Ayçe Bükülmeyen

Tıp okurken Meksika’ya tatile gittim aşçı olup 8 yıl kaldım

1 Şubat 2009
Domenico Ranieri, İtalya’da tıp okurken, tatile gittiği Meksika’da içindeki yemek yapma tutkusunun farkına varmış ve okulu bırakıp sekiz yıl orada yaşamış. Avustralya’dan Katar’a, Osaka’ya dünyanın birçok farklı şehrinde şeflik yapan Ranieri iki yıldır yaşadığı İzmir’de çok mutlu. Türkler’in de, yemeyi ve içmeyi kutlama sayan İtalyanlar gibi önemli bir yemek kültürüne sahip olduğunu düşünüyor.

Æ Küçükken aşçı mı olmak istiyordunuz?

Æ Yemek benim için ailemden gelen eski bir tutku. Biz yemeği çok seven bir aileydik, gurme sayılabiliriz. Büyükannem zamanının büyük bir bölümünü mutfakta geçirirdi, herşey evde yapılırdı.

Æ İtalya’nın hangi bölgesindensiniz?

Æ Güney sahilinde Adriyatik kıyısındaki Puglia bölgesinde Mattinata isimli küçük bir kasabada büyüdüm, ama aslında Avustralya’da doğdum.

Æ Avustralya mı?

Æ Evet. Annem ve babam göçmen olarak gittikleri Avustralya’da tanışıp evlenmiş. Ben orada doğdum ama 6 yaşımdayken İtalya’ya döndük ve aile işinde çalışmaya başladılar. İtalya’da büyüdüm.

Æ Aile işiniz yemekle ilgili miydi?

Æ Sayılır. Yazları bulunduğumuz kıyı kasabasında küçük bir otel-restoran açıyorduk. 16 odalı küçük bir oteldi ama anne ve babam yemek yapımına yardımcıydılar.

Æ Aile işinizle ilgilenirken mi aşçı olmaya karar verdiniz?

Æ Aslında tıp okuyordum ama yemek sevgim ve ilgim sonucu aşçı oldum. Tıp okurken tatile Meksika’ya gittim, ama dönmedim ve sekiz yıl kaldım. Orada yemek kültürüne tutkumu keşfettim, yemek kurslarına katıldım ve aşçı oldum.

Æ Meksika’da nerede çalıştınız?

Æ Meksika’da önce bir iş bulup çalıştım ve bir yıl sonra kendi restoranımı açtım. Villahermosa’da gayet sade ve küçük bir İtalyan restoranıydı. Sadece pizza, makarna ve salata yapıyordum.

Æ Meksika’dan sonra ne yaptınız?

Æ Avustralya’yı görmeye karar verdim. Gittim, Avustralyalı bir kadınla evlendim, beş yıl yaşadım.

Æ Avustralya’da da restoran mı açtınız?

Æ Hayır orada çok iyi otellerde çalıştım. Avustralya zaten çok uluslu bir ülke. O nedenle orada her türlü mutfağı bulmanız mümkün. Meksika, Thai, Çin, İtalyan, Türk her türlü ülkenin mutfağı mevcut.

Türkiye’de yaşanacak en güzel şehir İzmir

Æ İzmir’de yaşamaktan memnun musunuz?

Æ Bence Türkiye’de yaşanacak en güzel şehir. Ankara ve İstanbul’a göre kesinlikle daha iyi. İstanbul çok fırsat sunuyor olabilir ama trafik, kirlilik, sosyal problemleriyle yaşamaya uygun değil. Havası, tarihi, kültürü, insanların açık görüşlülüğü İzmir’i daha yaşanır hale getiriyor.

Æ İzmir’den sonra?

Æ Gelecekle ilgili plan yapmıyorum, günlük yaşıyorum ama ileride belki İtalya’da restoran açabilirim.

Makarnayı çok pişirirseniz hazmedemezsiniz

Æ Yemeklerinizi beğenmeyip şikayet eden olursa ne hissediyorsunuz?

Æ Benim için kendimi ölçmenin en önemli yanı insanların tepkileri. Yemeklerimle insanları mutlu edebiliyorsam o zaman mesleki tatmin yaşıyorum. Herkesi memnun etmek mümkün değil. Ama genel olarak herkesin yemekleri beğenmesini sağlamaya çalışıyorum ki çoğunlukla herkes memnun ayrılıyor.

Æ Peki mesela özellikle makarna yaparken ne hatalar yapıyoruz?

Æ Makarnayı aslında ilk Çinliler yapmış, Marco Polo Avrupa’ya getirmiş. Ama İtalyanlar sahiplenip daha iyi pişirmeye başlamış. Makarnayı dişe gelecek şekilde yani "al dente" pişirmek gerekir çünkü çok pişirirseniz hazmı zorlaşır. Ayrıca çok pişirilen makarna, sosu ile de iyi özdeşleşemez.

En iyi yemeği anneler yapar

Æ İyi yemek pişirmek için neler yapmalı?

Æ En iyi yemek hangisi ya da nasıl pişirilir kesin bir şey söylemek mümkün değil. Ama şunu söyleyebilirim ki bence en iyi yemek annelerimizin yaptığı yemektir. Çünkü anneler yemeklerini her zaman sevgiyle ve tutkuyla yapar. En taze ürünleri seçerler, en sağlıklı ve lezzetli şekilde pişirirler. Çünkü en sevdikleri için yemek yapıyorlar. Belki tekniği, özel bir sırrı yoktur ama en güzel yemeği onlar pişirir.

Æ Siz yemek yaparken anneleri mi taklit ediyorsunuz?

Æ Ben de bir şef olarak herşeyin yanında taze ürünler, bilgilerim ve yemek tutku ve sevgimi katarak pişirmeye çalışıyorum. Üzüntülü ve sıkıntılıyken yemek yaparım ama kesinlikle en iyisi olmaz. Yemek pişirirken ruh haliniz çok önemli. En önemlisi sevgi ve istekle yemek pişirmek.

Biz İtalyanlar için yemek bir kutlamadır

Æ İtalyanlar yemeğe çok önem veriyorlar değil mi?

Æ İtalyanlar kutlamaya bayılır. Kutlamalarını genelde aileleri, akrabaları ve arkadaşlarıyla bir sofrada yaparlar. Yemek bizler için çok çok önemlidir. İtalya’da her kasabanın, şehrin kendine has yemekleri, tatları vardır. Bu konuda çok muhafazakardırlar ve o yemeği en iyi kendilerinin yaptığını iddia ederler.

Æ Sizin favori İtalyan yemeğiniz nedir?

Æ Hepsini seviyorum ama seçmek gerekirse deniz ürünlerini tercih ediyorum.

Æ Türk yemeklerinden hangisini seviyorsunuz?

Æ Genellikle hepsini seviyorum ama bazen yağı ve baharatı bana göre fazla oluyor. Bence bunlar yemeği ağırlaştırıyor. Ama yaprak sarma, kofte ve pideyi sayabilirim.

Türkler yemek yemeyi seviyor ve kaliteli yemek istiyor

Æ Avustralya’dan sonra neler yaptınız?

Æ Yaklaşık bir yıl dünyayı gezdim ve İtalya’ya döndüm. Bazı restoran ve otellerde çalıştım. Arada yine Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Japonya’da büyük otellerde çalıştım. Osaka’da birçok şefe İtalyan mutfağı kursları verdim.

Æ Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu?

Æ Türkiye’de beş yıl kalan İngiliz bir arkadaşım güzel şeyler anlatıyordu, etkilendim. Ankara’dan iş teklif edilince kabul ettim ve bir otelde çalıştım. Sonra İzmir’den teklif geldi ve iki yıldır İzmir’deyim.

Æ Türk mutfağı, Türkler’in yemek kültürü hakkında ne söylersiniz?

Æ Yemek bir kültürdür. Türkiye’yi ve insanlarını çok sevdim. Yemek kültürüne yaklaşımları güzel. Yemeyi seviyorlar, kaliteli şeyler yemek istiyorlar. Tabii bu tüm Türkiye’de böyle değildir ama burada yemekten gerçekten çok iyi anlayan insanlarla tanıştım.

Hiçbir kültür en iyisi değildir, her birinin özel bir yanı vardır

Æ En çok etkilendiğiniz kültür hangisiydi?

Æ Yemek bir kültürdür. Ben ne zaman yeni bir ülkeye gitsem önce yemeklerini tadarım. Orada yaşayanlar ne yiyorsa aynısını yerim. Onların pişirme yöntemleriyle kendiminkini birleştirmeye çalışırım. Bence hiçbir kültür en iyisi değildir. Her kültürün kendi özel, olumlu yönleri vardır.

Æ Peki dünya mutfakları içinde en çok hangisini beğeniyorsunuz?

Æ Çin ve oryantal mutfakları çok seviyorum. Ama yine de haftada bir yemeyi tercih ediyorum.

Æ Yediğiniz en garip şey neydi?

Æ Meksika’da tekilaların içinde bulunan solucanları biliyorsunuz. Onlardan yemiştim.

Æ Iıığgghhh!!!

Æ Garipti ama çok da kötü değildi.

Æ Ben yine de almayayım.

Türk mutfağı ile ilk

Avustralya’da tanıştım

Æ Böyle farklı yerlerde çalışmak mesleğinize ne kattı?

Æ Kariyerim daha çok Avustralya’da şekillendi. Birçok milletten şeflerle tanışıp çalıştık. Böylece değişik ülkelerin mutfaklarını öğrendim. Dünyadaki her şey var orada. Hatta Türk mutfağı ile de ilk Avustralya’da tanıştım.

Æ Türk mutfağından ilk hangi yemeği tattınız?

Æ İlk yediğim sanırım çok çeşitli mezelerdi. Mesela, patlıcan ezme, köfte, humus, biber dolma, pide hepsi çok güzeldi. Türk mutfağı bende iyi bir etki bırakmıştı.
Yazının Devamını Oku

Birleşmiş Milletler ödüllü ve 500 kadının evlerinde para kazanmasını sağlıyor

25 Ocak 2009
AYLA ÇETİN, Zonguldak’ın küçük bir kasabasında kurup İzmir’e taşıdığı atölyesinde antika tarzı Türk kültürünü dünyaya tanıtırken yaklaşık 500 kadının evlerinde çalışarak para kazanmasını sağlıyor. Bu girişimiyle, "Birleşmiş Milletler Girişimci Kadın Ödülü" kazanan Çetin’in en büyük amacı yurt dışından da gelen siparişleri artırıp 1500 kadına iş verebilmek...

Æ Eğitiminiz?

Æ Zonguldak’lıyım. Evlendiğim için Lise 2’de bırakmıştım. Ama sonra liseyi dışarıdan bitirdim.

Æ El işleri üzerine nasıl bir eğitim aldınız?

