7 Şubat 2010
Artık İstanbul’daki gibi mezeciler var Atina’da. Tezgâhlarını dolmaların, salataların, lakerdanın, Türkiye’den ithal turşuların, salçaların, baharatın, helvaların, çeşitli markalarda rakıların doldurduğu mezeciler... Eski köye yeni âdet olmaz misali ne “Delicatessen”e kanım ısındı ne de “şarküteri”ye. Mezecileri bilirim ben.
İstanbul’daki hayatımda Pangaltı’da Tadal’ı, Beyoğlu’nda Saraylar’ı, Şütte’yi, Dandorinos’u, Karaköy’de Çerkezköy’ü bilirdim. Bazıları kapandı bazıları ise hâlâ açık ama eski günleriyle arasında yeller esiyor.
Atina’daki hayatımda 8-10 yıl öncesine kadar mezeci sadece nostalji idi. Salamdı, kaşardı, süpermarketlerin “Delicatessen” reyonundan alınırdı. Midye dolması, zeytinyağlı yaprak ya da lahana dolması, gerçek patlıcan salatası, gerçek Rus (Amerikan) salatası ancak İstanbullu Rumların evlerinde yapılır, akrabaya komşuya dağıtılırdı. Zamanla o da azaldı. Mezeler, mezeciler yemekli sohbetlerin “Ah nerede o günler” bölümünde hoş bir fasıla oldu.
Ama o günler geride kaldı. Artık İstanbul’daki gibi mezecilerim var Atina’da. Tezgâhlarını dolmaların, salataların, lakerdanın, likorinosun (kefal füme) süslediği, raflarını Türkiye’den ithal edilen turşuların, salçaların, baharatın, helvaların, çeşitli markalarda rakıların doldurduğu mezeciler...
Ne isterseniz var. Damak zevkimize uygun pastırma, sucuk, yağlı-yumuşak beyaz peynir. Türk malı hazır çorbalar, hazır tatlılar. Bitmedi, isteyene hazır sigara böreği ya da paçanga, isteyene Türk malı yufka, isteyene pişmaniye... Limonata bile var.
Dikkatinizi çekerim. Burası Almanya değil, Belçika değil. Burada 2000’li yıllara kadar “Made in Turkey” yazan tek bir ürün bile yoktu.
KOSTA’NIN SELAMI VAR
Neyse, en kaliteli ikisinde karar kıldım mezecilerimden. Kalithea semtindeki “Tünel” ve Paleon Faliron semtindeki “Potopigi”.
Tünel mezecisinin sahibi Kosta Duhani, “Babamı herkes mezeci Arnavut Stavro diye tanırdı. Karaköy’de Tünel’in hemen bitişiğinde dükkânı vardı. Baba mesleğini sürdürdüm. Atina’da 10 yıl önce Tünel’i açtım. Yunanlı yavaş yavaş bizim mezeleri sevdi. İstanbul’a 10 yıldır bir türlü gidemedim, kısmetse bu yaz. Karaköy’deki tüm arkadaşlara ve tüm Galatasaraylılara selam” diyor.
İstanbul’dan 30 yaşında gelmiş Atina’ya. Kurtuluş’ta uzun yıllar basketbol oynamış. Pastırmayı makinede kesmenin “cinayet” olduğuna inanan mezecilerden o. Taramasına, patlıcan salatasına aman nazar değmesin. Dükkânında televizyon hep açık. Türk kanallarından haber bülteni kaçırmıyor. Her gelişmeden haberdar.
Potopigi’nin sahibi Lambros Ayvatoğlu, Atina’da alkollü içkiler satarak başlamış işe; 4 yıldır mezeciliği de eklemiş. Tabii tezgâhı bu işin ustalarından ihtiyar kurt Prodoromos’a teslim ederek. İstanbul’da Kapalıçarşı esnafının tanıdığı ismiyle Bodoz’un, yani Prodoromos’un, peynirin tadını ve kalitesini tespit etmek için tatması gerekmiyor. Bıçağı batırıp bir parça alıyor ve kokluyor. Hepsi o kadar. Bir zamanlar günde bir şişe büyük deviriyormuş. Karaciğeri zarar görünce doktor yasaklamış. “Tadı yok ki mezenin aslan sütü olmayınca yanında” diyor.
Çengelköylü, gençliğinde takımın kalecisi olan Lambros, Türkiye’den hep en kaliteli ürünleri ithal etmeye itina gösteriyor. Zararı ne olursa olsun kötü malın dükkânında yeri yok. Örnek mi? Helva Koska; ketçap Tat...
Söylemeden edemeyeceğim Kosta’nın da Lambros’un da ortak bir şikâyeti var: “Türkiye’den bazen gelen mal, örneğine uymuyor. Zarar görüyoruz”.
