24 Haziran 2005
Sedef Kabaş’ın ikinci ‘Sesli Düşünen Röportajları’ bu kez ‘Zamanı Dize Getirenler’ ismiyle karşımızda. Kabaş bizim alanda doktora yapıyor. Geçenlerde doktora yeterlik jürisini yaptık. Başarıyla doktora tezi yazmaya hak kazandı. Baktım tezini yazacağına yine yeni kitap hazırlamış. Sedef çok yönlüdür, koltuğunun altında birkaç karpuzu taşıyabilir ama yine de dikkat etmek lazım. Günler çabuk geçer. Bir bakarsın sana verilen yarıyılları harcamışsın.
Neyse biz kitaba dönelim. Kimlerle ropörtajlar var bakalım yeni kitapta. Adalet Ağaoğlu, Altan Öymen, Atıf Yılmaz, Betül Mardin, Doğan Hızlan, Hakkı Devrim, İhsan Doğramacı, İoanna Kuçuradi, Sakıp Sabancı, Nermin Abadan Unat, Yıldırım Mayruk, Yıldız Kenter, Zeki Başeskioğlu. Okuyunca düşüncelere dalacağınız tam 53 ropörtaj.
Eleştirmenler ‘Hata yapmaktan korkar mı?’ diye düşünüyorsanız yanıtı Doğan Hızlan’da var: ‘Hata yapmamak için ben çok çalışırım. Fetva demeyeyim ama akıl verdiğiniz konuda hata yaptığınızda güven sarsılır. Mimari dergisine yazıyorsam, üç dört gün mimarlarla konuşurum bir hata yapmamak için. Bir de söze inanmam ben, birisi bir şey söylerse ‘Hangi kitapta, kaynak ne?’ diye sorarım, çünkü yanlış kalmış olabilir aklımda. ‘Ali Bey’e sormuştum, Ali Bey utansın’ mı diyeceğim sonra? İngilterelere faks çekerim, telefonlar ederim, bütün kütüphanemi tararım. Kütüphane evim vardır benim. Bu insanı ülser de yapar takdir edersiniz ki..’
‘Felsefe dogmatizme nasıl başarılı olur?’ sorusu aklınızda varsa yanıtı bu kez İooanna Kuçuradi’de: ‘...İnanılan şeylere baktığımızda en az iki tür inanç olduğunu görüyoruz. Bir tanesi nesnesini yaratan inanç, diğeri başkasının bir önermesinin doğru olduğuna inanç. Bu önerme doğru olabilir, saçma olabilir, yanlış olabilir. Çok sevdiğim bir örnek vardır, epistomolojik bakımdan son derece enterasandır. Birisi birdenbire arpa tanesi olduğuna inanıyor, tavuk görünce kaçıyor. Hastalık diyoruz buna. İnandığı şeyi kendisi uydurmuştur, nesnesini yaratır derken bunu kastediyorum...’
Çok sayıda soru, çok sayıda yanıt. Çoğunu televizyonda izlemiş olsanız bile yazıda yanıtlarla yüzleşmek başka birşey. Düşünmek isteyenlere birebir. (*) Sedef Kabaş, Zamanı Dize Getirenler, Doğan Kitap, 2005.
CUMA TAKINTISI
Bir haftadır Yaşar’a takmış durumdayım. Yaşar ve yaz dendi mi orada duracaksın. Hatırla isimli yeni albümde de ‘Bu yaz yine ayrılık var’ isimli şarkıyı dinleyince ben de durdum. Yaşar’ın ‘yazla ne alıp veremediği var’ diye şöyle bir düşündüm. Yaşar yaz aşkı ruhunu albümlerine taşımayı ilke edinmiş durumda. Yaz aşkıyla bütünleşip kendini kışlara taşımayı çok iyi beceriyor. Yeni albüme adını veren ‘Hatırla’ en beğendiğim şarkı. Kıymet bilmez misin ise en aklımda kalanı. İltifat Et, Bak Bir Tanem kendilerinden söz ettirecektir.
CUMA İTİRAFI
coca-koala; Cinsiyet: KadınYaş: 34; İl: İstanbul
Geçen yıl sadece çay ve sigara içip domates yiyerek 2 ayda 8 kilo verdim. Böylece diyetisyenlere para vermeyerek kárá geçtiğimi düşünüyordum. Ancak bir süre sonra konsantrasyon bozukluğu, fazla sinir, denge kaybı ve ellerimde şiddetli titreme başladı. Oturduğum yerden kalkarken düşmeler, kırık bir bacak ve gidilen doktorların MS’ten şüphelenmesi. Tüm bunlar için gördüğüm tedavi sonrasında, verdiğim 8 kiloyu 12 kilo olarak geri aldım, yaklaşık 3 bin YTL doktor parası ödedim. Üstelik şimdi biraz fazla yürürsem kırık bacağım sızlıyor. Biraz sıkışırsanız fazladan 12 kilomla birlikte bana da magmada yer açabilirsiniz. Not: İtirafçılar magmayı bilir. Bilmeyenler için söyleyeyim. Magma utancından yerine dibini boylayıp magma tabakasıyla yakın ilişki içinde olmak demek!)
Yorum: Çay... Sigara... Domates... Buna olsa olsa ‘aklını peynir ekmekle yeme’ diyeti denebilir. Ölmediğine dua etsin. Kısa sürede çok kilo vermek isteyen mutlaka bir diyetisyene danışsın. Bunun şakası yok.Yoksa inilen magmadan bir daha çıkamamak da var.