Æ Annemin nakış atölyesi vardı, babam da resim öğretmeniydi. Çocuklarım büyüdükten sonra Halk Eğitim kurslarına giderek kendimi geliştirdim. Siyah kafa dene eski tip dikiş makinelerinde eğitim aldım. Bana orada eğitmenlik teklif ettiler. Halk Eğitim öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Maaşımla gidip siyah kafa makineler alarak yatırım yapıyordum.

Æ Kendi işinizi kurmaya nasıl karar verdiniz?

Æ Daha sonra Halk Eğitim’den ayrıldım ve kendi atölyemi kurdum. Sipariş almaya başlayıp tek başıma yetişemeyince yetiştirdiğim kadınlara iş vermeye başladım. Bir, iki derken 18-20 olduk. Atölyede çok güzel üretimlere başladık, kendi modellerimiz oluştu.

Æ Ürünlerinizi nerelere satıyordunuz?

Æ Sadece üretmenin işe yaramadığını fark ettik. Üretmek önemli, ama daha önemlisi bunları satmak, pazarda eritmek. Bu nedenle, dünya fuarlarına katılmaya başladım. KOSGEB de bize katkıda bulundu.

MİRAS KALAN EL İŞLERİNİ YAPAN KİŞİ ÇOK AZ

Æ Daha çok ne işler yapıyorsunuz?

Æ Her türlü el işini yapıyoruz. Türk işi, tel kırma, payet, boncuktan işinden yapılmış giysiler, pareolar. Benim branşım olan antika, yani siyah kafa dediğimiz el makinelerinde yapılan delik işi, kum işi, astragan gibi el nakışı ağırlıklı her iş.

Æ Yabancılar en çok hangilerine ilgi gösteriyor?

Æ El nakışı ve delik işini seviyorlar. Atalarımızdan miras kalan işler, yaşatmaya çalışıyoruz.

Æ Peki bu işleri yapanlar az mı?

Æ Evet çok az. Daha fazlaydı ama artık kayboluyor. Ben bu işlerin eğitmeni de olduğum için mümkün olduğu kadar çok kişiye öğretmeye çalışıyorum.

Æ Antika ürünleriniz var. Bunları nereden buluyorsunuz?

Æ Köylerde, büyüklerinden kalan antika örtüleri, kaftanları, özel kumaşları, işlemeli giysileri satanlar oluyor. İlgilendiğimi bildiklerinden bana geliyorlar. Ben de zaten bunları bir nevi koruma altına almak adına satın alıyorum ve saklıyorum.

Æ Kaç yıllık eşyalar geliyor?

Æ Yüz yıllığa kadar var. Çoğu el yapımı. Çünkü o zamanlar makine yokmuş. Bunlar çok değerli, korumaya çalışıyorum. Umuyorum Kültür Bakanlığı destek olur, bir müze yapılarak ürünler sergilenir.

HEP BERABER OLURSAK ÇOK ŞEY BAŞARABİLİRİZ

Æ Evdeki kadınların para kazanmalarını sağlıyorsunuz. Bu nasıl başladı?

Æ Halk Eğitim’den tanıdığım kadınlara iş vermemle başladı. Kadınlar evlerinin işiyle ilgilenip, çocuk büyütürken benim verdiğim elişlerini de yapıp para kazanıyor. Ben eşimden para istemekten hoşlanmıyordum, bu kadınlar da evlerinde çalışarak kendi paralarını kazanıyorlar.

Æ Çalışacak kadınları nasıl buluyorsunuz?

Æ Onlar beni buluyor. Şu an neredeyse 500 civarında kadına iş veriyorum. Bartın’da, Zonguldak’ta, Kahramanmaraş’ta, Türkiye’nin her yerinde bana iş yapan kadın var.

Æ Bir yanıyla önemli bir sosyal görev de yürütüyorsunuz aslında.

Æ Ben hep ülkemizi nasıl kalkındırabiliriz, nasıl daha iyi yerlere getirebiliriz diye düşünüyorum. Hep beraber olursak çok şey başaracağımıza inanıyorum. Bakın bu ortamda bile kadınlar evlerini idare ediyor, masraflarını kısıyor, krizi atlatmaya çalışıyor.

İZMİR’E İLK GELDİĞİMDE AVRUPA’YA GELDİM SANDIM VE YERLEŞMEYE KARAR VERDİM

Æ İzmir’e neden geldiniz?

Æ Birleşmiş Devletler Girişimci Kadın Ödülü’nü kazandım ama Zonguldak Gökçebey’de yani küçücük bir kasabada yaşıyorum. Ne kadar büyüyebilirim diye düşündüm ve büyük bir şehre taşınmaya karar verdim.

Æ Neden İstanbul değil de İzmir’e geldiniz?

Æ Aslında planım İstanbul’a gitmekti. Ama annem rahatsızlandı, buradaki hastaneye getirdik. Kaldığım sürede İzmir’i çok beğendim. Temiz, güzel insanlar özgür. Hatta Ramazan’dı baktım insanlar gayet rahat. İsteyen orucunu tutuyor, isteyen içkisini içiyor. ’Burası nasıl bir yer, Avrupa gibi’ dedim ve buraya yerleşmeye karar verdim.

Æ İzmir’de işinizi yeniden kurmak zor olmadı mı?

Æ Başta zorlandım, ama çabuk alıştım. İzmir’de bir atölyem, Alsancak Limanı’nda bir mağazam var. Bazen günde binlerce turist geliyor ve ürünleri seçip alıyor. Burada da birçok ev kadınına iş verdim.

İZMİR, İSTANBUL’DA BUNCA BAŞARILI KADIN VARKEN, GİRİŞİMCİ ÖDÜLÜNÜ BANA VERMELERİNE ÇOK ŞAŞIRDIM

Æ Birleşmiş Milletler Girişimci Kadın Ödülü’nü nasıl kazandınız?

Æ Elişi ürünlerimle devamlı sergilere katıldığımdan Zonguldak valisi beni destekliyordu, bazı fuarlara onlar gönderiyordu. Valilik, Birleşmiş Milletler’den tüm dünyada başarılı işkadınları arandığı haberi üzerine benim de başvurmamı istedi. Daha sonra Ankara’dan Bileşmiş Milletler’in Cenevre’deki merkezine davet edildiğim haberi geldi. Oraya gittim, çeşitli toplantılara katılıp sergi açtım. 2002 Girişimci Kadın Ödülü kazandım.

Æ Ödülü kazanınca ne hissettiniz?

Æ Zonguldak Gökçebey gibi çok küçük bir yerde başladığım çalışmayla böyle bir ödül almam aslında beni çok şaşırttı. İstanbul, İzmir’de onlarca başarılı kadın varken bu ödülü beklemiyordum. Sonradan öğrendim ki, Birleşmiş Milletler, bu ödülü evlerinde oturan kadınlara iş verdiğim için vermiş.

YABANCI DİLİMİN OLMAMASI YURT DIŞINDAKİ FUARLARA KATILMAMA ENGEL DEĞİL

Æ Yabancı diliniz var mı?

Æ Yok.

Æ Yabancı diliniz olmadan yurt dışı fuarlara katılmaya nasıl cesaret ettiniz?

Æ Yabancı dilim yok ama beş yabancı fuara katıldım. Yurtiçindeki sergilerimin yanında İsrail Kudüs’te, Fransa’da, Cenevre’de dünya fuarlarında, kültür merkezlerinde sergiler açtım. Ürünlerimi sattım, siparişler aldım. Tercümanlar tutuyordum, arkadaşlarım, ailem çok destek oldu.

Æ Avrupa’da ürünleriniz talep gördü mü?

Æ Avrupalılar’ın bu işlere ilgisini gördükten sonra çok memnun oldum. Türkiye’de pazar bulmak çok zor. Fuarlarda satış yapıyordum kazandığım paralarla İstanbul’dan kumaş alıp Zonguldak’ta yeni işlere başlıyordum.

Æ Bu el işlerine daha çok hangi ülkeler ilgi gösteriyor?

Æ Genelde İtalyanlar ve Fransızlar ilgi gösteriyor.
Yazının Devamını Oku

Resimlere camla can katma sanatı: Mozaik

18 Ocak 2009
YEŞİM NİNAT, mozaik sanatına gönül vermiş bir İzmirli. İnsan boyundaki panoları, kimi zaman ellerini keserek, küçücük cam parçalarıyla beziyor. Ciddi anlamda sabır ve irade isteyen çalışmalarını çeşitli yerlerde sergileyen Ninat’ın asıl amacı sanatını İstanbul’da hatta yurtdışında sergileyebilmek.

Æ Mozaikle ilgilenmeye ne zaman başladınız?

Æ Mozaikle 2000’li yılların başında tanıştım. Bir arkadaşım kursa gidiyordu, benim de ilgimi çekti.

Æ Sanat alanında eğitim aldınız mı?

Æ Aslında Ege Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’ne devam ettim. Eğitim sürecinde babamı kaybettim. Evlendiğim sene üniversiteden ayrıldım. Hayatımda kendime yaptığım en büyük kötülüktür. Hala içimde yaradır.

Æ Daha sonra bu konuda bir şeyler yaptınız mı?

Æ Çevremdeki bütün gençlere, ne olursa olsun eğitimlerini bitirmeleri için telkinde bulunuyorum. Yaşadığımız anların tekrarı yok. Hedeflerimizi doğru belirlemek gerekir. Henry David THOREAU’nun sevdiğim bir sözü var "Hayattaki en büyük trajedi bütün hayatınızı, peşinden gittiklerinizin doğru olmadığını görmeye harcamaktır"

Æ Mozaik konusunda ne gibi eğitimler aldınız?

Æ Akademisyen ve bilim adamı olmadığımdan yanlış söylemek istemiyorum. Bildiğim kadarıyla sadece mozaik alanında diploma veren bir kuruluş yok. Türkiye’de üniversitelerin arkeoloji bölümünde antik eserleri araştırma ve restorasyonu çalışmaları yapılıyor. Mesela Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölümü bu konuda "Türkiye Mozaikleri Araştırma Merkezi" kurmuş. Bu merkez aynı zamanda AIEMA’nın (Association Internationale Pour L’Etude De La Mosaique Antique) Paris’teki merkezi ile bağlantıda.

Æ Aslında sanat tarihimizde mozaik çok önem taşıyor değil mi?

Æ Ülkemizde başta İstanbul, Ephesos, Xanthos, Kilikya, Zeugma, Bizans dönemi mozaikleri bulunuyor. En güzel örnekleri Antakya’da sergileniyor. İyi bir fotoğrafçı olan Fatih Cimok Türkiye mozaikleri kataloğunu oluşturdu. Çalışmalar Kültür ve Turizm Bakanlığı, özellikle Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü işbirliğinde yapılıyor.

Devletle medya maddi manevi destek verirse ilgi artar

Æ Mozaik sanatı ülkemizde ne durumda?

