Yunanistan bilmem kaçıncı kez erken seçim söylentileri ile çalkalandığında, takvimler 1980’li yılları gösteriyordu. Mevsimlerden de yazdı. Başbakan Andreas Papandreu, daha sonra karısı olacak hostes Dimitra Liani ile çatır çatır yasak aşkını yaşarken, bu söylentilere tek cümle ile nokta koymuştu: "Kimse, halkın tatili ile oyun oynayamaz."
Yerden göğe kadar haklıydı.
Özellikle Ağustos ayında ülke nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı başkent Atina’da yaprak kımıldamaz. Herkes bir yerlere gitmiştir. Herkes tatilde.
Caddeler kelimenin tam anlamıyla boş. Meydanlardaki kafeler ya da tenzilat sezonu olmasına rağmen dükkanlar sinek avlıyor. Koskoca şehir, kimi turist, kimi işçi olarak çalışan yabancılara teslim.
Gazetelerin manşetlerinde, radyolarda, televizyonlarda zor zamanda hep işe yarayan "hayat pahalılığı" ya da "yeni vergiler kapıda" tarzı haberler.
Millet, canım Ege adalarında, millet güneyde Mora Yarımadası’nda, millet kuzeyde Halkidiki Yarımadası’nda...
Ya Atina’da kalanlar? Onlar genelde izinlerini haziran veya temmuz ayında kullananlar. Oflayarak, poflayarak geçen mesai biter bitmez soluğu sahillerde alıyorlar. Mesela başkentin güneyinde 60 kilometre boyunca uzanan sahilde denizin, güneşin tadını çıkarıyorlar. Sular elbet adalardaki gibi berrak değil ama temiz, çok temiz.
İstanbul’dan göç etmiş Rumlar’ın semti Paleon Faliron’dan başlayarak, tanrıça Hera tapınağının bulunduğu ta Sunion’a kadar upuzun bir sahilden bahsediyorum.
Son günlerde, bu şeridin aşağı yukarı ortasında bulunan Varkiza semtinin "Yabanaki" (deniz banyosu için) plajına musallat oldum.
Giriş ücreti 6 Euro. Buna şezlong ve ortasında küçük bir masa olan şemsiye dahil. Kumluk plajda hayli yeşil, hayli gölgelik alan da var. İsteyen voleybol, tenis oynayabiliyor. Biri balık, biri sulu yemek ve ızgara et, diğeri de fast food olmak üzere üç restoran var Yabanaki’nin içinde. Fiyatlar yine makul. Sözgelimi bir porsiyon gümüş balığı 8, bir porsiyon kalamar 7 Euro.
Ancak bu plajı tercih etmemin asıl nedeni, kabinleri. Sabah 10, akşam 8 saatleri arasında kiralanan kabinlerin ücreti 60 Euro. İlk bakışta elbette az değil. Ama ya içinde jakuzili duş, zeminde tahta döşek üstünde tertemiz iki yatak, tertemiz beyaz havlular, plazma tv, radyo-müzik seti, dvd, buzdolabı, klima var desem? Ya adamlar internete, şampuana, saç kurutma makinasına kadar her şeyi düşünmüşler desem? Kabinlerin sandalyeleri, masası, şezlongları da kaliteli.
Türk-Yunan ilişkilerindeki uzun tatil hala devam ediyor. Kıbrıs’ta da daha yolun başındayız. Gündemi izlemek öyle fazla vakit almıyor. Yabanaki beni bekliyor.
Kabine yerleştikten sonra ilk işim denize girmek tabii. Ardından şezlonga şöyle uzanıp etrafı seyretmek.
Göz işte masum değil her zaman. Bazen komşu kabinlerde güneşlenenleri izliyor. Çiftler çoğunlukta. Yanmış bedenlerin körolası dili nasıl da konuşuyor? Sevgiliye güneş yağı sürmek, bazı erkekler bazı kadınlar için "meziyet" gerçekten. Ya o bakışlara, o gülüşlere ne demeli?
Deniz derken, güneş derken yoruluyorlar elbet. Kabine giriyorlar. Kapıyı kapatıp perdeyi örtüyorlar. Sonrası sessizlik. Ne kadar olabiliyorsa...
Yemek faslı da keyfin bir parçası. İster restoranlarda yiyorsunuz, ister siparişle kabine getiriyorlar. Kesinlikle ikinci seçenekten yanayım.
Vaktin nasıl geçtiğini farketmek zor Yabanaki’de. Geri dönüş yolculuğu başlamadan, muhakkak güneşin bir sonraki şafağa kadar kaybolmadan önce bahşettiği güzelliğe de şahit oluyorum.
Olur ya yolunuz buralara düşerse bugünlerde, dayanılmaz sıcağın altında Akropolis mabedini, tarihi Agora’yı, halk sanatları müzesini filan ziyaret etmek elbet hakkınız. Dostlarınıza da anlatırsınız üstelik. Ancak "hayatı" yakalamak ise niyetiniz, o bugünlerde Yabanaki ve Atina sahillerinde uzanan onlarca benzerinde.
Siyasetçi zengin olurAtinalı hatip ve devlet adamı İsokrates (MÖ436-338), "Siyasetçinin, aktif siyasetten ayrıldığı gün siyasete girdiği günden daha fakir olması gerektiği"ni söylemişti.
