Ali Atıf Bir

Deniz Seki aradı

31 Mayıs 2005
22 Mayıs Pazar günü Hürriyet’te Deniz Seki’nin son albümünde gizliden Pasiflora reklamı yaptığıyla ilgili esprili bir yazı yazdım. Hafta arası <B>Deniz Seki</B> aradı: ‘Her pazar yaptığım gibi sayfanızı açtım, kendimi görünce beynimden aşağı kaynar sular döküldü. Keşke yapmasaydım şu şarkıyı diye düşünürken aşağıdaki ‘Bu yazı espridir ciddiye almayın’ notunu okuyup rahatladım’ dedi.

Gülüştük. Daha sonra son albümü Aşk Denizi’nden söz ettik. Caz motiflerini de kullanarak farklı bir şey yapmaya çalıştığını söyledi. Ben de albümü baştan sona birkaç kez dinlediğimi ve beğendimi söyledim. Gerçekten de beğendim. Deniz Seki, ‘Aşk Denizi’nde kendini tekrar etme hatasına düşmemiş, farklı şarkılarla sıkılmadan dinlenen bir albüm ortaya koymuş. Bu arada haber vereyim Deniz Seki albümdeki her şarkıya klip çekiyormuş. Tam 13 farklı klip. Rakam uğursuz ama klipler uğurlu gelir umarım.

Bu arada korktuğumun başıma geldiğini de haber vereyim. Ben ne kadar ‘Bu yazıyı ciddiye almayın’ desem de İstanbul Eczacılar Odası, Pasiflora’nın reçeteyle satılan sakinleştirici bir ilaç olması nedeniyle konuyu Hukuk Kurulu’nda incemeleye almış, dava açılabilirmiş. Pasiflora bitkisel bir antidepresanmış. Bunun şarkıda kullanılması etik ve hoş değilmiş, özendiriciymiş.

İstanbul Eczacılar Odası üyelerinden son dönemde aşık olan oldu mu acaba? Eğer olduysa aşık olanların Pasiflora içmek için Deniz Seki’ye gereksinimi olmadıklarını da bileceklerdir. Eğer olmadılarsa aşık olmayı denesinler. Belki böylece tribünlere oynamaktan vazgeçerler.

İslam devleti değil İslam ülkesi

Başbakan Tayyip Erdoğan, cumartesi günü izinsiz Kuran kurslarına verilen cezaların azaltılmasından söz ederken baklayı ağzından çıkardı:

‘İslam devleti olmak başka, İslam ülkesi olmak başka...’ Başbakan açık açık demek istiyor ki Türkiye’yi İslam ülkesi yapmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar Türkiye’de ilk defa bir Başbakan böyle bir hedef belirledi: İlk hedefimiz İslam ülkesi olmak ileri. Şimdi Başbakan’dan beklediğimiz İslam ülkesi olmanın belirleyicilerini bize anlatması. Sanırım Türkiye’de yaşayanlar olarak ne olacağımız konusunda önceden bilgilenmek bizim de hakkımız. İçki yasak olacak mı? Kadın ne kadar özgür olabilecek? Meclis Kuran-ı Kerim okunarak mı açılacak? İnanmayanlar ikinci sınıf insan muamelesi mi görecek? Öğrenecek çok şey var.

Bakın Fransızlar ‘Avrupa Birliği Anayasası’na ‘hayır’ dediler. Belki İslam ülkesi olmanın ne demek olduğunu öğrenirsek biz de İslam ülkesi olmaya ‘Hayır’ deriz. Ne dersiniz? Bir referandum olsa der miyiz?

Ekran şizofrenisi

Televizyon ekranında nereyi kaldırırsanız altından Mehmet Ali Erbil çıkıyor. Her türlü yarışma, dizi, film, televole, talk show... Erbil’in sunmadığı, bir haberle hava durumu kaldı. Ekran şizofrenisinin bu kadarının da fazla olduğunu düşünüyorum. ‘Yüzüm eskir çok ortalarda görünmeyeyim’ inancının karşısında olanlardanım. Erbil’in yüzünün eskidiği falan yok, ekrandaki duruşu anlamsızlaşıyor. Ciddiye alınmaz hale geliyor. Böyle giderse Mehmet Ali Erbil herkesin malı olayım derken kimsenin malı olamayacak...

Baydı...

Geçen perşembe ‘Caner ve çekici’ başlıklı yazımda Caner’le ilgili bir haberden söz etmiştim. Caner’in aracı çekiliyor, çekici şoförü de ona ‘Kafanda bardak kırdın diye adam mı oldun’ şeklinde posta atıyordu.

O bölüm, programda belki 10 kere, ‘Az sonra’ diye yayınlandı. Programın sonuna kadar dayanamadığımdan, olayı gerçek kabul edip yorumladım. Oysa o haber kamera şakasıymış. Aldatılmış, sizi de olaya ortak etmişim. Özür dilerim. Bizdeki ‘Azzz sonra’ pespayeliği bitmediği sürece böyle hatalar yapmayacağıma sözzz veremiyorum. ‘Azzz sonra’lar, bırakın baymayı, adamı ölme sınırına getiriyor...

Kutlarım...

Bizim gazete pazartesi günü herkese ücretsiz 16 sayfa ‘Atatürk’ü Seviyorum’ kitapçığı verdi. Kitapçığın içinde Atatürk’ün gençliği, askerliği ve Cumhurbaşkanlığıyla ilgili öyküler vardı. Hürriyet’in bu etkinliğini çok beğendim. Böyle bir kitapçığı vermek kimin aklına geldiyse gönülden kutlarım. Atatürk’ü sadece tören günlerine sıkıştırmamalı, her fırsatı kullanarak, onu bilinçli olarak unutturmaya çalışanlara bu ülkenin kurucusu olduğunu, devrimleri boş yere yapmadığını anlatmalıyız...
Yazının Devamını Oku

Yaşam boyu öğrenim hakkı

30 Mayıs 2005
<B>GIDA </B>dışı perakende markalarının biraraya gelip kurdukları Birleşmiş Markalar Derneği Başkanı <B>Saruhan Tan</B>’la görüştüm. <B>‘Perakende sektöründe eğitimli insana gereksinimi var.</B> Birçok insan başka okullardan mezun olup satış danışmanlığını ihtiyaçtan yapıyor. Personel devir hızı % 50. Bizim mağazacılık, satışçılık işini meslek olarak kabul eden insanlara gereksinimiz var. Hem de çalışan personeli mesleki olarak bilinçlendirmeye. Mesleki eğitim için Açıköğretim’in en uygun eğitim modeli olduğuna karar verdik ve Anadolu Üniversite’sine başvurduk’ dedi.

Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Engin Ataç’la görüştüm. Ataç, ‘2005-2006 dönemi için Açıköğretim Fakültesi Perakende Satış ve Mağaza Yönetimi bölümüne öğrenci almaya başlıyoruz. Hem yeni mezunlar hem de mağazalarda çalışanlar bu programdan yararlanacak. Bir kişi bir bölümden mezun oldu diye o bölüme esir olmak zorunda değil. İsteyen çalıştığı alana göre, çalışırken de kariyer yapabilmeli. Bunu ‘yaşam boyu öğrenim hakkı’ deniyor. Bizim üniversitelerimiz de artık ‘yaşam öğrenim hakkı’ felsefesini benimsemek, her yaştan her meslekten insana alternatif sunmak zorunda. Anadolu Üniversitesi olarak bu felsefenin öncüsüyüz.’