Mezecilerime sadece alışveriş için gitmiyorum. Sohbetler ediyoruz, daldan dala.
Atina’da ben ve hemşerilerimin yaşattığı İstanbul’un başrollerinde onlar...
Çiftçinin ehlikeyif direnişi
Yunan ekonomisi büyük kriz içinde. Dünyanın gözü bu memleketin üstünde. Kamu sektörünün borcu 300 milyar Euro’yu çoktan solladı. 2010 için 55 milyar daha borç gerek. Başbakan uluslararası kâr amaçlı çevrelerin Euro’yu sallamak için oynadıkları oyunlarına AB’nin en zayıf halkası Yunanistan’ı alet ettiklerini söylüyor.
Başbakan sürekli kemer sıkma tedbirleri açıklıyor. Emeklilik yaşı uzatılıyor, devlet sektöründe maaşlar donduruluyor, ek ödemelerde indirim yapılıyor. Benzine, sigaraya, içkiye zam. Yeni vergiler konuyor. AB yardımda tereddütlü çünkü çorbadan ağzı çok yandı. Hükümet sürekli yalanlıyor ama “İflasın eşiğinde”, “IMF kapıda” gibi iddialar aldı başını gidiyor.
Durum tek kelimeyle vahim.
Öte yandan, çiftçiler 20 gündür direnişte. En az 1 milyar Euro yardım istiyorlar devletten. Cevap “Kasalar tamtakır” olunca, traktörleriyle barikatlar kurarak ana karayolu ağlarını trafiğe kapattılar.
“Açız” diye bağırıyorlar. İstediklerini alıncaya kadar da traktörlerini yollardan çekmeyeceklerini söylüyorlar.
Mevcut tabloda, devletin kemer politikası da, çiftçilerin direnişi de mantıklı, mubah. Ancak, şimdi aktaracağım bir “detay” Yunanistan’ın niye borç batağına girdiğine belki de cevap veriyor.
Çiftçiler gündüzleri direniş noktalarında toplanıyor, gece geç vakit traktörleri yollarda bırakıp ya otomobilleri ya da otobüslerle evlerine dönüyorlar.
Başkente 300 kilometre mesafedeki 17 bin nüfuslu Tirnavo ilçesinde çiftçiler bir sabah direniş yerine gittiklerinde şaşkınlık içinde traktörlerindeki radyo-kasetçalarların, akülerin ve çeşitli aksesuvarların uçup gittiğini gördüler. Birileri gece karanlığında ne bulduysa çalmış.
“Çocuklarına aş götürememekten” şikâyetçi çiftçiler, bu hırsızlık olayı karşısında ilk başta vardiyayla nöbet tutmayı düşündüler. Ama hava soğuk, ama evde aile bekler, ama, ama, ama’lar çoğalınca vazgeçtiler. Traktörleri gece yollarda bırakmamak ise direnişin felsefesine aykırı.
Çözüm olarak özel bir güvenlik şirketi ile anlaşmaya gidildi. Çiftçiler parasını ödüyor, özel korumalar traktörleri hırsızların insafına bırakmıyor.
Yani hem “Açız” diyorlar, hem traktörleri için özel güvenlik kiralıyor çiftçiler.
Yunanistan’da ekonominin düzelmesi için insanların zihniyet değiştirmesi de gerekiyor.
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2010
Yabancı Damat Yunanistan’da rekorları altüst etmişti. Neredeyse 2 milyon Yunanlı tek bir bölümünü bile kaçırmamıştı. Şimdi yeni bir tutkuları var: Genci-yaşlısı bu diziyle yatıyor, bu diziyle kalkıyor. Makedonya TV Selanik’ten Yunanistan çapında yayın yapan ama daha çok Selanik’te izlenen, program içeriği açısından ulusaldan çok yereli anımsatan bir televizyon kanalı.
Tesadüf mü nedir, ne zaman zaplasam ya mücevherat satışı vardır ya da evde kullanılan spor aletlerinin tanıtımı.
Bazen eski bir belgesel, bazen “Allah’ım bu da olur mu?” dedirten eski bir Brezilya dramı, bazen de bir göz odada beş kişinin birbirlerine laf yetiştirdikleri eski bir Amerikan komedi dizisi.
Ötesi, adet yerine gelsin diye haber bülteni ve bol bol müzik.
Bilmiyordum öğrendim, bana rastgelenlerin dışında yarışma, açık oturum ve haber programları da varmış.