Yazının Devamını Oku 23 Haziran 2005
Mey’in şarap tadım yemeğinde vinelog Doç.Dr. Yunus Emre Kocabaşoğlu ile tanışmıştım.. Kocabaşoğlu Hollanda’da yaşıyor. Kulak Burun Boğaz uzmanı. Aynı zamanda şarabın iyisini kokusundan anlıyor. O gün konuşmamızda bana Türkiye’de çok iyi şaraplar olduğunu ancak ‘ucuzcu’ oteller yüzünden Türk şarabının imajının yurtdışında hiç de iyi olmadığını söylemişti. Kocabaşoğlu’nun söylediğine göre ‘Her şey dahil oteller’ verdikleri ucuz fiyatı kaldırabilmek için ‘sirke’ kıvamında şarapları müşterilerine sunuyor, içtikleri şarabı ‘Türk şarabı’ olarak algılayan turistler de, yurtdışına çıktıklarında Türk şarabından hiç de iyi söz etmiyorlar..
Geçenlerde bilgisayarıma bir e-posta düştü. Okudum. Meğer ‘sirke şarap’ sorunu bazı oteller için her konuda standart satın alma uygulaması haline gelmiş. Hatta ‘ucuzcu’ satın alma politikalarına bir slogan bile bulmuşlar
‘Yeşillenmesin, zehirlenmesin.. Alan bir daha almasın..’
Yani satın alınan ürün, otel müşterilerini zehirlemediği sürece sorun yok. Tadı da o kadar kötü ya da lezzetsiz olacak ki.. Alan bir daha almayacak..
Araştırdım. Akdeniz ve Ege Bölgesi’ndeki birkaç toptancı (özellikle pasta malzemesi ve et türevleri satıcıları) hemen kendilerini pazar şartlarına uydurmuşlar. En ucuz malzemeyi otellere tedarik edip, satınalma müdürleri ile de ‘ilişki pazarlaması’nı başarıyla uyguluyorlarmış.. Sonuç.. Otel müşterisi örneğin beyaz peyniri tabağına aldığında ‘kireç gibi’ deyip kenara bırakıyor, bir daha beyaz peynirin kenarından geçmiyor. Bu kireç gibi peyniri tadan turist de daha sonra ülkesine gidip Türk turizmi hakkında verip veriştiriyor..
Kuşku yok ki burada ‘bazı otellerden’ söz ediyorum..
İşte ucuz ürün listesi..
Sözünü ettiğim e-postaya bir de ürün listesi eklenmiş. Oteller en çok aşağıdaki ürünlerde ‘Yeşillenmesin, zehirlenmesin ama alan bir daha almasın’ stratejisi uyguluyorlarmış:
Zeytinyağ yerine pamuk yağı ve yanık yağ katkısı...
Mısırözü yağı yerine ayçiçek yağı
Bal yerine Fructos şurubu.
Reçel yerine şekerli meyvesiz şerbet
Beyaz peynir diye, Caseinata bulanmış kireçe benzer malzeme.
Pul biber yerine biber salçası ile boyanmış zeytin kabuğu.
Sirke yerine Asetic asit.
Süt diye Brixi düşürülmüş, su katılmış süt.
Bira yerine aromalandırılmış arpa suyu.
Limon suyu yerine Citric asitten elde edilmiş ucuz marka limon sosları.
Turizm Bakanlığı bu işe el atmalı..
Türk turizmini baltalamak için bombaya, ihbara, teröre gerek yok değil mi? Bizim otelcilerimiz bize yeter! Bu iş böyle giderse kısır döngü devam eder.. Ucuz otel, ucuz konaklama, ucuz yiyecek-içecek, ucuz turist, ucuz konaklama, ucuz yiyecek-içecek.. Tarım Bakanlığı’nın bu işe al atması yetmez. Mutlaka Turizm Bakanı Atilla Koç’un bu işe el atması şart! Bakanlığın otellerin mal tedarik ettiği yerlere yiyecek içecek standartı getirmesi şart! Ve bu işi lisans belgesi ile ilişkilendirmesi.. Aksi halde hadi bırakalım biz Türkler kötü yiyecek içeceğe şerbetliyiz, olan Türk turizmine olacak.. Türk turizmi yeşillenecek, zehirlenecek.. Gelen de bir daha gelmeyecek..
Yazının Devamını Oku 21 Haziran 2005
<B>A</B>jda Pekkan’ın uzun süredir tüm ısrarlara rağmen hiçbir programa çıkmayan, hiçbir gazeteciye röportaj vermeyen Sezen Aksu’yu programına çıkarabilmesi kuşkusuz büyük başarı.. Bir de Sezen Aksu’yu başarıyla yönetebilseydi ‘şam da kayısı’ durumu olacaktı. Ama yönetemedi. Sezen Aksu esprileri ile Ajda Pekkan’ı ezdi. Ajda Pekkan Sezen Aksu’nun hazırcevaplığına tepki vermekte geç kaldı. Üstelik ekran başındakiler daha fazla Sezen Aksu şarkısı dinlemek istiyordu ama Ajda Pekkan daha fazla kendi şarkılarına yer verdi.
Anlayacağınız program çok fazla rating alsa da, izleyenlerin ‘tam tatmin’ olduğunu söylemek zor..
Jüri karıştırmış..
‘Beyaz İnci’ yarışması sonuçlandı. Türkiye’de o kadar çok konuda, o kadar çok ödül veriliyor ki, artık çoğunu inandırıcı bulmakta zorlanıyorum, izlemiyorum, törenlere gitmiyorum.