Şimdi sıkı durun. Asıl can alıcı nokta şu, BMD üyeleri işe adam alırken Perakende Satış ve Mağaza Yönetimi Önlisans programından çıkanlara öncelik tanıyacaklarını taahhüt ediyorlar. Perakende sektöründe satış danışmanları arasında ciddi bir kan değişimi olacak anlayacağınız. Eğitimli, eğitimsizi kovacak. Türkiye gibi işsizliğin korkunç boyutlara ulaştığı bir ülkede böylesine cesur bir projeye imza attıkları için hem Saruhan Tan’ı hem de Engin Ataç’ı kutluyorum.

Bilim ve ihanet

BİR
bilim adamı ya da adamları ülkelerinin ‘resmi’ görüşüne aykırı bilimsel bulgulara ulaşabilir mi? Evet. Bilimsel özgürlüğün olduğu bir ülkede bu bilim adamı yöntemini ortaya koyar, bulgularını ortaya koyar, vardığı sonuçları bilimsel dergilerde basar, görüşlerini kamuoyuna açıklar. Kimse de, devlet dahil, bu bilim adamına ‘Niye böyle bir sonuç açıklıyorsun?’ diyemez. Yapılabilecek olan bu bilim adamının yönteminin yanlış olduğunu kanıtlamak, varsayımlarının yanlış olduğunu ileri sürmek, yanlış bulgulardan hareket ettiğini ortaya koymak, yanlış sonuca vardığını söylemektir. Bunu da ancak başka bir bilim adamı yapabilir.

Konferans ya da sempozyum düzenlemek başka ama... Üniversiteler her konuda bilimsel toplantı düzenlemekte özgürdür. Ancak üniversite yönetimleri konferansların, konferanslarda tartışılan bildirilerin ötesinde sembolik bir anlamı olduğunu bilirler. Bir grup bilim adamı biraya gelir ve bir sonuca varır, bu sonucu da konferans bildirgesi olarak özetlerler. Özet bir bakıma ‘karar’dır.

Eğer istenirse konferanslar söz konusu bu sembolik anlamdan yola çıkılarak ‘ikna’ amaçlı olarak düzenlenebilir. Konferansa çağrılan bilim adamları seçilerek ‘konferans’ bildirgeleri rahatlıkla yönlendirilebilir. Böylece konferanstan konferansı düzenleyenlerin ‘paradigmalarına esas’ bir sonuç çıkar. Bu seçimlerin bilimsel toplantı pratiğinde yeri vardır. Ancak seçimler eleştirilebilir. Ancak seçimlerin hiçbirinin bilimsel yöntemle, bilimsel bilgiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Bu nedenle bir üniversite de bu tür seçimlerle düzenlenen bir konferans, taraflı olmakla suçlanabilir. Hatta devlet görevlileri tarafından ‘vatana ihanettir’ diye, resmi görüş karşıtları tarafından ‘devlet yalakalığı’ diye yakışıksız olarak tanımlanabilir.

Bu tür konferanslar protesto edilebilir. Ve kimse bilimsel özgürlük elden gitti diye protestocuları suçlayamaz. Çünkü kimsenin bilimsel çalışma yapması ya da yaptığı çalışmayı sunması engellenmemiştir. Karşı çıkılan toplantının düzenlenme dinamiklerdir.

Boğaziçi Üniversitesi yönetimi ‘ihanet’ suçlamasına maruz kalacağını bile bile sadece belirli bir ‘paradigma’ yanlılarının tartışacağı bir konferansa izin vermiştir. Cesaretle. Özgür düşünen bir üniversite yönetimine yakışan budur. Sonra? Boğaziçi yönetimi tepkiler karşısında geri çekilmiştir. E nerde kaldı cesaret? Sorunun tek kaynağı vardır Boğaziçi Üniversitesi yönetimi. Sapla samanı karıştırmayalım.

Keşke Şahan Garanti’ye çıkmasaydı

ŞAHAN
’ı alladık, pulladık ‘Cem Yılmaz bile bu adama gülüyor’ gazıyla zoraki bir ünlü haline getirdik. Şahan öyle bir havalandı ki aynı anda hem Garanti Bankası konut kredisi hem de Ritmix reklamlarında ekranda boy göstermeye başladı. Ritmix reklamları daha başarılı. Ama Şahan’ın tanınmışlık düzeyi Garanti Bankası’nı taşımaya yetmiyor. Şahan’ın kariyeri için de bu kadarı çok erken. Keşke biraz daha bekleseydi. Şahan’ın yeteneği onu bu alanda rahatlıkla maraton koşucusu yapmaya yeter. 100 metre koşup riske girmeye gerek var mı?

ÇEKİRGELİK

Bilim algıdan başka bir şey değildir.

Plato
Yazının Devamını Oku

Eczanede yoğurt mu dediniz

29 Mayıs 2005
<B>PINAR</B> ve Nestle bir süre önce <B>‘işlevsel gıda’</B> diyebileceğimiz probiyotik ürünleri pazara sürmüşlerdi. Burun kıvırdık. Buradan yola çıkarak dedik ki: <B>Türkler henüz işlevsel gıda tüketimine hazır değil!</b> Aradan zaman geçti... Bu kez Danone ve Sütaş probiyotik yoğurtla işlevsel gıda pazarını zorluyor. Önce Danone reklama başladı. Danone tanınmamış bir kadını kullanarak, kadınlara, kibarca iki hafta boyunca ‘Activia’ yerlerse bağırsaklarının daha düzenli çalışacağını söylüyor. Bu kabaca ‘ortalarda kabız kabız dolaşmayı bırakın Activia kullanın!’ demek. Sürekli kilosunu sorun eden kadına ise gizlice mesaj göndermek: Sindirim sistemini düzenle, daha rahat kilo ver. Activia biraz ilaç gibi konumlandırılıyor anlayacağınız...

Sonra Sütaş reklamı geldi. ‘Yovita’ reklamında da mesaj aynı: İki haftada kabızlığa son! Mesajı veren tanınmamış ‘yabancı’ bir kadın değil, ünlülerin diyetisyeni Taylan Kümeli... Reklam formatı aynı, konumlandırma biraz farklı. Çiçek böcek kendini kırlara vuran Taylan Kümeli Yovita’dan hafif hafif ‘gıda’ olarak söz ediyor gibi. Yovita’nın sadesi, kuru üzümlüsü, müslilisi var. Yovita kabızlık ilacını aşıp ‘damak zevkine’ de hitap ediyor gibi.

Biraz yakından inceleyince Acvtivia’da Active Regularis Mayası, Sütaş’ta ise Acidophilus ve Bifidus mayaları olduğunu görüyorsunuz. İki ürün arasındaki fark bu.

Sütaş Ar-Ge Müdürü Güler Özcan’la konuştum:

- Probiyotik yoğurt nasıl çalışıyor?

- Probiyotik yoğurtlar sindirim kanalında sağlıklı bir bakteri dengesi oluşturarak bağırsaklarda gaz üreten kötü bakterilerin çoğalmasına engel oluyor. Bağırsak florasındaki zararlı bakterilerin vücuttan atılmalarına yardımcı olan dost mayalar, bu zararlı bakterilerin gelişmelerini de engelliyor.

- Niye Danone’de tek maya

siz de iki maya var?

-
Aslında Danone yurtdışında ürünlerinde birden fazla maya kullandığını söylüyor. Her nedense Türkiye’de tek maya açıkladı. Stratejik bir karar.

- Peki, niye hedef kadınlar? Sadece kabızlığı, gaz ve şişkinlik sorunlarını kadınlar mı çekiyor?