Æ Dünyaca ünlü tarihi mozaik eserlerin Anadolu’da bulunmasına rağmen gerekli tanıtım yapılmadığını düşünüyorum. Akademik çevrelerin mozaikleri korumak adına yoğun çaba harcadığını biliyorum ancak devletimizin ve medyanın maddi manevi destek vererek tanıtıma daha önem vermesi ilgiyi artıracak.

Æ Mozaik sanatına ilgi neden az sizce?

Æ Çünkü çok sabır istiyor, sadece camı kesip yapıştırmak değil, camla resim yapmak, resimlere camla can katmaktır. Mozaik ciddi sakinleştiricidir. Günlük hayatınızda sıkıntı veren şeyleri biraz olsun sizden alır götürür. Eseriniz bittiğinde ona bakar gururlanır keyif alırsanız yorgunluğunuza değer.

Elimden gelen sadece umut etmek...

Günlük hayat rutinimi ve yaşam isteğimi etkileyecek kadar üzgünüm...

Dünyanın neresinde olursa olsun, kim kime yaparsa yapsın, masum insanların hatta çocukların bulunduğu mekanlara özellikle ve bilinçle bomba ve kurşun yağdıran zihinleri anlamak mümkün değil. Çifte standartların olmadığı, vahşet ve şiddetten arınmış bir dünyada yaşayabilmek en büyük umudum... Elimden sadece umut etmek geliyor...

Pet şişelerinden yaptığım süs balıkları üfleme cam sanıyorlar

Æ Mozaik konusunda eğitim veriyor musunuz?

Æ Bilgi ve deneyimlerimi aktarıyorum. Bostanlı’da insanların çalışırken kendilerini evlerinde hissedecekleri cici bir atölye oluşturmaya çalıştım. Eğitmenimiz Güler Kalaklı da nakış kursu veriyor. Bunun yanı sıra turistik yöreler için keçe ve iğne oyaları, Türk el işlerinin tanıtımına katkı amacıyla bilezik, anahtarlık, abajur, oyuncak bebek gibi süs eşyaları üretiyoruz.

Æ Bir de benim üfleme cam sandığım şu plastik balıklarınız var. Onları nasıl yapıyorsunuz?

Æ Benim çok hassas olduğum bir konu geri dönüşümü olabilecek atık malzemelerin değerlendirilmesi. Balıkları da bu fikirden yola çıkarak pet şişeleri kullanarak yaptım.

Æ Her kurs alan bu eserleri yapabilir mi?

Æ Bence en önemli faktör yetenek ve sabır. Örneğin dünyada bir yılda binlerce çocuk basketbola başlıyor ama hepsi Mehmet Okur gibi olamıyor. Yetenek, hedef koymak ve sabır başarıyı getiriyor.

Detaylı bir panoyu ancak iki ayda tamamlayabiliyorum

Æ Şimdiye kadar nerelerde sergi açtınız?

Æ Mozaikle ilgili katıldığım sergi şu ana kadar üç. 2005 Norm Sanat Galerisi, 2006 Atatürk Kültür Merkezi (Egeli Sanatçılar Derneği), Ankara Kursart Sanat Galerisi. Hedefim İstanbul’da sergi açmak.

Æ Bir eserin tamamlanması ne kadar sürüyor?

Æ Sıkı bir çalışmayla detaylı bir pano iki aydan önce tamamlanamıyor. Çoğu zaman 5 milime kadar (bazen daha ufak) küçülttüğüm cam parçalarıyla çalıştığımı düşünürseniz, zaman ve sabır gerekiyor. Beğenmeyip söküp defalarca küçük bir alanda çalıştığım çok olmuştur

Æ Eserlerinizi kimler alıyor?

Æ Karşıyaka Belediye Başkanı Sayın Cevat Durak’ın makam odasında üç boyutlu bir çalışmam bulunuyor. Atatürk Kocatepe’ye çıkarken hepimizin bildiği o güzel resmi camla mozaik olarak çalışmak da benim için çok önemli bir gurur kaynağı olmuştur.

Cam ile mozaik yapmaya uğraşan sanatçı sayısı az

Æ Daha çok ne tarzda eserler yapıyorsunuz?

Æ Daha çok pano ağırlıklı çalışıyorum. Bazen ünlü ressamların eserlerinden mozaik olabilecekleri seçip pano haline getiriyorum, yani reprodüksiyon çalışıyorum. Aslında kendi çizdiğim resimleri veya çektiğim fotoğrafları mozaik haline getirmek çok daha keyif veriyor. Sıfırdan yarattığım bir şey daha çok içime siniyor.

Æ Nasıl bir teknik kullanıyorsunuz?

Æ Cam sanatı çok kapsamlı; füzyon cam, cam üfleme, cam boncuk, mozaik gibi bir çok dalı var. Cam bana plaka halinde geliyor. Cam elması, cam makası, rodaj makinesi çeşitli aletlerle camı kırıp şekillendiriyorum. Daha sonra ahşap zemine yapacağım mozaiğin resmini transfer ediyorum ve uzun sabır süreci başlıyor. Bir yerde puzzle gibi, ama çok daha zor. Yapıştırma bitince panonun sağlamlığını artırmak ve hoş bir görünüm kazandırmak için derzleme işlemine geçiyorum.

Æ Mozaik başka hangi malzemelerle yapılır?

Æ Mozaik; cam dışında taş, mermer, seramik ve ahşap malzeme ile yapılıyor. Dekoratif eşyalarda son yıllarda çok kullanılıyor. Camla mozaik pano yapımıyla bildiğim kadarıyla çok az kişi uğraşıyor. Bunun dışında büyük seramik fabrikalarında inşaat sektörüne yönelik iç, dış cephelerde mutfak, banyo gibi kullanım alanları için fabrikasyon üretim yapılıyor.
Yazının Devamını Oku

Devlet memuru maaşım, azıcık İngilizcemle 44 ülke gezdim

11 Ocak 2009
İSMAİL RAGIP GEÇMEN, TRT’de birlikte programlar yaptığım prodüktörlerden. Hatta yıllar önce bir program için çekim ekibiyle Sakız Adası’na gitmiştik. O zaman ondaki seyahat tutkusunun farkına varmamıştım. Yıllar içinde o, onlarca ülke gezdi, hatta bu konuda kitap yazdı. Gezi anılarının yerlerimize yapışık yaşayan bizleri biraz olsun hareketlendirmesini umuyorum.

Æ Nereden çıktı bu gezme sevdası?

Æ Çocukluktan vardı. Gidenlerin arkasından üzülür, ağlardım. Gitmek hep farklı gelmiştir bana. İnsan gittiği zaman sıradanlıktan, tek düzelikten aynı hayattan başka bir dünyaya adım atmış olur.

Æ Gezmeyi bu kadar seven birisinin en yerleşik işlerden, devlet memuru olması ilginç değil mi?

Æ Aslında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdim. Ankara’da TRT’ye başladım. Üniversiteden sonra da evlilik ve çocuklarım oldu. Sonra aynı yerde, aynı insanlarla olmaktan sıkılıp ailemle İzmir’e yerleştim.

Æ Genelde ses getiren ve ödüller kazanan programlar çekiyorsunuz.

Æ Daha çok belgeseller üzerine çalışıyorum. Alaçatı, Tanju Okan, Kore Savaşı’na giden askerlerimizi anlatan Kutup Yıldızı. 2003 yılında Uluslararası Çevre Filmleri Festivali yapıldı. BBC, ZDF gibi Avrupa’nın tüm önemli kanallarından filmler katıldı. Grand Prix ödülünü TRT, benim Tuz Gölü hakkındaki "Geç Olmadan" adlı filmle kazandı.

Æ Kaç ülke gezdiniz şimdiye kadar?

Æ 44 ülke oldu. Arkamda duvara asılı dünya haritası var, oraya işaretliyorum. Baktığımda, ne kadar az yer gezdiğimi görüp hırslanıyorum. Daha fazla yer görmek, insan ve kültür tanımak istiyorum.

Æ Gezdiğiniz ülkeler hangileri?

Æ Başta Hindistan, Kamboçya, Seul, Vietnam, Malezya, Tayland, Güney Kore, Avrupa’nın yüzde 99’u yani İngiltere hariç..

Æ İngiltere’ye başvurdunuz da red mi edildiniz?

Æ Hayır hiç başvurmadım, ben gitmeyi reddediyorum.

Æ Neden?

Æ Yeşil pasaportum var. İngiltere, Yunanistan gibi bazı ülkeler bunlara da vize istiyor. Aslında bu vize özellikle Türk vatandaşları için problem. Bizleri nefret uyandıracak, insan onurunu kıracak düzeyde bir vize sorununa maruz bırakıyorlar. O yüzden mesela İngiltere’ye gitmeyi reddediyorum. Bence yetkililer bunu çözümlemeli. Nüfus kütüğü, malvarlığı, banka hesapları tüm belgeler veriliyor, o da yetmiyor sizi karşılarına alıp neredeyse sınav yapıyorlar. O kişi karar veriyor. O kişi kimdir, neye göre karar verebilir meçhul..

Æ "Hınzır İçimden Sızıyor Haylaz Hindistan" kitabını yazma fikri nasıl çıktı?

Æ Gezide aklımda kitap yoktu. Tren yolculuklarımda notlar alıyordum, ileride bakarım diye. Döndüğümde bir arkadaşım kendi internet sitesi için istedi. Çok ilgi görünce kitap haline getirmeye karar verdim. Ama kitabım kesinlikle bir gezi rehberi değil. Ben daha çok izlenimlerimi ve düşüncelerimi yazdım, kendi ülkemizle kıyasladım. Okuyanları eğlendirdiğini düşünüyorum.

Æ Hindistan belgeseli yapmayı düşünmez misiniz? Ya da gezi belgeseli?

Æ Çok isterim. Gerçi şimdiye kadarki gezilerimi çekmedim ve o niyetle gezmedim. Ama zaten bir yeri gezerken filme ya da hatta fotoğrafa çekersem orayı yaşayamayacağımı düşünüyorum. O nedenle fotoğraf bile çekmiyorum. Birçok yerde fotoğrafım yoktur. Gerçi sonrasında pişman olduğum da oldu.

Æ En çok etkileyen anınız nedir?

Æ Dalai Lama’nın yaşadığı Dharamsala diye bir şehir var Tibet sınırında. Dalai Lama yılda sadece bir hafta insanların karşısına çıkıp konuşma yapıyormuş. Çok güzel bir tesadüf, bu dönem bizim de orada olduğumuz zamana denk geldi ve Dalai Lama’yı yakından gördüm. Herkes gibi yere eğilip selam verdim, ama yan gözle de takip ediyordum ve gözgöze geldim. Açıkçası karizmasından çok etkilendim.

Dünyayı dolaşmak için yabancı dil bilmenize gerek yok

Æ Son gezdiğiniz yerler nereleri?

Æ Tayland, Vietnam, Kamboçya hepsi de muhteşemdi. Ben kültür meraklısı olduğumdan İtalya’dan, Fransa’dan daha çok heyecanlandım. Bence gezmek insanın kendi kendine verebileceği en güzel hediye.