Çevremde, gördükleri bahar sayısı bir asrın dörtte üçünü geçmiş tanıdıklarım “Aaa izlemiyor musun? Biz her akşam ekran başındayız” dediklerinde ne yalan söyleyeyim Makedonya TV’yi açmayı düşünmedim. “He he” deyip geçtim. Bir süre sonra bu defa yaşıtlarım ve hatta benden küçükler bile aynı şeyi söyleyince durum ilgimi çekti.
Bu defa da, ya o saate o kanalı açmayı unuttum ya da hiç televizyon izlemedim. Bir daha asla geri dönmeyen bir sürü gün de öyle geçti gitti.
“Akşam primetime kuşağında izleyemiyorsan sabah tekrarlıyorlar” duyumunu aldığımda artık Makedonya TV’yle kesin ilgilenmeye karar verdim.
Meğer bu kanalda reytingi sürekli yükselen, sürekli yeni hayranlar kazanan bir dizi oynuyormuş.
Hangisi mi?
Kanal D’de gösterilen, Kudret Sabancı’nın yönettiği, başrollerini Halit Ergenç, Bergüzâr Korel, Tardu Flordun ve Ceyda Düvenci’nin paylaştığı Binbir Gece...
Telefona sarıldım. Makedonya TV’nin son derece nazik yayın yönetmeni Yorgo Zois’den bilgi istedim...
BAŞARI SÜRPRİZ OLMADI
Dizi nasıl gidiyor?
- Selanik’te yüzde 25, Atina’da yüzde 4-5 civarında. Mart ve Nisan aylarında yüzde 40 ve yüzde 10’a ulaşmasını bekliyoruz.
İzleyicinin tepkileri?..
- Çok olumlu. Dizideki aile kavramı Yunan izleyiciyi çok etkiledi.
Binbir Gece’yi niye satın aldınız?
- İlk gördüğümde beğendim. Fiyatı ne pahalıydı ne de ucuz. Tecrübelerime dayanarak karar verdim, tutacağına emindim. Bu kadar çok izlenmesi benim için aslında sürpriz değil.
Başka Türk dizileri için benzer projeleriniz var mı?
- Öncelikle ilkbaharda Binbir Gece’nin başrol oyuncularını Selanik’e davet edip ağırlayacağız. Evet, başka bir Türk dizisi de satın almak üzereyim ama şimdi adını söyleyemem.
YENİ YABANCI DAMAT
Yunanistan’da Yabancı Damat dizisi rekorları altüst etmişti. Neredeyse 2 milyon Yunanlı bu dizinin tek bir bölümünü bile kaçırmamıştı. Yıllar yılı onca siyasetçinin yapamadığını başarmış, iki halkı gerçekten yakınlaştırmıştı Yabancı Damat.
Bir Türk-Yunan aşkını anlatıyor ve en çok izlenen Mega Channel televizyonunda yayınlanıyordu.
Senaryosu ve gösterildiği kanalın izlenme oranı düşünülürse Binbir Gece de çok başarılı.
Ah be Zico!
Ah be Arthur, sözleşmeni imzalamadan önce beni arayamaz mıydın? Birkaç yıl önce Tuncay Şanlı’nın Olimpiakos takımına transferi gündemde iken Yunan futbolunun realitesini anlatıp üç aşağı beş yukarı “Tuncay gelmesin” demiştim.
Aynı şeyi sana da söylerdim.
Bu diyarda, özellikle Olimpiakos ve Panathinaikos takımlarında teknik direktöre tolerans tanınmaz, 2-3 başarısız sonucun faturası sana kesilir, futbolcuların alaylarına, yönetimin acımasızlığına, taraftarın da hışmına uğrarsın, derdim.
13 yılda 12 lig şampiyonluğu kazanan Olimpiakos, liderin (Panathinaikos) 5 puan gerisinde kaldı diye yarım sezonda kovuldun. Son maçlarında seyirci tarafından dakikalarca ıslıklandın. İşine son verildiğini internetten öğrendin. Sözleşmendeki 1 milyon Euro tazminatı almak için FIFA’ya başvuracaksın.
Şimdi “Basın toplantılarına yanımda onlarca korumayla gidiyordum. Takımın otobüsü bir yere gittiğinde onlarca polis arabası refakat ediyordu. Teknik direktör olarak hayatımın tehlikeye gireceğini aklımın ucundan geçirmezdim. Bu kadar şiddet başka hiçbir yerde yok. Görevden alınma şeklim de onur kırıcı” diyorsun Arthur Zico.
Arasaydın uzun uzun Olimpiakos asla Fenerbahçe değil diye anlatırdım.
Yazının Devamını Oku 24 Ocak 2010
Volos şehrinde nesilden nesle bir efsane yaşar: Osmanlı döneminde Şaban adlı bir ağa çınarın dibine altın ve değerli taşlarla dolu büyük bir çuval gömmüş.
