Paylaş
Dün “Sevdiğin şeyi yapmak…” diye bir yazı yazdım Kelebek’de.
Çok da zor yazdım aslında o yazıyı.
İnsan bazen yarasına dokunmak, acıtmak istemiyor.
Ama yaptım.
Yazdım.
Canım da acıdı. Lanet olsun hala da acıyor.
(“No pain no gain!” demişler, acı yoksa kazanç da yok gibi...)
Öyle çok yorum geldi ki ben gibi olduğunu, aynen benim gibi hissettiğini söyleyen; samimiyetle göz yaşı içinde nasıl köşeye sıkıştığını anlatan, ben de okurken bin beter oldum,tabi.
Hayatımda ilk defa kendimi yalnız hissetmediğim için kötü hissettim.
“Keşke...” dedim, “Keşke bi tek ben böyle hissediyor olsaydım!”, yani işimden hoşnutsuz ve nankörmüşüm gibi...
Meğer ne çokmuşuz biz “sevdiği şeyi yapamayanlar”.
Bu işte bi gariplik olmalı kesin.
Kesin bi gariplik var.
Eğer bu kadar çok insan, yaptığından mutlu değil ve çaresizse, seçimlerinde özgür değil ve de huzursuzsa, tabi herkes gergin ve sinirli ve depresyonda olur. Her yerimize dolanmış bu his, ailemizden çocuklarımıza kadar her şeyimize yansımış bir şekilde.
Bana gelen yorumlardan cımbızla cümleler, paragraflar seçtim...
Çok etkilendiğim onlardan.
İçime işledikleri gibi, aslında düşünüp de diyemediğim kısmını da dile getirdiler.
Buyrun okuyun.
Deşarj gibi. Detoks gibi. Arı kovanına çomak sokmak gibi.
Bir de kafa yorun. Yoralım yani...
Sevdiğimiz şeyi yapacak cesaretimiz nerede gizli?
Neden onu oradan bir türlü çıkaramadık gitti?
Belki de o doğru zaman geliyordur,
Ve bu sancı ve acı onun öncüsüdür.
Ne belli?
Yonca
“korkak”
Sizden bana... Anonim...
İşimi severek yapmadığım kesin. 24 yıldır her gün ayaklarım geri gidiyor. Ama bu dünyada severek yapacağım işi de bulabilmiş değilim henüz. Bir çıkış, bir yol, bir işaret bekliyorum.
Umarım bulurum...
* * *
Henüz 3,5 yıllık bir tecrübem olmasına karşın kendimi 20 yıldır çalışıyormuşçasına yorgun ve tükenmiş hissediyorum. Her gün ilkokula giden çocuklar gibi yalvarıyorum eşime: "işe gitmek istemiyorum" diye. Ama mecburiyetten, şartlar elimi kolumu bağladığından bu işe katlanmak zorunda kalıyorum. Gün boyu yaşadığım sinir harbini akşam eşime anlatıyorum ve sanırım artık sıkıldı bu durumdan.
Okul arkadaşlarıma, çevreme baktığımda bir şekilde işlerinden memnun olduklarını, en azından benim gibi azap çekmediklerini görünce imreniyorum.
Sanırım, doğru işi bumak bir şans. Aslında daha kendimizi tanımadan yaptığımız okul tercihleri ile baştan kaybedebiliyoruz.
Becerime göre değil, puanıma göre seçtiğim bölüm, çıkmaz bir sokak oldu benim iş hayatımda.
O yüzden sevdiği bir işte çalışıyorsa, yılbaşı büyük ikramiyesini kazanmış varsaymalı insan kendini...
* * *
Lise 1'de yatağa gitmeden dua ederdim: “Allah'ım ileride çok sevdiğim bir işim olsun.” diye. Aradan yıllar geçti; ama ben o sevdiğim şeyi yapamadım. Nedenler niçinler nasıllar çok, psikolojik temeli de karışık.