Æ Tehlike yok mu?

Æ Tehlike her zaman her yerde var. Riskler, hastalıklar, kazalar, hijyen farklılıkları var. Ama risk olmadan da hayattan zevk alınmaz ki.

Æ Bu seneki plan neresi?

Æ Yeterli para yı biriktirebilir, ayarlayabilirsem Güney Amerika’yı düşünüyorum. Sonraki yıl ise Afrika’yı uzunca bir süre kara yoluyla gezmeyi planlıyorum.

Æ Kaç dil biliyorsunuz?

Æ Herkes bana bunu sorar. Ama ben yarım yamalak İngilizce dışında dil bilmiyorum. Buna rağmen 44 ülke gezdim. Hatta sadece Türkçe bilen birisinin bile yurt dışında rahatlıkla gezebileceğini iddia ediyorum. Çünkü vücut dilinizle her şeyi anlatabilirsiniz. Bence tek gereken cesaret. Ayağınıza potini, sırtınıza çantanızı alıp yola çıkmalısınız.

Biz Türkler nasıl göçebeymişiz hiç anlamıyorum

Æ Devlet memuru maaşıyla bu kadar geziyi nasıl başarabiliyorsunuz?

Æ İnsanların kafasındaki yanlış bir imaj bu. Düşünce şu; insan yurt dışına çıkıyor, geziyorsa mutlaka çok parası vardır. Bence çok yanlış. Çünkü Türkiye’den doğuya doğru gittikçe bizim ülkemizde yaşamanın çok daha pahalı olduğunu,bizim daha fazla para harcadığımızı anlıyorsunuz. Mesela İran’da İzmir’dekinden çok daha az para harcarsınız. Hatta bitli turist tadında gezerseniz İzmir’den Hindistan’a 150 dolar civarında gitmeniz mümkün.

Æ Bir ülkede ne kadar kalabiliyorsunuz?

Æ Memur olduğumdan yılda 30 gün iznim var. Bu izinlerimi yazın kullanmayıp biriktiriyorum. Bayramlar ve resmi tatillerle birleştirip daha uzun geziler yapabiliyorum. Bence insan istedikten sonra hem para, hem de izin işini çözebilir.

Æ Geziye nasıl hazırlanıyorsunuz?

Æ Sadece uçak biletimi ayarlıyorum. Gideceğim yerlere karar verip harita çiziyorum. Çok turistik yerlere yarım gün veriyorum, merak ettiğim yerlerde dört gün bile kaldığım oluyor. Oteller yerine geceliği 3-5 dolarla 15 dolar arası olan guest house ya da hostel denilen pansiyon gibi yerlerde kalıyorum. Sadece adreslerini alıyorum, gidince yerimi ayarlıyorum. Bir şeye bağlı kalmayı, hele turlarla gezmeyi hiç sevmiyorum. Ama yeni gezmeye başlayanlara turları tavsiye ediyorum. Yeter ki biz Türkler biraz hareket edelim. Açıkçası bazen biz nasıl göçebeymişiz anlayamıyorum.

İnsanlar hayata dar bir kalıptan baktığından seyahate para ayıramıyor

Æ Biz seyahat ederken bile statü peşinde mi koşuyoruz, asla burada kalmam, şuna binmem gibi?

Æ Bence yurt dışını iyi bilmediğimizden korkularımız var. Orta halli bir insanın geliriyle gezmesi mümkün. Bodrum ya da Antalya’da tatil yapmakla doğuda herhangi bir ülkeye gitmek arasında çok büyük fark yok. Hatta yurt dışı çok daha ucuza gelir. Ben seyahatlerimi genelde ülkelerin ölü sezonlarına denk getiriyorum, gittiğim yerde uçakla değil kara araçları ile seyahat ediyorum, daha ucuz oluyor.

Æ Ama herkes ya ev için, ya da yeni araba için para biriktirir. Kimse tatil için para biriktirmez.

Æ İnsanlar hayata dar bir kalıptan bakıyor ve tekdüze yaşıyor. Benim eşyaları, arabamı yenileyeyim, plazma TV alayım gibi dertlerim olmadı. Onun yerine daha mütevazı şartlarda yaşayıp yeni kültürleri farklı dünyaları tanımayı tercih ediyorum.

Æ Eşiniz ne düşünüyor?

Æ O benimle gelmese de, çok büyük desteği var. Ben onun gelmesini de arzuluyorum ama her insan farklı yapıda. Hatta o benim sorumluluklarımı bile üstleniyor, bana destek veriyor.

Buraya gelen ilk Türk sizsiniz dediklerinde üzülüyorum

Æ Az seyahat eden bir toplumuz ama her gittiğimiz yerde de bir Türk’e rastlarız değil mi?

Æ Buna son zamanlarda rastlıyoruz. Bana eskiden hep, ’Buraya gelen ilk Türk ya da tanıdığımız ilk Türk sizsiniz’ denirdi, rahatsız olurdum. Ama bu değişiyor. Özellikle genç kızlarımızın özgürce gezmesi sevindirici. Hindistan’da rastladığım 23 yaşında İzmirli Ebru isimli bir kız vardı. Altı aydır geziyordu, altı ay daha gezecekti. Çok büyük paralar harcamıyordu ama çok yeri gezebiliyordu.

Æ Gezmeyen bir toplum olmamız bizi nasıl etkiliyor sizce?

Æ Gezginliğin en büyük faydası, sınırlarımızın dışına çıkınca kendimizi nasıl bir çerçeveye hapsettiğimizi görmemiz. Beyninizin, ufkunuzun ne kadar genişlediğine şaşırıyorsunuz. Neye inanıyorlar, nasıl yaşıyorlar, olaylara nasıl bakıyorlar derken kendi alışkanlıklarınızı sorguluyorsunuz. Mesela Tayland’da çocukların başı okşanmıyor. Çünkü baş kutsal sayılıyor. Bu farklar sizi zenginleştiriyor.

Æ Sizde de değişiklikler oluyor mu gezi sonrası?

Æ Her gezi, her ülke kişilerde küçük de olsa değişiklik yapıyor. Ben Hindistan’dan döndükten sonra kendimde bazı farklar gördüm; önyargı ve sert bakış açılarımdan kurtuldum, daha hoşgörülü oldum. Hindistan gerçekten etkileyici. Neden insanlar birbirlerinin giysilerine karışıyorlar diyorum ve özgürlüğün en iyi ilaç olduğuna inanıyorum. Sorunların üstesinden ancak özgürlükle gelebiliriz.
Yazının Devamını Oku

Kendimi Türkiye’nin büyükelçisi gibi görüyorum

4 Ocak 2009
Laİka Occuly, İzmir’de Fransızca öğretmenliği yapan bir Karayipli. Paris’te doğmasına rağmen 18 yaşına kadar Antiller’deki Guadalup Adası’nda büyümüş. Beş yıldır Güzelbahçe Piri Reis İlköğretim Okulu’nda Fransızca Koordinatörü olan Occuly ile kendi kültürü, eğitim sistemimiz ve çok sevdiği Türkiye üzerine sohbet ettik.

Æ Sizi biraz tanıyalım.

Æ Paris’te doğdum ama iki yaşımda ailemle Karayip’lerin adalarından Guadalup’a taşındık. 18 yaşıma kadar orada yaşadım. Daha sonra Bourgogne’da Dijon Üniversitesi’ne gittim.

Æ Ne üzerine eğitim aldınız?

Æ Edebiyat ve yabancılar için Fransızca öğretimi eğitimi gördüm. Bourgogne’da eğitimimi tamamladıktan sonra Alliance Française okullarında, aynı anda lisede ve üniversitenin yabancı öğrenciler için açtığı Fransızca hazırlık sınıfında çalıştım. Son olarak yine Dijon’da Kızılhaç’ın kurduğu yabancı dil merkezinde çalıştım ki bu en enteresan işti.

Æ Neden?

Æ Çünkü hiç karşılaşmadığım bir topluluktu. Savaştan gelen ve yaşamak için Fransızca öğrenmek zorunda olan göçebelere Fransızca öğrettim. En ilginci sınıfımda tüm dünyadan insanların olmasıydı. Meksika’dan Çin’den, Güney Amerika’dan. Onlarca uyruktan insanlar vardı. İşte bu gerçek zenginlikti benim için. Her sabah kalktığımda sınıfta dünyayı görebiliyordum.

Æ Fransızca’yı Guadalup’da mı öğrendiniz?

Æ Evet çünkü Guadalup ve Martinik 1635’den beri Fransız sömürgesi olduğu için Fransızca konuşuluyor.

Æ Sizin adanızın yerel bir dili yok mu?

Æ Ülkemin resmi dili Fransızca. Ama yerel dilimiz Kreol denen Fransızca, İspanyolca ve İngilizce karışımı. Eskiden Avrupalılar Afrika’dan, bizim adamızdan köle alırken yerel halk konuşmalarının anlaşılmaması için bu üç dilin karışımı olan Kreol dilini geliştirmiş.

Æ Kreol dili şu anda hala kullanılıyor mu, yaşatmak için çabalıyor musunuz?

Æ Üniversitedeyken bir radyo programında edebiyatı anlatmıştım. Çünkü bazıları, ’Antiller’de yazar yok, edebiyat yok’ diyordu. Onlara, ’Pardon’ dedim. Ödül almış bir sürü yazarımız var. Mesela Antilli Patrick Chamoiseau Fransa’da Goncourt Edebiyat Ödülü aldı. Benim ten rengimdeki insanların entellektüel olmadığı, sadece dans, spor ya da değişik yemekler konusunda başarılı olduğu düşünülüyor. Ben bu düşünceyle mücadele ediyorum.

Burada aileler hemen öğretmeni suçluyor

Æ Eğitimci olarak Türkiye’deki ailelerin çocuklarına yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Æ Bir, iki yanlış görüyorum. Bir çocuğun hayatında ailesi ve onların yönlendirmesi çok önemli. Ancak eğitimcilere de bırakmak gerek. Her konuya aile müdahalesi bana yanlış geliyor. Bir başka konu da ailelerin genelde kendilerini ve çocuklarını analiz etmeden suçu hep öğretmende araması.

Æ Genelde Türkiye’deki eğitim sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz, yurt dışıyla arasındaki fark?

Æ Özel okulların zorluğu; çocukların OKS’ye hazırlanmak zorunluluğu nedeniyle özellikle son sınıflarda yabancı dile vakit ayırmaması. Ben Fransızca dersi verirken onlar zamanlarını çaldığımı düşünüyor. Çünkü OKS’ye hazırlanmak istiyorlar. Gerçi bu sene yabancı dilin de dahil olduğu SBS var, bakalım değişecek mi..

Æ Bu kadar çok sınav sizce çocukları nasıl etkiliyor?