“Şabanağa” Atina’dan 320 kilometre mesafedeki Volos şehrinin Dimini ilçesinde merkez mahallenin adıdır.
Mahallenin meydanında ihtiyar bir çınar ağacı durur, kilisenin bitişiğinde. İnsanoğlundan çok darbe yemiş bir çınar.
Mahallede olsun, Dimini ilçesinde olsun; Volos şehrinde olsun, nesilden nesle bir efsane yaşar: “Şabanağa’nın hazinesi”...
Büyüklerin küçüklere anlattıklarına bakılırsa Osmanlı döneminde Şaban adlı bir ağa çınarın dibinde açtığı derin çukura altın ve değerli taşlarla dolu büyük bir çuval gömmüş.
Osmanlı’dan sonra ilçe sakinleri ve ellerinde şaibeli haritalarla Yunanistan’ın dört bir yanından gelen hazine avcıları kazmalarını ihtiyar çınarın köklerine acımadan vurmuşlar. Uzun yıllar önce de bir belediye başkanı bu efsaneye son noktayı koyarak çınar ağacı civarında kazı çalışmalarını yasaklamış.
TÜNEL YÜZÜNDEN ASFALT ÇÖKTÜ
Şabanağa mahallesindeki Şabanağa hazinesi geçenlerde yine gündeme geldi. Mahalleden geçen yük dolu bir kamyon asfalt yolun çökmesine neden olunca, olay yerine giden belediye ekibi gördüklerine inanamadı.
Yazının Devamını Oku 17 Ocak 2010
Devlet televizyonunun spikeri Yunanistan’ın üçüncü büyük takımının adını unuttu, “rakip” diye bahsediyor. Sanki AEK Patagonya’nın bir takımı! Sonuç mu? Yunan TRT’sinin önünde 5 bin taraftarlık protesto.
Yunanistan’da, lig maçları biri şifreli (Nova), biri özel (Skai), biri de devlet (NET) kanalı olmak üzere üç ayrı televizyondan yayınlanıyor. Son 13 yılda 12 şampiyonluk kazanan Olympiakos’un kendi sahasında oynadığı maçların yayın hakkı devletin NET televizyonunda.
Kırmızı-beyazlıların geçen hafta (İstanbullu Rumların 1926’da kurdukları ve bendenizin de taraftarı olduğu) AEK ile maçı vardı. Maç öncesi televizyonda yapılan “Olympiakos bu sahada 15 yılda rakibine yenilmedi” tarzı yorumlara aldırmadan maçı izlemeye başladım.
Olympiakos erken bir gol attı. Hakem, bir futbolcuyu ofsayt pozisyonunda sayıp golü iptal etti. Ancak, dördüncü hakemin itirazı üzerine gol geçerli sayıldı.
OLYMPIAKOS TOPARLAR
Devlet televizyonunun yorumu: “Erken gol... Olympiakos gününde!” Birkaç dakika sonra AEK beraberliği sağlayınca, bu kez yorum “Olympiakos toparlanır” gibi bir şeydi. Nerden biliyorsun ey adam? İlk yarı böyle bitti.
İkinci yarıda AEK bir gol daha atınca devlet televizyonu insanı çileden çıkartan yorumlara başladı.
AEK için tek kelime yok... Adam Yunanistan’ın üçüncü büyüğünün adını mı unuttu nedir, “rakip” diyerek bahsediyor. Sanki AEK Patagonya takımı!
Yazının Devamını Oku 10 Ocak 2010
AİHM’nin İtalya için verdiği karar Yunanistan’ı karıştırdı. Kışla, okul, hastane ve mahkemelerdeki haçların, ikonların, İsa ve Meryem Ana resimlerinin sökülmesi gündemde. Bu diyarın insanı dindardır. Belki kavga sırasında, kızdığında, öfkelendiğinde bir sürü dini değere hakaret ve küfür eder ama yine de dindardır. Kilisenin önünden geçerken ıstavrozunu (sağ elin üç parmağı önce alın, sonra mide, sonra sağ omuz, en sonunda da sol omuza temas eder) çıkarır. Zor gününde kiliseye gider, mum yakar, Tanrı’nın, İsa’nın, Meryem Ana’nın ya da bir azizin yardımını ister.
Bu diyarda din ve devlet işleri ayrı değildir. Laiklik, bugün itibariyle ütopyadır. Kilise Yunanistan’ın en güçlü ve en zengin müesseselerinden biridir. Devlete bir işin düştüğünde, tanıdık bir din adamı her zaman işe yarar. Milletvekili, üst düzey bir bürokrat, hatta mahkemedeki sanık ve tanıklar bile İncil’e el basıp yemin verir.