‘Beyaz İnci’ ödülleri, artan TV dizileri karşısında yerli yerinde, tam zamanında düzenlenmiş bir yarışma gibi geldi bana. O nedenle sonuçlarla biraz ilgilendim. Hemen gözüme komedi dizisi dalında en iyi erkek oyuncu ödülünü alan Ata Demirer çarptı. Avrupa Yakası’na itirazım yok, çok sıkı bir metin, bu dalda ödülü hak ediyor. Ancak en iyi erkek oyuncu dalında Erdal Özyağcılar dururken, Ata Demirer’e ödül vermek çok büyük hata. Erdal Özyağcılar Yabancı Damat’ta Kahraman Baklavacıoğlu rolünde harikalar yaratıyor. Jüri Avrupa Yakası’ndaki Ata Demirer’de, şovundan, reklamdaki hallerinden farklı ne gördü acaba? Ata Demirer hep aynı Ata Demirer! Erdal Özyağcılar ise artık Kahraman rolünde. Şehnaz Tango’daki Muhsin ya da Bizimkiler’deki Şükrü değil.
Yoksa jüri Ata Demirer’in Vestel reklamlarından mı etkilendi? Erdal Özyağcılar’ı Türk reklamcılar keşfedemediyse bu onun suçu mu?
Kutlarım...
Kanal D, 6 milyon kadına okuma yazma öğretebilmek için Kibariye ile yeni bir programa başlıyor. Çok iyi bir fikir. Kibariye okuma yazmayı kısa süre önce öğrendi ve birçok kadına örnek oldu.
Onu böylesine etkili bir şekilde ‘özdeşleşme’ aracısı olarak kullanmak kimin aklına geldiyse kutlarım. Kanal D, kadın sorunlarına duyarlılığıyla göz dolduruyor. Yasemin Bozkurt’un programını yayından kaldırmak doğru kararsa, Kibariye’ye bu tür program yaptırıp, kadınlara okuma yazma öğretmek de doğru bir karar.
Kanal D bu kampanyayı sosyal bir kampanya haline getirip yaygınlaştırırsa, Türk kadınına büyük iyilik etmiş olur..
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2005
<B>DÜNYANIN</B> saygın halkla ilişkiler kuruluşlarından Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA) 50’nci yıl kongresini 26-28 Haziran’da İstanbul’da düzenliyor. Kongrenin konusu ‘<B>İletişim: Güvene Giden Sürdürülebilir Yol’... IPRA deyip geçmemek gerekir. IPRA, Birleşmiş Milletler tarafından Sivil Toplum Örgütü olarak kabul ediliyor ve UNESCO’nun uyguladığı programlara katılabiliyor. Halen IPRA’ya tüm dünyadan 1100 önemli halkla ilişkiler uzmanı üye. IPRA’nın 12 Mayıs 1965’te Atina’da gerçekleştirilen toplantısında kabul edilen Atina Bildirisi’ni halkla ilişkiler mesleğinin ilk yazılı kuralları bir bakıma da anayasası olarak kabul ediyoruz.
IPRA’nın 50’nci kongre için İstanbul’u seçmesi hem Türkiye markasının hem de İstanbul markasının yurtdışı görünürlüğünün ve güvenilirliğinin artması açısından gerçekten önemli. Tabii seçtirenlere de bakmak lazım. IPRA’nın 50 yıllık tarihinde iki Türk başkanı var. Betül Mardin ve Ceyda Aydede. Kongrenin İstanbul’da yapılması konusunda bu iki önemli halkla ilişkilercinin emeklerini yok sayarsak haksızlık ederiz.
IPRA Kongresi’nin ev sahipliğini Halkla İlişkiler Danışmanları Derneği yapıyor. Türkiye Halkla İlişkiler Derneği de (TÜHİD) destek veriyor. Dikkat ederseniz ‘Türkiye’ Halkla İlişkiler Derneği diyorum. Bu çok önemli gelişme. Halkla İlişkiler Derneği üyeleri sonunda dernek isimlerinin başına Türkiye’yi ekleyebilmek için gerekli Bakanlar Kurulu kararını çıkardı. Yıllardır Reklamcılar Derneği de aynı şeyi yapmaya çalışırdı ama bir türlü gerekli karar çıkarılamamıştı. Umarım bu karar onlara da örnek olur..
IPRA Kongresi’ne konuşmacı olarak dünyanın dört bir yanından çok sayıda konuşmacı katılıyor. IPRA Dünya Başkanı Charles van der Straten Waillet, HDD Başkanı Melek Manisalı, Turkcell Genel Müdürü Muzaffer Akpınar, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı, Prof. Soli Özel, İbrahim Betil, Prof. Alaaddin Asna, Belçika Devlet Bakanı ve MEDEA Başkanı François-Xavier de Donnea, Avrupa Komisyonu sözcüsü Beate Gminder, New York Borsası Eski Başkan Yardımcısı George Ugeux, Edelman Public Relations Worldwide Özel danışmanı Michael Morley, Microsoft Ortadoğu ve Afrika Başkanı Emre Berkin, Birleşmiş Milletler IPRA delegesi Barbara Burns, UNESCO eski direktörü Alain Modoux, Hill&Knowlton CEO’su Elaine Cruikshanks, Atina 2004 Olimpiyat Oyunları Düzenleme Komitesi Başkanı Michael Zakharat, Kraliçe 2’nci Elizabeth’in Eski Basın Danışmanı Simon Walker, Unilever Europe Yönetim Komitesi Üyesi Antonios Gorgis, Novartis Avrupa Kurumsal İletişim Direktörü Robert Pearson konuşmacılardan bazıları. Açılışı da Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç yapacak.
