Ama ben elime kalemi veya bilgisayarı alıp onu not edene kadar araya yüzlerce şey giriyor, bir sürü olay oluyor ve fikir uçup gidiyor. Ne kadar fena bir durum anlatamam. Otur hatırla hatırlayabilirsen.
Ben bir kere daha anladım ki ben evtipi bir kadın değilim. Beni bol bol işkadını sahasında meşgul etmek lazım. İş yerimden, işimden uzaklaşınca aklım durdu, elim ayağım paslandı. Hiçbir şeye yetişemeyen bir insan oldum. Sözüm ona bir dolu vaktim var! Ayol tatildeyim ya; ama ben sanırım tatilin de iş disiplini ile yapılanını özledim. Ne demekse?
Bak yine şikayet etme moduna geçtim. Ama elimde değil; çünkü şöööyle ağzımın suları akarak yazı yazmayı özledim.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca internete girebilme ve e-posta kutuma bakabilme şansım 3 kere oldu. O da zar zor. Ne gelen yorumları okuyabildim, ne cevap verebildim.
Ya da boşverin özeti mözeti, siz en iyisi aşağıdaki linki tıklayın ve Cengizhan’ın hikayesini yeni baştan okuyun. Bu hikaye, sağlıklı çocukları olan bizlerin ne kadar saçma sapan şeylere takıldığımızı suratımıza çarparken, çocuğunun herhangi bir sağlık sorunuyla uğraşan anne babalara da ümit veriyor.
Bu hikayedeki tek üzüntü veren şey ne biliyor musunuz? Ülkemizin ve insanlarımızın engelli vatandaşlarımız konusundaki ilgisizliği, duyarsızlığı ve acımasızlığı. Sistemin berbatlığı hatta yokluğu. Hükümetin sağlık, işsizlik ve engelli vatandaşlar konusundaki tutumsuzluğu, umursamazlığı ve akıllıca düşünülmüş ileriye dönük doğru düzgün bir planının olmaması; egoların savaşı; yapılacak doğru işlerin, kişisel sorunlar bahane edilerek engellenmesi. Tüm bunların sonucunda da, olanın bu işte hiçbir suçu olmayan masum çocuklara, ana-babalara ve insanlara olması!
Cengizhan’a iş bulmaya oldukça uzun zamandır uğraşıyoruz.
İstanbul’da, Matbaa Meslek Lisesi’nin Mezunlar Derneği Başkanı Sayın Soner Yalçınöz hakikaten inanılmaz destek oldu. Kendi dertlerini bir kenara bıraktılar Cengizhan için seferber oldular. McDonalds geçtiğimiz senelerde engelli çocuklara iş sağlanması amacıyla Beyaz Kelebekler diye bir proje yürütmüş. Ancak onlar bize İstanbul’da yer bulabildiler, o da Cengizhan için imkansızdı. Elma Yayınevi elinden geleni yapmayı denedi. Ankara Matbaacılar Odası Başkanı Hüseyin Gürbüz, Cengizhan ve ailesiyle bizzat görüştü ve olabilecek en uygun şartları araştırdı.
İnsanları etiketlemeler, sıfat takmalar, içeri tıkmalar, dava açmalar, yargısız infazlar, önyargılı insafsızlıklar...
Dürüstlüğüyle, ahlakıyla, erdemiyle, insanca, doğru bildiğini yapmaya, konuşmaya ve olmaya çalışan insanlara ne çok darbe vurulmaya çalışılıyor değil mi şu ara?
Doğru düzgün adam olmak giderek güç oldu.
Yılmaz Özdil Yumruk (2) yi yazınca, bir kere daha nutkum tutuldu. Kendime de çok kızdım. Ben neredeydim yahu dedim bunca zaman? Nasıl nasıl nasıl yalnız bırakırım Yılmaz Özdil’i dedim, nasıl bu kadar aptal olabilirim dedim kendime. Boş mu bulundum yoksa hayatın bal tarafından akayım çabası içerisinde kendimi mi kandırdım ben de... Daldım mı? Uyudum mu? Yoksa bana ihtiyacı mı var sanki diye mi düşündüm acaba? Ne kadar büyük bir yanılgı bu... Tam da içine düşülmemesi gereken cinsten hem de...
Koşa koşa geldiğim ülkemde, kendi insanıma, kendi toprağıma kendimi yabancı hissedeceğim de aklıma gelmezdi.
Ama oldu.
Bunu başardı bu ülke, bu insanlar, bu hükümet... herkes hep beraber biz siz elele başardık bunu. Bana da yuh olsun, sana da, ona da, hepimize yuhlar olsun.
Herkes herkesi eleştiriyor sözümona; ama eleştirdikleri her şeyi kendileri de yapıyorlar. İşine gelen kanunu kitabı işine geldiği gibi kullanmaktan memnun. Ama ne zamanki biri çıkıp "Olmaz, bu iş yanlış.” diyor, vur kafasına. Hakkını aramayacaksın, hep susacaksın. Ama sustuğun zaman da koyun diyorlar sana.
İnsan tatile çıkmadan tatile ihtiyacı olduğunu anlamıyor ya, anca anlıyorum bütün bir sene gebermiş olduğumu. Fiziksel yorgunluk, manevi yorgunluk, maddi yorgunluk; her türlü yorgunluk var üzerimde ve her ne varsa şimdi benden çıkmaya ihityacı var. Herkesi mutlu etmeye çabalamaktan, tam birilerinin derdini halledip öbürlerinin derdine tutulmaktan, hep iki arada kalmaktan yorgunum.
İnanılmaz bir çaba sarfediyorum aslında. Her şeye rağmen. Her türlü aksiliğe koşturmaya karşın ara vermeden yetişmek, çalışmak ve çözmek için. Bunu da hep iki dakika durduğumda farkediyorum.
Eskiden maceracı davranıyordum.
Geçtiğimiz haftadan beri, bir iyi olup bir ateşleniyoruz. Ben de iki çocuğum da. Tam defoldu şu meret diyorum, iki dakika sonra bir bakıyorum yanıyoruz. Eskiden olsa ölüyor olsam yazardım. Ama şimdi hayır diyorum.
Ama,
Kolumu kaldıracak halim gerçekten yok.
Affola.
Yonca
"hasta"
Gelse size söylese…
“Bebeği aldırmak istemiyorum!” dese.
“İlk yattığım çocuktan hamile kaldım!” dese…
Siz ne dersiniz?
Dünkü yazıma beni çok düşündüren yorumlar geldi. Yorumlar çok uzun ve detaylıydı. Fazlasıyla kişiye özellerdi. Aralarından seçmek zorunda kalmak istemezdim; ama hepsini yayınlamak mümkün değil. Ha mümkün ama okumazsınız. Sıkılırsınız. Hem çok ilgili, hem ilgisi çabuk dağılan insanlar olduğumuz da bir başka gerçek.
Yorumların birkaçı aslında birçoğunun da özeti gibiydi. Onları seçtim.
Eğitim konusunda uzun bir süre düşünelim istiyorum. Keşke... Yani...
Eğitimden kastım da, okulda alınan verilen eğitim değil. Bizim verdiğimiz, aldığımız aile eğitimi.