Æ Çok sınavdan ziyade Türkiye’deki test mantığı iyi değil. Çocuklar sadece verilen seçenekler arasına sıkışıyor, düşünce alanlarını genişletmiyor. Fransa’daki eğitim sistemi farklı. Biz düşünür ve hep yazarız, neden-niçini araştırırız.

Türkçe’yi unutmamak için yatağımda bile sayıyordum

Æ Türkiye’ye gelişiniz nasıl oldu?

Æ Bir arkadaşım çalışmaya Türkiye’ye gideceğini ve bir kişilik kadro açığı olduğunu söyledi. Yeni evliydim, ama Türkiye’nin çok enteresan deneyim olacağını düşündüm ve arkadaşımdan bağlantı numaralarını alıp İzmir Saint Joseph Müdürü M. Lancelu’yü aradım. Bir saatte başvurum Fransızca öğretmenliğimin yanı sıra edebiyat mezunu olmamdan dolayı hemen onaylandı. Türkiye’de bir yıl çalışıp Fransa’ya eşimin yanına döndüm.

Æ Peki tekrar neden geldiniz?

Æ Türkiye’yi ve çalıştığım herkesi çok sevmiştim. Döndükten sonra unutmamak için sürekli Türkçe çalıştım. Hatta gece yatağımda Türkçe sayıyordum, eşim bile sonunda ’Ülkene geri dön’ dedi. Türkiye’deki arkadaşlarımı arayıp açık kadro olup olmadığını sordum. Bir hafta sonra Saint Joseph’in ilkokulu olan Piri Reis’te koordinatör açığı olduğu ve hemen başlayabileceğim söylendi. Böylece 31 yaşımda Türkiye’ye döndüm ve beş senedir aynı görevdeyim.

BUGÜN VE HER PAZAR TRT 2’DEYİM

Beni tanıyanlar bilir; temeli aynı olsa da bir kaç değişik iş yapmayı severim. Hepsini de çok ciddiye aldığımdan asıl mesleğimin ne olduğu sorusuna en yakınlarım bile kolay yanıt veremez. Ama ben her şeyden önce "Televizyoncu"yum. Bugün ve her pazar saat 13.25’de TRT 2 ekranlarında, çok iyi bir ekiple hazırladığımız "HAYATA DAHİLİZ" adlı programla, çok da önemli bir konuyla, yine ekranlardayım. Sizi de beklerim...

Fransa’daki bazı Türkler yanlış imaj çiziyor

Æ Türk kültüründe ya da yaşam tarzında sizi en çok şaşırtan ne oldu?

Æ Türkiye’ye ve İzmir’e ilk geldiğimde çok modern oluşuna şaşırdım. Çünkü beklemiyordum. Önyargılı değilimdir ama Fransa’da yaşayan bazı Türkler yanlış imaj çiziyor, herkesin aklında o kalıyor. Şimdi ben büyükelçi gibi görev yapıyor ve bu yanlış anlamayı düzeltmeye çalışıyorum.

Æ Gelecekte neler yapmayı düşünüyorsunuz, Türkiye’de kalmayı düşünür müsünüz?

Æ Anneannem biraz yaşlandı, bana soruyor, ’Ne istiyorsun arsa mı, ev mi?’ Ben diyorum ki, ’Türkiye’den bir yer olabilir.’ Şimdilik burada iyiyim. Sadece altı ay, bir sene İngilizcemi geliştirmek için Amerika’ya gitmek istiyorum. Ama mutlaka dönmek istiyorum.

İzmir’de büyük bir proje gerçekleştiriyoruz

Æ Türk öğretmenlerle uyum sorunu yaşadınız mı?

Æ Çok iyi ekibimiz var. Beş senedir birlikte çalıştığım arkadaşlarım var. İnsanları işe ben alıp ben çıkarmıyorum. Ama bir ekip ruhu yarattığıma inanıyorum. Ne zaman zorluk olursa, tabii ki var, birlikteyiz. Sadece okulumdaki değil diğer öğretmenlerle İzmir için önemli bir çalışma yapıyoruz.

Æ Nasıl bir çalışma bu?

Æ İzmir’de 16 Fransızca öğretmeni grup oluşturduk. Yaz üniversitesi yapılandıracağız. Milli Eğitim’in sponsor olacağı bir proje. Türkiye’deki Fransızca öğretmenlerini yazın bu üniversiteye bekliyoruz. Akdeniz’e açmayı da planlıyoruz. Ekonomi Üniversitesi’nde Fransa’dan gelecek 12 profesörle üç günlük formasyon yapılacak. Dersler atölye şeklinde olacak, çocuklarla arkadaş olmak, çok küçüklere Fransızca öğretmek için neler yapılabilir öğretilecek. Bu yaz gerçekleştireceğiz.

Türkiye’ye gelirken tek çekincem ten rengimin nasıl karşılanacağıydı

Æ Türkiye’ye gelmek konusunda hiç çekingenlik yaşadınız mı?

Æ Türkiye’ye geleceğimi aileme açıkladığımda, ’Niye Amerika, Avrupa değil’ gibi tepkiler aldım. Oysa ben her şeye adapte olabileceğimi düşünüyordum. Bir de Türkiye’de siyahi bir kadının Fransızca öğretmesinin özel anlamı olduğunu düşünüyorum. Geldikten hemen sonra fotoğraflar yolladım aileme, hepsi şaşırdı modern yer olduğunu görünce. Gelmeden önce beni korkutan tek şey ten rengimin Türkiye’de nasıl karşılanacağı idi.

Æ Nasıl karşılandı peki?

Æ Kötü karşılanmadı. Hatta öğrencilerime bazen daha sempatik geldiğine inanıyorum. Sebebi de öğrencilerin benim gibileri genelde televizyonda, kliplerde görmesi. Hatta bana ’Bayan Çikolata, Bayan Karamel’ diye sesleniyorlar, çok hoşuma gidiyor. Okul dışında da sorun olmadı. Beş senedir buradayım ve artık varlığım kimseye değişik gelmiyor, sizlerden biri oldum. Burada yalnız yaşayan bir yabancı olduğum için herkes çok yardımcı olmaya çalışıyor. Buradaki çoğu arkadaşım Türk.

Ayrımcılığın üzerinden ancak eğitimle gelebiliriz

Æ Avrupa’nın çeşitli yerlerinde ayrımcılığın olduğunu duyuyoruz kimi zaman.

Æ Olmadığını söyleyemem. Ama ben eğitime inanıyorum. Büyükannem hayatta önemli üç şeyin, eğitim, ilişkiler ve tabii ki para olduğunu söylerdi. Hangi ülkeden, renkten olursan ol aldığın eğitimle ilişkilerini sağlarsın. İnsanlara nasıl davranacağını ve saygılı olmayı bilirsen gerisi gelir.

Æ Fransa’da yaşarken bu tür sıkıntı yaşadınız mı?

Æ Fransa’da siyahi arkadaşlarıma bu durumlardaki tutumlarını sordum. Çünkü ben, bu tarz olaylarda çok sert tepki veririm. 10-12 yıl önce pazarda alışveriş yaparken herkes gibi sıraya girdim. Benden sonra gelen iki kişi önüme geçmeye çalıştı. Satıcıya, ’Özel bir kural mı var, herkesin kuyruğa girmesi gerekmiyor mu’ diye sordum. Herkes bu tepkime şaşırdı, korkup tepki vermememi bekliyorlardı. Bu tepkim karşısında önüme geçmeye çalışanlar gitti.
Yazının Devamını Oku

Savaşçı ruhlu bir yaratıcı engin aşktan bahseden bir ozanım

28 Aralık 2008
AZİZE, henüz 26 yaşında çok güzel bir sanatçı. Ama konuşmaya başladığında güzel yüzü, alımlı görünüşünün ardında bambaşka dünyalar taşıdığını anlıyorsunuz. Sadece güzel şarkılar söylemekle kalmıyor, insanlara kendilerini söylüyor, boşluklarını ve manasızlıklarını açıklıyor sanki. Aykut Uslutekin, o ve ben sohbet ederken, sadece sesinden, sanatından değil, varlığından, kişiliğinden de etkilendim. Keşke her sanatçımız Azize gibi olsa...

Æ Nasıl bir çocuktun Azize?

Æ Enteresan yaraları olan değişik bir çocuktum. Çocukken de sürekli şarkı söylerdim ve hep sahneye çıktığımı düşünürdüm. Sürekli hikaye ve masal yazardım. Acaip fantastik masallarım vardı. Müzikle sözlerim birleşince bestelerim oluşmaya başladı.

Æ Kaç yaşından beri müzikle uğraşıyorsun?

Æ 13 yaşımdan beri müzikle uğraşıyorum. Bursa Zeki Müren Güzel Sanatlar Konservatuvarı Çello Bölümü’nden mezun oldum. Opera sanatçısı Payam Koryak’tan şan eğitimi aldım. Son iki yıldır kendi müziğimi kendi sözlerimi söyleyebilmek adına yola çıktım.

Æ İlk kimlerle çalıştın?

Æ İstanbul’a gittiğimde Payam Koryak hocamla şan çalışmaya başladım. Önce caz, sonra müzikaller çalıştık. Payam Hoca ile çalışmam sayesinde çok farklı repertuvarım oluştu. Böylelikle çok farklı sahnelerde bulunabiliyorum. Hocamın bana öğrettiği özel şan teknikleri ile enteresan çalışmalar yapabiliyorum.

Æ Müzik tarzını nasıl tanımlıyorsun?

Æ Caz formlarındaki müziğin üzerine etnik formlarda vokal yapıyorum. Daha çok bizden cümleler, bizden gırtlak nağmeleri, bizden gazellerle şekillendirdiğim bir dünya müziği diyebiliriz. Ben bir müzik tasarımcısıyım. Önce içimde çalan müziği kafamda tasarlayıp sonra ustalarla buluşup bu tasarımı ürün haline getiriyoruz. Buna Azize projesi diyoruz.

Æ Benzeri işler yapan ya da örnek aldığın birileri var mı?

Æ Dünyada var ama bizde enstrümantal olmasına rağmen sözlü yok. Ben Türkiye için tamamen yeni bir şeyin peşindeyim. Bizde sözlü müzik popüler kültürde dans ve eğlence müziğidir. Benim yapmak istediğim Doğu ile Batı’nın birbiriyle devinmesi sonucu oluşan bir sentez. Batı formlarında yapılan ama üstünde şan ve entrümanlarla resmedilen müzik doğu formunda.

Æ Sahnede hangi enstrümanları çalıyorsun?

Æ Sahnemde piyano, davul, gitar ve bas ile caz formlarını oluşturup üzerlerine kemençe, ney, bendir gibi bizden enstrümanları dahil ediyoruz. Ben sözü ve müziği benim ağıtlar yazıyorum. Yaptığım şarkılarda etnik tınılar fazla. Eskiden, kökümden besleniyorum. Büyüklerimin omuzlarından kalktığım için, geleceği iyi görebildiğime inanıyorum. Sadece kendi köklerime değil kendi içime de dönüyorum.