Bu madalyonun bir yüzü...
Gelelim öteki yüzüne...
DEPREM ETKİSİ
Yunanistan AB üyesi, Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına uymak yükümlülüğü altındadır.
AİHM’nin de geçen 3 Kasım’da verdiği bir karar, her ne kadar İtalya’yı ilgilendirse de Atina’da şok tesiri yarattı. Sanki İtalya’da bir deprem olmuş da İyon denizinin karşı tarafındaki Yunanistan zangır zangır sallanıyor.
Hem Finlandiya hem İtalya vatandaşı Soile Tuulikki Lautsi, çocuklarını duvarlarında haçların, ikonların olduğu devlet okulları sınıflarında okutmak zorunda kalmasının insan haklarına uymadığı gerekçesiyle 2002 yılında İtalyan devletine karşı başlattığı hukuki mücadeleyi sonunda AİHM’de kazandı.
Yunanistan’da devlet okulları, kışlalar, devlet daireleri ve mahkemelerin duvarları haçlarla, İsa’nın, Meryem Ana’nın resimleriyle dolu. AİHM’nin “Lautsi Davası” kararı eğer burada uygulanırsa kıyamet kopar.
“Helsinki Sözleşmelerini İzleme Komitesi” hemen mahkemeye başvurup AİHM kararının Yunanistan’da da uygulanmasını ve dini sembollerin duvarlardan indirilmesini istedi. Tabii hâkim bu kadar önemli bir konuda karar veremeyeceğinden mahkemenin yetkili olmadığını söylemekten öteye gidemedi.
Siyasi partiler, kilisenin önde gelenleri, dindarlar, dinsizler, sağcılar, solcular ve hukukçular arasında bir tartışma başladı ki sormayın.
HER KAFADAN BİR SES
“Okullarda ve tüm devlet dairelerinde dini semboller olması, öğrencilerin dua etmek zorunda bırakılmaları ve genel olarak din dersi öğretimi, insan onurunu, dini vicdan özgürlüğünü ve temel insan haklarını acımasızca ihlal etmektedir. Bir çocuğun anne babası hangi dinden ise otomatikman o dine tabi tutulması kabul edilemez” diyor birileri, “Haç ve ikonlar ulusun bölünmez değerleridir. İçimizdeki inancı kırmak istiyorlar” diyor ötekiler.
Ya da “Bu kararı uygulamak zorunda kalırsak büyük tepki olur” diyor birileri, “Hadi canım sen de, AİHM’nin tüm kararlarına uyduk mu?” diyor bir başkaları.
Adalet ve İnsan Hakları Bakanı Haris Kastanidis “AİHM kararında ısrar ederse, sanırım ülkemiz de adapte olmak zorunda kalacak” derken, Yunanistan Kilisesi’nin lideri Atina Başpiskoposu Yeronimos’un görüşü “Bu dinimize karşı tahriktir” şeklinde.
Dini sembollerin kaldırılmasını isteyenler mahkemede aradıklarını bulamayınca, Yunanistan’da gerçekten faydalı işler yapan ombudsmana başvurdular. Bakalım ne olacak..
Haçların, ikonların devlet kurumlarının duvarlarından inmesi bence bu ülkede ya olmaz ya da uzun, çok uzun yıllar alır.
Yazının Devamını Oku 3 Ocak 2010
Hepinize yeni yılda hem sağlık hem mutluluk hem de refah dilerken, bir detayın altını çizmek isterim. Aldığımız ve gönderdiğimiz kartlarda, SMS’lerde ya da telefon görüşmelerimizde yeni yıl için sağlık, mutluluk ve refah dileriz.
Bu “üçgende” tek bir taşın oynaması her şeyi berbat ediyor değil mi?
Sağlığımız yerinde değilse, neyleyim sevdayı sevdalıyı, neyleyim parayı pulu. Yar’in busesinden, dostun yüreğinden yoksunsak, sağlığımız yerinde, cebimiz dolu olsa da “yaşıyoruz” diyebilir miyiz? Sevdiklerimiz yanımızda, sağlığımız yerinde olsa bile körolası para pul olmadan da şu fani dünyanın tadı tuzu yok ki.
Gençlerin ve daha az genç olanların bu üçgendeki değerlere bakış açılarının büyük farklılıklar içerse bile hepinize hem sağlık hem mutluluk hem de refah dilerken, bir detayın altını çizmek isterim.
Saçınızı başınızı yolmanın zamanı değildir yeni yılın ilk günleri. Çünkü birincisi yolduğunuz saç tellerinin yerine yenilerini eklemeniz hem zahmetli hem pahalı iştir. İkincisi de yeni yılın ilk günleri unutmak ve yine yeni bir sayfa açmak içindir.
