"Hücrem güneş görmüyor. Genç mahkumların hergün futbol oynadıkları avlu yanıbaşımda ve gürültüden hiç rahat edemiyorum. Yattığım 6. koğuş, çeşitli ülkelerden katil ve uyuşturucu kaçakçıları ile dolu.
Bu nedenle havalandırmaya bile çıkamıyorum. Sürekli hücrede kalmam sonucu yürümekte büyük güçlük çekiyorum. Zaten ağır hastayım. Hálá hapishanede kalmam insanlık adına kabul edilir gibi değil. Son nefesimi burada vermem insanlık dışı bir şey ve medeniyetimize de yakışmaz. Tahliyemi istiyorum. Hiç değilse üç ay için şartlı salıverilmeme izin verilsin".
Yunan Adalet Bakanlığına gönderilen bu mektup 16 Eylül’de hakimler konseyi tarafından değerlendirilecek. Mahkumun iki yıl önce yazdığı tahliye dilekçesi rededdilmişti. Bir süre önce beyninden tümor alınan, kanser olan ve aynı zamanda ciddi kalp hastası mahkum, mayıs ayından beri hastanede tedavi altında ve tekrar cezaevine dönmek istemiyor.
İdam cezasına çarptırılmıştı. Vatana ihanet ve kanlı 1973 Atina Teknik Üniversitesi olaylarında işlenen cinayetleri azmettirdiği suçlarından. Dönemin başbakanı, bugünkü Yunan başbakanın amcası Konstantin Karamanlis "Demokrasi intikam almaz, sadece geçmişi hatırlar" diyerek idam cezasını müebbet hapse çevirdi. Ve ekledi Karamanlis: "Ancak müebbet hapis diyorsak, müebbet hapis kastediyoruz".
Kendisi gibi hüküm giymiş 18 arkadaşı ile birlikte Pire’deki Koridalos cezaevinde çekmeye başladı cezasını. Yıllar yılları kovaladı. Arkadaşlarından kimi 15 yıl yattı, kimi 20. Yunan halkından özür dileyen "pişmanım" diyen evine gitti. Kimi cezaevinde öldü, kimi de intihar etti. O ve Nikolaos Dertilis adlı bir arkadaşı yaklaşık 34 yıldır hálá cezasını çekiyor.
Kanunda boşluk var, Yeter ki özür dilesin. Yaptıklarındam pişman olduğunu beyan etsin. Ne gezer..O hálá arkadaşları ile birlikte Yunanistan’ı "komünizm tehlikesi"nden koruduğunu savunuyor. Yunanistan’da 1967-1974 dönemindeki Albaylar cuntasını liderlerinden 86 yaşındaki Dimitris İannidis’den (Türkiye’de Yuannides veya Yoannides olarak biliniyor) bahsediyorum. "Görünmez diktatör"den.
Cuntacılar 21 Nisan 1967’de darbe ile iktidarı ele geçirdiğinde başbakan olan Yorgos Papadopulos, onu tüm polis birimlerinin (ESA) başına getirmişti. ESA başkanı olarak kimine göre yüzlerce kimine göre binlerce insana, başkaldırana, faşizme karşı çıkana işkence yaptırdı. İddialara bakılırsa, katili bulunmayan bazı cinayetlerin arkasında da İoannidis vardı. İhtiraslıydı, gözü yükseklerde, daha yükseklerde. Bir halkın zülme başkaldırmasını simgeleyen 1973 Atina Teknik Üniversitesi olaylarını fırsat bilerek kadim dostu Papadopulos’u devirdi. "Görünmez diktatör" dedik ya ne cumhurbaşkanı oldu ne başbakan. ESA başkanı kaldı ve bu sıfatla yönetti Yunanistan’ı. Takvimler 1974’ü gösterdiğinde Kıbrıs’taki darbeyi gerçekleştirdi. Makarios can düşmanıydı. Dönemin ABD büyükelçisi Tasca ile bir görüşmesinde, Makarios için "Şu yoz, eşcinsel, sapık, işkenceci papaz" demişti. Kıbrıs olaylarından hemen sonra Yunanistan demokrasiye geçti. Cuntanın 7 kara yılı bitti.
