Paylaş
Eve geç gelebildim, sonra da olanlar oldu. Tıkandım.
Şirkette bir dolu olay oldu dün, üzüldüm. Bunaldım. Daraldım. Sorunu çözemedim.
İdmanı aksatma şansım yok, malum 17 Ekim’ e çok az kaldı, gittim 7km koştum. Hava öyle sıcak ve öyle nemliydi ki, kiloyla su döktüm. Hani sanki kafanızı fırının içine sokmuşsunuz gibi bir his, vıcık vıcık bir hava. Nefes alınca hava değil, su yutuyor insan.
Alev alev yandım.
Bir dolu şey düşündüm koşarken.
Bir dolu.
Eve geldim. Banyo yaptım.
Uyuyan çocuklarımı öptüm. Ben onları göremeden uyudular dün gece. Her şey her zaman tam olmuyor. Ama söyledim onlara, Avrasya’ ya kadar böyle. Sonra daha rahatız. Çok şükür anlıyorlar beni, destekler bu yaşlarında bana. Eğitim alamayan çocuk arkadaşlarına destek olacağımdan dolayı gururlular.
Bir şeyler yedim... ve bittim.
Bilgisayarı elime aldım, yazmak için.
Tık yok.
Fikrim gelmedi.
“Yalan mı söylemeliyim?” dedim, yoksa “Stokta bulunan yazılardan mı kullanmalıyım?”, veya veya... uydurmalı mıyım bir fikir sanki şu yazdıklarımı hiç yaşamamışım gibisinden...
Yooo... Bence hiçbiri.
Eşime söyledim; “Olmaz öyle şey Yonca, yazman lazım, ayıp!” dedi. Yüzüm kızardı. Yanaklarım yandı, saçlarımın dipleri terledi. Ama elim de fikrim de ikna olmadı. Eşim gitti yattı. Ben kaldım salonda bi başıma; tonlarca iç hesaplaşma ve düşünceler arasında.
Arafta...
Yazarız ama insanız işte.
Dosdoğru durum bu.
Fikrim gelmedi.
Yarın ola, hayrola.
Yonca
“neyseo”
Paylaş