Kongre’nin başlama tarihini iple çekiyorum. Gerçekten de dünyanın önemli uzmanlarının ‘iletişim ve güven’ konusunda neler konuşacaklarını, neler önereceklerini merak ediyorum. Güven. Yani inanılırlığın ve saygınlığın başladığı nokta... Güven... Çok ihtiyacımız var. Halkla ilişkilercilere güvenebilir miyiz? Göreceğiz...
Nelere dikkat ediyorlar
Orhan Balçık isimli okurum bakın nasıl detay avcılığı yapmış: ‘Kadın hastalıkları ve doğum asistanıyım. Avea’nın Sağlık Bakanlığı personelini ilgilendiren reklamındaki bir hatadan söz etmek istiyorum. Öncelikle Avea’nın doktor arkadaşlarla aramızdaki konuşmaları ücretsiz tarifeye bağlamasını çok takdir ettiğimi belirteyim. Reklamdaki bayan doktor bebeğin kalp sesini dinlemek için kullandığı aleti anne karnına tutarken ters olarak tutmuştu. Huni şeklinde olan fetoskop denen aletin geniş olan tarafı annenin karnına küçük olan kısmı ise dinleyenin kulağına doğru tutulmalı. Dediğim gibi küçük bir ayrıntı ama bana Türk filmlerindeki akciğer filmine bakıp böbrek nakli gerekiyor diyen doktorların yer aldığı sahneleri anımsatıyor. Reklamcılar tıbbi konularda uzmanlardan yardım almalılar.’
Balçık’a katılıyorum. Reklam hata kaldırmıyor. En küçük hata bile ikna ediciliğine zarar veriyor. Aman dikkat!
Sana Türk markası mı
GEÇEN haftalarda Reklamcılar Derneği ve Reklamcılık Vakfı’nın Türkiye’nin 70 öncü markasının detaylı öyküsünü yazacağını söylemiştim. 70 marka arasında da Sana’nın adını vermiştim. Murat Gülsen isimli okurum ‘Sana Türk markası değildir. Türkler margarine ‘sana yağı’ diyecek kadar Sana’yı benimsemiştir ama bu Sana’nın Unilever’in Türkiye’ye getirdiği bir markası olduğu gerçeğini değiştirmez’ şeklinde bir e-posta göndermiş. Gülsen haklı. İngiliz-Hollanda ortaklığı Unilever, Sana’yı 1950’de Türkiye pazarına sundu. Sana çok başarılı bir pazarlama sonucunda Türkiye’de margarinin adı oldu. Nice ‘Siz hálá annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz’ saldırıları Sana’yı salladı ama yıkamadı. Sana 55 yıldır kategori lideri. Vakıf ve Dernek yöneticisi sevgili Ayşegül Molu’ya sordum. Molu ‘Biz araştırdık, Sana Türk markası’ diye yanıtladı. Bence de Sana Türkiye’ye özgü bir ‘örnek olay’ olduğu için Türk markası olarak işlem görebilir. Ayrıca ayrıntılı bir Sana öyküsü okumak da oldukça ilginç olacaktır.
ÇEKİRGELİK
Dansedemeyen kişi orkestranın çalamadığını düşünür (İngiliz Atasözü) (Bir yerlerden anımsıyor muyum ne! Hani oynayamayan gelin falan..)
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2005
<B>GEÇEN</B> pazar THY’nin <B>‘hakim durumunu kötüye kullanarak’ Tayyip Erdoğan</B>’a baskı yaptığını, Atlasjet’in İstanbul-Ankara uçuşlarını engellediğini yazdım. Pazartesi günü THY Genel Müdürü Candan Karlıtekin, doğrudan yazıma göndermeler yaparak, traji-komik bir basın açıklaması yaptı. Yok efendim THY’nin ‘tarihi’ slot hakları varmış da, Atlasjet bu hakları fiili durum yaratıp sistematik olarak çiğniyormuş da, her aklına gelen Esenler Otogarı gibi perona yanaşıp yolcu indirip bindirmezmiş de, THY yönetimi 72 yıllık kazanımlarını meşru ve rasyonel neden olmaksızın altın tepside diğer havayollarına sunamazmış da, alaturka liberallerin kazanılmış slot haklarını THY’den emrivakilerle koparmalarına izin veremezmiş de, THY’nin fiyatları iyiymiş de, THY sadece hissedarlarının ve çalışanlarının hakkını koruyormuş da, elleri arkadan bağlı THY’yi ringde gömmek isteyenler nafile bir bekleyiş içindelermiş de...
THY’yi elleri bağlı görmek istediğim falan yok. Ne THY’nin yanındayım ne de özel hava yollarının. THY’yi daha çok yurtdışı uçuşlarda kullanırım, her yurtdışı uçuşumda da servis kalitesi nedeniyle takdir ederim. Ancak takdirim THY’nin özel havayollarını ezmesini görmezden gelmeme engel değil. Tek isteğim Türkiye’nin her sektörde serbest piyasa ekonomisinin kurallarının tam anlamıyla uygulaması. ’Liberalim, demokratım’ diyeceksin ‘türbana özgürlük’ naraları atacaksın, peşinden ‘tarihi slot haklarının’ arkasına sığınıp ayak oyunlarıyla özel havayollarını yok etmeye çalışacaksın. Bu nasıl demokratlık! Bu nasıl liberallik! Bu düpedüz alaturkalık...
Bu kez Ulaştırma Bakanı’na alkış
THY yıllardır iniş kalkış saat tahsislerini yapıyor. Özel havayollarının bir yere sefer yapması için Sivil Havacılık’tan permi, THY’den iniş kalkış saati (slot) izni alması gerekiyor. Düşünebiliyor musunuz özel hava yollarının durumunu. Bir yere sefer kararınız en büyük rakibinizin elinde.
