Yonca Tokbaş

Fikrim gelmedi desem…

29 Eylül 2010
Kabus gibi.

Eve geç gelebildim, sonra da olanlar oldu. Tıkandım.

 

Şirkette bir dolu olay oldu dün, üzüldüm. Bunaldım. Daraldım. Sorunu çözemedim.

 

İdmanı aksatma şansım yok, malum 17 Ekim’ e çok az kaldı, gittim 7km koştum. Hava öyle sıcak ve öyle nemliydi ki, kiloyla su döktüm. Hani sanki kafanızı fırının içine sokmuşsunuz gibi bir his, vıcık vıcık bir hava. Nefes alınca hava değil, su yutuyor insan.

 

Alev alev yandım.

Yazının Devamını Oku

Çalışan anne isyanda!

28 Eylül 2010
Dünkü yazım beni de, benim durumumda olan birçok anneyi de, yakından ilgilendirdi. Tıpkı bir önceki benzer yazımda olduğu gibi posta kutum doldu doldu taştı.

Derdimiz ortak ve çekmeyen bilmiyor. Kimse de halimizden anlamıyor. Çözüm de üreten yok.

 

En çok sisteme kızıyorum. Yani sistemsizliğe. Sonra da halden anlamayan kadınlara kızıyorum; kadın müdürlere, amirlere ve patronlara...

 

Ama kadınların kadınlara olan düşmanlığı konusundaki yazımı şimdilik erteliyorum.

 

Dünkü yazıma gelen yorumlardan seçmece yaptım.

Yazının Devamını Oku

Zor çok zor

23 Eylül 2010
Bu ülkede insan olmak zor. Hayvan olmak zor. Mutlu olmak zor.<br><br>Bu ülkede yazı yazmak zor. Yazmamak zor.

İyimser olmak; bunca mutsuzluk, olumsuzluk, riyakarlık ve kötü gidişata rağmen iyi niyetinle hala daha iyi olan bir şeylere tutunmaya çalışıp moral veren olmaya çabalamak da zor.

 

Düşünmek zor. Düşünmemek zor. Düşündüğünü söylemek zor.

 

İnsanları mutlu etmek, tatmin etmek, asla derman bulmak istemedikleri dertlerine çözüm bulmaya çalışmak da çok zor.

 

Zor dostum zor!

Yazının Devamını Oku

Fatmagül’ün suçu ne o da Ezel’e gelsin!

22 Eylül 2010
Olay olmak için kesin dizide rol almak lazım, kesin.<br><br>Gerçekten.

Eğer bir konuda anlatmak istediğiniz bir derdiniz varsa, kesin star olmanız lazım. Yoksa kendinizi parçalasanız bu memlekete tek kelime anlatamazsınız. Artık bundan eminim.

Star olmadığınız, bir dizide sıkı bir rolde oynamadığınız sürece ne olursa olsun, asla topluma bu kadar haber olamazsınız. Toplum da asla sizden bu kadar haberdar olamaz.

 

Niye olsun ki?

 

Bu bir bakıma, hayatımız dizi olmuş demek oluyor. Diziler de hayatımız.

 

Yazının Devamını Oku

Biz demokratik bir ülke değiliz

21 Eylül 2010
Diyelim ve bu gerçeği kabul edelim bitsin.

Demokratik olmak istiyoruz ama!

 

Ama ama ama...

 

Demokratik olmayı kim ister normalde?

 

Halk.

Yazının Devamını Oku

Pardon bi bakar mısınız?

16 Eylül 2010
....

Koş Yonca Koş 2. Sezon başladı dedim diyorum...

 

Koşu antremanlarım da başladı. Durmuyorum. Durmaya da niyetim yok. Yaz boyunca da durmadım.

 

Koşamadığım zaman yüzdüm. Yüzemediğim zaman yürüdüm. Yürüyemediğim zaman bahçıvanlık yaptım. Yalıkavak tepelerinde keçilere rakip oldum. Sabahın köründe site görevlilerinin yüreklerini hoplattım, o saatte uyanık kim varsa el salladım, selamlaştım. Koştum, koştum, koştum.

 

Tam 1 ay 1 gün sonra, 17 Ekim’de İstanbul’da, Avrasya koşusundayım. 15km koşuyor olacağım. Bugüne kadar en fazla 10km koşmuştum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Hırsla değil, sakinlikle yapıyorum. Amacımı seviyorum. Beni finişde bekleyen insanları görmeyi, çizgiyi geçip iki göz iki çeşme mutluluktan ve hazdan ağlamayı seviyorum. Spor yaparak bedenime, sağlığıma ve bir işe yaradığımı hissetmeyi seviyorum.

Yazının Devamını Oku

Yağmurun sesi…

15 Eylül 2010
İlk defa çocuklarımla İstanbul sokaklarındaydım geçtiğimiz hafta.

 

Tam Bayramdan önce, U2 konseri zamanında...

 

2 çocuğumla İstanbul sokaklarında bir sağa, bir sola yürüdüm. Köprüden geçtik hep beraber arabayla. “İşte burada koşacağım, bir uçtan diğer uca..” dedim onlara, gururla. O kadar heyecanlanıyorlar ki yardım amaçlı koşularımız hakkında, anlatamam size. Onlar da bizim gibi koşmak istiyorlar. Çok hoşuma gidiyor bu halleri.

 

Okuluma uğramayı da çok istiyordum; ama denk getiremedim. Zaten İstanbul’da günde bir tane iş halledersen, harikasın.  Unutmuşum o kaosu, bir günde yaşanan 4 mevsimi, trafik çılgınlığını, gürültüyü ve renk cümbüşünü. Hepsini yaşadım, çok da iyi geldi.

 

Hava ilk başta günlük güneşlikken birden yağmur indirdi. O sırada evdeydik. Yağmurun sesi birden sessizliği delince çocuklar sevinçten çıldırdı. Başladılar deli gibi koşturmaya, oralarını buralarını ıslatmaya. Hiç ses etmedik biz de.

Yazının Devamını Oku

Sezen Aksu olayı

14 Eylül 2010
Bugüne kadar bir ya da iki kere tüm yazılı geçmişim, tarihim, arşivim elimden gitti. Yazdığım, not aldığım, biriktirdiğim, fotoğrafladığım, belgelediğim her şey uçtu.

Perişan oldum bazılarını geri bulana kadar. Bulabildiklerimi buldum, gerisi sonsuza dek gitmiş oldu. Hala aklıma geldiğinde fena olurum. Sürekli bir sürü yedekleme yapıyorum o yüzden.

 

“Bir musibet bin nasihatten iyidir” ya, size yemin ederim ben de ancak o zaman anladım “yakılıp yok edilen tarih” dendiğinde neden bahsedildiğini. Kendi tarihim kül olup uçana kadar, bir insanın geçmişinin elinde olmamasının ne demek olduğunu hiç anlamamışım, hiç!

 

İşte yine o zaman anladım ki; insanın tarihinde her ne kadar utanç verici, rahatsız edici şeyler olsa da, ancak onlar elinde var olduğu sürece kendini yenileyebilir, hatalarını düzeltebilir, ders alabilir, verebilir, kendini eleştirebilir, utanabilir veya övünebilir.

 

O yüzden Hürriyet.com.tr nin arşivi bana hep güven verir mesela.

Yazının Devamını Oku