrupa’nın etkisi çok hissedilir.

> İtalya’nın kuzeyi ve güneyi arasında sorunlar olduğu biliniyor. Sizce kaynağı bu farklılıklar mı?

> Bu farklılık zenginlik yaratırken diğer yandan da kurallara uyma sorunları yaşatıyor. Mesela Güney İtalya’da üniter devlet zihniyeti yoktur. Fakat Kuzey İtalya daha çok devlet kültürünün, hiyerarşisinin oluştuğu bölgedir. Orada Alman, Fransız etkisini hissedersiniz. Ama bence herşeye rağmen Kuzey İtalya maddi açıdan zengin ama kültürel doku ve zenginlik açısından güneye göre çok yoksuldur. Kuzeyde insanlar daha çok çalışır, daha zengindirler. Güneyde insanlar daha az çalışır daha fakirdirler. Sanırım sizin ülkenizde de aynı tip problemler var.

RAI’DE YAYINLANAN İLK SARDUNYA BELGESELİNİ BABAM HAZIRLAMIŞTI

> Fotoğrafa ilginiz nasıl başladı?

> Belki babamın da etkisiyle 12 yaşımda fotoğrafa büyük tutku oluştu. Babam ticaretle uğraşıyordu ama en büyük hobisi film yapmaktı hem de 16 mm’lik filmler yapardı. 1950’de babamın Sardunya hakkında hazırladığı belgesel, Sardunya hakkında RAI’de yayınlanan ilk belgeseldi.

> Nasıl bir eğitim aldınız?

> Babamın yönlendirmesi oldu ama ben birçok şeyi kendim öğrendim ve fotoğrafçılık mesleğe dönüştü. 80’lerde İtalyan Kültür Bakanlığı bünyesinde arkeoloji fotoğrafçısı olarak çalışmaya başladım. Böylelikle hem iç, hem de dış çekimler de uzmanlaşma imkanı buldum.

> Daha çok ne fotoğrafları çekiyorsunuz?

İşimin dışında daha çok belgesele yönelik çalışarak kendi arşivimi oluşturdum. Birçok editörle çalıştım, çok sayıda etnografik ve arkeolojik fotoğrafım yayınlandı. Dergilerle çalışmaya başlayınca Fransız, Alman, İtalyan dergilerinde fotoğraflarım kapak oldu.

Sardunya Adası ile ilgili 15 bin fotoğraflık bir arşivim var

> İzmir’de açacağınız serginin içeriği ne olacak?


> Serginin adı "Sardunya Adası; Bir Kıta" Bu ismin sebebi adanın bir kıta özelliği gösterecek kadar büyük bir kültür ve tarih zenginliği. Sardunya Adası ile ilgili çok geniş arşivim var. 24 bin kilometrekarelik alanda çekilmiş 15 bin fotoğrafımdan 50 -60’ı sergilenecek.

> Sergi başka nerelere gidecek?

İzmir’den sonra Antalya, İstanbul, Bursa ve Ankara’da gerçekleşecek. Daha sonra tüm Avrupa ülkeleri dışında ABD, Güney Amerika, Avustralya’da sergilenecek.

TÜRKİYE BAŞLI BAŞINA BİR KITA

> Bundan sonra yapmayı planladığınız projeleriniz neler?

> Kendi sergimi buraya getirmemin dışında 1-1,5 yıl sonunda ortaya çıkacak proje üzerinde çalışıyorum. Bütün Türkiye’yi fotoğraflayacağım. İstanbul’a gittim ama esas Anadolu ilgimi çekiyor. Bana göre Türkiye başlıbaşına bir kıta çünkü her bölgesi farklı, gelenekleri, hayat şekilleri farklı. Birçok açıdan ilerlemiş bir toplum olmasına rağmen geleneklerine bu kadar da bağlı kalabilmesi çok ilginç.

> Bu proje ile ne amaçlıyorsunuz?

> Türkiye’nin bu modern, çağdaş yüzünü, gerçek yüzünü gösterecek bir proje olacak bu. Bir ülkeyi iyi tanımak için o ülkenin her boyutunu tanımalısınız. Benim Türk fotoğrafçıya göre en büyük avantajım, bir yabancı olarak onların görmediği, onlara sıradan gelen bazı bakış açılarına sahip olabilirim. Ben daha objektif bakabilirim diye düşünüyorum.