Popüler müziğe kurban olamayacak kadar kendimi ve müziğimi seviyorum

Æ Genç ve çok güzelsin. Türkiye’de popüler kültür denen piyasada çok daha kolay ünlü olup para kazanabilirsin. Neden Don Kişot’luk yapıyorsun?


Æ Popüler kültürdeki sanatçıları gözlemlediğimde, tüketime yönelik müzik yaptıklarından bir süre sonra çok mutsuz olduklarını görüyorum. Çünkü yaptıkları iş çabucak tüketilip atıldığından ve bir sonrakinde kendilerini tekrar etmemeleri gerektiğinden bir kısır döngüne giriyorlar.

Æ Yani çok başarılı, ünlü gördüğümüz bu sanatçılar aslında mutsuz mu?

Æ Onlar hesap kitapla müzik yapıyorlar oysa yaratıcılıkta hesap olmaz. Ben de popüler kültürde bir gecede patlayacak bir şarkı yapmayı seçsem zirveye hemen otururdum. Ama diğerleri gibi, zirvede devamlı kalamamanın sıkıntılarını yaşardım. Birçok kişi tüketim toplumuna kurban edildi. Ben kurban olamayacak kadar kendimi ve müziğimi seviyorum. Anarşist bir duruşum var.

Æ Sanki sadece şarkı söylemek değil, bir şeyler de anlatmak istiyor gibisin...

Æ Dünyaya kendimizi gösterebileceğimiz tek yol Atatürk’ün de dediği gibi sadece sanat. En büyük devrimler sadece böyle gerçekleşebilir. Dünyada dikkat çekmek, iz bırakmak istiyorsak tüm değerlerimize sahip çıkmalıyız.

Ben savaşçı ruhlu bir yaratıcıyım

Æ Amaçların hedeflerin neler?

Æ Benim yaptığımı yapan yani etnik şan vokal yapan yok Türkiye’de. Kendi cümlelerim kendi müziğimle yapıyorum bunu ve bu alanda tek olmayı hedefliyorum. 2010 projesinde hak ettiğim yerde olmayı gerçek sanatı popüler yapmayı hedefliyorum. Ben de tüketim toplumunun içinden çıktım ama ben bir değer olmayı seçiyorum. Gerçek bir değer yüzyıl sonra da var olur. Tarih yaratıcılardan ve savaşçılardan ibarettir. Ben savaşçı ruhlu bir yaratıcıyım.

Æ Nelere karşı savaşıyorsun?

Æ Bizim duyurduğumuz, tanıttığımız şeyler ürettiğimiz değil, tükettiğimiz şeyler. Sanatı tanıtmıyoruz, bizde sanat yeraltından ilerliyor. Sürekli bir söylemimiz var ama bence artık şarkı söylemek de yetmiyor. Çünkü her şey düğüm olmuş durumda. Müzikal seviye çok aşağıda. Ben onu yukarı çıkarmaya çalışıyorum.

Amacım Hindistan’ın yaptığını yapıp Anadolu kültürünü dünyaya kabul ettirmek

Æ Yurt dışında neler yaptın?

Æ Hindistan’da bir sene, Mısır’da 6 ay yaşadım, çok ilginç müzik projelerine katıldım. Mısır’da Arap kültürünü yansıtan bir ritim grubuyla proje kaydettik. Hindistan’da bizim türkülerimizi kendim çaldım, söyledim ve oradaki bir meditasyon merkezinde kalarak film müzikleri üzerine çalıştım.

Æ Nasıl etkilendin bu kültürlerden?

Æ Hindistan kendi kitch kültürünü tüm dünyaya öyle güzel empoze etmiş, öyle güzel benimsetmiş ki müzikten sinemaya, tekstile kadar çok özgün ve kendilerine özgüler. Bir akım oldular ve dünyayı etkilediler. Biz ise Anadolu özgünlüğünü üzerimize tam olarak giyebilmiş değiliz. Yeni nesilden çıkmış ve başarı çıtasını hızla yükseltmeyi hedefleyen bir sanatçı olarak hedefim; Anadolu etnik kültürünü en doğal şekilde üzerime giyebilmek ve bu sayede dünyaya yüzümü dönerek fark edilmek.

Æ Bundan sonra yurt dışında yine projeler olacak mı?

Æ Önümüzdeki yıl İspanya’da bir Çigan müziği festivaline katılacağım. Sonra Fransa ve Amerika’da yine ilginç projelere katılacağım.

Bu kadar yönlü çalışmamı sadece bir CD’ye sıkıştırma fikri bana doğru gelmiyor

Æ Neden şimdiye kadar albüm çıkarmadın?

Æ Farklı sanatçılarla değişik projelerim var. Okay Temiz ile, Baki ile, Laço Tayfa’dan ayrılan değerli bir müzik grubuyla çalışıyorum. Şimdilik yaptığım çalışmaları sadece bir CD’de toplama fikri bana hoş gelmiyor. Çünkü çok yönlü ve geniş bir repertuvarım var. Konser kayıtlarımı derleyip piyasaya sunmayı düşünüyorum.

Æ İzleyicilerin müziğine nasıl ulaşıyor?

Æ Benim özel bir izleyici kitlem oluştu. Şimdilik bana internetten, azize.com.tr’den ulaşıyorlar. Alternatif müzikten hoşlanıyorlar. Artık popüler kültürden ziyade farklı tarzlar karşılık buluyor. Bence biz daha uzun yıllar kalıcı olabileceğiz.

Sahnede müzik, tekstil ve fotoğrafı birleştiriyoruz

Æ Sahnede sadece şarkı söylemiyor, bir de şov yapıyorsun değil mi?

Æ Biz sahnede müzik, tekstil ve fotoğrafı birleştiriyoruz. Yurt dışında konserlerde izlediğimiz gibi görsel bir şölen yapmaya çalışıyoruz. Tiyatrodan yola çıktık. Zaman, mekan ve olay anlatıyoruz. Zamanı anlatan tekstil; D.E.Ü. Tekstil Bölümü’nden Fırat Neziroğlu sahneye kurduğu bir dokuma tezgahıyla el dokuması yapıyor ve 2 saatlik performans sırasında bitiriyor. Bu tarz performans sanatçıları dünyada "Fiber Artist" olarak adlandırılıyor.

Æ Yani sahnedeki tek sanatçı sen değilsin.

Æ Kesinlikle. Ayrıca sanatçı Aykut Uslutekin’in fotoğrafları sahneye yansıtılıyor. Konser sırasındaki detayları yakalıyor ve onları sahnede donduruyor. Güzel bir ışık gösterisi de yapılıyor. Türkiye’de yapılmayan bir şeyi yapıyoruz. İnteraktif, katılımlı bir gösteri bu.

Æ Bundan sonra nerelerde konserler vereceksin?

Æ 29 Ocak’ta İzmir’de "Uyuyanlar" adlı bir konserimiz olacak. Uyuyan insanların fotoğrafları eşliğinde uyanma zamanının geldiğini anlatan bir performans sergileyeceğiz. İstanbul’da her ay Garaj İstanbul’da bir performansım oluyor. Üniversite şenliklerinde de yer alacağım.

Doğaçlama yaparak felsefesi

olan hikayeler yazıyorum

Æ Hiç alışık olmadığımız hatta geçmişte kalan sanatçılar gibisin.

Æ Ben geziyorum ve kendi ritimlerimin üzerine söz yazıyorum. Eski ozani bir yöntem bu. Doğaçlama yaparak felsefesi olan hikayeler yazıyorum. Engin bir aşktan bahsediyorum; yeni neslin de kendi içlerini, içlerindeki yaratıcılığı keşfetmeleri, iç sessizliklerinin farkına varabilmeleri adına mistik şeyler yazıyorum. Mevlana’dan, Doğu felsefelerinden etkileniyorum ama sonuçta kendi söylemimi oluşturuyorum.

Æ Yazdıklarından bir örnek söyler misin?

Aşığın diline zinciri vuran

Yamacına bağına sazını diken

Tohumunu ayırıp rüzgara sunan

Aşk aşk

Deresinde gölünde balığı biten

Yolunu sora sora evini bulan

Anasına özenip aşını eken

Aşk aşk

Aşığım anla şu kısa zamanda

Senle öğrendim olduğun bu tonda

Sormaya geldim sevmeye geldim

Aşkını doya doya içmeye geldim

Ay ay ay ağlama benle

Ay ay ah aşığım ben de
Yazının Devamını Oku

Yalnız erkek değil kadın da eşini aldatıyor

21 Aralık 2008
BİLAL KARTAL, İzmir’de bir dedektiflik bürosu sahibi. Her ne kadar Dedektiflik Yasası henüz TBMM’den geçmese de, Kartal’ın İzmir Dedektiflik’i, belediyeden ruhsatlı, Ticaret Odası’na kayıtlı yasal bir şirket. İzmir’de aldatmanın yoğun olduğunu, en çok eş takibi işi geldiğini belirten Kartal, aslında dedektiflik mesleğinin çok daha farklı konularda hizmet verebildiğinden söz ediyor.  İşler nasıl?

Æ İşlerimiz bayağı yoğun.

Æ İlginç, bu krizde yoğun diyen bir siz varsınız herhalde

Æ Piyasada kriz varken insanlar birbirlerini aldatıyor, dolandırıyor. Çekler karşılıksız çıkıyor, şirketler kaçıyor, mağdur olan bize geliyor. Bazen de işleri iyi gidenler, çok para kazananlar hemen eşlerini aldatıyor.

Æ Her isteyen dedektif olabilir mi?

Æ Türkiye’de dedektiflik bürosu açmak için öncelikle sabıka kaydınız bulunmamalı. İsteyen büro kurabilir ama dedektif olamaz. Hukuk, psikoloji gibi konularda bilgili olmalı. Ayrıca mutlaka Türkiye Dedektifler Derneği’ne üye olmalı.

Æ Dedektifler Derneği olarak neler yapıyorsunuz?

Æ Diğer ülkelerin dedektiflik yasalarını getirip çevirttik. Kendimize uyarlayarak bir milletvekilimiz aracılığıyla meclise sunduk. Dedektiflik yasası çalışması 1994’te Tansu Çiller döneminde çıktı ama cumhurbaşkanı kişilerin özel yaşamlarının ihlali olabileceğinden onaylamadı. Yasa rafa kalktı. AB çalışmaları ile raftaki yasalar tekrar meclise gelince biz de tekrar, İnterpol eski Başkanı Yusuf Vehbi Dalda’nın da çabalarıyla çalışmaya başladık ve hukukçuların yardımıyla yasa taslağını hazırladık. Birkaç ay içinde meclisten geçmesini bekliyoruz.

Æ Adalet organlarında ya da poliste özel durumunuz var mı? İstediğiniz araştırmayı rahatça yapabiliyor musunuz?