Sahi geçen yıl dünyayı sarsan onca olaydan, gazetelerin onca manşetlerinden, televizyonların onca “son dakika” haberlerinden kaçını hatırlıyorsunuz?
Eğer özel hayatınızda, iş hayatınızda geçen yıl çok önemli bir gelişme yaşandı ve ondan öylesiniz derseniz, birkaç yıl sonra size aynı gelişme hakkında “Ne zamandı?” sorusuna “2009” cevabı için en azından bir an için düşüneceğinizi bilin.
Dolayısıyla...
Never lose your smile/Gülümsemenizi asla kaybetmeyin.
ONU KİMSE HATIRLAMIYOR
Yunanistan’da üç ay önce yapılan genel seçimlerin mağlubu Kostas Karamanlis ülke tarihinde belki de en çabuk unutulan başbakan olarak geçecek.
Ülkeyi beş buçuk yıl yönettikten sonra başbakanlık koltuğundan başka merkez sağcı Yeni Demokrasi partisinin liderlik koltuğunu da bırakan Karamanlis, eşi Natasa ve iki çocuğu ile birlikte kayıplara karıştı. Kelimenin tam anlamıyla nerede bilinmiyor, üstelik pek de hatırlayan yok.
Hayatının en mutlu günlerinin, başbakanlığı Yorgo Papandreu’ya parti liderliğini de Andonis Samaras’a devrettiği günler olduğu söyleniyor şaka yollu buralarda. Ya da “Adam kurtuldu. Artık çok sevdiği yemekleri tadarken zırp pırt telefonu çalmıyor” diyenler.
Zaruri olmadıkça kravatın ceketin yerini blucin pantolonlar, deri montlar aldı.
Karamanlis oynadı. Önce kazandı (2004), sonra yine kazandı (2007), sonra da kaybetti (2009).
Henüz yaşı 54 ve pekala “siyasi geleceği” için ister siyaset sahnesinde ister sahne arkasında beklentiler taşıyabilirdi.
Ama o öyle yapmadı.
Koltuk sevdasında olmadı.
Hayatı seçti.
Başarısızlıkları, yönetici olarak zayıflıkları tartışıldı ve gelecekte de tartışılabilir. Ancak buralarda herkes Karamanlis’in tam bir beyefendi gibi şapkasını alıp gittiğinde birleşiyor.
ÖĞRENCİNİN “10 EMRİ”
Yeni yılın ilk pazarında “provokasyona” gelecek değilim. Ne battı battıyor diye Yunanistan ekonomisinden, ne Ege’den ne Kıbrıs’tan bahsedeceğim. Konumuz geçenlerde internette gözüme ilişen “Öğrencinin 10 emri”:
1. Öğrenci haklıdır.
2. Öğrenci yine haklıdır.
3. Öğrencinin haksız olduğunda ilk iki madde geçerlidir.
4. Öğrenci ders sırasında eğer dalmışsa düşünüyor demektir.
5. Öğrenciye saygı şarttır. Çünkü öğretmenler gibi maaş almamaktadır.
6. Öğrenci okuldan kaytarmaz. Sadece geçici olarak dinlenir.
7. Öğrenci sınavda yanındaki arkadaşından kopya çekmez. Sadece yazmadan önce düşündükleri doğru mu diye arkadaşına danışır.
8. Öğrenci sabahları asla gecikmez. Sadece daha iyi performans için dinlenme süresini uzatır.
9. Öğrenci sınıfta şamata yapıyorsa suçsuzdur. Demek ki öğretmen ilham vermiyor.
10. Öğrenci zayıf not alıyorsa, hayatta daha değerli şeylerin olduğunu bilmesindendir.
Yazının Devamını Oku 27 Aralık 2009
Hırsızlık tekniklerinin vatanı yoktur. Ha Yunanistan, ha Türkiye, ha dünyanın öbür ucu. Siz siz olun birileri yaklaşıp “Beyefendi-hanımefendi arka lastik” derse aman dikkat! Orta yaşlı adam otomobiline bindi, çantasını her zamanki gibi yan koltuğun önündeki boşluğa bıraktı ve hareket etti.
Güneşli bir kış günü. Noel öncesi, üstelik günlerden de cumartesi. Atina cıvıl cıvıl. Hani şu büyük ekonomik kriz Yunanistan’da değil de başka bir yerde yaşanıyor gibi. Hallerinden belli, zengini, ortadireği, fakiri alışverişte.
