Pusu kuran iki saldırgan, Beyoğlu’nda babasından 1988 yılında devraldığı "İho" gazetesine giderken gün ortası sopalarla meydan dayağına başladığında, aldığı darbelerden korunmaya çalışırken Andrea’nın ağzından iki kelime çıktı: "Neden ben? Yanlış adama vuruyorsunuz".
Yıllardır tanıdığım, dostum saydığım, her hafta küçük gazetesini yayınlama çabası dşında muhabiri olduğu Yunan Mega televizyonu ile Elefteros Tipos gazetelerinde her zaman ölçülü, seviyeli haberleri yayınlanan, TC vatandaşı ve askerliğini Çanakkale’de yapmış Andrea Rombopulos, başına dört dikiş atılması ve serçe parmağının kırılmasıyla sonuçlanan saldırıdan bir gün sonra hálá bu sorulara cevap arıyordu.
Yanıbaşından ayrılmayan eşi Kula ise "Allah’a şükürler olsun. Saldırganların elinde sopa vardı. Ya bıçak olsaydı?" diyor.
Evet, şükürler olsun ki Andrea hayatta.
Olayın faillerine gelince... İnanın Andrea’yı tanıdığıma inandığımdan, neden böyle bir saldırı gerçekleştirdiklerini anlayabilmek mümkün değil.
Saldırı nedenleri ne olursa olsun, arkalarında kim olursa olsun, Ege’nin iki yakasında gerginliği, kavgayı, kötüyü isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüler. Tabii saldırının Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın Yunanistan ziyaretini tamamlamasına birkaç saat kala gerçekleşmesi, ister istemez düşüncelere sokuyor insanı.
Saldırganların elleri kırılsın diyorum. Andrea’ya geçmiş olsun diyorum. "Yılmayacağız" diyen Ali Babacan’a ve "Başaramayacaklar" diyen Yunan Dışişleri Sözcüsü Yorgo Kumuçakos’a teşekkür ediyorum.
Bir kadının sırtına dair
Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Atina ziyaretinin ilk gününü tamamlamış, vakit geceyarısına yaklaştığından "ev sahibi" olarak Hürriyet’ten Uğur Ergan ile Milliyet’ten Utku Çakırözer’e bu şehrin "tarihi ve arkeolojik" zenginliklerini göstermem imkansız olmadığından, eğlencenin merkezlerinden Psiri mahallesinin yolunu aldığımızda yağmur gücünü giderek hissettiriyordu.
Canlı müzik yapan onlarca mekanın olduğu bu mahallede, "Mandra"yı seçtim bu defa. Bir masaya oturup içkimizi, mezemizi söyledikten sonra, herhalde kulaklarıma eziyet çektiren bir kadın şarkıcı yüzünden , bir sigara yakayım derken, paketi arabada unuttuğumu fark ettim. "Kapı" görevini üstlenen garsona sordum "Bu saatte açık neresi var" diye, "Ha iki sokak aşağıda" oldu cevabı.
Yağmurdan korunmaya çalışıp birkaç adım atmıştım ki, adam beni çağırdı. "Ya kusura bakma bana da yanlış sigara almışlar. Madem gidiyorsun şunu da değiştirir misin" demez mi elime paketi sıkıştırıp...
Yani garson müşteriye sigara aldırtıyor. İnanın Psiri’deki "eğlence literatüründe" pek yadırganacak bir şey değil. "Mandra"da 15 masa vardı o gece ve hiçbir masadaki müşteri, garsonun ricasını geri çevirmezdi.
Hem kendime sigara aldım hem garsonun paketini değiştirdim. Döndüm garsona verdim. Teşekkür ettti. Hepsi bu kadar.
Buralarda adettir. Orkestra öyle yarım saat çalıp yarım saat dinlenmez. Non stop buzuki nameleri. O sesi dayanılmaz kadın, mikrofonu detone olmayan bir erkeğe bırakınca keyfimiz yerine geldi. Dışişleri bakanlarının ne konuştukları çok gerideydi, Ankara’ya gelirsem nerede ağırlayacakları, ya da iş değil de şöyle dinlenmek için buralara geleceklerinde nereleri ziyaret etmeleri etrafında dolandı hoşsohbet.
Eski bir Yunan çiftetelisi "tatlı zalim" çalarken, gözüm ön masaların birinde oturan, dalgalı sarı saçları boynunu örten bir kadının sartına takıldı.
Provokasyona gelmek için yaşım ilerledi, açık bir bluzun oyununa kanamazdım. Tekrar inceledim uzaktan, küçük bir dövmesi vardı sırtında, melek mi, kuş mu, akrep mi seçemedim.
Omuzları müzikle uyum içindeydi. Bazen hızlı, bazen yavaş haraket ediyordu.
"Bu sırta bakarak geçer bir gece" dedim dostlarıma. Onayladıkları besbelli.
Yanındaki erkeğin eli değdi bir ara üstüne. Daha bir mükemmel oldu sanki o sırt. Sanki son aksesuvar da tamamdı.
Sahneye, giderek daha kaliteli sesler çıkıyordu. Şarkılar da daha güzel. Kadın yerinden kalktı. Yüzünü gördüm. Yürüdü, adımlarını izledim. "Bir zamanlar Bardott’a aşık olduğuma inanırdım, şimdi o zamanlardaki düşüncelerime aşığım" misali küstüm kadına. Sırtı ile kurduğu imparatorluğu adımlarıyla, yüz ifadesiyle yıktı.
Ve birden aynı masada kısa saçlı güler yüzlü esmer arkadaşını keşfettik. Unutuverdik o sırtı.
Hayli geç olmuştu ve birkaç saat sonra yine işimizin başında olmalıydık.
Orkestra "Yedikule" şarkısının orijinal versiyonunu çalıyordu, yağmur da dinmemişti sokakta.
Celal Bayar Lisesi
Batı Trakya’da, Gümülcine’de, Celal Bayar Lisesi’ndeyiz. Yaklaşık 500 öğrencisi bulunan bu okulu Ali Babacan ziyaret ediyor. Öğrenciler toplanmış avluda. Kızların çığlıkları duyuluyor. Erkekler daha bir ciddi. Anneleri, babaları da gelmiş bazılarının.
Koskoca bir tarihtir Celal Bayar Lisesi.
Yunan Kralı Pavlos (Londra’da yaşayan devrik Kral Konstantin’in babası) ve Kraliçe Frideriki, Haziran 1952’de Türkiye’yi ziyaret etmişti. İstanbul’da verilen akşam yemeğinde Kral Pavlos, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a hitaben "Batı Trakya’da bir azınlık lisesi inşa ettireceğim. Kabul ederseniz, bu okula adınızı vermek istiyorum" dedi.
Kral, Atina’ya döndü ve dokuz ay sonra Yunan parlamentosunda bir Türk lisesinin kurulmasıyla ilgili dokuz maddelik yasa kabul edildi.
Celal Bayar Lisesi’nin açılışı 2 Aralık 1953’te yapıldı. Törende kraliyet ailesi ve Bayar hazır bulundu.
54 yıldır her sabah ders için zili çalıyor bu güzel okulun.