Yorgo Kırbaki

Şu haber bültenleri

11 Ocak 2008
Saatler 20.00’yi gösterdi mi, bu diyarın rayting yarışı yapan televizyonlarında ana haber bültenleri başlar.

Yazının Devamını Oku

Bir yılbaşı gecesi

5 Ocak 2008
31 Aralık gecesi bizde toplandık. Hazırlıklara bir gün öncesinden başlamıştım. Yunanlıların yılbaşı sofrasında havyar, somon filan vardır. Biz İstanbulu Rumların sofrasında patlıcan salatası, sigara böreği, sucuk, pastırma, bir de fırında patateslerle buluşan kuzu budu. Yunanlının yılbaşı içkisi şampanya bizimki rakı ya da uzo.

Sağolsun İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, iki şişe Kara Efe (bence Black Label) gönderme zahmetinde bulunmuş, açtık şişelerden birini, masada hoş sohbetler ediyoruz. Televizyonda Kanal D, Star, ATV, TRT zaplıyoruz sürekli. Eğer Yunan televizyonları ile kıyaslarsak, Türk televizyonlarının yılbaşı gecesi programları tek kelime ile muhteşemdi. Ergenliği artık bitsin diye duası ettiğim kızım Marianna hariç herkes hayatından memnun. Bir ara kulağına eğilip "E biz öyle alıştık" dememi anlayışla karşılamasına şaşırdım doğrusu. Sabretti, katlandı bize kızcağız.

Sohbetler iki dilde idi; hem Rumca hem Türkçe. Ermeni eniştem Levon, 35 yıllık karısı ablam Eli’yi bilmemkaçıncı kez "Seni bu yıl mutlaka boşayacağım" diye tehdit ediyordu. Ablam da ona inat televizyonda Özcan Deniz çıktığında etmedik iltifat bırakmadı.

Kulakları çınladı mı bilmem ama ta buralarda tam 10 kişi Sibel Can, Ferhat Göçer ve TRT’nin Türk sanat müziği korosuyla girdi yeni yıla. Kimbilir bizim aile gibi daha kaç İstanbullu Rum ailesi aynı şeyi yaptı.

Masada, toprağı bol olsun babacağımın yerinde ilk kez ben oturuyordum. Yılbaşı çöreğini kesmek de ilk kez bana düşüyordu. Bir dilim Hazreti İsa’nın, bir dilim Meryem Ana’nın, bir dilim evin ve sonra en yaşlıdan başlayarak dilim dilim.

Geceyarısı yaklaşırken, bir yıl önceki halimi düşündüm. Dileklerimin neredeyse hiçbiri gerçekleşmemişti. Olsun dedim, yine tekrarlarım. Sonra an geldi çok yalnız hissettim kendimi. Kimse sevmiyor beni telaşına mı kapıldım nedir? Yeniden doğmak, yeniden başlamak arzusu işte...

Fark etmemişim yeni yıl gelmiş bile. Sarılıyoruz birbirimize, büyüklerimizin ellerini öpüyoruz. Annem koskoca bir nar getirdi yanıma. Kapıda kıralım, yılboyu uğur getirsin diye. Sonra bir tencere alıp balkona çıktı ve büyük bir kaşıkla vurmaya başladı. Kötülükler, gürültüden korkup kaçsın diye. Kızım Marianna’nın gözünde bir parıltı, küçük de olsa bir mutluluk sezdim. Tabii birkaç dakika önceki düşüncelerimi unuttum gitti.

Dileklerimi tekrarlayacaktım ki, içimden hadi biraz iskonto yapayım dedim. Sayıca çok olmasınlar. Sağlık ve olabildiğince mutluluk.

Gün ağarıyordu yastığıma temas ettiğimde. Birkaç gün önce duyduğum ve güldüğüm bir söz geldi aklıma. Gerçekleşmeyeceğini bile bile dileklerime ekledim.

"Yeni yılda iki şeyi yapmayacağım. Kimseye ömür boyu seveceğim sözü vermeyeceğim ve hakemleri eleştirmeyeceğim".

Denizci millet işte

Vesellam denizci millet Yunanlılar. Seviyorlar, iç içe yaşıyorlar denizle. Tarihte de öyleydi, bugün de öyle. Coğrafyanın, tabiatın payı büyük bu sevgide ama yine de sanki bu insanların "genlerinde" var deniz.

Şarkılarında, şiirlerinde pek dağlara, ovalara, yaylalara rastlamazsınız. Sevgiliyi ayıran da denizdir buluşturan da. Deniz kadar sever şair, dalgalara seslenir. Başka ülkelere gideceğini anlatırken bile başka denizlere yelken açmaktan bahseder. Şarkılarda "uğruna bir ömür feda edilen" de denizdir yine.

Mavi renk hakimdir bu diyarda, denizin Ege’nin mavisi.

Durum böyle olunca Yunanlıların dünya deniz taşımacılığında söz sahibi olmaları tesadüf değil. Onasis, Niarhos, Latsis ve daha nice Yunanlı armatör büyük servetlere, büyük şöhrete kavuştular.

Nüfusu 10 milyonun az üzerinde olan bu ülke, bugün tonaj açısından dünya deniz taşımacılığının yüzde 20’sini kontrol ediyor. Japonya (yüzde 17), Almanya (yüzde 9) geriden izliyorlar.

Gemilerin önemli bir bölümü elbette Yunan bayraklı değil. Malum vergi cennetleri çok uzaklarda.

2007 yılı içinde yeni gemiler için tam 47 milyar dolarlık sipariş verdi Yunanlı armatörler. 2002 yılında bu rakam sadece 8.5 milyar dolardı. 1994 yılına kıyasla gemi sayısı yüzde 50 arttı. Armatörlerin tercihi tankerler. Dünyanın en büyük tanker filosu onların.

Yunanlılara ait kaç denizcilik şirketi var derseniz, cevabım 733.

Turizm ve AB fonları ile birlikte en büyük gelir kaynağı olan gemicilik altın çağını yaşıyor bu ülkede.

Aman dikkat

Yeni yılda Kardak civarında yaşananlar hiç hoş değildi. İki ülke sahil güvenlik teknelerinin manevraları, Türk ve Yunanlı balıkçıların naraları. Allah aşkına ne oluyoruz?

Ege’de adalardan birinde ya da karşıdaki Türk sahillerinde sivil vatandaşların "gördük Yunan teknesi Türk karasularına girdi" ya da "gördük Türk teknesi Yunan karasularına girdi" diyerek "inisiyatif" üstlenmeleri son derece tehlikeli. 1996 yılında papazlar, gazeteciler, belediye başkanlarının üstlendiği "inisiyatiflerin" sonucunu hepimiz yaşadık. Savaşa beş kalmıştı.

Balıkçılar arasındaki "çipura savaşı"nı anladık ama sanki biraz fazlaya kaçıyor.

Anlaşılan bu yıl iri çipuralar o kadar da bol değildi. Kardak civarında Türk ve Yunanlı balıkçıların "çekişmesi" de sanırım ondan.