- Araştırmalar bağırsaktaki bakteri dengesinin kadınlarda daha fazla bozulduğunu gösteriyor.

- Sadece bağırsakları mı düzenliyor bu probiyotik kültür mayaları?

- Hayır, çok fazla yararları var. Örneğin kandaki kolesterol seviyesini düşürmeye katkıda bulunur. Yüksek kan basıncının düşmesine katkıda bulunabilir. Bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olabilir. B kompleks vitanminleri üretir ve emilimini sağlar. Kalsiyum emilimini arttırır. Böylece Osteoporosis riski azalır...

- Niye bu faydaları reklamda kullanamıyorsunuz o zaman?..

- Dünya bu konuyu tartışıyor. Henüz bu iddiaların ürün vaadi olarak kullanılmasına yetecek kadar kanıt yok diyor resmi makamlar.

Sütaş’ın Pazarlama’dan sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ergun Ermutlu’ya dönüyorum:

- Niçin Taylan Kümeli? Ceyda Düvenci olayının aleyhte çalışabileceğini düşünmediniz mi?

- Bu konu değerlendirme ölçütlerimiz arasında değildi.

- Nasıl gidiyor satışlar? Tutacak mı bu kez?

- Henüz bilmiyoruz. Tüketici deneme aşamasında. Şu anda ürün yetiştiremiyoruz. Hele hafta sonları sıkışıklık iki katına çıkıyor.

Gelişmeler ‘işlevsel gıdanın’ bu kez Türkiye’de tutunacağını gösteriyor. Ünlü, ünsüz tanıklık reklamları işe yaramış görünüyor. Probiyotik yoğurtlar ‘ilaç’ gibi sunulmalarına rağmen Tarım Bakanlığı’nın izniyle ‘gıda’ olarak rafa çıkan ürünler. Düşünün izin Sağlık Bakanlığı’ndan alınsaydı, reklamı yasak olacaktı, hatta eczanelerden başka yerde de satılamayacaktı. Hálá da böyle bir tehlike var. Probiyotik yoğurtlar tutunursa eczaneler bu pazara sulanabilir. E müshil de yıllardır eczanelerde satılmıyor muydu? Türkiye’de kabız çok... Pazar büyük...

(*) Bu yazıyı yazacağım diye epeyce bir Activia ve Yovita yedim. Durumum vahim. Galiba iki hafta bekleyemeyeceğim. Haydi hayırlısı..

Eee sonra Şekerbank

ŞEKERBANK
reklamında diyor ki: ‘Değişime hazırız.’ Tamam de biz ne yapacağız. Değişime hazırsanız değişin. Sonra bize nasıl değiştiğinizi anlatın. Biz de varolan kartlarımızla, hesaplarımızla, yatırımlarımızla sizin sunduklarınızı karşılaştıralım sizi mi seçeceğiz, sizde mi devam edeceğiz, yoksa başkalarına mı gideceğiz karar verelim. Siz hazırsanız bu bizim işimize nasıl yarayacak?

Türk kası mı teknolojinin Türkçesi mi

SANIRIM
Vestel’in ‘Veysel’ stratejisinden vazgeçmesinin zamanı geldi. Türk kası, Claudia’nın poposuna bakma gibi espriler Ata Demirer’in göbek dekoltesiyle birleşince kuşkusuz Vestel’i daha popüler bir marka yapıyor. Ama ‘Teknolojinin Türkçesi’ sloganıyla belirlediği konumu desteklemiyor. Kalite algısına hizmet etmiyor. Vestel hálá çağrışımları açısından yerinde sayıyor. Bu algıdan memnuniyet varsa sorun yok. ‘AB grubu markası’ algısına sahip olup, her statü grubu tarafından arzulanacağız deniyorsa yeniden düşünmekte yarar var.

Muhabbet Kart

MUHABBET
Kart ne yaptığını bilmez bir şekilde Mustafa Sandal’ı İngilizce konuşturmaya devam ediyor. Bu kez Mustafa Sandal Hintli. Niye? Bilmiyoruz. Muhabbet Kart bu reklamla ne yapmaya çalışıyor? Onu da bilmiyoruz. En önemlisi çoğumuz Muhabbet Kart’ın ne olduğunu, nasıl çalıştığını diğer kartlardan farkını da bilmiyoruz. Bilen var mı?

Sağlık Bakanı’na ikinci açık mektup

SAYIN Recep Akdağ
, geçen hafta tezgah üstü ilaç reklamlarının serbest bırakılması ile ilgili size bir mesaj gönderdim. Kendi adıma değil. İlaç tüketicileri adına... Bir hafta geçti herhangi yanıt alamadım. İlaç fiyatları ile mücadelenin diğer bir yolunun OTC ilaç reklamlarını serbest bırakmak olduğunu bir kez daha anımsatmak istiyorum. İnatla anımsatmaya devam edeceğim. Nasıl büyük bir duyarlılık göstererek ‘ilaç fiyatlaması’ üzerine bir komisyon kurduysanız, ‘ilaç reklamları’ üzerine de bir komisyon kurmanız çok yerinde olur. OTC ilaç reklamlarının doğruluğu, dürüstlüğü başka bir konu. ‘İlaç tüketicileri yanıltılır’ diye reklamlarını yasaklamak büyük haksızlık. O zaman bütün reklam yasaklayalım... Her konuda tüketici yanıltılabilir. Yanıltanlara artık büyük önlemler var... Reklam Kurulu var, Özdenetimi var, Bakanlığı var. Artık tüketiciyi yanıltmanın bedeli o kadar ucuz değil! Yanıt bekliyorum Sayın Bakanım..

Çekirgelik

Zamanı gelen bir düşüncenin gücü karşısında hiçbir ordu duramaz.

(Vigtor Hugo)
Yazının Devamını Oku

İzmirli Rain, Reina’yı anımsatıyor

27 Mayıs 2005
Geçen hafta cumartesi günü, bir arkadaşımızın düğünü için İzmir’deydim. Düğün mekanı olarak Bordo isimli bir restoranın açık bölümü seçilmişti. Hava biraz serin olmasına rağmen yine de bahçede keyifli bir düğün oldu, epeyce eğlendim.

Saat 23’ü vurduğunda dans pistinin tam ortasına bir tulumcu geldi. Ortalığı birden buram buram Karadeniz havası sardı. Hısımlar, akrabalar çoluk çocuk dans pistine doluşup birtakım garip hareketler yapmaya başladılar. Ve siz deyin bir saat ben diyeyim bir buçuk saat sonra anladık ki, hısım akraba horon oynuyormuş. Zaten horon oynaya oynaya da düğünü bitirdiler. Oradan anladık ki erkek tarafının gönlü hálá Rize’de kalmış. Daha da Rize’de kalmaya kararlı.

Çok hoşuma gitti. Keşke hepimiz köklerimize bu kadar bağlı olsak. Kültürel değerlerimizi böyle her fırsatta geleceğe taşıyabilsek. Erkek tarafını gerçekten takdir ettim. Kız tarafına da hayret ettim. Böyle bir durumda ‘haydaaa...’ nidaları arasında iki erkek efeyi salacaklardı kız tarafının arasına, bak bir daha horon horon ortalarda dolaşan oluyor mu!