Æ İşte biz yasamızın çıkmasını en çok bundan istiyoruz. Bu konularda sıkıntımız var. Bazı yerlerde hakimler bize teşekkür ederken, kimi yerde "Dedektiflik yasası yok, sizi tanımayız" diyor. Genelde bize gelen müşterinin avukatlarımıza verdiği vekalet çerçevesinde alabildiğimiz belgelerle araştırma yapıyoruz. Zaten kimi mahkemelerde tanık olarak dinleniyoruz.

Suçlu erkek nasıl açık veriyor?

Æ Eş takibi çok geliyor mu?

Æ Genelde kadınlar eşlerinden şüphelendilerse yüzde 99 doğru çıkıyor. Tabii bir de Türkiye’de kadınların ekonomik özgürlüğü olmaması erkekleri daha rahat aldatmaya sevkediyor. Çünkü eşinin kendisini kolay bırakamayacağını bilen erkek daha rahat davranıyor. Eşinin aldattığından emin olan bazı kadınlar, "Dedektif tutup resimlerle bunu mahkemede ispatlarsam yüksek tazminat alıp boşanırım" diye düşünüyor ve bize geliyor.

Æ Eşler hangi durumlarda şüpheleniyorlar?

Æ Eşin cep telefonuna farklı hat alması, telefonu saklaması, güvenlik kodu koyması, tuvalete cep telefonuyla gitmesi, son dönemde tarzında, kıyafetinde değişiklikler gösterge olabilir. Arabasının kilometresinin fazla artışı da bir başka gösterge..

Æ Eşlerinin yakalandığı görüntüleri görünce nasıl tepkiler veriyorlar?

Æ Ayılıp, bayılan da oluyor, haklı çıktım diye sevinen de. Hatta başı kapalı bir kadın sinir krizi geçirdi ve örtüsünü atıp, başını açıp gitti.

Dedektiflik aldatanları

yakalamak sanılıyor

Æ Türkiye’de dedektiflik nasıl algılanıyor?

Æ Bizde dedektiflik sadece eş takibi, aldatanları yakalama gibi algılanıyor. Oysa genç çocuğu olan anne-babalar çocuklarını takip ettirip, kimlerle arkadaşlık ettiğini, hap ya da esrar kullanıp kullanmadığını anlamak istiyor. Sahtecilik, dolandırıcılık konularında geliyorlar.

Æ Dolandırıcılık, sahtecilik konusunda neler yapıyorsunuz?

Æ Firma kapatıp kaçtıysa adresini buluyoruz. Hukuk danışmanlarımız vasıtasıyla bu firmanın emsal teşkil eden diğer davalarını bulup hepsini topluyoruz. Mahkemede firmanın diğer suçları da sunulunca daha farklı cezalar alıyorlar. Bazı kişiler de mal varlığını eşleri veya çocuklarına devrediyor. Bunları da ortaya çıkarıp mallarına ihtiyat-i tedbir koyduruyoruz.

Æ Büyük şirketler sizi tutuyor mu?

Æ 2001 krizinde büyük holdinglerle çalıştım. Mesela Bayındır Holding’in dedektifliğini yaptım. Ceylan Holding de beni tutmuştu. Başka holdinglerin de yurt dışındaki müdürlerini takip ettik.

Daha çok dolandırma sahtecilik işi alıyoruz

Æ İzmir’de en çok hangi konularda talep geliyor?

Æ En çok eş takibi, aldatma talebi geliyor. Sadece erkekler değil, kadınlar da aldatıyor. Başı kapalı kadın bile yakaladığımız oluyor. Biz daha çok dolandırıcılık, sahtecilik işleri alıyoruz. Mesela büyük bir çelik kapı firması, İzmirli bir firmayı 450 milyar dolandırmış. Çekler ve senetler ödendikçe mallar gelecek deniyor. Oysa Türkiye’de böyle dolandırıcılık yapıp kaçıyorlar.

Gençler, uyuşturucu hap diye merdiven altında fare zehirinden üretilmiş hapları kullanıyor

Æ İzmir’de uyuşturucu yaygın mı peki?

Æ Emniyet Müdürü ile kadrosu çok iyi çalışıyor. Uyuşturucu suçlularını cezaevine gönderdiler. İzmir’de esrar ve hap kullanma oranı yüksek maalesef. Bu haplardan çoğu da merdiven altlarında, fare zehirinden üretiliyor. Öğrenciler bunları temin ediyor ve çoğu ne içtiğini bilmiyor.

Æ Anne babalar hangi durumlarda şüphe duymaya başlıyor?

Æ Aslında şüphe duyacak aşamaya gelmemeleri önemli. Bu zamana kadar psikolojik destek almaları gerek. Çocukları unutup, ilgimizi azalttığımızda fark etmiyoruz. Bu arada bir şeylere alışmış oluyorlar. En tehlikeli unsur çocukların okul dışı arkadaşlıkları. Bu hapları ve esrarı pazarlayanlar, genellikle okul önlerine gelen gençler. Çünkü onlar da bu hapları satıp kendi hap paralarını çıkarmaya çalışıyor. Çocukların okuldan geliş-gidiş saatlerini kontrol, arkadaşlıklarını takip etmek gerekli. Agresiflikleri, evdeki geçimsizlikleri hepsi gösterge olabilir.

Resmi belgelerimde araştırma, belge toplama, adli makamlara teslim yazıyor

Æ Siz bu konuyla ilgili eğitim aldınız mı?

Æ 1994’ten beri bu işi yapıyorum. Şirket kurulmasının önünü de açan benim. Maliye Bakanı ile görüştüm. Daha önce dedektiflik şirketi kurulamıyordu, çünkü bu mesleğin kodu yoktu.

Æ Şirket faaliyet alanı olarak ne yazıyor resmi belgelerinizde?

Æ Dedektiflik Hizmetleri Araştırma Bürosu yazıyor.

Æ Nasıl başladınız, bir diziden falan mı etkilendiniz?

Æ Yok, ama elektroniğe çok meraklıyım, hatta ikisi patentli, ufak tefek icatlarım var. Araştırma geliştirme konusunda da iyi olduğumu düşünüyorum. Jandarma İstihbarat Bölümü’nde askerdim ve uzman çavuş olarak ayrıldım. Eski milli boksörüm. Sivile geçtiğimde küçüklükten meraklı olduğum bu işi yapmaya karar verdim.

Æ Hemen dedektiflik bürosu mu açtınız?

Æ İzmir’de önce bilgisayar işleriyle ilgilenirken yavaş yavaş belge arama gibi konularla ilgilenmeye başladım. 1996’da "Aracılık hizmetleri" diyerek şirketimi kurdum. Ama bir haftada polis, "Bu konuda şirket olmaz" diyerek kapattı. "Dedektiflik Araştırma" diye ilan veriyordum. Sonrasında yine de seyyar dedektif olarak bu işleri yaptım.

Genel müdür almadan bize danışıyorlar

Æ Müdür takibi nasıl oluyor?

Æ Mesela bir firma Rusya’ya müdür göndermiş. Orada ev tutmuş, adamın 8-18 çalışması gerekiyor. Ama gidiyoruz. Müdür evden 11’lerde çıkıyor, evine 2 Rus kadın almış, şirket arabasıyla gezip tozuyor. Hemen ortaya çıkarıyoruz. Bir maden firması beni yurt dışına gönderdi. 45 kamyon maden çıkıyor. Ama müdür 39 kamyonu firmasına veriyor, 6 kamyonu Ruslara satıyor. Onu da ortaya çıkardık.

Holding varisi diye sabıkalı gece bekçisiyle evlenecekti

Æ Evleneceği kişinin araştırılmasını isteyen kişi oluyor mu?

Æ O kişi olmasa da ailesi isteyebiliyor. İzmir’deki büyük bir holdingin sahibinin yeğeni Bursalı bir tekstilciyle evlenecekti. Fakat holding sahibinin içi rahat değilmiş, emniyetten bir tanıdığına araştırmasını rica etmiş, o da bizi tavsiye etmiş. Geldiler damadı araştırmamızı istediler. Önce damadın lüks cipinin plakasından araştırmaya başladık, araç İstanbul’dan kiralanmış. İstanbul Kadıköy nüfusuna kayıtlı kişinin aslında bir süre önce Diyarbakır’daki kaydını aldırdığı, uyuşturucudan, adam yaralamadan 18 sabıkası olduğu, cezaevinde yattığı, fabrikada gece bekçiliği yaptığı ortaya çıktı.

86’lık amca 84 yaşındaki eşini takip ettirmek istedi

Æ İlginç bir anınız var mı?

Æ Bir keresinde 86 yaşında olduğunu söyleyen bir bey aradı. Eşi 84 yaşındaymış ve onunla olmak istemiyormuş. Kendisini aldatıp aldatmadığını öğrenmek için beni tutmak istiyordu. Bir keresinde de kedisi ağaca çıkan bir yaşlı teyze itfaiyeyi aramak için içeri girdiğinde kedi kaçmış, benim bulmamı istiyordu. Bir keresinde eşi çok genç bir kızla görülen bir kadın için araştırma yaptık ve eşinin bilmediği eski ilişkisinden dünyaya gelen kızı olduğunu öğrendik.
Yazının Devamını Oku

İzmir’in büyüsü beni çok çekiyor

14 Aralık 2008
GÜLSİN ONAY, tanıdığım en hayat dolu kadınlardan biri. Pozitif enerjisi, içtenliği, bu kadar büyük başarılarına rağmen; hayatlarında hiçbirşey başarmamış fakat havasından geçilmeyen kadınlarımızda yüzde birine bile rastlanmayan; çabasız mütevazılığı beni ona hayran bıraktı. Bu arada, en büyük teşekkürüm beni Gülsin Onay ile tanıştıran ve hatırım için bu güzel fotoğrafları çeken değerli fotoğraf sanatçısı, sevgili dostum Aykut Uslutekin’e..

Æ Piyano çalmaya nasıl başladınız?

Æ Annem piyanistti, dolayısıyla ilk hocam oldu. Stuttgart’dan mezun, İstanbul’da Cemal Reşit Rey’in öğrencisiymiş. Aslında profesyonel piyanist olarak yetişmiş ama biraz heyecan yaparmış. Belki de bu sebepten konser piyanistliği konusunda beni yetiştirdi ve hevesini aldı. Küçükken yeteneğimi ölçtürmek için solfej hocası Matmazel Teresa’ya götürmüştü. Kulağımı özellikle çok beğenmiş ve ’Bu çocuğun kulağında altın var’ demiş. Çıkar çıkmaz kulağımı karıştırmışım ’Altın nerede’ diye.