Kostas Karamanlis, büyük bir aksilik çıkmazsa ocak ayının son haftasında (23-24 Ocak) 49 yıl sonra ilk Yunan başbakanı olarak Ankara’ya gidecek.

Kardak’ta son günlerde yaşananlar, buralarda "Karamanlis Ankara’ya gitmesin" diyenlerin ekmeğine yağ sürüyor en azından.

Buradan iki tarafa da dikkatli olmaları çağrısında bulunsak kimse duymayacak muhtemelen. Bari çipuralara seslenelim: Ya bir an önce yumurtalarınızı bırakın ve Kardak bölgesini terk edin lütfen.

Tekrar hoşgeldin İbo

Takvimler 2000 yılını gösteriyordu. Türkiye ile Yunanistan’ın, kötü dönemleri kenara bırakıp ilişkilerinde yeni bir sayfa açmayı kararlaştırmalarının üzerinden (1999) sadece birkaç ay geçmişti. Doğrusu haberi duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Bir Türk basketbolcusu Yunan takımına transfer oluyordu. O zamanlar Radikal ve NTV muhabiri olarak Atina havaalanına gidip İbrahim Kutluay ile tanışmış, elinde AEK forması ile ilk röportajı yapmıştım.

İstanbullu Rumların kurduğu AEK’da İbo idol oldu. Bir yıl sonra transfer olduğu daha büyük camia Panatinaikos’ta da öyle. Çok sevildi. Aleyhinde tek bir olumsuz yazı görmedim. Binlerce kişinin "İbo İbo" diye salonları inlettiğine şahit oldum. 2003 yılında ayrıldığı Panatinakios’a birbuçuk yıl sonra döndüğünde de yine krallar gibi karşılandı. Yunanistan’da İbrahim Kutluay kadar sevilen başka bir Türk olmamıştır.

Sadece basketboldaki performansı ile değil, kişiliği ile de fethetmeyi bilmiştir bu diyarın insanlarını. Her zaman mütevazı, her zaman sevecen.

İbo yine bu diyarda. Bu defa yine İstanbullu Rumların Selanik’te kurduğu PAOK takımının formasını (siyah-beyaz) giyecek.

Tekrar hoşgeldin İbo. Benden söylemesi Selanik’i de Atina kadar seveceksin.
Yazının Devamını Oku

Metresin intikamı

29 Aralık 2007
Hristos Zahopulos... 54 yaşında, evli ve bir çocuk babası. Selanik Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra sanat tarihi üstüne doktora yaptı. Bizans tarihini de araştırdı. Başbakan Kostas Karamanlis ile 1990’lı yılların başında tanıştı ve kısa sürede sıkı dost oldular. Karamanlis, 2004 seçimlerinde başbakan olduğunda, Atina Olimpiyat Oyunları nedeniyle kültür bakanlığını da üstlenince, dostu Hristos’u bakanlığın genel sekreteri yaptı.

Zahopulos bu görevde kendi "imparatorluğunu" kurdu. Karamanlis’ten sonra kültür bakanlığına atanan bakanlar onun /images/100/0x0/55eae48bf018fbb8f89d6cfakılına bile zarar veremediler. AB’den ve devletten gelen 2 milyar euro gibi astronomik bir rakamın nasıl harcanacağında, büyük ihalelerde, milyarlık ruhsatlarda son sözü o söylüyordu.

Evdokia Çaku... 40 yaşlarında, bekar. Arkeoloji okudu ama bir kez bile kazma kürek tutmadı. Kültür bakanlığının sözleşmeli personeli. 2004 yılında Selanik’teki bir davet sırasında Zahopulos ile tanıştı..

Bir telefon, iki telefon, bir yemek, iki yemek derken sevgili oldular. Evdokia’ya sırılsıklam aşık oldu kültür bakanlığının genel sekreteri. Tabii ilk "torpili" de sevgilisini "halkla ilişkiler sorumlusu" olarak yanına almaktı. Önceleri otellerde buluşuyordu iki sevgili, sonra bir evde. İhtiraslı kadındı Evdokia. İddialara bakılırsa, sevgilisinin gizli banka hesaplarını, yaptığı yolsuzlukları, yediği rüşvetlerı öğrenmekte gecikmedi.

Bakanlıkta herkes onu "Genel sekreterin resmi metresi" olarak tanıyordu artık. Ne isterse yapıyordu. Zahopulos ile görüşmek isteyen önce Evdokia’nın ofisinden geçiyordu.

Zamanla aşkın alevi azalınca 40 yıllık karısını gerekçe gösterip kaçmaya başladı metresinden. Söylenenlerin yalancısıyım, artık gayri resmi metresler de girmişti genel sekreterin hayatına.

Aptal kadın değildi elbet. Durumu anlamakta gecikmedi. Üstelik hálá "sözleşmeli personel" statüsünde idi devlet memuru olarak. Tehditle denedi kadrolu olmayı, başaramadı.

Seyrek görüşüyorlardı artık ve her defasında kavga.

Evdokia bir sabah ofisine geldiğinde, "Tarihi Eserleri Restorasyon Dairesi’ne atandınız" yazısını buldu. Üstelik yerine de birbirinden güzel iki genç kız getirilmişti. Çılgına döndü.

Kavga sesleri duyuldu Zahopulos’un makam odasında. "Bu ilişki bitti. Anla bunu" diye bağırdı genel sekreter, "Asıl sen bittin" dedi genel sekreterin halkla ilişkiler sorumlusu.

Kadının dört bir yanını sarmıştı intikam ateşi. Terk edilmiş, ihanete uğramış, çöp gibi fırlatılmıştı bir köşeye.

Sinsi planını kurdu ve uygulayama koydu.

- Hristo, eski güzellikleri hatırlasak, hani yarın nasıl olur... Evde buluşalım mı?

Erkek mileti ya, nasıl karşı koyabilirdi. Üç yıllık sevgilisinin kendisine tuzak kurduğunu düşünmeksizin kabul etti.

Kadının elinde artık koskoca kültür bakanlığı genel sekreterinin, başbakan Karamanlis’in yakın dostunun cinsel tercihlerini gösteren video kaydı da vardı, rüşvet, yolsuzluk kanıtı bir sürü belge de.

Başbakan Karamanlis’e "haberler" ulaşınca dostu Zahopulos’un derhal istifasını istedi. Ne var ki Evdokia için istifa yeterli değildi.

Atina’da geçenlerde "bu akşam televizyonlarda büyük bomba patlayacak" dedikodusu yayıldı... Bir video kaseti varmış, belgeler varmış diye...

Ana haber bültenleri başladığında ise flaş haber farklıydı:

"Kültür bakanlığı genel sekreteri intihar etti" idi.

Hristos Zahopulos... 54 yaşında. Evli ve bir çocuk babası. "Sağlık nedenleri" ile genel sekreterlikten istifa ettikten iki gün sonra Atina’nın Kolonaki semtindeki bir apartmanın 5. katta bulunan dairesinden atlayarak intihara kalkıştı. Mucize eseri yaşıyor. Günlerdir yoğun bakımda.

Evdokia Çaku, 40 yaşlarında, bekar. Atina savcısı, tehdit ve şantaj suçlamalarıyla tutuklanmasını kararlaştırdı. Tüm suçlamaları reddetti. Pire’deki Koridalos Cezaevi’nde yargılanacağı günü bekliyor

Vrettos’da aroma ve renk cümbüşü

Bu şehrin, bir zamanlar Osmanlı mahallesi, son 40 yıldır ise Sultanahmet’i "Plaka"da, 1909 yılından beri her gün 10.00-03.00 arasında açık farklı bir mekan var. "Vrettos".

Bar deseniz bar değil, alkolü içkilerin satıldığı dükkan deseniz o da değil. Hani yıkıldı yıkılacak ahşap kapısını araladığınızda, önce burnunuzu fetheder birbirine karışmış likör, uzo, kanyak kokuları. Gözlerinizi fethetmeye gelince marangoz tezgahı benzeri ince uzun 2 masa, 10-15 tabure ve koskoca bir vitrin. Hepsi ahşap, hepsi eski, çok eski, çok çok eski. Vitrinin içinde de rengarenk yüzlerce likör şişeleri. Sinsi bir ışıklandırma da eklenince tam bir renk cümbüşü. Fıçılar ve uzo imalatında kullanılan bakır imbik tamamlıyor manzarayı.

Burada, öyle saatlerce oturup muhabbet yapılmaz. Bir kadeh, iki kadeh işte. Ayaküstü demlenmek gibi bir şey. Şarap, uzo, kanyak ne içerseniz için markası "Vrettos"dur. Eski ahşap tezgahın arkasında, sahibi Yiannis Papadonikolakis oturuyor.

Yaklaşık bir asır önce Mihalis Vrettos açmış bu dükkanı. 60 yıl çalıştırmış. Çoluk çocuğu olmadığından, ölmeden önce Angelos Anastasiadis’e satmış. O da tam 37 yıl tezgahın arkasında içki servisi yapmış. Yiannis 2 yıl önce satın aldığı "Vrettos"da bir tek turistlerden bıkmış. Hergün yüzlerce turist kamera ve fotoğraf makineleri ile dükkanı kuşatıyorlar. Çareyi çekim yapmaya kalkışanlardan para istemekte buldu. Tabii turistler hemen vazgeçip gidiyorlar. Müşteriler de rahatça sohbet edebiliyor böylece.

Başkent Atina’nın canlı tarihidir bu mekan. Gördüğünüz her şey, koku alma duygunuzu pohpohlayan her şey, sanki dünden, geçmişten.

Olur ya yolunuz düşerse bir gün buralara, elbet Plaka mahallesini görmenizi önerecektir bilenler. Benim önerim ise "Vrettos"dan da geçip, azıcık demlenmeniz.

Evliliğin 7. yılı

Eğer 100 değil, 1.000 değil tam 18.000 çift katılmışsa bilimsel bir araştırmaya, sonuçlarına ciddi ciddi eğilebiliriz. İnsan Araştırma Merkezi’nin (EMAS) Yunanistan çapında gerçekleştirdiği ve aylar süren araştırmasında kıssadan hisse şu: Evliliğin 7. yılından itibaren komşunun karısı-kocası daha bir hoş geliyor göze.

Hiç şüphe yok ki, iki kişi evlenmeye karar verdiklerinde cinsel birlikteliklerinin de ilelebet olacağını zannediyor. EMAS’ın araştırmasına göre, dünyaevine girdikten sonra çiftlerin cinsel birliktelikleri 2. yılda haftada 3 defaya, 5’inci yılda da 10 günde 1 defaya düşüyor. "Körolası" 7. yıl geldiğinde 1 ayda, 2 ayda 1.

Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 19.5’i, kadınların da yüzde 2’si evliliklerinin daha 1. yılında başkalarının yastıklarına yaslanmışlar. Evliliğin 7. yılında eşlerini aldatan erkeklerin oranı yüzde 65, kadınların da yüzde 64.5. Yani evliliğin 7. yılında "boynuz" sözkonusu oldu mu, tam bir kadın-erkek eşitliği.

Araştırmada, evliliklerinin 7. yılında boşanan 699 çiftten yüzde 64’ünün eşini "suçüstü" yakaladığı-yakalattığı vurgulandı.

Niye 2. değil, 10. değil de illa 7. yıl? EMAS’ın başkanı Dr. Kontantinidis, "Bunun bilimsel bir izahı yok. Biyolojik, psikolojik ve sosyal olabilir nedenler. Yapıları itibariyle poligamik olan genler, erkeği "fethetmeye", kadını ise "seçmeye-tercih etmeye" kışkırtan hormonlar, ya da fazla iç içe, haşır neşirliğin bedensel temasa getirdiği bıkkınlık sebep olabilir" diyor.

Psikolojik nedenler genellikle "lambaya püf de"nin yerini, sevgi-saygı-şefkat ve daha bir dizi "değerlerin" alması. Sosyal nedenlere gelince, eh güzel olan ne varsa ya yasaktır ya da şişmanlatır.

Yeni yıl temennisi

Yazlarımız, kışlarımız geçiyor ve geri dönmüyor hiçbiri. Bayramlarımız, pazarlarımız hızlı bir tren gibi gidiyor önümüzden. Güzellikler, küçük mutluluklar aceleci minik bulutlar gibi kayboluyor ufukta.

Hadi bu defa hiçbiri geçmesin, gitmesin, kaybolmasın.

Yeni yıl temennim: Bir sürü şeyi düzeltmek için daha koskoca iki gün var önünüzde.
Yazının Devamını Oku

Tuvaller ve iki kadın

22 Aralık 2007
Sofia, Atina’nın köklü ailelerinden Kalogeropulu’ların kızı. Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Atina Konservatuarı’nı aynı dönemde bitirdi. Sanatçı yönü ağı bastı. Viyana Konservatuarı’ndan da diploma aldı. Profesyonel sanat hayatına Viyana Operası’nda soprano olarak başladı. Takvimler 1977 yılını gösteriyordu ki sağlığı da o tanrı vergisi sesi de bozuldu. Müziği bıraktı, Atina’ya döndü. Avukatlık yaptı bir süre. Kazandığı davalara sevineceği yerde karşı taraf kaybettiği için üzüldü. "Zavallı adam sokakta kalacak" diye sık dert yanardı annesine. Evlendi, çocuklarını büyüttü. Sonra tanrının kendisine bahşettiği bir başka özelliğini keşfetti. Resim yapmayı. Fırçalara, boyalara gömüldü. Hiç eğitimini almamasına rağmen tablolalarındaki ruh, Atina’daki sanat çevrelerinin dikkatini çekti. 1990 yılında ilk sergisini açtı. Masal dünyası cezbediyordu Sofia’yı. Ninesinden duyduğu masallar. Tabii adres hep Anadolu. Hiç görmediği İstanbul’u çizdi. Sayısız sergiye katıldı. Ressam Sofia Kalogeropulu bugüne kadar 1.000’in üzerinde tabloya imzasını attı./images/100/0x0/55eb2338f018fbb8f8adaad4

Hatice Adanalı. Daha ilkokula başladığında ilk tuvali evinin duvarları olmuş. İstanbul’da Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdikten sonraki yaşamında hep resim var. Anadolu’yu, Anadolu kadınını yaşatıyor tablolarında. Diplomat eşi ve halen İzmir Expo 2014 Yönetim Kurulu Eşbaşkanı büyükelçi Bahattin Gürsoz ile birlikte Avustralya’dan Pakistan’a, kadar gittiği onca diyarda tablolarıyla Anadolu’yu tanıtmış elinden geldikçe. "Diplomat eşi olmamdan hiçbir zaman yararlanmadım. Sadece işimi kolaylaştırdı" diyor. İmzasını bazen bir sandalın, bazen bir tabağın, bazen bir simitçi tezgahının üzerine atan Hatice Kumrabacı Görsöz’ün de bugüne kadarki tabloları 1.000’in üzerinde. Hangi tablosu bugün nerede takip ediyor.

1992 yılında TC Atina Başkonsolosu’nun eşi olarak Yunan başkentine gelen Hatice, bir yıl bir galeride Sofia’nın resim ve hayal dünyası ile tanıştı. Sofia, hiç görmediği Ayasofya’yı, Sultanahmet Camii’ni, İstanbul’u, Anadolu’yu teşhir ediyordu galerideki tablolarında. Türk-Yunan ilişkileri açısından zor yıllardı, kötü yıllar. Suyun iki yakasından iki kadın dost oldular. Hatice, 1996’da Türkiye’ye döndükten sonra da devam etti dostlukları.

İki ressam, geçtiğimiz günlerde Atina’nın ünlü Aenaon galerisindeki ortak sergilerinde tekrar bir araya geldiler. Adına da "Köprüler" dediler serginin, başka ne olacak ki?

Bugüne kadar başka hiçbir Türk ressamın Atina’daki sergisi bu kadar başarılı geçmemişti. Doğru organizasyon, doğru adresler, iyi sonuç. Açılışında tıka basa dolu bir galeri. İki dostun buram buram Anadolu kokan tablolarını hayranlıkla izleyen bir kalabalık.

Sergide, özelikle önünde durduğum Hatice’nin bir tablosuydu. Bir köşesinde iki genç kız.

Biri kendisi, diğeri Sofia. "Eğer varsa, bir önceki hayatta biz herhalde kardeştik. Çünkü çok yakınız birbirimize. Bu düşünceyle fırçaya sarıldım" diyor ressam.

Hani diyorum hani, Kostas Karamanlis muhtemelen 23-24 Ocak’da 49 yıl sonra ilk Yunan başbakanı olarak Ankara’yı resmen ziyaret edeceğinde bu iki kadının, iki ressamın, iki dostun sergisi de programa dahil edilemez mi?

Hintli dostu kantinci bakan

Adı "skandalcı bakan" olarak geçecek tarihe Vasilis Manginas’ın. 1990 yılında bugünkü iktidar partisi Yeni Demokrasi’nin (ND) eski lideri Kostantinos Miçotakis başbakan olunca, hükümet sözcülüğüne getirildiğinde tanımıştım kendisini. Az konuşan biriydi. 1993’te Miçotakis iktidarı kaybedince adı unutuldu. ND 2004 seçimlerini kazandığında da Başbakan Kostas Karamanlis’in kabinesinde yoktu. Milletvekili seçilmişti sadece ve kimse adını bile pek hatırlamıyordu. Ta ki, Yunanistan’da devlet sektöründeki emekli sandıklarının, çalışanlardan topladıkları paralarla devlet hisse senetleri alırken aracılara milyonlarca Euro "komisyon" ödedikleri skandalı patlayıncaya kadar. Vasilis Manginas, istifa eden Savvas Çituridis’in yerine çalışma bakanı oldu. ND, Karamanlis liderliğinde geçen eylül ayındaki seçimleri tekrar kazanınca, Manginas, Yunan ekonomisinin hiç durmadan kanayan yarası emeklilik yasasını ele aldı. Herkes sigortalı olacak, emekli sandıkları birleştirilecek, emeklilik için çalışma yılları 35-37’ye çıkarılacak, kadınların emeklilik imtiyazlarına son verilecek v.s.

Yeni yasadan en fazla zarar gören iş kollarından birisi gazetecilikti. Emekli sandıklarının, avukatlar ve doktorlar ile birleştirilmesine hiç de iyi gözle bakmadılar. Medya, çalışma bakanı Manginas’ı "hedef" seçti.

Sonrası, çorap söküğü gibi. Önce Atina dışındaki bir sayfiye kasabasındaki villasında sigotasız Hintli bir aileyi çalıştırdığı ortaya çıktı. "Onlar evimde misafir. Gündüzleri bir fabrikada çalışıyorlar. Sigortaları var" dedi demesine ama yaygara koptu bir kere. Evinde Hintli göçmenleri "misafir eden" Yunanlı ancak fıkra olabilir çünkü. Birkaç gün geçti ki üzerinden, bu defa kızını sınava girmeden Yunan Telekom’una (OTE) memur olarak yerleştirdiği skandalı patladı. "Bakan olarak hakkım var" dedi demesine ama işsizlik diz boyu iken, beş kişinin alınacağı bir işe beş bin kişi başvururken, inandırıcı olamadı.

Ve son darbeyi de yine villası yüzünden yedi. Ormanlık Koropi kasabasında güzelim bir vilası var Manginas’ın, ama meğer inşaat ruhsatında "kantin" diye yazıyormuş. Herhalde çay kahve satmak için kantin açmayı planlayıp, sonra yarı yolda "ya en iyisi bir villa inşa edeyim" diye düşünmedi. Yine çıktı halkın karşısına "Her Yunanlı gibi..." diye başlayınca sözlerine yer yerinden oynadı. Gerçekten, onbinlerce insan bu diyarda bir eve sahip olurken "yasadışı" yollara başvurdu. Ama sen bakansın be adam. Sen yapmamalısın. Kaldı ki onbinlerce defa yapılması yasadışılığı asla yasal kılmaz.

Başbakan Karamanlis için bardak taşmıştı. Telefona sarıldı: "Vasilis istifanı yolla"..

İtiraz edecek, tek kelime söyleyebileek hali yoktu.

Sanırım, Manginas artık siyaset sahnesine bir daha kolay kolay çıkmayacak.
Yazının Devamını Oku

Mitinglere tat geliyor

15 Aralık 2007
Bu diyarın en ünlü meydanlarından biridir Sintagma (Anayasa). Meçhul asker anıtı, parlamento binası, Yunan başkentinin en lüks otelleri bu meydandadır. Bakanlıklara, turist mahallesi Plaka’ya giden yollar Sintagma Meydanı’ndan geçer. Zevkli vitrinleriyle hazır giyim dükkanlarının yan yana dizildiği Ermu Caddesi de görünür bu meydanın bir ucunda.

Her gün yüz binlerce insanın geçtiği Sintagma’yı Mc Donald’s gibi uluslararası, Everest gibi Neon gibi Yunanistan çapında hazır-hızlı yemek firmalarının şubeleri de mesken edinmiştir.

Birkaç haftadan beri artık bu meydanda farklı bir tat da var.

Güllüoğlu baklavalarının Yunanistan’daki temsilcisi dostum Aris Prodromidis ve ortakları, Köşebaşı kebapçısının 2. şubesini Atina’nın tam göbeğinde, Sintagma’da açtılar.

Öğlenden itibaren geceyarısına kadar alt katta ayaküstü, üst katta da nezih bir ortamda lahmacun, içli köfte, su böreği, çöp şiş, döner, iskender kebabı ve daha nice lezzetlerin servisi yapılıyor. Arzu edene porsiyon, arzu edene sandviç, dürüm. Evlere de servis var.

Başka vesilelerle de tekrarladık, Atina, sözgelimi Almanya’nın, Belçika’nın başkentleri gibi değildir. Köşebaşı’nın müşterisi de neredeyse yüzde 100 Yunanlıdır.

Sintagma’nın bir başka özelliği de bu arada, yılın 365 gününün neredeyse yarısında yürüyüşlerin, protesto gösterilerinin düzenlendiği meydan olmasıdır.

Mitinglerde bağıranların ellerinde panolardan, pankartlardan başka dönerli dürüm de olması az şey değil doğrusu.

Farklı bir pencereden bakıldığında Sintagma’da bir Türk kebapçısını açılması, Türk-Yunan ilişkileri için başlı başına bir olaydır. Geçen yaklaşık 8 yıl içindeki yakınlaşma sürecinin bir meyvesidir.

Elleri kırılsın (2)

Gazetelerin birkaç santimlik küçük haberlerinde yer aldı: "Dün sabaha karşı kimliği meçhul şahıslar Atina’da İtalyan, Filipin ve Türk büyükelçiliklerinde çalışan görevlilerin 4 aracını kundakladı."

Mesele o kadar basit değil. Her şeyden önce, İtalyan ve Filipinli görevlilerin araçlarının kundaklanması, hiçbir şekilde Atina’daki Türk büyükelçiliği ile Atina-Pire Başkonsolosluğu’nda çalışan iki görevlinin araçlarına karşı saldırıyı hafifletmez, mazeretlendirmez.

Atina’da Türk görevlilerin araçlarına 23 Haziran 2006’dan bu yana tam 6 kez saldırı düzenlenmesi de üstünde dikkatle durulması gereken başlı başına ciddi bir konudur.

Yunan makamlarının "yakalayamıyoruz, anarşist küçük grupların işi" şeklindeki yaklaşımları yeterli sayılamaz.

Evet doğru, çeşitli ülkelerin büyükelçiliklerinde çalışanların araçları sık sık kundaklanıyor ve saldırganların hedefi diplomatik plakalı araçlar ama Türklerin araçlarına saldırıların sayısı da artık fazla.

Bir de işin maddi boyutu var. Arabaları yakılan insanların uğradığı zararı kim karşılayacak?

Hiçbir bağlantı kurmuyorum ama geçen hafta, Yunan Mega televizyonu ile Elefteros Tipos gazetesinin Türkiye muhabiri ve İstanbul’da Rumca yayınlanan "İho" gazetesinin sahibi Andreas Rombopulos’un dövülmesi olayından bahsetmiş ve saldırganlar için "elleri kırılsın" demiştik.

Atina’da kundaklama eylemlerini gerçekleştirenlerin de elleri kırılsın elbet.

Bu defa kesin gibi

Üç yıl içinde kaç kez bir başka bahara kaldı hatırlamıyorum, ama bu defa galiba gerçekleşecek. Kostas Karamanlis, eğer büyük bir engel çıkmazsa, ocak ayı sonlarında (muhtemelen 23-24 Ocak) 49 yıl sonra Ankara’yı ziyaret edecek Yunanistan’ın ilk başbakanı olarak.

Daha bir aydan fazla bir süre var önümüzde. Ancak, bugün itibariyle buralarda özellikle medyanın büyük bir bölümü bu ziyarete sıcak bakmıyor. "Niye gitsin?" veya "Gitmesin" ya da "Giderse ne kazanacak?" şeklinde onlarca yazı okudum, tek bir tane "Güle güle gitsin güle güle dönsün" tarzı yazıya rastlamadım.

Yunanistan’da Türkiye’ye bakış, Türkiye’de Yunanistan’a bakış açısından çok farklıdir. Ziyaret önümüzdeki günlerden itibaren iyice bu diyarın gündemine oturacak. Öncesinde de sonrasında da uzun uzun tartışılacak.

Medyadaki genel kanı "Madem gidecek mutlaka bir şeyler koparmalı" şeklinde. Beklentiler önce Ege anlaşmazlıkları ile başladı, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılmasından geçti, son durum Türk makamlarının, Ankara’da Yunanistan büyükelçiliğine ait Kavaklıdere’deki arsaya inşaat ruhsatı vermesi. Çıta alçalıyor ama beklentiler sürüyor.

Yunan dışişlerinde, ziyaret sırasında herhangi bir tatsızlığın yaşanmaması için çalışılıyor. Dışişleri eski bakanı Petros Molivyatis’in 2005 Nisan’ındaki Ankara ziyareti sırasında Kardak’ta yaşanan gerginlik burada hálá zihinlerde.

Kulağıma gelen bazı bilgilere göre, daha şimdiden Karamanlis’in Ankara’da Anıtkabir’i ziyaret etmesini istemeyen dernekler çıktı.

Bu tarihi ziyarete her iki tarafın da en iyi şekilde hazırlanacağına, en ufak detayın bile gözönünde bulundurulacağına şüphe yok.

Daha önümüzde zaman var diye şimdilik dileğimiz ziyaretin gerçekleşmesi. Dileğimiz, üstteki fotoğrafın arşivlerde "en son ziyaret" olarak kalmaması. Bugünkü Yunan başbakanının amcası ve adaşı Konstantinos Karamanlis, 1959 yılında Ankara’yı ziyaret etmiş ve Başbakan Adnan Menderes ile görüşmüştü.
Yazının Devamını Oku

Elleri kırılsın

8 Aralık 2007
Pusu kuran iki saldırgan, Beyoğlu’nda babasından 1988 yılında devraldığı "İho" gazetesine giderken gün ortası sopalarla meydan dayağına başladığında, aldığı darbelerden korunmaya çalışırken Andrea’nın ağzından iki kelime çıktı: "Neden ben? Yanlış adama vuruyorsunuz". Yıllardır tanıdığım, dostum saydığım, her hafta küçük gazetesini yayınlama çabası dşında muhabiri olduğu Yunan Mega televizyonu ile Elefteros Tipos gazetelerinde her zaman ölçülü, seviyeli haberleri yayınlanan, TC vatandaşı ve askerliğini Çanakkale’de yapmış Andrea Rombopulos, başına dört dikiş atılması ve serçe parmağının kırılmasıyla sonuçlanan saldırıdan bir gün sonra hálá bu sorulara cevap arıyordu.

Yanıbaşından ayrılmayan eşi Kula ise "Allah’a şükürler olsun. Saldırganların elinde sopa vardı. Ya bıçak olsaydı?" diyor.

Evet, şükürler olsun ki Andrea hayatta.

Olayın faillerine gelince... İnanın Andrea’yı tanıdığıma inandığımdan, neden böyle bir saldırı gerçekleştirdiklerini anlayabilmek mümkün değil.

Saldırı nedenleri ne olursa olsun, arkalarında kim olursa olsun, Ege’nin iki yakasında gerginliği, kavgayı, kötüyü isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüler. Tabii saldırının Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Yunanistan ziyaretini tamamlamasına birkaç saat kala gerçekleşmesi, ister istemez düşüncelere sokuyor insanı.

Saldırganların elleri kırılsın diyorum. Andrea’ya geçmiş olsun diyorum. "Yılmayacağız" diyen Ali Babacan’a ve "Başaramayacaklar" diyen Yunan Dışişleri Sözcüsü Yorgo Kumuçakos’a teşekkür ediyorum.

Bir kadının sırtına dair

Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Atina ziyaretinin ilk gününü tamamlamış, vakit geceyarısına yaklaştığından "ev sahibi" olarak Hürriyet’ten Uğur Ergan ile Milliyet’ten Utku Çakırözer’e bu şehrin "tarihi ve arkeolojik" zenginliklerini göstermem imkansız olmadığından, eğlencenin merkezlerinden Psiri mahallesinin yolunu aldığımızda yağmur gücünü giderek hissettiriyordu.

Canlı müzik yapan onlarca mekanın olduğu bu mahallede, "Mandra"yı seçtim bu defa. Bir masaya oturup içkimizi, mezemizi söyledikten sonra, herhalde kulaklarıma eziyet çektiren bir kadın şarkıcı yüzünden , bir sigara yakayım derken, paketi arabada unuttuğumu fark ettim. "Kapı" görevini üstlenen garsona sordum "Bu saatte açık neresi var" diye, "Ha iki sokak aşağıda" oldu cevabı.

Yağmurdan korunmaya çalışıp birkaç adım atmıştım ki, adam beni çağırdı. "Ya kusura bakma bana da yanlış sigara almışlar. Madem gidiyorsun şunu da değiştirir misin" demez mi elime paketi sıkıştırıp...

Yani garson müşteriye sigara aldırtıyor. İnanın Psiri’deki "eğlence literatüründe" pek yadırganacak bir şey değil. "Mandra"da 15 masa vardı o gece ve hiçbir masadaki müşteri, garsonun ricasını geri çevirmezdi.

Hem kendime sigara aldım hem garsonun paketini değiştirdim. Döndüm garsona verdim. Teşekkür ettti. Hepsi bu kadar.

Buralarda adettir. Orkestra öyle yarım saat çalıp yarım saat dinlenmez. Non stop buzuki nameleri. O sesi dayanılmaz kadın, mikrofonu detone olmayan bir erkeğe bırakınca keyfimiz yerine geldi. Dışişleri bakanlarının ne konuştukları çok gerideydi, Ankara’ya gelirsem nerede ağırlayacakları, ya da iş değil de şöyle dinlenmek için buralara geleceklerinde nereleri ziyaret etmeleri etrafında dolandı hoşsohbet.

Eski bir Yunan çiftetelisi "tatlı zalim" çalarken, gözüm ön masaların birinde oturan, dalgalı sarı saçları boynunu örten bir kadının sartına takıldı.

Provokasyona gelmek için yaşım ilerledi, açık bir bluzun oyununa kanamazdım. Tekrar inceledim uzaktan, küçük bir dövmesi vardı sırtında, melek mi, kuş mu, akrep mi seçemedim.

Omuzları müzikle uyum içindeydi. Bazen hızlı, bazen yavaş haraket ediyordu.

"Bu sırta bakarak geçer bir gece" dedim dostlarıma. Onayladıkları besbelli.

Yanındaki erkeğin eli değdi bir ara üstüne. Daha bir mükemmel oldu sanki o sırt. Sanki son aksesuvar da tamamdı.

Sahneye, giderek daha kaliteli sesler çıkıyordu. Şarkılar da daha güzel. Kadın yerinden kalktı. Yüzünü gördüm. Yürüdü, adımlarını izledim. "Bir zamanlar Bardott’a aşık olduğuma inanırdım, şimdi o zamanlardaki düşüncelerime aşığım" misali küstüm kadına. Sırtı ile kurduğu imparatorluğu adımlarıyla, yüz ifadesiyle yıktı.

Ve birden aynı masada kısa saçlı güler yüzlü esmer arkadaşını keşfettik. Unutuverdik o sırtı.

Hayli geç olmuştu ve birkaç saat sonra yine işimizin başında olmalıydık.

Orkestra "Yedikule" şarkısının orijinal versiyonunu çalıyordu, yağmur da dinmemişti sokakta.

Celal Bayar Lisesi

Batı Trakya’da, Gümülcine’de, Celal Bayar Lisesi’ndeyiz. Yaklaşık 500 öğrencisi bulunan bu okulu Ali Babacan ziyaret ediyor. Öğrenciler toplanmış avluda. Kızların çığlıkları duyuluyor. Erkekler daha bir ciddi. Anneleri, babaları da gelmiş bazılarının.

Koskoca bir tarihtir Celal Bayar Lisesi.

Yunan Kralı Pavlos (Londra’da yaşayan devrik Kral Konstantin’in babası) ve Kraliçe Frideriki, Haziran 1952’de Türkiye’yi ziyaret etmişti. İstanbul’da verilen akşam yemeğinde Kral Pavlos, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a hitaben "Batı Trakya’da bir azınlık lisesi inşa ettireceğim. Kabul ederseniz, bu okula adınızı vermek istiyorum" dedi.

Kral, Atina’ya döndü ve dokuz ay sonra Yunan parlamentosunda bir Türk lisesinin kurulmasıyla ilgili dokuz maddelik yasa kabul edildi.

Celal Bayar Lisesi’nin açılışı 2 Aralık 1953’te yapıldı. Törende kraliyet ailesi ve Bayar hazır bulundu.