Yüzyıllık köşk

Düğünden ayrılırken arkadaşlardan biri, bir hafta önce Rain isimli bir yerin açıldığını, hemen oraya akmamız gerektiğini söyledi. Aktık. Rain’den içeri adımımı atar akmaz atmosferden etkilendim. Yüzyıllık Turan Köşkü restore edilmiş, ortaya 2 bin kişiyi aynı anda eğlendirebilen Rain çıkmış. Bahçesinde asırlık ağaçlarla geniş bir mekan. Rain’den İzmir’in gece görünüşü muhteşem.

Rain’de o gece yüzlerce kişi Demet Akalın, Gülşen ve Hande Yener’in şarkıları ile kendinden geçti. Niye yalan söyleyeyim bu üç popçunun şarkıları da bu tür yerlerin sallan-yuvarlan havasına giden şarkılar. Hele de DJ biraz cin ise, Akalın, Gülşen ve Yener’in şarkıları eşliğinde eğlenmek pek bir keyifli oluyor.

Rain’in DJ’yi de işi bilenlerden. Bir ara Demet Akalın’ın ‘Şerefsizinden bul!’ demeye getiren şarkısı çalıyordu. DJ şarkıyı birden kesti. İzmirli bayanlar ‘şerefsiz’ sözcüğünün üstüne basa basa hep bir ağızdan hönkürdüler: Sen de senin gibi bir şerefsizi bul!

Birkaç kişi ‘İzmirli bayanların hayatına bu kadar çok şerefsizin girebilmesi dikkat çekici değil mi arkadaşlar?’ diye sordu. ‘İlahi Adalet!’ diye yanıt verenler oldu. Ne dediklerini pek anlayamadım. Anlayan varsa iki mesaj çızıktırsın.

Rain’de mekan bol. İçinde denize komşu bir et (Köşebaşı), bir balık (Sipari), bir İtalyan lokantası (Du Umberto) iki de bar var (Club En Velo ve VIP Lounge Bar). İç dekorasyon da oldukça etkileyici. Reinacılar ve Lailacılar, Rain şıklığını görseler kesinlikle kıskanırlar.

Bu yaz İzmir’e giderseniz Rain’e uğramaya değer. On beş güne kadar Çeşme mi açılacak? Çeşme’nin Rain’in önünü kesebileceğini hiç sanmam. Rain çok farklı bir mekan. Onda, Çeşme gecelerini sevenleri bile kolaylıkla baştan çıkarma potansiyeli gördüm. Nasıl gördün diye sormayın, gördüm işte.

İnsaf! Yardım edin bu çocuklara

AEGEE (Avrupa Öğrenci Topluluğu), Nisan 1985’te Paris’te bir grup öğrenci tarafından kurulmuş. Şu anda 42 ülkede 267 şehirde 17 binden fazla üyesi bulunuyor. AGEE 1997 yılında Ege Üniversitesi’nde örgütlenmiş. 2005 yılında da AEGEE Avrupa Başkanlığı’na 24 yaşındaki ODTÜ Mütercim Tercümanlık mezunu Burcu Becermen seçilmiş. AEGEE her sene iki kez Agora toplantıları düzenliyor. Bu sene ikinci toplantı yeni Avrupa Başkanı Burcu Becermen’in bastırmasıyla Türkiye’de, Ege Üniversitesi’nde yapılacak. Toplantıya 267 ülkeden 1000 kişi katılacak. Agora toplantısının açılışını da Recep Tayyip Erdoğan yapacak.

Gelin görün ki, AEGEE üyelerine Ege Ünversitesi’ndan başka yardım eden bir kuruluş yok. İzmir Valiliği, İzmir Ticaret Odası, İzmir Ticaret Borsası, özel kuruluşlar... Herkese gidilmiş. Kimse toplantının Türkiye’nin tanıtımı açısından önemini kavrayamadığı için elini cebine atmamış! İnsaf! İzmir’de böyle bir toplantıya destek olacak bir şirket yoksa hepimize çok yazık. Türkiye’de böyle bir toplantıya destek olacak bir tane şirket yoksa yazık ki ne yazık. Türkiye ancak böyle toplantılara sahip çıkarak, kendini böyle platformlarda anlatarak Avrupa’da bir yere gelebilir. Türkiye ancak gençlerini motive ederek geleceğini kurtarabilir. Yok mu bu gerçeği anlayan sağduyulu biri, bir şirket, bir kurum. Yok mu? İnsaf!

Kadın her yerde kadın

Geçen hafta İsmet Bozdağ tarafından kaleme alınan Atatürk’ün başyaveri Salih Bozok’un anılarından oluşan ‘ Latife ve Fikriye: İki Aşk Arasında Atatürk’ kitabından söz etmiştim. Latife Hanım’ın Atatürk’e karşı davranışlarını Can Dündar’ın belgeselinden ve Kurtuluş dizisinden biliyordum ama Latife Hanım’ın Atatürk’e bu kadar çektirmiş olabileceğini tahmin etmiyordum.

Karşısında Atatürk de olsa Latife Hanım, kamusal alanda Atatürk’ü perdelemeye çalışmış. Atatürk’ü silah arkadaşlarının önünde küçük düşürecek davranışlarda bulunmuş.

Anlayacağınız Latife Hanım genlerinden gelen kadınlık gururunu susturmamış. Sonuç? Atatürk, Latife Hanım’ı çok sevse bile gereksiz kaprisleri karşısında dayanamamış ve onu boşamış.

Salih Bozok’un anılarından öğrendiğime göre, Latife Hanım’la evlendiğini duyan bir yabancı gazeteci Atatürk’e ‘İlk yenilginiz...’ demiş. Atatürk’ün, Latife Hanım’la evlenerek yenilgiyi gönüllü olarak kabul ettiği doğru. Ancak Latife Hanım işi zafer çığlıkları atmaya kadar götürünce yapacak bir şey kalmamış.

Kaprisleriyle erkek arkadaşlarını, kocalarını gereksiz yere bunaltan kadınlar! Latife ve Fikriye: İki Aşk Arasında Atatürk kitabını okuyun. Belki ders alırsınız. Belki.. Hiç sanmıyorum ama belki.

CUMA İTİRAFI

sanalsanal; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 29; İl: Ankara

Gazetedeki bir yazımda ‘Cumhurbaşkanı’nın kendisi’ yerine, ‘Cumhurbaşkanı’nın kedisi’ yazmışım. Köşk’ten biri arayıp Cumhurbaşkanı’nın kedisinin olmadığını bildirdi! Ben böylece öğrendim, siz de öğrenin bari.

Yorum:
Doğru olabilir mi bu? Gerçekten Köşk’ten arayıp düzeltmiş olabilirler mi? Beni de ararlarsa inanabilirim.

CUMA TAKINTISI

Bu kez İzmir’de, Güzelbahçe taraflarında bir kendin pişir kendin ye mekanı Floryalı’ya takmanızı öneriyorum. Etler hemen orada hazırlanıyor. Pirzolalar, şişler, beytiler, pilç butlar, kanatlar... Size mangala atıp cozur cozur kızartması kalıyor. Aman kaşarlı mantar kızartmayı da unutmayın, hoş bir lezzeti kaçırırsınız. Floryalı’da salatalar, mezeler son derece usta işi.

CUMA LAKIRDISI

Aşk ciddi bir akıl hastalığıdır. (Plato)
Yazının Devamını Oku

Hagi’den lider olmaz..

26 Mayıs 2005
Türk futbolunda başarının tanımı tartışmalı bir konu, kabul ediyorum. Fener’e 5 atarsan başarılı, şampiyonluğu kılpayı kaçırsan başarısızsın. İki gün önce kupa alırsan başarılı, bir gün sonra yenilirsen başarısızsın.. Burası Türkiye, buradan çıkış yok! Eldeki başarı tanımına göre hareket etmek zorundayız, yapacak bir şey de yok.