Atlasjet İstanbul-Ankara arası sabah iki, akşam iki kez uçmak istiyor. THY’ye başvuruyor. THY önce yanıt vermiyor, sonra uçuş için en ‘ölü’ zamanları öneriyor. Bu arada slotlar dolu görünsün diye de günde 9 olan Ankara-İstanbul seferlerini 17’ye çıkarıyor. Sivil Havacılık ‘Olur mu böyle acımasızlık’ diyor isyan ediyor. Ulaştırma Bakanı ’Olur mu böyle alaturkalık’ diyor isyan ediyor. THY sözlü olarak Atlasjet’e ‘Uçamazsın’ mesajı iletiyor. Atlasjet de kararını yazılı ver diyor, direniyor. THY ‘hakim durumu kötüye kullanma’ belgeleneceği için belge veremiyor. Sonunda Candan Bey ve arkadaşları Başbakan’a baskı yapıp Ulaştırma Bakanı’nı ve devletin diğer kurumlarını sindiriyor...
Araştırdım. Atlesjet’in uçuşları ne bir THY uçuşuna engel ne de THY müşterisine. Sadece THY’ciler güçlü rakip istemiyorlar. Dertleri de şu: Atlasjet’in Genel Müdürü Tuncay Doğaner tüm standartları sağlayıp şirketini ilk özel IATA üyesi yapmış. IATA üyeliği gereği de KLM, British Airways benzeri 28 havayolu şirketi ile anlaşma gerçekleştirmiş. Artık bu 28 şirket yurtdışı Ankara bağlantılarında sadece THY’yi değil Atlasjet’i de öneriyorlar. Candan Karlıtekin de hizmetle, fiyatla, iletişimle rekabet edeceği yerde büyümesinler diye devlet eliyle özel hava yollarını boğazlamaya çalışıyor. Niye özel havayollarına izin verildi o zaman?
Candan Karlıtekin basın açıklamasında açıkça ‘Evet, Ulaştırma Bakanı’nı, DHMİ Genel Müdürü’nü ve Sivil Havacılık Genel Müdürü’nü sindirmek için Başbakan’a baskı yaptım’ demek istiyor. Başka bir ülkede olsa Candan Karlıtekin bu traji-komik açıklamasıyla görevden alınırdı. Türkiye’de sadece Slot Koordinasyon Merkezi THY’den alınıp, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne bağlanıyor. Bu karara aracılık ettiğim için son derece mutluyum.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ı cesur kararından ötürü kutluyorum. Şimdi Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü THY’nin işletme ölçeğini, haklarını da düşürerek adil bir ‘slot’ planı yapmalı, isteyen de istediği yere uçmalı.
Umut var mı
GEÇTİĞİMİZ pazar günü yazdığım yazı üzerine THY Genel Müdürü Candan Karlıtekin açıklama yaptı. Pazartesi Atlasjet’in Ankara-İstanbul uçuşu tamamen durduruldu. Salı günü tüm gazetelerde Karlıtekin’in açıklaması yer aldı. Atlasjet-THY çatışması sayemde su yüzüne çıktı. Ulaştırma Bakanı slot planlamasını Sivil Havacılık Kurumu’na vereceklerini açıkladı. Ama bazı gazeteci arkadaşlarımızın elleri haberlerinde adımı geçirmeye varmadı. Bildikleri halde hiçbiri bu olayı ‘Ali Atıf Bir yazmıştı’ diyemedi. Onları vicdanları ile baş başa bırakıyorum. ‘Doğru yaptık’ diyorlarsa sorun yok. Ama içlerinden küçücük bile olsa ‘Yazmalıydık’ diye geçiriyorlarsa... Çözüm yine onlar... Vicdan gazeteciliğin de ilacı...
Kırmızı doğru kararmış
BASIN reklamlarındaki yaratıcı gelişme Hürriyet’in Kırmızı’yı düzenlemekle ne kadar doğru bir iş yaptığını gösteriyor. Kristal Elma’nın yeri belli. Her dalda yaratıcılığı teşvik ediyor. Kuruculara, sürdürenlere saygımız sonsuz. Kırmızı Kristal Elma’yı tamamladı, basın reklamlarındaki yaratıcılık gözle görülür bir biçimde arttı. Bu reklamverenin de, reklam ajansının da, medyanın da lehine. Daha fazla yaratıcılık, daha iyi çalışan basın reklamları demek.
Örneğin bir süredir Garanti KOBİ Bankacılığı’nın reklamlarını görüyorum. Başarılı işadamları, Üzeyir Garih’in, İshak Alaton’un, Vural Öger’in siyah beyaz fotoğrafları var. Metinde ‘Onlar da bir zamanlar KOBİ’ydi. Hatta o zaman İşyeri Yenileme Kredisi bile yoktu’ deniyor. Ve hem dikkat çekiliyor hem de büyümeye, krediye olan güdülenme sağlanıyor. Çok başarılı bir kampanya. Daha böyle niceleri var. Artık başarılı basın kampanyalarını da iyice mercek altına almanın, başarılı reklamla başarısız reklamı ayırt etmenin zamanı geldi. Çünkü başarısızlar iyice sırıtmaya başladı.
Hürriyet, Kırmızı Basın Yaratıcılık Ödülleri’nin tek sahibi ‘kendi çalıyor, kendi oynuyor’ diye eleştiriliyordu. Sonucu gördük. Hürriyet çalıyor, yaratıcılık oynuyor. Sonuç herkese yarıyor. Kırmızı Basın Reklamları Yaratıcılık Yarışması’na verdikleri emek, zaman ve katkı için reklam sektörü hem Vuslat Doğan Sabancı’ya hem de Ayşe Sözeri Cemal’e ne kadar teşekkür etse az. Ben ediyorum. Eğer reklam bölümü öğrencileri için Kırmızı’ya özel bir ödül koyarlarsa daha fazla da edebilirim...
