(Bu tabii yıllar yıllar önceydi.)
Çılgın düğün ekibi olarak önce Hurghada, oradan Kahire yapacaktık. Yaptık da. Hurgadha o zamanlar daha yeni yeni turizme açılıyordu. Oteller inşaat halindeydi. Uçsuz bucaksız, ıssız çölleri aşarak vardığın o insan eliyle tropikize edilmiş otelden denize girdiğinde gördüğün manzara, büyüleyiciydi. Arkandaki o cansız çöle inat, akla zarar capcanlı bir hayat vardı denizin dibinde. Kendimi kaybetmiştim görünce.
Dalmaya gittik, şnorkelle. Hiçbirimiz de Padi filan yok o dönem. Gerçi bende hala yok anasını satayım. L
Meğer o gittiğimiz yerde de, bizden 20 gün önce yaramaz bir köpek balığı iki turiste saldırmış ve her ikisi de kötü yaralanmış. Birisi o sırada hala hastanede bakımdaymış. Kaptan bunu anlattı ki, aman uyarıları dikkate alalım, uslu uslu dalıp çıkalım laf dinleyelim diye. Tabii bunları dinleyenlerin çoğu ayağını bile suya sokmadı.
Dün bizim Adım Adım Oluşumu’ nun yazışma gurubuna Haluk Akalın bir haber yolladı. Okuyunca aklım ne düşüneceğini şaşırdı.
Bir yerlerde, birileri kendi başcağızına ne meziyetlerle kendi yağında kavrulmakta.
Şanslıysa Uşaklı Çiftçi gibi, biri çıkar cevheri görür de el atar olaya.
Bunları düşünüp tartışırken bir arkadaşım dedi ki; “Nedense bizde tanınmış, varlıklı ailelerden pek profesyonel sporcu çıkmaz.”
Ay valla çok sinirliyim. Hiiiç de öyle yumoşla yıkanmış bir yazı yazıveremeyeceğim. Aha bugün o günlerden biri işte. “Sabırlı” Yonca’ nın devreler czırt etti, bazı okurlarına sinirlendi. Arada oluyor valla. E okur bana sinirlenme hakkını her türlü saygı-terbiye çizgisini aşarak kullanma hakkını maşallah pek güzel kullanıyor da, ben hiç mi sinirlenmeyeceğim?
Lütfen herkes alınmasın. Sadece alınacaklar alınsın. J.
O kaddddar sabırlı bir kadınım ki aslında, Peygamberler beni görse kesin: “Bizden sonra sen gel!” derlerdi. (bakın mesela bu bir espri!)
***
Ne bitmek bilmez bir çilemiz var.
İnsan hiç “Biri benle gurur duysun...!” diye iş yapar mı?. Hadi diyelim gurur duyulacak bir iş yaptın, hiç kalkıp “Offf ne güzel benle gurur duyuyorlar!” der mi?
Bu bir. İkincisi;
Araplar bizle gurur duyunca ne oluyor? Göğe mi erdi egomuz şimdi? Bir benim mi ermedi?
Ermedi ne yalan söyleyeyim.
Anlamıyorum bizi. Çok ürkütücü geliyor bu söylemler ve gittiğimiz yön bana.
Hem madem öyle, bir kere de biz onlarla gurur duysak ya! Bir kere de onlar benim gurur duyacağım bir şey yapsalar ya! Kendilerini aşsalar ya. Özendikleri adalet ve barış için kıpırdansalar ya...
Şimdi üç.
Es vermeden bütün gün bir o kanal bir bu kanal izlemediğim program kalmadı. İzledim demek de eksik olur. Gözlemledim, inceledim, düşündüm demeliyim.
Ne kadar çok kadın muhabir var farkında mısınız?
Hem de ne kadar canalıcı yerlerde ve görevlerde.
Bu yazıyı yazarken her birinin adını not almadığım için kızıyorum kendime. Ama ilk fırsatta yapacağım. Helal olsun hepsine. İşleri hiç kolay değil ve müthiş bir iş çıkarıyorlar bu zor ve hassas dönemde. Hepsi canavar gibi konularına hakim, her yerden her şeye yetişiyorlar, nasıl da müthiş bir habercilik yapıyorlar. Gıpta ettim. Bir de sürekli kadınların politikaya mesafeli olmasından dem vurulur. Peh! Benim gördüğüm gayet içindeyiz. Tüm engellemelere rağmen hem de.
Ama, bir hükümetin hatasını masum insanlara yüklemeyi akla getirmek bile o hükümetin yaptığı bariz hataya düşmekle aynı şey bence.
Hepimiz çok üzgünüz, çok kızgınız. Yine de sakin olmak lazım.
Gelen e-postalar, sağda solda yapılan sohbetler, insanların facebook’da gösterdikleri tepkiler hepsi çok endişe verici.
Yani ne istiyoruz?
Savaş mı?
Bu nasıl bir deliliktir?
Nasıl affedilir? Nasıl unutulur?
Hani Büyükelçi’ ne saygısızlık kıvamında bir diplomatik hata değil ki bu, ‘özür’ dilenince kriz bitiversin. Olayın boyutları uluslararası sulara taşmış durumda.
Nasıl bir açıklama veya kınama herkesi rahatlatabilecektir mesela? Nasıl bir çıkış ve/ya tepki insanları sakinleştirip tatmin edecektir böylesi bir durumda? Dünyanın bu kısmı Dingo’nun ahırına mı döndü iyice?
Dönmüş.
Barış hayali kurmak bile bu kadar zor mudur bu bölgede?
Zor.
Ben mesela, o kadar çok zatürre oldum ki, uzmanı gibiyim. İşin doktorluk kısmı ayrı, hasta kısmı ayrı. Çeken birisi olarak ne yapmak lazım kısmında sıkı tecrübe aktarabilirim. Göz korkutabilirim. ‘Şunu yap, çok iyi geliyor, bunu asla yapma. Doktoru iyi dinle!’ diyebilirim.
Dün bir yazı yazdım ya kızımın çektiği acılar üzerine; “Nedir bu topuk dikeni?” diye... Meğer işin ilacını Erman Toroğlu daha önce yazmışmış, ben okumamışım. Nasıl güzel geldi o yazı, nasıl bizi rahatlattı anlatamam size. Meğer ne çok insan bu acıyı çekmiş, ne çok insan Erman Toroğlu sayesinde acısını gidermiş... Bilmiyorum kendisinin haberi var mı; ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim; eğer yakın gelecekte tıp literatüründe topuk dikeni tedevisinde ‘Toroğlu yöntemi’ diye bir şey geçerse, hiç şaşmayacağım.
E çünkü o da çok çekmiş topuk dikeni ağrısından. Gitmediği doktor, uygulamadığı tedavi kalmamış. Berbat bir acı çünkü. Çocuğum gözümün önünde böğüre böğüre ağladı saatlerce bu acı yüzünden.
Neyse diyeceğim o ki dün yaşadığım aslında müthiş bir iletişim mucizesiydi.
Önce twitter’dan geldi tedavi önerileri, sonra facebook’dan, en son da e-posta kutuma düştüler bir bir. Sabaha kadar uyumadığımız için de şaştık kaldık kızımla bu güzel duruma.
Erman Toroğlu’ nun yazısından da sizlerin sayesinde haberim oldu zaten. (ay bunu daha önce demiş miydim hiç hatırlamıyorum, yorgunum affola!)
Eğer sizin de böyle bir sorununuz varsa, veya bundan çeken bir tanıdığınız varsa rahatlıkla tavsiye edebilirsiniz.
Meşhur tedavinin anlatıldığı link burada: