31 Aralık gecesi bizde toplandık. Hazırlıklara bir gün öncesinden başlamıştım. Yunanlıların yılbaşı sofrasında havyar, somon filan vardır.
Biz İstanbulu Rumların sofrasında patlıcan salatası, sigara böreği, sucuk, pastırma, bir de fırında patateslerle buluşan kuzu budu. Yunanlının yılbaşı içkisi şampanya bizimki rakı ya da uzo.
Sağolsun İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, iki şişe Kara Efe (bence Black Label) gönderme zahmetinde bulunmuş, açtık şişelerden birini, masada hoş sohbetler ediyoruz. Televizyonda Kanal D, Star, ATV, TRT zaplıyoruz sürekli. Eğer Yunan televizyonları ile kıyaslarsak, Türk televizyonlarının yılbaşı gecesi programları tek kelime ile muhteşemdi. Ergenliği artık bitsin diye duası ettiğim kızım Marianna hariç herkes hayatından memnun. Bir ara kulağına eğilip "E biz öyle alıştık" dememi anlayışla karşılamasına şaşırdım doğrusu. Sabretti, katlandı bize kızcağız.
Sohbetler iki dilde idi; hem Rumca hem Türkçe. Ermeni eniştem Levon, 35 yıllık karısı ablam Eli’yi bilmemkaçıncı kez "Seni bu yıl mutlaka boşayacağım" diye tehdit ediyordu. Ablam da ona inat televizyonda Özcan Deniz çıktığında etmedik iltifat bırakmadı.
Kulakları çınladı mı bilmem ama ta buralarda tam 10 kişi Sibel Can, Ferhat Göçer ve TRT’nin Türk sanat müziği korosuyla girdi yeni yıla. Kimbilir bizim aile gibi daha kaç İstanbullu Rum ailesi aynı şeyi yaptı.
Masada, toprağı bol olsun babacağımın yerinde ilk kez ben oturuyordum. Yılbaşı çöreğini kesmek de ilk kez bana düşüyordu. Bir dilim Hazreti İsa’nın, bir dilim Meryem Ana’nın, bir dilim evin ve sonra en yaşlıdan başlayarak dilim dilim.
Geceyarısı yaklaşırken, bir yıl önceki halimi düşündüm. Dileklerimin neredeyse hiçbiri gerçekleşmemişti. Olsun dedim, yine tekrarlarım. Sonra an geldi çok yalnız hissettim kendimi. Kimse sevmiyor beni telaşına mı kapıldım nedir? Yeniden doğmak, yeniden başlamak arzusu işte...
Fark etmemişim yeni yıl gelmiş bile. Sarılıyoruz birbirimize, büyüklerimizin ellerini öpüyoruz. Annem koskoca bir nar getirdi yanıma. Kapıda kıralım, yılboyu uğur getirsin diye. Sonra bir tencere alıp balkona çıktı ve büyük bir kaşıkla vurmaya başladı. Kötülükler, gürültüden korkup kaçsın diye. Kızım Marianna’nın gözünde bir parıltı, küçük de olsa bir mutluluk sezdim. Tabii birkaç dakika önceki düşüncelerimi unuttum gitti.
Dileklerimi tekrarlayacaktım ki, içimden hadi biraz iskonto yapayım dedim. Sayıca çok olmasınlar. Sağlık ve olabildiğince mutluluk.
Gün ağarıyordu yastığıma temas ettiğimde. Birkaç gün önce duyduğum ve güldüğüm bir söz geldi aklıma. Gerçekleşmeyeceğini bile bile dileklerime ekledim.
"Yeni yılda iki şeyi yapmayacağım. Kimseye ömür boyu seveceğim sözü vermeyeceğim ve hakemleri eleştirmeyeceğim".
Denizci millet işte
Vesellam denizci millet Yunanlılar. Seviyorlar, iç içe yaşıyorlar denizle. Tarihte de öyleydi, bugün de öyle. Coğrafyanın, tabiatın payı büyük bu sevgide ama yine de sanki bu insanların "genlerinde" var deniz.
Şarkılarında, şiirlerinde pek dağlara, ovalara, yaylalara rastlamazsınız. Sevgiliyi ayıran da denizdir buluşturan da. Deniz kadar sever şair, dalgalara seslenir. Başka ülkelere gideceğini anlatırken bile başka denizlere yelken açmaktan bahseder. Şarkılarda "uğruna bir ömür feda edilen" de denizdir yine.
Mavi renk hakimdir bu diyarda, denizin Ege’nin mavisi.