Günümüzde bu söz elbette geçerli değil. Türkiye’de İsokrates’in dediğini uygulayan kaç siyasetçi var bilmiyorum, ama Yunanistan’da yok gibi.
İşte kanıtı.
Ta Nea gazetesi, Yunan siyasetçilerin "nereden buldun" yasası gereğince parlamentoya sundukları 1996 ile 2006 yıllarındaki servet beyannamelerini kıyasladı ve 10 yıl içinde ne denli zengin olduklarını rakamlarla ortaya koydu.
Başbakan Kostas Karamanlis’den başlayalım. 1996 yılında 78 bin Euro yıllık geliri, bankalarda 58 bin Euro parası, çeşitli şirketlerde 383 bin Euro hisseleri, 3 apartman dairesi, 1 villası, 1 ofisi ve 1 otomobili olan Karamanlis’in, 2006 yılında 121 bin Euro yıllık geliri, bankalarda 200 bin Euro parası, 170 bin Euro’luk hisseleri, 8 apartman dairesi, 4 villası, 3 arsası, 1 otomobili ve 1 teknesi vardı.
Ana muhalefetteki Pasok’un lideri Yorgos Papandreu, 1996 yılında 102 bin Euro gelire, bankalarda 230 bin Euro’ya, 1 arsa, 1 apartman dairesi ve 1 otomobile sahipti. Tam 10 yıl sonra geliri 126 bin Euro’ya çıkan Papandreu, 45 bin Euro bıraktığı bankalardaki parasını hisse senetlerine (228 bin Euro) yatırmıştı. Arsa ve daire elden gitmiş ama yerine bir villa gelmişti. Otomobil sayısı da 1’den 2’ye çıkmıştı.
Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, 1996 yılında 100 bin Euro gelir edinmişti. Bankalarda yaklaşık 270 bin Euro parası, 1 dairesi, 1 ofisi, 1 villası ve çeşitli arsaları vardı. Ayrıca Girit’te yayınlanan yerel bir gazete ile bir radyo istasyonunu sahibiydi. Bakoyani’nin 2006 yılındaki servet beyanı şöyle: 1.370.000 Euro gelir. Bankalarda 1.670.000 Euro ve 2 milyon dolar nakit. 257 bin Euro hisse senedi, 204 bin Euro devlet tahvili. Bunu yanı sıra 6 daire, 4 dükkan, 2 villa ve 4 otomobil. Bakoyani’nin 1996 yılında dul, 2006 yılında ise zengin işadamı İsidoros Kuvelas ile evli olduğunu belirtmekte yarar var.
Rakamlar Yunan siyasetçilerin 10 yıl içinde servetlerine servet kattıklarını gösteriyor. Mesela Deniz Ticaret Bakanı Yorgos Vulgarakis’in 2 dairesi vardı, 22 dairesi oldu. Eski başbakanlardan Kostas Simitis, villalarını 1’den 2’ye, bankalardaki parasını da 75 binden 300 bin Euro’ya çıkardı.
"Fakir" tek siyasetçi bu diyarda komünist partisinin lideri Aleka Papariga. Bankada 530 Euro ve yaşadığı daire tüm serveti.
Zamanlar değişti. İsokrates bugün yaşasa suratına kim bakardı? Siyasetçi elbet hayata sırtını dönmemeli, elbet bir hırka bir lokma misali yaşamamalı. Ancak, şu da gerçek ki siyaset giderek iyi, giderek verimli, giderek güvenli olan bir yatırım alanı oluyor.
Yaşasın frappeYıllardan 1956, aylardan eylül. Selanik fuarında, Nestle firmasının standında Dimitris Vakondios adlı bir personel, ziyaretçilere "buluşunu" sergiliyor.
Yaklaşık 52 yıl sonra bu "buluş" hala revaçta. Frappe, bu ülkede en çok içilen kahvelerin başında geliyor.
Yunanistan’da kafelerin sayısı, yanlış okumuyorsunuz, tam 17 bin. Yılda 23 bin ton kahve tüketiyor. Bu da 5.8 milyar fincan kahve demektir. Yunan halkının tercihinde frappe yüzde 30 ile birinci, filtre kahve de yüzde 20 ile ikinci sırada. Fredo, espresso, cappucino ve freddocino’nun daha kattedecekleri uzun yol var. "Yunan kahvesi" yani bildiğimiz Türk kahvesi ise giderek değer yitiriyor.
Frappe’yi Türkiye’de birçok yerde denedim. I ıhh... Olmuyor pek. Bu yüzden her gelişimde valizimde frappe malzemesi eksik olmaz. Tercih ettiğim marka kahvenin olduğu kavanoz, küçücük bir el mikseri. Bazen toz şekeri hatta küçük teneke kutu içindeki sütü bile beraber alırım.
Önce uzun bir bardağa birazcık soğuk su. Üstüne miktarı tercihinize göre değişir kahve ve tozşeker. El mikseri bardağa yani cama hiç dokunmadan bu bileşimi krema haline getirmeli. Ardından tercihiniz kadar süt. Bardağın geri kalanını da su ile doldurun. İki üç parça da buz atın. Frappe hazır. Kamışla yudumlayın.
İsterseniz yenilikçi de olun. Şeker miktarını yarıya indirin ve mikserle çalkaladıktan sonra bir top kaymaklı dondurma katın. Ya da krem şanti ile deneyin.
Afiyet olsun...