54 yıldır her sabah ders için zili çalıyor bu güzel okulun.
Yazının Devamını Oku

Atlantik ötesinden dönen casus

1 Aralık 2007
Her şey 30 yıl önce İzmir’de başladı. Yunan İstihbarat Teşkilatı’nın (EYP) bir ajanı, Vietnam’da savaşmış ve İzmir’deki NATO karargahında görev yapan ABD ordusunun Yunan asıllı çavuşu Steven (Stavros) Lalas’a (54) yaklaşıp "Vatana yardım et. Türkler gemilerini, askerlerini karşımıza dikmişler görmüyor musun?" demesiyle. Casusluğun ilk adımlarında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin konuşlanmasıyla ilgili NATO karargahındaki gizli belgeleri Atina’ya sızdırdı.
/images/100/0x0/55eb65f8f018fbb8f8be9011
ABD’de doğup büyüyen dedesi İzmir göçmeni Lalas, ordudan ayrılıp ABD Dışişleri Bakanlığı’nda "gizli haberleşme memuru" olarak önce Belgrad büyükelçiliğinde, sonra yine Türkiye’de, İstanbul konsolosluğunda (1985-1989) çalıştı. İstanbul’da görev yaparken yine Türkiye ile ilgili gizli belgeleri ve bilgileri, her defasında kendisini Meriç Nehri’nin Yunan yakasında bekleyen istihbaratçılara veriyordu.

1990 yılında ABD’nin bu defa Atina büyükelçiliğine tayini çıktı. Casusluğa devam tabii. Kimilerine göre "hizmetleri" için EYP’den maaş alıyordu, kimilerine göre her şeyi "vatan aşkı" için yapıyordu.

1993 yılıda Yunanistan’da "Makedonya sorunu" gündemde iken, Atina’dan Washington’a bu konuda bir protesto notası verildi. Notanın içeriği ABD’li yetkililerin dikkatini çekti. Çünkü, notada yer alan bilgileri Atina’nın bilmesine imkan yoktu. Demek ki birileri ABD büyükelçiliğinden sızdırmıştı.

FBI ajanları mesken tuttu Yunan başkentini. Gizli kameralar, telefonlarda yapılan konuşmaların takibi derken, şüpheler Lalas üzerinde toplandı. Birkaç gün sonra casusun, Yunanlı istihbaratçıyla buluştuğu garsoniyerin yeri tespit edildi. Garsoniyere sadece Lalas değil, kontağı olan istihbaratçının karısından gizli buluştuğu sevgilileri de girip çıkıyordu.

ABD büyükelçiliğindeki amirleri "Steven terörle mücadele hakkında özel bir eğitimden geçmen gerek. Washington’a gidiyorsun" dediklerinde pek kuşkulanmadı. Uçağa binip gitti. Washington’a iner inmez ise zincirlere vuruldu. Mahkemede 14 yıl hapis cezasına çarptırıldı casus. Yunanistan’a "hizmetlerini" detaylarına varıncaya kadar itiraf ettiğinden ölüm cezasından kurtuldu.

Lalas yakalandığında, Atina’da büyük korku vardı. Hükümet "Amerikalılar bizi iktidardan düşürebilir" endişesi içindeydi. Bu yüzden yıllarca kimse ilgilenmedi onunla. Mahkeme masraflarını bile kendisi ödedi.

Tam 12 yıl yattı maphusta. Tahliye edildiğinde 5 yıl ABD dışına çıkması yasaklandı. Bu yasak Yunan hükümetinin geçen yılki girişimi ile kaldırıldı ve Yunanistan’ın son 40 yılda Abdullah Öcalan’ın koruması Savvas Kalenderis ile birlikte en ünlü casusu sayılan Steven Lalas geçen hafta Atina’ya döndü.

Umut ormanı

Mora Yarımadası’nda Taigetos Dağları, turizm broşürlerinde anlatılan o yemyeşil doğa harikasını hiç hatırlatmıyordu. Her yer çıplak, her yerde yanık kokusu. Her yerde 65 kişinin öldüğü, binlerce evin ve 1 milyon dönümden fazla arazinin kül olduğu o körolası yangının izleri...

Taigetos Dağları, Kalamata ile Sparti şehirlerini birleştiren daracık karayolunun iki yanında uzanır. Yol üzerinde canlıya rastlamak zor. İnsan kalmadı buralarda. Yangınlarda canlarını kurtaranlar artık çok uzaklarda yaşıyor.

Beş otobüs durdu geçen pazar günü bu yolun üzerinde. Otobüslerden 250’den fazla Türk ve birkaç Yunanlı indi. Birlikte ilerlediler yanık ormanda. Yangınların başlangıç noktası sayılan "Stavroto Dentri" mevkiinde durdular. Orada fidanlar diktiler, büyüsün, kötü günleri unuttursun diye. Türkler ile Yunanlılar o yangın yerinin adını da değiştirdiler. "Stavroto Dentri"ye artık "Türk-Yunan dostluk ormanı" denecek.

Kalamata şehrinde düzenlenen "8. Türkiye Ege Kıyıları ve Yunanistan Ege Adaları Zirvesi"ne İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş başkanlığında kalabalık bir heyet katıldı. Heyette, valiler, milletvekilleri, belediye başkanları ve çok sayıda işadamı vardı. Aynı ilgiyi Yunan tarafının gösterdiğini kesinlikle söyleyemem. Neden derseniz, duyduğum kadarıyla Yunan tarafı organizasyonu yaparken birileri yan çizmiş. Toplantıyı Ege adalarından birinde yapmak mümkün olmayınca Kalamata’da karar kılmışlar. Her işte bir hayır vardır. Demirtaş ile Mesinia bölgesi ticaret odası başkanı Yorgos Karabatos, gerçekten cesur kararlar aldılar. Sözgelimi Ege’de savaş uçakları uçmaması amacıyla bir imza kampanyası başlatmak ve kamuoylarını aydınlatmak. Şüphesiz temenni niteliğinde bir karar ama birkaç yıl sonra ne olacağını kimse bilemez. Bir diğer karar da Yunanistan’dan Çin’e kadar uzanacak "zeytin yolları" projesine İzmir’in de dahil edilmesi. Kalamata zeytini ile zeytinyağı ile tanınır. Zirvedeki kararlar bir yana, Kalamatalılar bağımsızlıklarını kazandıkları 170 küsür yıl sonra ilk kez bu kadar çok Türk’ü bir arada gördüler.

Eski bir dost, CHP İzmir milletvekili Kemal Anadol ile Yunan iktidar partisi Yeni Demokrasi’nin Midilli Adası milletvekili Yiannis Kanelis "Büyük Ayrılık" ve"İsmail ve Roza" adlı kitaplarının Yunanca’ya ve Türkçe’ye çevrilmesi münasebetiyle bir de "imza günü" düzenlediler bu buluşma sırasında .

Türkiye ile Yunanistan arasında 1999 yılında 200 milyon dolar olan ticaret hacmi artık 3 milyar dolara ulaştı. Hedef 2009 yılında 5 milyar dolara çıkması.

Bazı aksilikler çıksa da yola devam...