Durum böyle olunca Yunanlıların dünya deniz taşımacılığında söz sahibi olmaları tesadüf değil. Onasis, Niarhos, Latsis ve daha nice Yunanlı armatör büyük servetlere, büyük şöhrete kavuştular.
Nüfusu 10 milyonun az üzerinde olan bu ülke, bugün tonaj açısından dünya deniz taşımacılığının yüzde 20’sini kontrol ediyor. Japonya (yüzde 17), Almanya (yüzde 9) geriden izliyorlar.
Gemilerin önemli bir bölümü elbette Yunan bayraklı değil. Malum vergi cennetleri çok uzaklarda.
2007 yılı içinde yeni gemiler için tam 47 milyar dolarlık sipariş verdi Yunanlı armatörler. 2002 yılında bu rakam sadece 8.5 milyar dolardı. 1994 yılına kıyasla gemi sayısı yüzde 50 arttı. Armatörlerin tercihi tankerler. Dünyanın en büyük tanker filosu onların.
Yunanlılara ait kaç denizcilik şirketi var derseniz, cevabım 733.
Turizm ve AB fonları ile birlikte en büyük gelir kaynağı olan gemicilik altın çağını yaşıyor bu ülkede.
Aman dikkat
Yeni yılda Kardak civarında yaşananlar hiç hoş değildi. İki ülke sahil güvenlik teknelerinin manevraları, Türk ve Yunanlı balıkçıların naraları. Allah aşkına ne oluyoruz?
Ege’de adalardan birinde ya da karşıdaki Türk sahillerinde sivil vatandaşların "gördük Yunan teknesi Türk karasularına girdi" ya da "gördük Türk teknesi Yunan karasularına girdi" diyerek "inisiyatif" üstlenmeleri son derece tehlikeli. 1996 yılında papazlar, gazeteciler, belediye başkanlarının üstlendiği "inisiyatiflerin" sonucunu hepimiz yaşadık. Savaşa beş kalmıştı.
Balıkçılar arasındaki "çipura savaşı"nı anladık ama sanki biraz fazlaya kaçıyor.
Anlaşılan bu yıl iri çipuralar o kadar da bol değildi. Kardak civarında Türk ve Yunanlı balıkçıların "çekişmesi" de sanırım ondan.
Kostas Karamanlis, büyük bir aksilik çıkmazsa ocak ayının son haftasında (23-24 Ocak) 49 yıl sonra ilk Yunan başbakanı olarak Ankara’ya gidecek.
Kardak’ta son günlerde yaşananlar, buralarda "Karamanlis Ankara’ya gitmesin" diyenlerin ekmeğine yağ sürüyor en azından.
Buradan iki tarafa da dikkatli olmaları çağrısında bulunsak kimse duymayacak muhtemelen. Bari çipuralara seslenelim: Ya bir an önce yumurtalarınızı bırakın ve Kardak bölgesini terk edin lütfen.
Tekrar hoşgeldin İbo
Takvimler 2000 yılını gösteriyordu. Türkiye ile Yunanistan’ın, kötü dönemleri kenara bırakıp ilişkilerinde yeni bir sayfa açmayı kararlaştırmalarının üzerinden (1999) sadece birkaç ay geçmişti. Doğrusu haberi duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım. Bir Türk basketbolcusu Yunan takımına transfer oluyordu. O zamanlar Radikal ve NTV muhabiri olarak Atina havaalanına gidip İbrahim Kutluay ile tanışmış, elinde AEK forması ile ilk röportajı yapmıştım.
İstanbullu Rumların kurduğu AEK’da İbo idol oldu. Bir yıl sonra transfer olduğu daha büyük camia Panatinaikos’ta da öyle. Çok sevildi. Aleyhinde tek bir olumsuz yazı görmedim. Binlerce kişinin "İbo İbo" diye salonları inlettiğine şahit oldum. 2003 yılında ayrıldığı Panatinakios’a birbuçuk yıl sonra döndüğünde de yine krallar gibi karşılandı. Yunanistan’da İbrahim Kutluay kadar sevilen başka bir Türk olmamıştır.
Sadece basketboldaki performansı ile değil, kişiliği ile de fethetmeyi bilmiştir bu diyarın insanlarını. Her zaman mütevazı, her zaman sevecen.
İbo yine bu diyarda. Bu defa yine İstanbullu Rumların Selanik’te kurduğu PAOK takımının formasını (siyah-beyaz) giyecek.
Tekrar hoşgeldin İbo. Benden söylemesi Selanik’i de Atina kadar seveceksin.