Hayır, pişman değil yaptıklarından. Ne de özür dilemek niyetinde. Sadece sonu insan onuruna yakışır olsun istiyor. Yunan halkının vicdanında İoannidis cezasını çekti. Sanırım diktatörün işkence odalarından geçenler bile tahliyesine tepki göstermeyecek.
Demokrasi affetmesini biliyor.
MEKTEPTE ŞENLİK
Atina şehir merkezinde Omonia meydanını, İstanbul’da Taksim’e benzetirim hep. Görsel açıdan uzak yakın bir akrabalıkları yok ama iki şehirde de ana yollar eninde sonunda bu meydanlardan geçer.
Omonia’dan liman şehri Pire’ye giden yol "Pireos Caddesi"dir ve 52 numarada "Sholio" yani "Mektep" çıkar karşımıza. Eski, terkedilmiş bir fabrika. Kültür bakanlığı tarafından değerlendirilip iki ayrı tiyatro ve konser salonuna dönüştürüldü, 1999 yılından bu yana Atina Festivali’nin bazı etkinliklerine ev sahipliği yapıyor. Pazartesi günü ilk kez gittim Sholio’ya. Hüsnü Şenlendirici’yi dinlemeye. Daha önce Yunan başkentinin en ünlü caz barı "Half Note"da izlemiştim-dinlemiştim kendisini. O zamanki grubu "Laço Tayfa" ile sahne almıştı. Klarnetinden çıkan nameler, türkü idi roman şarkıları idi.
Bu defa amfi şeklindeki salonda Aytaç Doğan (kanun) ve İsmail Tunçbilek (bağlama) ile çıktı sahneye. "Taksim trio" grubu olarak. Çocukluk yılarındanberi tanışan üç arkadaş Türkiye’de piyasaya çıkan yine "Trio Taksim" adlı albümlerindeki parçaları icra ettiler.
"Biçare", "Gönlüm", "Güle yel değdi"nin arasına bir kanun taksimi girdi, bir klanet solosu.. İsmail Tunçbilek’in parmaklarıyla bağlama İspanyol gitarına dönüştü an geldi. Aytaç Doğan kanunu konuşturdu hatta ağlattı bile. Yanımda oturan ve dört ay kanun dersleri aldığını söyleyen Cezayirli genç bir kadın gözyaşlarını tutamıyordu. Kulağıma eğilip "Hayatımda böyle çalanı duymadım" diyordu.
Hüsnü Şenlendirici bildiğiniz gibiydi. Ciğerleri, parmakları ve klarnet bir bütün oluyor. Salonu tıkabasa dolduran 350 kadar talihli kendinden geçti adeta. Dillerim "belalım" ile çözüldü. Mırıldanıyorum: "Uçurum uçurum gözlerine baktığım sensin Prangalarca boynuma taktığım sensin. Dağ gölleri gibi, gibi hasret çektiğim, Her gece uyku diye yattığım sensin".
Sonuna yaklaşıyordu konser. Hüsnü Şenlendirici bir ara seyircilere baktı "ne çalalım?" dercesine.. Hemen bağırdım yerimden. "Olabilir" dedi. "Geberiyorum aşkından, kalmadı bende gururdan eser"..Üç sanatçı selamladı seyirciyi..Alkışlar..Sonra yine sahne. Sonra yine alkışlar, sonra yine yine sahne.. Kulisteki kısa sohbetimizde mutluluk üçünün de gözlerinden okunuyordu..Tebrik etmeye gelenler arasında Türkiye’nin Atina-Pire Başkonsolosu Beyza Üntuna da vardı. Eski taş bir bina olan Sholio’dan çıkarken, Atina’nın yaz sıcağı dayanılmazdı..
KÖTÜ HABER, İYİ HABER VE BÜYÜK HABER
Türk-Yunan ilişkileri malum yıllarca sürtüşmeler, gerginlikler ve krizlerle doluydu. Durum öyle olunca haber sıkıntımız yoktu. "Tehdit etti", "tahrik etti", "iddia etti" kelimeleriyle biten cümleler. "Kötü" haberler yani. Yaklaşık 9 yıl önce başlayan yakınlaşma sürecinin ilk döneminde, cümleler "dedi", "belirtti" ile sona eriyordu. Sonra içinde "ilk kez" diyen haberler yazdık. Bu süre içinde elbette sürtüşmeler, elbette gerginlikler oldu. Ancak durum kesinlikle eskisinden farklı. İki taraf da sürtüşmeleri, gerginlikleri fazla tırmandırmıyor. Krize dönüşmesini önlüyor.
Artık "iyi" haberlere de alıştık Türk-Yunan ilişkilerinde. Örnek mi? Özelikle biz Rumlar ne zaman İstanbul’a gitsek dönüşte hem Atina’daki hemşehrilerimize hem de Yunan dostlarımıza ikram etmek için bir, iki hatta üç şişe rakı alırdık. Türkiye’den gelen dostlarımız ve Türk turistler dönüşlerinde hatıra olarak bir, iki, hatta üç şişe uzo koyarlardı valizlerine. Geçen yıl Rumların yaşadığı Paleon Faliron semtindeki şarküterilerin raflarında önce Yeni Rakı başgösterdi, sonra Efe. Şimdi artık Efe’nin yeşili bir yana "kara"sını bile buluyoruz ve fiyatları da gayet makul.
Geçenlerde aldığım bir mail bence Yunanistan’ın en kaliteli uzo’su olan Plomari’nin Ağustos ayından itibaren Türkiye’de de satılacağı müjdesini veriyordu. İthalatçı firmadan bilgi istedim. Türkiye’de Moet Chandon, Dom Perignon, Drambuie, Cutty Sark gibi dünya çapında ünlü etiketlerin ithalatçısı BT Satış ve Pazarlama şirketinin sahibi Burak Türeci, sorularıma cevap vermek nezaketini gösterdi:
"Öncelikle BT olarak misyonumuz dünyanın en prestijli ve lüks içki markalarını Türk tüketicisiyle buluşturmak. Bildiğiniz üzere şu anda uzo diyarına rakı girdi biz de aynı şekilde neden rakı diyarında uzo olmasın, dedik.Akdeniz mutfağına sahip iki ülke olarak, hem rakı ve uzonun tat açısından yakınlıkları hem de her iki tarafın geleneksel ve en çok tüketilen içkileri olması da bu misyonumuzun manevi boyutu.. Geçen yaz Yunanistan’ a yaptığım seyahatte lüks uzo olarak Plomari’nin çok tüketildiğini ve en çok tercih edilen marka olduğunu gördükten sonra irtibata geçtik ve görüşmelerimiz başladı. Yapmış olduğumuz pazar araştırması ve Türk tüketicisinin uzo hakkında görüşleri sonucunda bu ortaklığa adım attık."
Eğer Yunanistan’da rakı, Türkiye’de de uzo satılıyorsa, ilişkilerin dününü önceki gününü bilen biri olarak "büyük haber" diyorum. Ha unutmadan..Uzo’ya rakı gibi su katmayın. Buz atın yeter. Meze tabaklarında ise canım deniz ürünleri olsun.
DÜZELTME VE ÖZÜR
Geçen hafta "Rodos’da Türk Schindler’e saygı" başlıklı yazıda, 10. paragrafta dikkatsizliğimden önemli bir hata ettim. Düzeltir ve özür dilerim. Doğru ifade "Saldırıda, başkonsoloslukta görevli iki kavas öldü" olacaktır.