Babalar ve spermler
BUGÜN Babalar Günü. Himinilerle (Gülce 17, Görkem 12) geçen hafta buluştuğumuzda yanlarında hediyeleri ile geldiler. İkisi birden ağzı birliği etmişçesine ‘Babamız biz senin spermlerinden olduk. Bu gerçeği değiştirmeyiz. Atsak atamayız, satsak satamayız. Seni çok seviyoruz...’ dediler. Ben ‘hüngür hüngür’ doğal olarak... Sonra öpüşmeler koklaşmalar... Babalar günleri böyle bir gün. Sevgileri tazeleme günleri. Bugün babanızı arayın, ona içi dolu dolu ‘Babammm..’ deyin ve sevginizi tazeleyin. Hiçbir hediye içi dolu dolu söylenen bir ‘Babammm’dan daha değerli olamaz! Himinilerin söylediğinden yola çıkarak Durex’in çok beğendiğim bir basın reklamını tüm babalara armağan etmek istiyorum. Müthiş bir konumlandırma, müthiş bir fikir. Kullanırken patlamaz ancak bu kadar güzel söylenebilir. Hem de ürün tematik bir reklamla bu kadar iyi örtüştürülebilir.
Alet çantası
HAZIR söz Babalar Günü’nden açılmışken ‘Her Takıma Uyar’ sloganıyla devam eden OK kampanyasından söz etmek istiyorum. OK prezervatifleri Eczacıbaşı Holding ve RPM/cdp europe reklam ajansı tarafından yaratılan bir başarı öyküsü. Çok doğru bir reklam stratejisiyle yıllarca ne olduğu bile söylenmeden, hafiften mizahi kampanyalarla OK, OK dendi, OK çok başarılı hafif ‘yaramaz’ bir prezervatif markası oldu.
‘Her Takıma Uyar’ gibi bir sloganda herkes ‘Takım’ kimin takımı anlıyor. Ancak marka ‘yaramaz’ OK olunca bu ‘Takım’ hoşgörülüyor. OK’de yıllardır markasına yaptığı yatırımın keyfini sürüyor. Kutlarım. Bu arada bir öneride bulunmak isterim. Rekabet iyice kızıştı. OK daha da yaramaz bir marka olup, daha da pazar kazanabilir. Yeni kampanya için önerim: OK... Alet çantası... Nasıl reklam ama?
Çekirgelik
Çocuklar asla büyük sözü dinlemezler ama büyüklerini taklit etmekten de geri kalmazlar.
(J. Baldwin)
Yazının Devamını Oku 16 Haziran 2005
Bir <B>Kelebek okurum </B>aşağıdaki e-postayı göndermiş:<br><br>Uzun zamandır beni yeni <B>Magnum</B> reklam filmi kadar rahatsız eden başka bir film olmadı. Filmin ögeleri şöyle: 1. ‘Magnum’ büyük boy demek.
2. Büyük bir zevkle ve filmde abartılı olarak yalanarak tüketilen bir tür dondurma.
3. Liz Hurley belden aşağısını süzdüğü erkeğe ‘fermuarın açık, aklım orada’ mesajı iletiyor.
4. Liz Hurley dondurmadan bir parça ısırıyor, ağzını kocaman açarak (Magnum’a göre bile çok) parmağını yalıyor.
5. Sonra kışkırtıcı bir tavırla arkasına bakıp kalçalarını sallaya sallaya gidiyor..
Benim bulanık kafam bu reklamın gösterdiğini tam bir ‘fellatio’ (yani erkeklik organının oral simulasyonu) olarak algılıyor. Algida’ya sormak istediğim özet soru şu: Nasıl bir Magnum müşterisi düşünmüşler? Biri kalkıp: ‘Ey kadınlar, bu aşağılayıcı ürünü tüketmeyin’ derse ne diyecekler. Yanlış mı algılıyorum?
***
Algılama doğru. Ama sıradan kadınların, Magnum filmini böyle algılayacakları yanlış. Bu filmi ancak erkekler böyle algılayabilir. Aşağılanan onlar olmadığı için de sesleri çıkmaz. Yani? Sorun yok.. Magnum yalamaya devam..
Diyanet’in uçkur sorunu..
Diyanet İşleri Başkanlığı önümüzdeki günlerde camilerde, ‘Uçkurunuza sahip olun, cinsel arzularınızı frenleyin, insanı da dinden imandan çıkarmayın’ diye hutbe okutacakmış..
Durup dururken nereden çıktı böyle bir hutbe? Ne oldu da Diyanet İşleri namussuzluğun arttığına karar verdi? Nüfus artış hızı mı arttı? Gayrımeşru çocuk sayısı mı patladı? Tecavüz olayları ardı ardına gelmeye mi başladı.. Ne oldu? Bayram değil seyran değil, Diyanet İşleri niye kendine uçkurumuzu hedef seçti?
Anladımmm.. RTÜK erotik kanalları kapatınca Diyanet İşleri durumdan vazife çıkardı ve duruma el koymaya karar verdi.. Düşünsenize.. Binlerce erotik kanal abonesi.. Oyuncakları ellerinden alınınca ne yapacaklar? Sağa sola saldıracaklar. Bu zamanda bu ileri görüşlülük her kuruma nasip olmaz.
TAV otoparktan vuruyor..
Tepe-Akfen-Vie (TAV), Atatürk Havalimanı iç ve dış hatlar işletmesini 2.9 milyar dolara alınca herkesin ağzı açık kaldı. ‘Nereden ödeyecek bu kadar parayı TAV’ diye soran sorana..