Hagi, Fenerbahçe maçından sonra ne demiş: ‘Bizim 100’üncü yılımızdı. Fazla para harcayıp fazla transfer yapmalıydık. Bana göre bu sezon güçlü olamadık.’ Söylenecek laf mı bu? Hagi açık açık ‘Ben iyiyim ama eldeki futbolcular işe yaramaz..’ diyor. Hagi, açık açık başarısızlığın faturasını, kamuoyu önünde futbolculara ve yönetime çıkarıyor. Söyledikleri gerçek olsa bile gerçek bir lider Hagi’nin yaptığını yapmaz, yapmamalı da.

Gerçek lider, yenilgilere bahane bulmaz, suçu başkalarının üstüne atmaz. Gerçek lider, yenilgi karşısında çıkar, dobra dobra ‘Evet, neden benim der’ ve adamlarını sonuna kadar savunur. Sonra?

Sonra.. Lider olur.

Galatasaray’daki bir yıllık performansı gösteriyor ki, Hagi’den lider olmaz. Hagi ya içindeki çocuğa yeniliyor ya da bencillik tarafı ağır basıyor. Bir teknik direktör her şeyden önce iyi bir lider olmalı. Bırakın Hagi’yi gitsin..

Okumak gibisi yok

Jean-Christophe Grange’nin yeni romanı Siyah Kan’ı okumaya başladım.

Grange’yi biliyorsunuz. Kızıl Nehirler, Taş Meclisi, Leyleklerin Uçuşu ve Kurtlar İmparatorluğu kitaplarının ünlü Fransız yazarı.. Şimdi de Siyah Kan’la karşımızda.. Daha başlardayım, iyi gidiyor kitap. Burada bir duygumu paylaşmak istiyorum.

Kitap okumanın yerini hiçbir şey tutmuyor değil mi? Daha doğrusu okumanın yerini. Kitap ya da herhangi bir şey okurken, insan olduğumu daha iyi anlıyorum.

Zekamın keyfine varıyorum. Bu çok güzel bir duygu.. Okuyun..

Caner ve çekici şoförü..

Geçen hafta ‘televole’ programlarının birinde Caner’i gördüm. Caner’in arabasını bir çekicinin üstüne yüklemişler. Caner de arabasını kurtarmak için çekicinin şoförünü taciz ediyor. Şoför direniyor, bu arada Caner’e söylediği şey çok ilginç: ‘Ne o televizyona çıkıp kafanda bardak kırdın diye adam mı oldun?’

Caner diklenmeye devam edince, bu kez şoför lafı şöyle değiştiriyor: ‘Ne o, medyada bardak kırdın diye..’

Gördüğünüz gibi çekici şoförü, ekranda olan biten her şeyin farkında.. Ciddiye alır bir tarafı da yok. Caner onun için ekranda hatta medyada şov için kafasında bardak kıran biri, hepsi bu..

Kafada bardak kırmak çekici şoförü için ek bir değer yaratmıyor. Kafada bardak kırmayla birinin ciddiye alınmayacağını çekici şoförü biliyor.

Çekici şoförü, ne gerçek, ne değil ayırt edebiliyor. İzleyiciyi, okuyucuyu, dinleyiciyi ‘öteki’ler diye küçümseyenler! Aman dikkat!

‘Ötekiler’ de her şeyin farkında, ‘ötekiler’ de neyi niye izlediklerini çok iyi biliyorlar. Yasemin Bozkurt gibi hafife almayın, sonra üzülürsünüz..

Baydı..

Şampiyonluk kutlamalarından sonra oraya buraya ateş açıp, masum insanları öldüren, yaralayan ‘futbol magandaları’ üzerine yapılan ‘Magandaları durduralım’ haberleri baydı! Adam içmiş içmiş, balkona çıkmış, elindeki silahla saldırıyor, kör kurşun gidip yavrunun birine saplanıyor.

Kimse kurşun nereden geliyor bilmiyor, ölen belli, öldüren değil. Söyler misiniz nasıl engelleyeceğiz bu magandaları?

Bu konuda tabii ki haber yapalım da, ‘Durduralım, engel olalım, asalım, keselim’ deyince hiç olmazsa çözümün ne olacağını da yazalım. Cezaları ağırlaştırmak? Sosyal reklam kampanyası? Eğitim? Bence biri sosyal reklam kampanyası ile bu konuyu sahip çıkabilir. Magandaları değil ama maganda yakınlarını kullanıp, magandaları engeleyebilirsek, çok sayıda insanı kör kurşunlardan kurtarabiliriz.

Kutlarım..

Rimi Rimi Ley gibi Türkçe bir şarkıyla Gülseren Gomez gibi bir şarkıcıyı Ukrayna’ya gönderip, Türkiye’yi Eurovision şarkı yarışmasında 13’üncü yapan yetkilileri kutlarım. Rimi Rimi Ley ve Gülseren Gomez’in böyle bir sonuç alacağını müzikten anlamayan herhangi biri bile tahmin edebilirdi. Bile bile lades dendi. Yazık..
Yazının Devamını Oku

Erotik kanal kapatmak siyasi karar..

24 Mayıs 2005
<B>R</B>TÜK inatla paralı bir platformdaki paralı erotik kanalları kapatmaya çalışıyor. Defalarca yazdım. RTÜK’ün erotik kanalları kapatması tamamen ‘siyasi’ tabanlı bir karar. Cine 5 yayına başlayalı neredeyse 10 yıl oldu, sonra Star Dijital çıktı, şimdi Digitürk var.

10 yıldır Türkiye’de paralı olarak erotik film izlenebiliyor. RTÜK on yıldır erotik kanallara izin veriyordu da şimdi ne değişti? Birden erotik film izleyenlerin ‘sapıklaştığına’ mı karar verildi?

Hormonlu ego: Yasemin Bozkurt

Yasemin Bozkurt’un hazırladığı Kadının Sesi programının 14 Nisan’daki yayını sonrası İzmir’de bir cinayet işlenmişti. Bu olayın üzerinden henüz bir ay geçmişken, geçen hafta yine Kadının Sesi programına çıkan bir kadın 14 yaşındaki oğlu tarafından vuruldu. Kanal D yönetimi de Kadının Sesi programını yayından kaldırdı.

ATV de RTÜK’ten çekinip Ayşenur Yazıcı’nın kadın sorunlarına yönelik ‘Yalnız Değilsin’ programını yayından kaldırdı.

İlk olaydan sonra Yasemin Bozkurt’un öldürülen kadınla çektiği programı izledim ve bu köşede ‘İletişim araştırmaları diyor ki ‘Kimse birini ekranda intihar ederken gördü diye durup dururken intihar etmez. Ama intihar edecek birine, ekran nasıl edeceği konusunda yardım edebilir.’ Bence Yusuf Özbek ekrana çıksa da çıkmasa da kayınpederi Kemal Alp tarafından öldürülecekti. Ekrana çıkış sadece ölümün gerekçesi oldu.. Tamam benimki de varsayım. Ama varsayarken bildiğim araştırmalara dayandırıyorum.. Siz neye dayanıyorsunuz?’ diye yazmıştım.

İkinci olaya neden olan Yasemin Bozkurt programını da izledim. İkinci olayda biraz durum farklı. Yasemin Bozkurt, ‘Elazığ’a gidemem beni öldürürler’ diyen kadına yanıtı aynen şöyle: ‘Hiçbir şey yapamazlar!’Yasemin Bozkurt ‘Hiçbir şey yapamazlar’ yanıtıyla kışkırttı diye gidip kadının vurmak tabii ki kabul edilemez.