Kim 3 bin Euro ister

Trakya’daki sel felaketi Türkiye’den başka Yunanistan’da da zarara yol açtı. Yunan hükümeti Mora Yarımadası yangınlarında olduğu gibi 3 bin Euro acil para yardımı yapacağını açıklayınca izdiham yaşandı. Sadece Gümülcine’de 2.500 "selzede" bu yardımı almak için başvurdu. Ancak, papaz her gün pilav yemez misali, bu defa başvurular incelendi. Selden gerçek zarar görenlerin sayısı sadece 224 olarak belirlendi. Geri kalan 2.276 kişinin "devlet malı deniz yemeyen kertenkele" doktrincileri oldukları saptandı. "Selzedeler" arasında 15 aile ikamet yeri olarak aynı evi göstermiş.
Yazının Devamını Oku

Ege’de dostluk

24 Kasım 2007
Meriç’te Erdoğan ile Karamanlis, doğalgaz boru hattının açılışını yaparken, aynı saatlerde Ege’de, Kuşadası ile Sisam Adası arasında bir Türk ile bir Yunanlının başından geçenleri aktarmak istiyorum. Koray Gürdal, 36 yaşında amatör bir denizci. Başına geleceklerden habersiz, haftasonu küçük teknesi ile Kuşadası’ndan Ege’ye açıldı.

Güzel güzel gezerken o canım denizde, yakıtının bittiğini fark etti. Şiddetli esen rüzgarın da etkisiyle teknesi sürüklenmeye başladı. Ta Sisam Adası’nın Aya Paraskevi burnuna kadar.

Orada birkaç Yunanlı oturmuş sohbet ediyorlardı. Çoğu balıkçı. Gürdal, teknesini iskeleye bağladı ve elindeki boş bidonla derdini anlatmaya çalıştı. Bu küçük sahil köyü sakinlerinden biri haline acımış olsa gerek "Hadi seni şehre götüreyim" diyerek amatör Türk denizciyi arabasına aldı. Gürdal ve adı açıklanmayan 41 yaşındaki Yunanlı devlet memuru, Sisam’ın ana limanı Vathi’ye doğru yola çıktılar. Benzinciye gitmek için de sahil savunma ve liman müdürlüğü binası önünden bile geçtiler. Tabii, birkaç yüz metre ötede kendilerini bekleyen polis barikatından habersiz.

Birileri "ihbar" etmiş, polis de yakalamak için pusuya yatmıştı. Arabadan indirildiler biri "Yunanistan’a kaçak girdiği" öteki de "işbirliği ve yatakçılık yaptığı" gerekçesiyle gözaltına alındı.

Hafta sonu nezarethanede geçti, pazartesi günü de Sisam suçüstü mahkemesine çıkarıldılar. Tanıkları dinleyince hakim, gerçeği anlamakta gecikmedi. Karar ikisi için de beraat. Koray Gürdal ile Yunanlı devlet memuru gözyaşları içinde birbirlerine sarıldılar.

"Komşusunun zor bir anında yardıma koştuğu için başı belaya giren arkadaşımdan özür diliyorum" dedi Türk, "Zor bir anında bir insana yardım ettim. Üstelik komşuyuz. Komşuya da yardım yakışır" dedi Yunanlı.

İhmalkarlık var, vurdumduymazlık var, hatta bazen sorumsuzluluk, mantıksızlık var suyun iki tarafında. Ancak, bütün bunlara karşı koyabilen insanlık da...

Meriç’te dostluk

Türk-Yunan doğalgaz boru hattının açılış töreni için Yunanistan’dan gelen gazetecileri İpsala’ya götüren otobüs, Kipi hudut kapısında durmadan geçti.

Uzun yıllar öncesine döndüm o anda.

İstanbul’dan Batı Trakya’ya, Selanik’e, Atina’ya seyahat edebilmek için Türk plakalı otobüs İpsala’ya kadar giderdi. Orada pasaport işlemlerini yapan yolcular valizlerini ellerine alıp hudut köprüsünü yaya geçerlerdi. Kipi’de tekrar pasaport gümrük işlemlerini yaptırdıktan sonra da orada bekleyen Yunan plakalı otobüs ile devam ederlerdi yollarına. Dönüşte de aynı eziyet.

Otobüs İpsala hudut kapısında törenin yapılacağı çadıra vardığında, her iki taraftan da "acımasız" gümrük memurlarını, insanları nedensiz azarlayan polisleri hatırladım: "İndirin açın bütün valizleri", "Türkiye’ye ne yapmaya gidiyorsun", "Yunanistan’dan başka gezecek yer mi bulamadın?"

Ya sıcakta-soğukta saatlerce beklemeye ne demeli? Tuvalet ihtiyacını giderebilmek "imtiyazdı" her iki hudut kapısında da.

Yıllarca sürdü bu çeşit uygulamalar. Fatura hep bizlere, vatandaşlara kesildi.

Recep Tayyip Erdoğan ile Kostas Karamanlis, tören çadırına yanyana girdiklerinde, birbirlerini selamlamamak için kıvıran politikacılar canlandı gözümün önünde. "Elini uzattı ama istekli değildi" tarzı yorumlar.

İki başbakan tören sonrası başbaşa görüşmeye giderken yine geçmişe takıldım: "Görüşmeyecekler", "Görüşmeleri için bir neden yok", "Görüşme talebi Yunan tarafından geldi", "Görüşme talebi Türk tarafından geldi", "Ayaküstü sohbet ettiler".

Allaha şükürler olsun ki, bütün bunlar geçmişte kaldı. Elbette hiçbir önemli anlaşmazlık konusu çözülmedi, elbette haklı-haksız önyargılar aşılmadı, elbette yapılacak çok şey var ama Kipi ile İpsala’da "esen rüzgar" değişti. İstisnalar olması da kaideyi bozmaz.

Daha 8 yıl öncesinde fikir ortaya atıldığında "hadi canım sen de" tarzı yaklaşımlarla değerlendirilen Türk-Yunan doğalgaz boru hattı da, iki ülkenin işbirliğini gerçekten istediklerinde mucizeler yaratabileceklerinin kanıtıdır.

Kıbrıs’ta dostluk

Vallahi olsa canım feda da umut verici pek bir şey duymadım, okumadım son zamanlarda. Ha ne oluyor derseniz, Rum kesiminde herkes 17 Şubat 2008 seçimlerine odaklandı. Rum yönetimi lideri Tasos Papadopulos, anketlerde rakipleri komünist AKEL partisinin adayı Dimitris Hristofyas ile merkez-sağcı DİSİ partisinin adayı Yiannakis Kasulidis’in 2-5 puan önünde görünüyor. Ancak, büyük ihtimale yeni lider ilk değil, ikinci turda belli olacak. İşte Papadopulos’un derdi de bu. Anketler, Hristofyas’ın ikinci tura kalması halinde Papadopulos’u yenebileceği yönünde. Kasulidis ise aylar önce adaylığını ilan ettiğinde iyi başladı ama devamında sanki yoruldu biraz. Kim seçilirse seçilsin, önümüzdeki ilkbahardan itibaren Kıbrıs sorunu gündemde olacak.

Telefon ve maillerle başsağlığı dileklerinde bulunan tüm okurlara, dostlara teşekkür ederim.
Yazının Devamını Oku