Abimdir namusumu temizlemek adına kan davası başlatmak hakkıdır.
Parayı verdiğin sürece yedi sülalemi taciz et, çocuklarımın ırzına geç, öldür... yeridir.
Sen tecavüz et biz susarız. Hatta icabında ayıp olmasın diye seni bile savunur, aklarız.
Tecavüzü kabullenmek bizi bozar; biz “boğularak öldü” kısmını daha kolay sindirir yutarız.
Bakalım bu seferki şenliğimiz kaç gün sürecek? Hangi daha acayip haber sayesinde tecavüz haberleri önemini yitirip yerin dibine itilecek?
Bakalım bu galeyan ve bu heyecan ne zaman bitecek?
Bakalım bu sefer unutmamızın üzerinden kaç zaman sonra tecavüz olayları yeniden yeşerip bir yerden pörtleyecek?
Benim tahminim bir yıl sonra.
İnsanları eğittiğimizi söyleyen de biziz, eğitemediğimizi söyleyen de! Sürekli eğitimin öneminden bahsedip cehaleti seven de!
Adaleti isteyen de biziz; işine gelince çiftestandarda tamam diyen de!
Cinselliğin doğallığından, öneminden dem vuran da biziz, bunu inkar edip tabulaştıran da. Bu konuda yazılmış kaçıncı yazıdır bu bilmiyorum; okuyan da biziz, galeyana gelip “Tepki gösterelim/duyalım arkadaşlar!” diyen de biziz, üç gün sonra yeni bir rezalet patlak verene dek unutan da!
Kararlı olan da biziz, umursamaz olan da!
Houston’da yaşıyorlar.
Houston’daki American Turkish Association (ATA) “Atatürk ve 23 Nisan” konulu bir kompozisyon yarışması düzenleyince, Aaron’da 4 sayfalık bir kompozisyon yazıp resimleriyle süsleyip yarışmaya yolluyor.
Aaron’ un yazdıklarını okuyup yaptığı resimlere bakınca yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı. O kadar hoş ki! Bir çocuğun dünyasından bazı şeylere bakmak insana o kadar iyi geliyor ki. Yalın ve düz. Neyse o. Ve kesinlikle iyi!
Okuyunca eminim sizin de içiniz bir hoş olacak. İyi de olacak.
Patronum kızını 8 aydır görmüyordu. Tam okul tatil oldu, çocuk gelecek kavuşacaklar derken volkan bir patladı, uçaklar iptal oldu. Kız orada ağlıyor, ana babası burada.
Twitter, Facebook bir-ki bir-ki herkes mahsur kaldığı yerden bildiriyor. Tabi herkes ilk başta gülüyordu, şimdi herkes sinir içinde. İşin tadı iyice kaçtı. Meraktan şöyle bir googleladım, volkan dediğin bazen patlamaya başladı mı yüz yıl patlıyormuş breh breh breh!
Vıy halimize eğer bu da öyleyse.
“Benim kardeşim evleniyor Haziran’da, bana ne, icabında yürüye yürüye giderim düğüne!” şeklinde geyikler yaparken ben; Coşan arkadaşımızın mahsur kaldığı Amsterdam’dan İstanbul’a 50 saatlik trajikomik bir seyahat sayesinde varmayı başardığının haberi geldi.
Nereye baksam herkes umutsuzluktan bahsediyor, herkes her şeyden nefret kusuyor. “Tutunacak dalımız kalmadı...” diye sayıklayan sayıklayana. “Biz bittik!” diyor herkes. Oysa bence daha yeni başlıyoruz. Çok eskimişiz de, yenileniyoruz gibi.
Bize baktığımda battığımızı, bittiğimizi, asla adam olmayacağımızı düşünmüyorum ben. Bizden gayet adam olur gibi geliyor bana. Çıkmadık candan ümit kesilmez demişler, e kesilmez.
Ha evet benim de bazen moralim bozuluyor, sinirlerim tavan yapıyor, çok kızdığım eleştirdiğim, katılmadığım, kabul etmediğim, etmeyeceğim, içime sindirmediğim, tepki duyduğum çok şey oluyor; ama umutsuzluğa kapılmak için çok aceleci davrandığımızı, hatta arabeskçe “ah vah” çekmekten zevk aldığımızı, dahası bunun prim yaptığını bildiğimiz için bağımlısı olduğumuzu düşünüyorum. Ama biz buyuz işte. Böyleyiz. Hop oturup hop kalkan, icabında abartılacak şeyleri abartmayan, alakasız şeyleri de çok abartan insanlarız. Ben bizi böyle seviyorum. Yani Kanadalılar gibi olsak, biraz acayip olmaz mı sizce de? J
Biz gelişmiş dünya ülkelerinin artık asla haşır neşir olmadığı, olmayacağı, son derece saçma şeylerden biraz daha fazla haz alıyoruz o kadar. O da şimdilik. E o da geçer. Geçecek zamanla. Nesil değişecek, biz tedavülden kalkacağız. Arkamızdan gelen nesil çok ilginç hem. Ne iktidar, ne de muhalefet bunun yeterince farkında da değil bence. Bu da nedense komik geliyor bana.
Aslında pek yatamadım da.
İçim içimi yiyordu, hayatımda ilk defa yaptığım bir şey olduğu için sorumluluğunu iliklerime kadar hissettiğimden, heyecanı da yüreğimden taştığından belki de gözüme uyku giremiyordu.
Eşim halimi gördü, o da kalktı oturdu benimle. Sustuk durduk öylece. Bekledik sessizce. İnsanın gecenin köründe sessiz sedasız tek kelime konuşmadan heyecan paylaşabilmesi ne büyük nimetmiş meğer...
Hiç uyumamıştım o hafta boyunca. En son Runtalya’da koşmadan önce uyuştum galiba. Koşup aynı gün alanlarda gecikmelerle dönmüştüm Dubai’ ye, nefes almadan gözümü kırpmadan işe gitmiştim, çocuklarla hasret giderip açık kapatmak için kendimi paralarken yazıları yetiştirmiş, Gizem’ in Abu Dhabi’ ye gelişini görmek için otobüs ayarlamış, gidiş geliş ve saire hazırlıkları yapmıştım bir de. Suyum çıkıktı belki ama, içim huzurluydu bir şekilde.
Ne çok insanımız kaza kurşunuyla ölüp gitti bugüne kadar. Ne çok çocuk babasının maç sonrası galibiyet sarhoşluğuyla havaya attığı kurşunlarla vuruldu gitti; düğünlerde havaya açılan kutlama kurşunları denk geldi de kaç aile kendi ailesinden insanları yanlışlıkla vurdu kimisi öldü, kimisi sakat kaldı değil mi?
Daha geçtiğimiz Pazartesi bizim anasayfada okudum haberi, çocuk babasının silahıyla oynarken silah ateşlenmiş de çocuk hayatını kaybetmiş, babası da; “Çok pişmanım...” demiş.
Kabus gibi ama, ben bu satırları yazarken (dün gece), hurriyet.com.tr flaş haber girdi “Yolda yürürken karnından vuruldu” diye, tıkladım baktım “omuz atma kavgası” gibi bir nedenden birisi silahını ateşlemiş, kurşun yoldan geçen olayla alakasız bir kadıncağıza denk gelmiş.
Arabalarımızda emniyet kemerlerimiz var; ama takmıyoruz. Kendi kendimizi kendi elimizle ölüme terk ediyoruz her gün trafikte...