Amaaa.. Kadının Sesi türü programa katılan kadınların kocalarının nasıl bir değerler dünyasına ait oldukları bilinen bir gerçek. Bu nedenle ikinci programda Yasemin Bozkurt’un tavrının ‘düşüncesizce’ olduğunu, yayından kaldırılmayı hakettiğini düşünüyorum.

Gördüğünüz gibi ilk olayı daha genel araştırma sonuçlarıyla, ikinci olayı program özelinde yorumladım. Böyle yapmaktan başka da çarem yok. İletişim bilimi genç bir bilim. Kökleri milattan önce 300’lü yıllara Aristo dönemine kadar gidiyor. Ancak iletişim araçlarının etkileriyle ilgili araştırmalar Hovland’la 1950’li yıllarda başlayabiliyor.

Bu araştırmalar bugün genel olarak iletişim araçlarının etkili olduğunu, kümülatif etkilerin yönünü ve derecesini söylüyor ama tek bir programın yaratacağı sonuçları öngörmemizi sağlayamıyor. Tek bir programla ilgili yorumlar için o programın hedef kitlesinin ve formatının ayrı ayrı analiz edilmesi gerekiyor..

Bu nedenle Yasemin Bozkurt’un programı bir olaya neden oldu diye tüm kadın programı formatlarını karalamak çok yanlış. Doğru yapımcılarla, doğru sunucularla, doğru danışmanlarla kadın programlarına devam edilmeli..

Yasemin Bozkurt’u da anlamıyorum. Hálá ekranlara çıkıp, kendini kadın sorunlarını tek bir programla çözecek süper kadın olarak konumlandırıyor. İnsanda bu kadar da ‘hormonlu bir ego’ olmaz ki! Demek ki kadın programlarının emanet edileceği insanların önceden ego hormon seviyelerine bakmakta fayda var. Hormon seviyesi yüksekse, sonuçları öngörmek mümkün de!

Tabansız eleştiri..

Yeni Şafak’ta medya eleştirisi yapacağım diye zorlanan ‘medyakronik’ diye bir köşe var. Yeni Şafak gibi haberleri ‘oldukça dindar’ bir filtrelemeyle sayfalarına yansıtan bir gazete.. Bu ortamda ‘medya eleştirisi’ yapıp, sonra da her iki yazıdan birinde Hürriyet’e ‘habercilik dersi’ vermek biraz ayıp oluyor.

Medyakronik eleştirmenlerinin çoğu zaman ‘tabansız’ eleştirileriyle uzanamadıkları ciğere ‘mundar’ der gibi bir duruma düştüklerini düşünüyorum. Alın size bir örnek. Hürriyet’in İstanbul Üniversitesi’ndeki bir amfide yapılan esrar partisini ön sayfadan, büyük bir fotoğrafla vermesi, Uğur Dündar gazeteciliğiymiş ve garipmiş. Zihniyete bakar mısınız, Türkiye’de bir üniversitenin amfisinde gündüz gündüz esrar partisi yapılacak, elde bunu kanıtlayan fotoğraf olacak ve bunun haber değeri olmayacak.

Oysa Hürriyet kamuoyunu uyardı: ‘Türkiye’de gençler arasında uyuşturucu kullanımın boyutları, yakalanma korkusu yaşamadan bir amfide esrar içebilmeye kadar vardı!’ Ve aslında ‘zımni’ olarak sordu: ‘Uyuşturucu kullanımını engelleme konusunda daha etkili çalışmanın zamanı gelmedi mi?’

Medyakronikçilere Narkotik Şube elemanları son zamanlarda ‘gençler arasında uyuşturucu kullanımın boyutları konusunda’ bir brifing verdiler mi acaba? Eğer vermedilerse kısa sürede verseler iyi olur. Belki bilgilenirlerse böyle ‘tabansız’ medya eleştirisi yapmaktan vazgeçerler.

Garipsedim..

ATV’deki kadın programı, Yasemin Bozkurt örnek gösterilerek yayından kaldırılan Ayşenur Yazıcı, Kadir Çelik’in Objektif programına katıldı. ‘Ben niye yayından kaldırıldım, bu haksızlık oldu’ lafını o kadar çok tekrar etti ki, bir ara karşımda oyuna alınmadığı için ağlayan bir kız çocuğu var sandım. Garipsedim..

Kutlarım..

Gazeteci Ece Temelkuran, Ayşe Elmacı’nın oynadığı reklamlardan yola çıkarak cips üreticilerinin patates üreticilerini sömürdüklerini anlatmaya çalışmış. Türkiye’de yılda 5 milyon ton patates üretiliyor. Bunun 120 bin tonu parmak patates ve cips üretmek üzere sanayide kullanılıyor. Ece Temelkuran’ı hiçbir veri kullanmadan kısa yoldan sömürü düzenini özetlediği için kutlarım.. Çiftçi sömürülüyor.. Kulağa hoş geliyor değil mi?
Yazının Devamını Oku

Dünyanın en başarılı 100 markası

23 Mayıs 2005
<B>MATT Haig</B> geçen yıl piyasaya çıkardığı Marka Hataları (<B>Brand Failures</B>) kitabı iş yapınca bu kez de Marka Krallığı <B>(Brand Royalty</B>) isimli bir kitap çıkardı. Haig ilk kitabında tüm zamanların en büyük 100 markalama hatasından söz ediyordu. İkinci kitabında ise dünyanın en iyi 100 markasını belirliyor.

Kuşku yok ki dünyada yüzlerce başarılı marka var. Peki Haig 100 markayı nasıl seçti? Tabii ki sadece finansal başarılarına bakarak değil. Haig’in 100 markayı şeçerken ne kadar uzun ömürlü olduklarına, yeni ürün geliştirme başarılarına, iş yerinde yaptıkları devrimlere, kitle iletişimi ve diğer küresel başarılarına bakmış ve markaları 17 farklı gruba ayırmış. Böylece ortaya belki de bugüne kadar yapılmış olan en kapsamlı, en eğlenceli, en aydınlatıcı marka öyküleri ortaya çıkmış. Haig’in marka sınıflandırması çok ilginç. Seçtiği markaları tanımlamak için kullandığı sıfatlar da..Haig markalar konusunda bugüne kadar yapılmış en başarılı çalışmayı gerçekleştirmiş. Haig’in sınıflandırmasını ve kullandığı sıfatları aşağıda özetliyorum.

Yenilikçi Markalar

1. Adidas:
Performans markası 2. Sony: Öncü marka 3. Hoover: Anlamdaş marka 4.Xerox: Araştırma markası 5. American Express: Bütünlük markası 6. L’oreal: Bireysellik markası 7. Durex: Güvenilir marka 8. Mercedes-Benz: Prestij markası 9. Nescafe: Anında hazır marka 10. Toyata: Büyük-resim markası

Öncü Markalar

11. Heinz:
Güven markası 12. Kellog’s: Aşinalık markası 13. Colgate: Toplam marka 14. Ford: Satış markası 15. Goodyear: Liderlik markası 17. Gilette: Traş markası 18. Wrigley: Yeni düşünce markası.