Ben söyleyeyim. Bir kısmını otopark ücretinden..
Bu kadar yüksek otopark ücreti olur mu? Atatürk Havalimanı’nın geliş ve gidiş kapı önlerinde beş dakika park yapman, beklemen mümkün değil. Mutlaka TAV’ın işlettiği otoparka girip, saatine 6 YTL ödemek zorundasın.
12 saati geçince ücret 24 saate kadar 20 YTL. Bazı havayolları Ankara-İstanbul arasını sabahın erken saatlerinde 69 YTL’ye kadar düşürdü. Ama Ankara’da iki gün kalıp dönseniz 138 YTL gidiş-dönüş ücretine karşılık 40 YTL otopark parası ödemek zorundasınız. Yolculuk için ödediğiniz paranın yüzde 30’u..
Rekabet havayollarını adam ediyor. TAV ise tekelleştikçe tekelleşiyor, bildiğini okuyor.. Yakında otopark ücretinin saatini 10 YTL’ye çıkarırsa şaşırmayın. Yakında.. Çok yakında..
Garipsedim..
Pazartesi Kelebek’te Ayda Kayar, HTP Exclusive’in Lilly ilaç desteğinde yaptığı bir araştırmayı özetlemişti. 40-65 yaş arasındaki 1.547 erkeğin yüzde 94’üne göre cinsellik önemliymiş.. (Yüzde 6’sına göre ne önemli, onu çok merak ettim!)
Araştırma kapsamındaki erkeklerin yüzde 49’u değişik oranlarda ereksiyon sorunu yaşarken yüzde 89’u cinsel yaşamlarından memnunmuş! Bu ne demek şimdi? Sorunlu yüzde 49, mutlu yüzde 89.. Ereksiyon sorununda abartılacak bir şey yok demek ki! Ya da ortada bir Polyanna’cılık durumu söz konusu. Garip değil mi?
Kutlarım..
Uluslararası arenada saygın bir reklamcılık yarışması var: London International Awards. Bu yıl 20’ncisi yapılacak.. Bu yıl jüriye Türk reklamcılığının haşarı çocuğu (oldukça yaramaz hafif terbiyesiz anlamında!) Hulusi Derici’de çağrılmış.. Kutlarım..
Jüride Neil French , Lee Clow, Piyush Pandey, Luke Sullivan, Jeff Kling, Frank Bodin, Lee Clow gibi dünyaca ünlü yaratıcılar var. Türkiye’den Hulusi Derici.. Önemli bir olay.. Hulusi Derici, Kristal Elma’ya küs. İki ay önce ilk kez Türkiye’de düzenlenen Effie reklam etkinliği yarışması ödül töreninde de sonuçları yuhalayıp salonu terk etmişti.. Artık ona da küs. Ama yabancı yarışmaya dost.. Ne olacak bunun sonu? Kimi kutlamak lazım?
Yazının Devamını Oku 14 Haziran 2005
Taylan Kümeli.. Ayşe Arman’a röportaj vermiş.. Ayşe Arman, Taylan Kümeli’nin söylediğini başlıkta şöylece özetlemiş: <B>‘Kariyerinde yükselen kadınsan evliliğinde kaybetmeye mahkumsun..’ Röportajın içeriğinden anladığım şu: Taylan Kümeli geldiği yere ulaşabilmek için çok çalışmış. Bu arada eşinin olmasını istediği harika eş, harika anne, süper kadın olamamış. Sonunda kariyerinde o kadar başarılı olmayan eşi tarafından aldatılmış!
‘Taylan Kümeli haklı mı?’ diye uzun uzadıya düşündüm. Sonunda haklı olduğuna karar verdim. Kariyer yapan kadından beklenti bu.. Süper kadın olunacak.. Evde, işte, yatakta.. Her şey kusursuz, her şey erkeğin istediği gibi olacak. Bir de erkek başarısız olursa.. İntikam.. İntikam.. İntikam..
Taylan Kümeli’nin eşi de kariyerinde başarılı olsa sonuç farklı olur muydu? Hiç sanmıyorum.. Sonuç değişmezdi.. Kümeli yine süper kadın olmak zorundaydı.. Yazılanları, çizilenleri okuyun, konuşulanları dinleyin.. Pompalanan düşünce bu. Pompalayan kim? Erkekler mi?
Hayır. Kadınların kendileri.. Değişecek kafa varsa önce kadınlarınki.. Kadınlar kaybetmenin ne demek olduğunu yeniden tanımlamak zorundalar..
Garipsedim..
Taylan Kümeli Ayşe Arman’a verdiği röportajda kurumsal kimliğini düzenlemek için bir ‘pr’ ajansından hizmet aldığını söylemiş. Garipsedim.. Kurumsal kimliğin düzenlenmesi için ortada bir kurumun olması gerekmez mi? Kümeli bir firmadan kişisel imaj geliştirme danışmanlığı alıyor olmasın. Kurumsal kimlik.. Kişisel imaj.. Arada dağlar kadar fark var. Bir yerden bir hizmet alınıyorsa, önce alınan hizmetin ne olduğunu doğru bilmek gerekmez mi?
Kutlarım..
Okan Bayülgen 17’nci Kristal Elma reklam yarışması ödül törenini yüzüne benim maskemi takarak açtı. Söylediğine göre de reklamcılar beni sevmediği için, ben de reklamcıları sevmiyormuşum. Oysa reklamcılar tarafından sevilmek için yanıp tutuşuyormuşum. Bayülgen’i eleştiri kurumunu ‘sevme-sevilme’ ikilemine indirgediği için kutlarım. Bu durumda, Bayülgen’in de programcılardan nefret ettiği için Zaga’da ‘Kamera arkası’nı yaptığı sonucunu çıkarabilir miyiz? Hatta insanlardan nefret ettiği için Zaga’yı yaptığını..
