Kadın karınsa dövme hakkın var…
Kızın çocuksa evlendirme hakkın var…
Kadın eline geçtiyse tecavüz etme hakkın var…
Kadın çocuksa rıza gösterdi diyerek tecavüzünü savunma hakkın var…
Kadın kuyruk salladı deyip taciz etme hakkın var...
Kadın aşık oldu diye töreye kurban verme hakkın var...
Anam ne çok hakkın var be!
Görüntüler ortada.
Ne zaman sorsam “Geri gidiyor dikkat!” diyen diyeneydi de.
Üstüme sinir geldi.
Ta oradan buraya ne diye işimizi zora sokar ki bu Mars, biz ona ne yaptık ki?
Mahvetti beni kaç haftadır.
Şu an kendimden başka her yerde hata arayabilirim. O yüzden Mars Hanım’ın gafletine uğradığımı ve onun yüzünden uzun zamandır kafamda kara bulutlar dolaştığını düşünmek acayip içimi rahatlatıyor.
Her neydiyse o tatsızlık öyle, sanırım şu an bir şeyler değişiyor, iyileşiyor.
Çünkü kara bulut göremiyorum ne tepemde, ne de içimde. Varsalar bile, kendileriyle başedebilme hissim geri geldi çok şükür.
Hayatım ya hormonal ya dönemsel duygu dengesizliği olarak iki parça şeklinde geçiyor.
Kurmaya çalıştım, çabaladım yani.
Denemek yapma yolunun yarısı değil mi hem?
Pek başarılı bir köprü olmadı. Ama denedikçe iyileşti, orası kesin.
Dalya Ayan bir deli Pilatesci. Benim Pilates örtmenim. J
Derslerimiz pilates olarak başlayıp felsefe, anatomi, psikoloji, derin psikiyatri ve en sonunda da terapi olarak maşallah oldukça kapsamlı geçiyor. Bazen benim yüzümden geçemiyor. Dalya sabırlı, çok şükür. Beni hala kovalamadı.
Durun hemen kaçmayın ama. Sizlere sıkıcı spor yazısı filan hazırlamadım bugün.
Aklımda başka şeyler var.
Dünkü yazımda, cümlelerin sonunda sayılar vardı.
Sıralı.
Hesaplı.
Hesaplı; çünkü bazen bir yazıyı “kişisel” olduğu için işe yaramaz, “köşeye konmaz” bulanlar ve bunu çok ağır şekilde eleştirenler oluyor.
Çok da trajikomik bir durum aslında. Birisi sürekli politika yazmanızı isterken, diğeri sürekli kendinizi yazmanızı istiyor. Kimisi yazı siparişi veriyor.
Kalbimizi değil istekleri dinlesek, bilmiyorum o zaman adımız ne olur.
Du.
İnsanoğlu, yani yazargil de bi acayip. Hem umursamıyorum diyor, hem de gayet umursuyor.
Sabaha kadar uyuyamadım(dı).
Dün ve önceki gün bu köşede okuduğunuz muhtelif düşünceler yüzünden. (1)
Yatakta sağa sola dönmekten sıkılıp dikildim ayağa, azıcık bi şeyler okudum, bari. Ezan okununca fırladım giyindim.
Takım-ceket. Filan.
Toplantı vardı. Böyyük böyyük patronlar gelecekti. Birbirimize onbininci kere aynı şeyleri anlatıp ilk defa duyarmışcasına sorgulayacaktık.
Kurumsal gülücükler atıp hatasız konuşmalar yapacaktık. (2)
Resmi.
Toplantısal bi halde olmasam da garip bi şekilde iyiydim nedense.
Dün “Sevdiğin şeyi yapmak…” diye bir yazı yazdım Kelebek’de.
Çok da zor yazdım aslında o yazıyı.
İnsan bazen yarasına dokunmak, acıtmak istemiyor.
Ama yaptım.
Yazdım.
Canım da acıdı. Lanet olsun hala da acıyor.
(“No pain no gain!” demişler, acı yoksa kazanç da yok gibi...)
Öyle çok yorum geldi ki ben gibi olduğunu, aynen benim gibi hissettiğini söyleyen; samimiyetle göz yaşı içinde nasıl köşeye sıkıştığını anlatan, ben de okurken bin beter oldum,tabi.
Ne çok işimiz varmış ne çoook... Ne bitmez tükenmez işmiş bu annelik!
Tam “Nefes alır mıyım acaba azıcık?” dediğin yerde cart okul başlıyor.
Okula yollayacaksın, okulda toplantı olacak, katılacaksın, veliler ve hocalar toplanacak, konuşacak, tartışacak, eve ödevler gelecek, onlar yapılacak, sınava hazırlanılacak, çok çalışılacak, projeler olacak, onlar bi şekil yapılacak, sınava girilecek, kazanılacak.
Daha bunun üniversetisi, tezi var, mazallah çocuk akıllı ve inek çıkar da iş uzarsa bir de, doktorası var!
Aman aman aman!
Ya da olmadı, küt diye karşısına biri çıkacak, aşık olacak, gidecek.
Bakalım hayatının işini-parasını-eşini bulacak mı da bu cefalar bir şeye değecek...
Ay of bilmiyorum.
Çünkü moralimiz bozulur.
Yani benim ruh halim size geçerse, hele de zaten sağımız solumuz bunca berbat haberle doluyken, bir de benim bu ruh halim size geçerse, sonuç felaket olur bence.
Üstelik her okuduğum şeyden sıkılır oldum. Ya sürekli kızıyorum, ya sürekli fenalaşıyorum. Hiçbir şey okuyasım kalmadı.
Eğer ben böyleysem, kimbilir siz ne durumdasınız?
İyi misiniz acaba?
İyi olmamız lazım.
Benim de burada kendimce kendime verdiğim bir misyon var.
O da şu: sizlere iyi şeyler, umut veren şeyleri hatırlatmak ve yazmak. Kötü şeyleri yeterince sabahtan akşama kadar, okuyor, konuşuyor, tartışıyor ve yaşıyoruz nasıl olsa maşallah.