İlgi Dağıtan Markalar

19. MTV:
Gençlik markası 20. Harry Potter: Öykü markası 21. Barbie: Kaçış markası 22. Disney: Nostaljik marka

Çizgideki Markalar

23. Cosmopolitan:
Devrimci marka 24. Nokia: Çizgi marka 25. Toys’R Us: Kasılma markası 26. Subway: Odak markası

Kas Markaları

27. IBM:
Çözüm markası 28. Wal-Mart: Ölçek markası 29. McDonald’s: Servis markası 30. Nike: Spor markası 31. Starbucks: Postmodern marka 32. Microsoft: Egemenlik markası

Ayırma Markaları

33. Pepsi:
Farklılaşma markası 34. Hush Puppies: Gündelik marka 35. Timex: Kalıcılık markası 36. Evian: Saflık markası 37. Duracell: Uzun sürelilik markası 38. Danone: Sağlık markası 39. Heineken: Export markası

Statu Markaları

40. Rolex:
Üstünlük markası 41. Courvoisier: Gizem markası 42. Louis Vuitton: Arzu markası 43. Moet&Chandon: Doğru mevsim markası 44. Burberry: Miras markası 45. BMW: Tanımlama markası 46. Gucci: Seçkinlerin markası 47. Tiffany& Co: Canlılık markası

Halk Markaları

48. Oprah Winfrey:
Kurtarıcı marka 49. Jennifer Lopez: Superstar marka 50. David Beckham: İkon markası

Sorumluluk Markaları

51.
Johnson&Johnson: Kriz yönetimi markası 52. Ben&Jerry’s: İlgilenme markası 53. Seeds of Change: İyilik markası 54: Cafedirect: Dürüst ticaret markası 55: MAC: Neden markası 56. Hewlett-Packard: Çalışanların markası

Geniş Markalar

57
. Yamaha: Yoksayılan marka 58. Caterpillar: Sert marka 59. Virgin. Elastik marka

Duygu Markaları

60.
Apple: Kült marka 61. Harley Davidson: Erkeklik markası 62. Zippo: Uzun ömürlülük markası 63: Jack Daniel’s: Kişilik markası 64. Chrysler: Romantik aşk markası 65: Guinness: Zamansızlık markası

Tasarım Markaları

66.
IKEA. Demokratik marka 67. Audi: İlerleme markası 68. Bang/olufsen: Gelişim markası 69. Muji: Minimalizm markası 70. Vespa: Güzel marka 71. Converse: Miras markası 72. Volkswagen: Uzunömürlülük markası

Tutarlı markalar

73. Coca-Cola:
Ulaşılamaz marka 74. Nivea: Süreklilik markası 75. Hard Rock Cafe: Anımsanmaya değer şeyler markası 76. Clarins: Uzmanlık markası 77. Campbell’s soup: Tektiplik markası 78. Budweiser: Hedeflenmiş marka

Reklamveren Markalar

79.
Kraft: Hanehalkı markası 80. Absolut Vodka: Reklam markası 81.Benetton: Renk markası 82. Calvin Klein: Seks Markası 83. The Gap: Rahatlık markası 84.Diesel: İronik marka

Dağıtım Markaları

85.
Avon: Esneyen marka 86. Hertz: Güvenilirlik markası 87. Domino’s Pizza: Eve servis markası 88. Dell: Doğrudan satış markası 89. Amazon: internet alışveriş markası

Hız Markaları

90.
Reuters: Nesnellik markası 91. Fedex: İlk marka 92. Zara: Fast-fashion markası 93. Hello Kitty: Sevimli marka 94. Google. Arama markası 95. CNN: Bilgi markası 96. Hotmail: Virütük marka

Evrim Markaları

97.
Bacardi: Karaip markası 98. HSBC: Kazanç markası 99. Intel: Eğiten marka 100. Samsung: Yükselen marka

Hadi şimdi bir de siz karar verin bakalım ne markasısınız ve ne markası olmak istiyorsunuz? Ya da Türkiye’de ne tür markalara gereksinim var?

Bir marka bu kadar harcanır

REGAL
reklamlarının ilkini anımsayın. Reklam gibi reklamdı.. Regal’i ucuzluğuna rağmen tercih etmeyen kişi okkalı bir tokat yiyordu. Aslında reklamda tokat falan atılmıyordu ama biz zihnimizde tokadı resmediyorduk. Regal kısa sürede zihinlere kazındı. Ama reklamı yaşatmaya niyeti olmayan kurumlar Regal reklamlarını sakıncalı buldular. Regal reklamları ‘halk sağlığını’ tehdit ediyormuş..

Regal haklı olarak korktu, yaratıcı strateji değiştirmek zorunda kaldı. Yeni yayına giren reklamda Nöri Gantar ve Semih Sergen bir kadını işe alırken sorguluyorlar. Regal’i tercih edecek kadar akıllı olan kadını ödüllendirip işe alıyorlar. Yeni regal reklamının ne tadı var var ne tuzu..Markanın özü kalmadı özü..Reklamı yaşatmaya niyeti olmayan kurumları kutluyorum. Bir marka ancak bu kadar harcanabilir. Regal AİHM’ne gitse yeri..

Çekirgelik

İktidar en güçlü afrodizyaktır

(Henry Kissenger).
Yazının Devamını Oku

Hürriyet’ten sosyal sorumluluk dersi

22 Mayıs 2005
<B>SEBEP</B> işsizlik, sonuç yoksulluk.... Sebep anne eğitimsizliği, sonuç çocuk ölümleri... Sebep alkollü araç kullanımı, sonuç trafik kazaları... Sebep aile içi şiddet, sonuç iletişimsiz mutsuz toplum.

Sorun çok, neden de... Sorunları çözmek için nedenleri ortadan kaldırmak gerek... Liberal ekonomilerde nedenleri ortadan kaldırmak sadece devlet kurumlarının görevi değil.

Şirketler de toplumsal sorunlara el atmak, onları oluşturan nedenlerle mücadele etmek zorunda. Başarılı bir dünya şirketi olmak bunu gerektiriyor artık. Toplumdan aldığını topluma geri vereceksin. Gönüllü olarak ama. Yasalar zorladı diye ya da etik gereklilikler nedeniyle değil.

Hürriyet 2004’ün Ekim ayında Vuslat Doğan Sabancı öncülüğünde, Çağdaş Eğitim Vakfı ve İstanbul Valiliği işbirliği ile ‘Aile İçi Şiddet’ konusuna sahip çıktı. Daha eşitlikçi, daha huzurlu, daha mutlu bir toplum için. Hiçbir yasal zorunluluk olmadan, gönüllü olarak, bir dünya gazetesine yakışan sorumlulukla.

Philip Kotler ve Nancy Lee, ABD’de yeni piyasaya çıkardıkları Kurumsal Sosyal Sorumluluk isimli kitapta şirketlere sahip çıkacakları konuyu seçmeden önce ‘Söz konusu sosyal sorun ne kadar büyük?’ sorusunu sormalarını öneriyorlar.

Sanırım ‘kadın programlarına’ çıkıp sorunlarını anlatan kadınlara sıkılan kurşunlar Türkiye’de aile içi şiddetin boyutunu bize bir kere daha gösterdi. Hürriyet’in bu soruna sahip çıkmakla ne kadar doğru bir şey yaptığını da...

Hürriyet’in aile içi şiddeti önleme konusunda yaptıkları ders niteliğinde. Hürriyet aile içi şiddeti önlemek için gündem yaratıyor, kamuoyu oluşturuyor, otobüs eğitimlerine aracılık ediyor. Yeni yayına giren sosyal reklamıyla da gönüllüleri tetikleyici rol üstleniyor.