TOPLUMDA, TÜRK KADINI İTALYAN KADININA GÖRE DAHA GÜÇLÜ KONUMDA

> Türkiye ile ilişkileriniz nasıl başladı?

> Türkiye beni hep çok etkiledi. Bizim için oryantal gizemi olan bir ülke. Biz İtalyanlar Türkiye’yi daha oryantal sanıyorduk ki burada karşılaştığımdan çok farklı bir imaj. Geçen şubat ilk kez İzmir’e gelmiştim. Daha sonra Türkiye’de sergi ve çalışma gündeme geldi, sık gelmeye başladım.

> Türkiye hakkında daha önce sahip olduğunuz imaj neydi?

> Türk insanını tanıyınca Türkiye’nin çok farklı yüzüyle karşılaştım. Çok daha doğulu, İslam kimliğinin daha çok vurgulandığı topluluk beklerken ultra modern kent, Amerikan standartlarında yollara, etkileyici banka ve iletişim hizmetlerine sahip, bence iyi bir eğitim sistemi olan güzel kadınların yaşadığı bir topluluk. Türk kadınları beni çok etkiledi. Çünkü toplum içerisindeki konumları gerek aile içinde gerekse iş hayatında İtalyan kadınlarına göre daha güçlü konumdalar.

> Nasıl yani?

> Bir örnek verebilirim. Burada bir düğüne katıldım. Devletinizi temsil eden ve nikahı kıyan kişi bir kadındı. İtalya’da bu her zaman bir erkektir çünkü rahiptir. Bir kadın asla nikah kıyma yetkisine sahip değildir. Sadece belediye başkanı olması durumunda pozisyon gereği olabilir.

Laik Türkiye Avrupa’da haber değeri taşımıyor

> Türkiye’nin her yerinde aynı yaşam biçimi yok...


> Toplumunuzun bir kesiminde daha geleneksel daha İslami kurallara dönük yaşayanları da farkediyorum. Kişisel haklara ve özgürlüklere her zaman saygım var. Ama yine de genel olarak İzmir’de gördüğüm hayat şekli beni şaşırttı. Sizinki gibi bir laik cumhuriyeti, Atatürk’ün devrimlerinden sonra İslami bir devlete döndürmek isteyenler varsa bu bir sorun. İslami kesimin yarattığı durum Avrupa’yı korkutuyor. Ortalama Avrupalı’nın laik Türkiye’den haberi yok. Çünkü laik Türkiye, Avrupa için haber niteliği taşımıyor.

> Bu projede ne tür fotoğraflar olacak?

> Türkiye hakkında gördüğümüz fotoğraflar aslında çok bilinen görseller. Herhangi bir turizm kataloğunda bunlara rastlayabilirsiniz. Beni daha çok insanlar ilgilendiriyor. Çünkü beni heyecanlandıran onların yaşam biçimleri ve gelenekleri. Sardunya sergimde de bu böyle, daha çok insanlar ve geleneksel gösteriler yer alıyor.

İtalya’da kadınlar fotoğraflanmaktan rahatsız olurken sizin kadınlarınız rahatça poz veriyor

> Türkiye’de en ilginç gelen ne oldu?

> Evlenme süreci; gelenekler, kız isteme, çikolata götürülmesi, geline takı takılması, ailecek yemek yenmesi... Aynı şekilde sünnet, nikah takı töreni hepsi ilginçti. Ayrıca İtalya’da kadınlar fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmaz. Ama burada kadınlar fotoğraflarının çekilmesinden keyif alıyor ve rahatça poz veriyor. Türkiye’de beni en çok etkileyen şeylerden birisi bayrağınızı çok sevmeniz ve İstiklal Marşı’nıza sahip çıkmanız. Bir de sitelerde ya da gecekondulardaki uydu antenlerin fazlalığı.

> İtalya’da böyle değil mi?

> Uydu anten konusu aynı ama bayrak ve milli marş konusunda yanınıza bile yaklaşamayız.
Yazının Devamını Oku