Bayülgen’i gerçekten kutlarım.. Onu çok seviyorum. Ama eleştirecek bir şey yaptı mı da eleştirmeden duramıyorum. Böyle bir şey olamaz mı?
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2005
<B>HTP </B>Exclusive’in geçen hafta yapmış olduğu <B>‘Reklam-Algı Endeksi’ </B>araştırmasına göre en çok anımsanan reklam yüzde 25 oranıyla <B>Arçelik</B>. Daha sonra sırayı yüzde 18’le Vestel, yüzde 10’la Beko alıyor. Dördüncü sıradaki Coca-Cola’nın anımsanma oranı ise yüzde 8. Beşinci sırayı yüzde 7 oranı ile iki marka paylaşıyor Evy Baby ve Elidor.
Gördüğünüz gibi aklımızın üst sırlarında dayanıklı tüketim markalarıyla ilgili reklamlar dolaşıyor. Arçelik, Vestel, Beko. Vestel’in Ata Demirer çıkışıyla anımsanma liginde üst sıralara tırmanması sürpriz değil.
Vestel daha görünülür, daha konuşulur, daha beğenilir reklamlar yapıyor, karşılığında da belleklerde daha fazla yer tutuyor. Tek sorunu ‘seviye’..Ve onun sonuncunda istenen noktaya ulaşamayan kalite algısı. Kuşkusuz bu noktada sadece sorun iletişimde değil. Vestel’in de kendini nasıl algıladığı çok önemli. Vestel artık ‘ne’ markası olup olup olmadığına karar vermek zorunda. Mağaza markası mı? Ürün markası mı? Satış mı? Pazarlama mı?
Yeri gelmişken Arçelik’in Çelik Bey’li Sırrı’lı yeni klima reklamına da şöyle bir değinelim. ‘Eski arkadaşım Mo biz ona kısaca Eskimo deriz’ esprisine epeyce güldüm. Klima pazarı çok canlı. Elini sallasan klimaya değiyor. Neredeyse ikiyüz YTL’ye klima almak mümkün... Bu nedenle klimaya yatırım yapanların biraz hevesleri kursaklarında. Yüksek fiyatlı klima satmak için fark yaratan reklam şart.
Arçelik klima reklamının fark yaratmaya oynadığını söylemek zor. Ama varolan güçlü Arçelik imajının altında, klimanın varlığını vurguluyor ve ‘hoşa giden’ bir Arçelik Klima algısı yaratıyor. Reklam kesinlikle başarısız değil. Ancak pazardaki klima rekabeti böyle bir klima reklamını mı gerektiriyor onu düşünüyorum..
Aygazman Şener Şen
En son Pamukbank reklamlarında bıraktığımız Şener Şen bu kez Aygaz reklamında Aygazman rolünde. Hafiften Sihirli Annem’deki Betüş’e benziyor. Göğsündeki yeni Aygaz logosuyla da Uzay Yolu’ndaki Kaptan Kirk modunda. Şener Şen Türkiye’deki evlere dalıyor ve oralardaki hayatları Betüş kıvamında değiştiriyor. Yıllardır Aygaz’ın her yaştan, her cinsiyetten, her sosyo-ekonomik statüden insanın hayatını değiştirdiğini de şu son cümle ile özetliyor: Türkiye enerjisini bizden alıyor.
Şener Şen ve reklamdaki mizah ögeleri Aygaz reklamını daha görünür ve beğenilir kılıyor. Aygaz’ın amacı 44 yıllık bir marka olduğunu vurgulamaksa reklam bu amaca ulaşıyor. Ama reklamın sonunda Aygaz’ın verdiği mesaj için ‘Hakkaten ha!’ demiyorsun..
Doğalgaz’ın Türkiye’ye girmesiyle LPG pazarının daraldığını biliyoruz. Aygaz Türkiye’nin en prestijli LPG markası. Ancak doğalgaza ilk geçenler de Aygaz’ın prestijli tüketicileri. Yani pazar daralmasından en fazla etkilenen markanın Aygaz olması oldukça doğal. Aygaz’ın ‘ucuzcularla’ rekabet savaşını kazanması açısından daha popüler reklamlar yapması doğru olabilir. Şener Şen’li kurumsal imaj reklamı sanki bu popülerliğin başlangıcı gibi..
MEB’den bunu beklemezdim
Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara bilgisayar almak için başlattığı bağış kampanyasının reklamı tek keliyle süper! İlköğretim okullarımızdaki ve liselerimizdeki bilgisayarsızlık sorunu bundan daha güzel anlatılamazdı. Her yetmiş öğrenciye bir bilgisayar düşüyor.
Yüzlerce çocuk bir okulun içinde bir bilgisayar faresinin peşinde koşuyor. Müzik Goran Bregoviç’in müziklerini anımsatıyor. Hem eğlenceli hem üzücü bir reklam. Traji-komik desem daha doğru olur. Reklamın yapım kalitesi de hiç fena değil. Tek sorun reklamın sonundaki telefon ve hesap numaraları. O kadar telefon numarasını ve hesap numarasını kim ezberlesin, kim ekrandan yazabilsin..Daha basit bir yol olmalıydı.. Çok basit, bir bakışta öğrenilecek kadar..
ÇEKİRGELİK
Başarısızlık bir olaydır asla bir kişi değil.
William D. Brown
Yazının Devamını Oku