Reklamda önce küçük bir kız çocuğunun annesine öykünerek makyaj yaptığını görüyoruz. Kırılma noktasında kızın gözündeki morartı bizi gerçekle yüzleştiriyor. Üzülüyoruz. Sorun karşısında bir şeyler yapmaya güdüleniyoruz. Mesajı kolay geçen, duygu yükleyen, çok etkili bir reklam. Aile içi şiddeti önleme gönüllüleri ‘arayın’ ya da ‘siteyi ziyaret edin’ diye sözlü olarak da uyarılsa davranışa yönelme çok daha fazla olur. Teşekkürler Hürriyet. Emeği geçen herkesin eline sağlık..

Philip Kotler ve Nancy Lee, Corporate Social Responsibility, Wiley, 2005.

Mehmet Ali Birand ve güven

CNN
Türk’te, iki buçuk yıl önce ‘İki milyar dolar reklam yatırımı’ hedefiyle başladığım ‘Atıf Hoca Reklam ve Rekabet’ programına başlayalı dört beş hafta olmuştu. Cep telefonum çaldı. ‘Mehmet Ali Birand görüşecek’ dediler. Meraklandım. Birand, her zamanki samimi haliyle karşımdaydı. ‘Hoş geldin aramıza, çok iyi beceriyorsun, çok beğeniyorum, devam’ dedi. O güne kadar Birand’la ne tanışmışlığım, ne de konuşmuşluğum vardı. Komplekssizliği karşısında şaşırdım, desteği karşısında çok mutlu oldum.

Program bütün hızıyla devam ederken, altı ay geçti. Yine Birand telefondaydı. Yine övgü dolu sözler söyledi. ‘Reklam programını aştın sen artık, başka programlar bekliyorum’ dedi. Yine çok mutlu oldum. Bu zamanda ‘samimiyeti’ hayatına bu kadar nakış gibi işlemiş bir insan az bulunur diye düşündüm. Sanırım Birand’ın hem ulusal hem uluslararası arenadaki başarısının altında yatan gerçek bu. Birand tutarlı ama tutucu değil. Soğukkanlı ama baştan savmıyor. İşine odaklanıyor ve heyecanını bir dakika olsun kaybetmiyor. En önemlisi de Birand samimi. Bu nedenle ne olursa olsun ona duyulan güven sarsılmıyor. Söyler misiniz bir haberciye güveniliyorsa, sırtı yere gelir mi? Gelmez. Göreceksiniz gelmeyecek. Birand, Kanal D Haber’de çok başarılı olacak. Yolun açık olsun Mehmet Ali Birand...

Sağlık Bakanı’na açık mektup

AMERİKA
’ya gittim. Yine çok sayıda tezgah üstü ilaç reklamına maruz kaldım. Döndüm. Yine Sağlık Bakanımıza sesleniyorum. Ne olur şu ülke için iyi bir şey yapın ve tezgah üstü ilaç reklamlarını serbest bırakın. Türkiye’de reçeteli satılması gereken antibiyotikler dahil sayısız ilaç reçetesiz olarak peynir ekmek gibi eczaneler kanalıyla satılmıyor mu? Yıllardır Gripin, Aspirin, Novalgine’in köy bakkalında bile satıldığını bilmeyen mi var? Niye basit ağrı kesicileri, antiacidleri, soğuk algınlığı ilaçlarını içeren tezgah üstü ilaç reklamlarını serbest bırakmıyoruz?

Bakın 2002 yılında İngiltere Sağlık Bakanı Lord Hunt, İngiltere OTC ilaçlarla ilgili reklamların kapsamını genişletirken ne demiş: ‘Bugünün modern sağlık hizmetlerinde tüketiciler kendi alabildikleri ilaçlar hakkında, kendi koşullarını yönetebilmek için, güvenli olan yerlerde, bilgi edinebilmeliler.

Niye ilaç tüketicisinin kendi sorumluluğunda kullandığı ilaçlarla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmalarını engelliyoruz? Kimi koruyoruz? Halkı mı? Haydi canım. Tezgah üstü ilaç reklamını yasaklamak resmen halk düşmanlığı. Niye diyorsanız biraz internetteki Türkçe içerikli sitelerde dolaşın ve niye olduğunu anlayın.

İnternet sitelerinden birinde ‘R..’ isimli sivilce ilacı öneriliyor. Eczacı bir dostuma sordum. Bu ilaç hastanın imzası alınarak ve her ay karaciğer, kan şekeri, kolesterol testleri yapılarak kullanılırmış. Sivilce için son çareymiş. Prospektüste belirtilmemekle birlikte sakat doğum, doğum yapamama, saç dökülmesi gibi potansiyel etkileri mevcutmuş. Hatta kolesterolü 270’lere kadar çıkarabiliyormuş. Böylesine yan etkileri olan bir ilaç internet sitelerinde satır aralarında sürümleniyor. Ve Türkiye hálá tezgah üstü ilaçların reklamına izin vermiyor. Yakında, ilaç tüketicisini doğru bilgilendirmek için reçeteli ilaç reklamlarını bile serbest bırakmak zorunda kalacaksınız. Çok yakında.

Aşk acısına Pasiflora

DENİZ Seki
’nin Aşk Deniz’i isimli yeni albümü çıkar çıkmaz aldım. İlk şarkıyı dinliyorum. Sözlerin arasında Pasiflora geçiyor gibi oldu. Şaşırdım. Bir daha dinledim. Yanılmamışım. Deniz Seki’nin sözlerini yazdığı şarkıda resmen reçeteli satılması gereken bitkisel bir anti-depresan Pasiflora, aşk acısı çekenler için çekici hale getiriliyor. RTÜK’ü, Sağlık Bakanlığı’nı, Reklam Kurulu’nu, Tabipler Odası’nı, reklamı yasaklamak ve yaşatmamak adına kurulan ne kadar kurul varsa hepsini göreve çağırıyorum. Deniz Seki, ilaç reklamı yapıyor ona göre. İşte reklamın belgesi:

Aşk vedalardan çok hoşlanır

Ders almaz, utanmaz, sıkılmaz üstelik

Aşk heyecandan çok hoşlanır

Yerinde durmaz, kıpır kıpırdır üstelik

Aşk sevişmekten çok hoşlanır

Heyecanlanır, yorulmaz üstelik

Aşk pasifloradan çok hoşlanır

Uyutmaz, uyuyamaz hiç üstelik

Not: Bu yazı sadece bir pazar çerezidir. Ciddiye alınmaya.

Daha açığı zor

İÇ
çamaşırı satan bir mağazanız var. Otuzuncu yılınız nedeniyle kadınlara yönelik bir promosyon kampanyası yapmak istiyorsunuz. İç çamaşırını altını alana üstünü bedava vereceksiniz. Bu mesajı da billboardlarda duyurmak istiyorsunuz. Nasıl bir metin yazarsınız? Bakın, Eskişehir’in ‘marka’ iç çamaşırı mağazası Baki Dalyancı dobra dobra konuşarak sorunu nasıl çözmüş: Sütyen sizden, külodu bizden! Görünce tekrar tekrar okudum. Yaratıcıları takdir ettim. Böyle bir promosyon bundan daha açık nasıl anlatılabilir?

ÇEKİRGELİK

İyi şirketle mükemmel şirket arasında fark vardır. İyi şirket mükemmel ürünler ve hizmetler sunar. Mükemmel şirket de mükemmel ürünler ve hizmetler sunar ama aynı zamanda dünyayı daha yaşanacak bir yer yapmak için çaba harcar.

(William Clay Ford, Jr. Ford Motor Company CEO’su)
Yazının Devamını Oku