Trafik kartpostal gibi hareketsiz. Adam eğildi çantasından bir sigara çıkardı, yaktı. 2.5 yıllık birlikteliği vardı o çantayla. İstanbul’da Al Jamal’den tutun da Atina’da bir sürü kafeye kadar kaç defa unutmuş, kaç defa kaybetmiş ama sonunda her zaman bulmuştu. Bir sürü kâğıt, evrak, banka kartları, kimlik, anahtarlar, ıvır zıvır...
Kimbilir kaç kişinin ahını almış Atina Borsası’nın eski binasının da bulunduğu Sofeokleus Sokağı’na saptı. Yunan başkentinin “Perşembe Pazarı” Athinas Caddesi’ne çıkması için trafik lambasının iki kez daha yeşil yanması kalıyordu.
Orta boylu esmer biri yaklaştı otomobilin kapısına. Başkentte yaşayan yüz binlerce kaçak göçmenden biri. Para isteyecekti muhtemelen...
Ama hayır!
Ya Iraklı ya da Suriyeli olması kuvvetli ihtimal göçmen, bozuk bir Yunancayla “Bey bey... Arka lastik, arka lastik” diye bağırdı.
Adam gayri ihtiyarı camı açtı ve arkaya baktı. Bir şey göremedi. Cevap için gözlerini çevirecekken kulağına gelen bir sesle irkildi:
“Yan kapı açık...”
Çantanın yerinde yeller esiyordu. Dışarı fırladı.
“İki kişi idiler ha şuradan kaçtılar.”
Adam koşarak o yöne gitti ama nafile.
Uzun kuyruktaki otomobillerden korna çalmayan yoktu.
“Hadi ya işimiz var!”
Çaresiz, üzgün otomobiline döndü adam. Tesadüfen cebinde kalmış cep telefonundan bankayı aradı, kartları iptal ettirdi. Sonra da karakolun yolunu tuttu. Karakoldaki kalabalığın sokaklarda alışveriş yapan kalabalıktan sanki farkı yok. Kimi çantasını kaptırmış, kimi cüzdanını, kimi cebindeki parasını.
Gerekli işlemler yapıldı. Adam çalınan evrakların yenilerini çıkarmanın “çarmıha gerilmek” olduğunu bile bile evinin yolunu tuttu. Başına gelen yetmiyormuş gibi kendi için de üzüldü adam. Kapkaççı burnunun dibinde otomobilin kapısını açtı, çantayı aldı ve kaçtı da adamın ruhu bile duymadı.
Geçen cumartesi başıma gelenleri anlattım.
Üç İstanbullunun sergisi
İki İstanbullu Rum, bir İstanbullu Ermeni. Rum olanlar Atina’da, Ermeni İstanbul’da yaşıyor. Üçünün de ortak yanı resim sevdası. Neli Gavroğlu, Gefso Elmacıoğlu ve Verjin Şapcı İstanbullu Rumların semti Paleon Faliron’da açtıkları sergide buluştular.
Serginin açılışında kıyamet koptu desem yeridir. İğne atsanız düşecek yeri yok.
Neli Gavroğlu yaklaşık 40 yıldır Atina’da yaşıyor, siyasal bilimler okumuş. Sokakları, insanları ve evleri fırçaya, boyaya dönüştürmeyi seviyor.
Gefso Elmacıoğlu doğuştan ressam olduğunu söyledi. Sergilediği 19 tabloda ağaçlar ve kayıklar hâkim. İstanbul’u çizmeyi çok arzuluyor.
Verjin Şapçı ise İstanbul’u taşıdı Atina’ya. Burgazada ile Büyükada konulu 18 tablosuyla İstanbullu Rum ziyaretçilerin bir denli de olsa hasret gidermelerine yardımcı oldu. Tabloları sadece bir yıl içinde tamamlamış. Bravo doğrusu.
Üçü de memnundu. Aynı sergiyi İstanbul’da da açmaya niyetliler ama onların niyeti yetmiyor tabii.
Atina gecelerinde Agora Meyhanesi
“Çile Bülbülüm Çile”yi, “Agora Meyhanesi”ni, “Dönülmez Akşamın Ufkundayım”ı ve daha nicelerini dinledim geçenlerde Atina’da.
Nice İzmir türküsü dinledim Türkçe ve Yunanca. Hele hele finaldeki şarkı, damardı. “Bu da İstanbul’a gitsin” diyerekten okudu sanatçı: “Ne acı ne acı insan kendine ne kadar yenik/ Bulunmadı ihanetin ilacı yürek koca bir kara delik/ Yapacak hiçbir şey yok gönül bu sevdi/ Yeni bir ten yeni bir heyecan bilirim üstelik.”