Æ Siz Harika Çocuklar Yasası ile yetişen son sanatçılardansınız. Yasayla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Æ Bizim gelişimimize çok katkısı oldu. Aslında çok güzel bir fırsattı yaşımız geçmeden, gerekli yerlerde eğitim alabildik. 12 yaşımda Paris’e gitmeme rağmen, geç bulmuşlardı. Çünkü yaşım İdil Biret, Suna Kan’a göre biraz daha ileriydi. Gerçi biz gittiğimiz zaman o kadar ileri seviyedeydik ki, bizden çok daha büyük yaşlardan öndeydik. Beş senelik bölümü ben bir senede bitirdim.

Æ Kariyeriniz hep aynı hızla mı ilerledi?

Æ Paris’te, eğitimden sonra biraz kaldım, sonra Türkiye’ye döndüm. Daha sonra evlenip eşimle Almanya’ya gittim, kariyere dönüş süreci yaşadım. O arada duraklama dönemim oldu. Erken evlilik, annelik... Daha sonra bir yarışma kazanmak için hazırlık, beni heyecanlandırdı, müziğe döndürdü.

Æ Nasıl yarışmalardı bunlar?

Æ Marguerite Long Jacques Thibaud yarışmasında ’En İyi Ravel Yorumcusu Ödülü’ aldım Paris’te. Chopin yorumlarımdan dolayı ise Polonya Devlet Nişanı’nı Polonya cumhurbaşkanından aldım. Onun dışında da Rachmaninov yorumlarımdan dolayı çok önemli övgüler aldım.

JAPONYA’DA ADIMA ŞARAP YAPTILAR

Æ Bildiğim kadarıyla Japonya’da çok seviliyorsunuz. Sizce nedeni ne?

Æ Japonya’ya 80’li yılların sonlarında ilk defa gittiğimde önce Türk Büyükelçiliği’nde konser vermiştim. Japon prensi de gelmişti, çok beğendi ve önemli bir emprezaryosuna beni tavsiye etti. Benim için çok büyük bir turne düzenlendi. Bu konserlerden sonra orada bir program yayınlandı ve büyük bir kitle izledi. Büyük başarılar sağlandı, hatta adıma şaraplar yaptılar. Sonrasında da her iki senede bir Japonya’dan davet aldım, bugüne kadar 12 kez gittim. Orkestra turneleri oldu, çok önemli şeflerle çalıştım, Tokyo Filarmoni ile çaldım.

Æ Japonya’da başınıza gelen ilginç bir anınız oldu mu?

Æ Oranın önemli bir bestecisi var Mayuzumi, eserleri çok sevilir. Beni bir televizyon programına davet etti. O televizyon orkestrası ile Adnan Saygun’un Piyano Konçertosu’nu çaldırdı. Ama orkestra notaları yetiştiremedi provaya ve bir gecede notistler bütün orkestra için notaları elle yazdı. Sabah provaya yetiştirdiler. Bir de Tokyo Büyükelçiliği’mizde kalırken güvenlik kapısında kilitli kaldım. İki kapı arasında ayakta mahsur kaldım ve akşama konserim var. Önce panikledim, sonra terapiye başladım ve akşamki konserimin provasını o küçücük yerde, cam üzerinde yaptım. Ve tabii bu arada herkes panikle beni aramış. Birkaç saatte buldular, çok enteresan ve unutamadığım bir olaydır.

ALMANYA’DA BANA HARİKULADE PİYANİST DEYİP, ADNAN SAYGUN’U DA GÖKLERE ÇIKARDILAR

Æ Ahmed Adnan Saygun’un hayatınızda büyük önemi var değil mi?

Æ Adnan Saygun’a çok şey borçluyum. Bir kere kariyerimin temelini oluşturdu. Gerçi çok sert, son derece ketum ve içine kapanık yaşlı bir insandı. Ama benim ufkumu o kadar açtı ki. Bir süre sonra benim büyüğüm, babam kadar yakın hocam oldu. O da beni çok sevdi ve çocukları olmadığı için de beni bir nevi manevi kızları gibi benimsediler. Ölüm döşeğine kadar birlikteydik. Çok sıkı ve samimi bir ilişkimiz oldu. Yalnız öğrenci-hoca olarak değil, tüm bestelerini seslendiren bir yorumcusu olarak da. Bunun dışında da benim hayat felsefeme, genel kültürüme her şeyime damgasını vurmuş çok büyük bir insan. Dünyanın bu çağdaki en büyük bestecilerinden biri. Ne mutlu ki bizim topraklarımızdan çıkmış gerçekten şu anda dünya çapında tanınan bir Türk besteci Adnan Saygun.

Æ Sizce dünyada yeteri kadar biliniyor mu eserleri?

Æ Klasik çağdaş müzikte çok büyük isim. Tüm konserlerimde yani 59 ülkede eserlerini seslendirdim. Bunların arasında 20’yi aşkın ülkede orkest-ralarla, gerisinde de solo eserleriyle seslendirdim. Geçen sene 100. yılı olduğu için Londra Kraliyet Filarmoni Orkestrası ile çaldım. Benim en son yaptığım Adnan Saygun’un eserlerinden oluşan CD Almanya’da piyasaya çıktı. Almanya’nın en ciddi ve önemli gazetelerinden biri olan Frankfurt Allgemenia Zeitung’da önemli bir yazı çıktı. Benden "Harikulade Piyanist" diye bahsederken Saygun’un eserlerini de göklere çıkarmışlar.

ELGAR’IN İZMİR İÇİN BESTELEDİĞİ SMYRNA ADLI ESERİ TÜM DÜNYADA ÇALIYORUM

Æ İzmir’de sık konser veriyorsunuz. İzmir seyircisiyle iletişiminiz nasıl?

Æ İzmir çok farklı, müthiş sıcak dinleyiciye sahip. Olağanüstü orkestrası var. Orkestraların heyecanını çok seviyorum. Şehrin büyüsü beni çok çekiyor. Beş bin yıllık geçmiş ve zenginlik çok etkiliyor. İklimi, doğası olsun, tarihi eserleriyle, son derece açık fikirli insanlarının sıcaklığı, güzelliğiyle çok çekiyor. Elgar’ın "Smyrna" adlı bir eseri var ve çok fazla tanınmamasına karşın ben yurt dışı konserlerimde çalıyorum. Hatta dünyada bir çok yerde ilk defa benden dinliyorlar eseri. Elgar, 1905’te gemiyle önce İstanbul, sonra İzmir’e gelip bir hafta kalmış. İzmir’e aşık olduğunu, İzmir’in İstanbul’dan güzel olduğunu yazmış ve beste yapmış.

BAZEN HER GÜN AYRI BİR ŞEHİRDE KONSER

Æ Konser programınız hep çok yoğun, nasıl baş ediyorsunuz?

Æ Bugüne kadar 59 ülkede çaldım. Mesela 2 haftada 8 konserim oldu; St.Petersburg, İstanbul, Ankara, Antalya, İzmir, Eskişehir ve Bodrum... Bir keresinde 27 günde 21 konser vermiştim Japonya’da. Bazen her gün ayrı şehirlerde konser oluyor. Yıllardır bu tempoda olduğum için, üç hafta evde geçirsem yadırgıyorum. Çok da güzel metodlar buldum kendimi dinlendirmek için, artık yoğunluk hissetmiyorum.

Æ Bundan sonraki konser planlarınızda nereleri var?

Æ Taipei’de bir konserim, sonra tekrar Amerika ve Japonya turnelerim olacak. Yani uzaklar başlıyor. Daha sonra İngiltere’de konserlerim başlayacak. Zaten farklı yerlerde evlerim var. Bir evim Cambridge’de, bir evim İstanbul’da, bir evim Ankara’da, bir evim Bodrum’da..

İLERİDE TİYATROYU

DÜŞÜNEBİLİRİM

Æ Sanatçı olarak siz nelerle besleniyorsunuz?

Æ En başta beni besleyen şey müzik...Yorucu bir seyahat sonrası mesela 6 saat arabayı da kendim kullandığım halde bavulumu boşaltmadan doğru piyanonun başına gider bir saat çalışırım. O an yorgunluğum geçer, bana enerji veriyor. Doğayla ilgili her şeyden zevk alma yöntemlerim var, keyifli bir şeyler buluyorum kendimi dinlendirecek.

Æ İlerisi için planlarınız neler?

Æ 16 yaşımda Paris’teyken hobi olarak girdiğim tiyatro grubumuz çok meşhur olmaya başladı. Bordeaux’dan Marsilya’dan teklifler aldık. Piyano ile yürütemeyeceğimden ayrıldım. Tiyatro maalesef kursağımda kaldı ama ilerde düşünebilirim.

ÖNEMLİ BİR TÜRK SANATÇI OLMAK SÜRPRİZ DEĞİL

Æ Yurt dışından Türkiye’ye bakıldığında sanat hayatı ile ilgili neler görüyorsunuz?

Æ Aslında çok iyimserim bu konuda. İnanılmaz genç yetenekler var. Gittikçe artıyor ve bu da beni çok sevindiriyor. Yalnız müzikte değil, her alanda böyle. Bir bakıyorsunuz Harvard gibi sayılı okullarda Türkler en başarılı öğrenciler arasında, yarışmalarda dereceye girenler arasında. En büyük orkestralarda mesela Berlin Filarmoni’de bir klarnetçi, Münih Filarmoni’de bir kemancı Türk oluyor. Eskiden benim turnelerimin olduğu ilk dönemlerde Türk olarak ilk ben gidiyordum ve önceleri büyük şaşkınlık yaratmıştı. Ama artık böyle bir şey yok. Benden sonra bir çok Türk sanatçı oldu. Artık bir sürpriz değil Türk olarak bugün dünyada yer almak.

GÜMÜŞLÜK FESTİVALİ İLE ÖZEL BİR BAĞIM VAR

Æ Ödülleriniz arasında sizi en fazla heyecanlandıran hangisi oldu?

Æ Sevda-Cenap And Müzik Vakfı beni Onur Ödülü Altın Madalyası’na layık gördü. Ödüllerim arasında tabii ki ayrım yapamayacağım. Çünkü her birinde ayrı sevinç ve heyecan yaşadım. Ama artık en büyük heyecanı 5 yıldır düzenlediğim, sanat danışmanı olduğum Gümüşlük Festivali’nde buluyorum.

Æ Gümüşlük Festivali her yıl daha iyiye gidiyor değil mi?

Æ Yoktan var oldu festival, hayal olan bir şey gerçekleşti. Bu yüzden çok özel bağım var. Bodrum’da bir evim var. Bodrum’u çok seviyorum ve orada yaşamayı da. Özellikle yazın orada olmak bana çok ilham veriyor. İleriki planlarımda Bodrum’a yerleşmek var. Gümüşlük Festivali her sene daha iyiye gidiyor . Dünya çapında piyanistler, kemancılar geliyor ve hepsi arkadaşlarım, çok severek katılıyor. Çok küçük bir mekanımız var, ama çok önemli projeler oluşturuyoruz. Bu sene Bodrum Kalesi’ni de dahil ettik.
Yazının Devamını Oku