Hani masamda kırmızı şarabın yerine rakı, grayverin yerinde de canım yumuşak yağlı beyaz peynir olsa “Varol, nurol” diye bağıracaktım sanatçıya. Alkışlarıma “Bravo bravo” refakat etti.
Yunanistan’da adını katıldığı popstar yarışmasıyla duyuran, geçen yıl da başkentin en nezih müzikhollerinden birinde eğlence âleminin imparatoru Yorgos Mazonakis’in alt kadrosunda yer alan siyasal bilgiler mezunu İzmirli Fide Köksal üçüncü yıldır başarılı grafiğini sürdürüyor.
Sesi bir yana, sahnede duruşu ve dansı mükemmel. Rock da var, caz da kızda. Türkiye’de yeni bir ses, yeni bir yüz arayanlara duyurulur.
Yazının Devamını Oku 20 Aralık 2009
Yunanlı balıkçının Türk karasularını ihlal edince el konulan ağlarını Türk balıkçılar satın alıp sahibine ulaştırdı. Ege’de Kardak (İmia) kayalıkları yakınlarında Türk ve Yunan balıkçılarla iki ülkenin sahil güvenlik tekneleri arasında, Aralık-Şubat döneminde mutat “çupra savaşı” yaşanır. Kardak erotik açıdan çupraları tahrik ediyor. Balıklar yumurtalarını bırakmadan önce bu bölgede, Yunanca “badem yaprağı” adı verilen bir yosuna sürtünmekten acayip zevk alıyorlar. İstatistiklerime göre balığın bol olduğu zaman Türk ve Yunan balıkçılar yan yana avlanıyor, balığın az olduğu zaman ise hır çıkıyor.
Bölgede çupra dönemi yine başladığından birkaç gün önce yaşanan bir olayı aktarmayı gerekli sayıyorum.
Sakızlı balıkçı Kostas Karaburniotis’in geçen haziran ayında attığı ağlara, Türk karasularını ihlal ettiği için Türk sahil güvenlik kuvvetleri el koydu.
Yunan balıkçının ağları 11 Aralık’ta açık artırmaya çıkarıldı. Kostas’a göre ağların değeri 1500 Euro idi. Açık artırmada ilk fiyat ise 920 lira. Bu parayı bir tek Çeşme Çiftlikköy’den balıkçı Şakir Akdağ verdi. Çeşmeli balıkçılar aralarında Kostas’ın ağları için kimsenin fiyatı artırmaması için anlaşmışlar.
Balıkçı Şakir iki arkadaşıyla birlikte birkaç gün önce Ertürk adlı yolcu teknesiyle Sakız Adası’na geldi ve ağları Kostas’a teslim etti.
Sakızlı balıkçılar da gümrük memurlarından ses çıkarmamalarını rica etmişler.
Sonrasında Sakız’da sofralar kurulmuş, şarkılar söylenmiş.
Zor da olsa Balıkçı Şakir’e ulaştım. “Bizim balıkçılar 1995 yılında Yunan karasularını ihlal ettikleri gerekçesiyle yakalandıklarında, serbest bırakılmaları için gereken kefaleti Sakızlı balıkçılar yatırmıştı. Biz bunu unutmayız” dedi.
Şakir unutmadı, Kostas’ın da unutmayacağına eminim.
Türk ve Yunan balıkçılara rastgele. Ağları hep dolu olsun.
Bizim takım çok üzgün
Beşiktaş, Kasımpaşa ve Eskişehir maçlarında kahrolduk. Ankaragücü maçında yüreğimiz ağzımıza geldi. Bugünkü Trabzon maçı çok kritik.
Fenerbahçemin son haftalardaki gidişatı “bizim takımı” çok üzdü. Amcaoğlu Stelyo, eniştem Levon, ablam Eli ve Fenerim söz konusu oldu mu kendini bile tanımayan bendeniz, üzgünüz...
Maç bitiyor, masada mezeler tuzsuz, rakı tatsız.
Eski köye yeni adet getirdik. Erman Toroğlu’nu, Şansal Büyüka’yı, Rıdvan Dilmen’i özledik. Çünkü bizim takım yenilgi sonrası yorumcuları dinleyebilecek kadar “moderen” değil. Galibiyet sonrası eleştirilere dayanabiliyoruz ama yenilgi sonrası tahammülümüz yok. TRT’nin müzik kanalını açıyoruz.
Sayın başkan, sayın teknik direktör, sevgili oyuncular.
“Bizim takım” müzik dağarcığını tazelemek için toplanmıyor. Ayrıca, televizyonlarda maç sonrası spor programlarını izlemek de hakkımız.
Ne yapacaksınız bilemem. Lütfen, ligin ilk haftalarındaki neşemizi bir an önce bize geri verin.
Yazının Devamını Oku