Anneme anlattım derdimi, “Kim istediği işi yapıyor ki?” dedi bana. “Buna mı takıyorsun?” dedi. “Kızım dünyada ne hastalıklar var, ne dertler var. Otur kendi haline şükret!” dedi.
Ve ben hep kendimi suçlu hissettim.
Panik atak oldum.
Ben: “Nedeni bu..” dedim, anlatamadım derdimi. Bundan panik atak olunmaz dendi. Kendi kendime bundan olunmaz dedim.
Şu hayatta yaşadığımız her şeyin bir nedeni var. Geleni kabullenmek, değiştirebiliceklerini değiştirebilmek en büyük özgürlük olsa gerek.
Bir dua var çok severim: "ALLAH'ım bana değiştirebileceğim şeyleri değiştirebilmek için kuvvet, değiştiremeyeceklerim için ise sabır ver." diye.
Ben ileride mutlu olacağım bir anı bekleyerek yaşamak istemiyorum.
Ben şimdi mutlu olup geleceğe umut ve huzurla bakmak istiyorum.
* * *
Bir insanın sevmediği işte çalışması, gününün çoğunu geçirmek istemediği bir yerde geçirmesi, hayatının çoğunu istemediği yerde harcaması... ne büyük bir travma!
“Ayrıl git!” demek, bekara karı boşamak gibi.
Kolay.
* * *
"Sevdiğin şeyi yapmak " hayattaki belki de en önemli şey. Ömrümüz işle ve işte geçiyor ve sevmezseniz eziyet oluyor ve inanın erken yaşlanıp hasta oluyorsunuz.
Hayatta 30 yılım geride kaldı ve ben dönüp baktıgımda; şunu da çok istiyordum yaptım diyebilecegim bir şey hatırlamıyorum.
Ne gerekiyorsa, şartlar nasılsa hep böyle davrandım ve öyle yaşadım.
Zeytin ağaçlarının gölgesinde, mutlu, çoşkulu bir hayat geçirmeniz dilegiyle...
* * *
Ben hep konservatuarda okumak istemiştim, hangi dalı olursa olsun. Ama “meşhur olamazsan parasızlık çekersin” dediler. O zaman çok para da var, endüstriyel tasarım okuyayım dedim, ona da puanım yetmedi. E madem çok makbul bir meslek olsun, pek çok alanda iş bulabileyim dedim ve iktisat okudum. Bir işletmeci kadar yönetici sıfatlı, bir matematikçi kadar iyi hesap yaptırdığı için. Ama işte bu kadar “genel” bir branş olunca da rahat iş bulamıyorsun. Başta burun kıvırdığım yerde buldum kendimi.
Şikayetçiyim. Sürekli.
Bu kadar şikayetçi olmama rağmen, ne yeni bir şeyler bulmak için yeterince çaba sarf ediyorum, ne de yeni bir ortama alışacak, hali hazırdaki rahatlıklarımdan vazgeçebilecek kadar da cesaretli görüyorum kendimi.
Ve işte en çok böyle zamanlada kendimden nefret ediyorum!
* * *
Keşke hep özgür olarak sevdiğimiz şeylerle ilgilenmiş olsaydık.
Düşüncesi bile insanın yüzüne güzel bir tebessüm yayıyor...
Dilerim hepimiz için güzel günler yakındır. Özgür, bahçemizde çiçekler, meyveler, zeytinler yetiştirmek dileğiyle...
* * *
Ben sevdiğim şeyi yapma yoluna koyuldum.
7 sene yabancı şirketlerde ürün müdürlüğü yaptıktan sonra (her gün baban gibi gidiyordum işe, mutsuz, isteksiz) ve bu stresin hediyesi boyun fıtığıyla yüzleşince vazgeçtim.
İşi bırakıp çocukluk hayalimin peşine düştüm.
Aşçılık okuluna gidip aşçı oldum.
Dediğin gibi çevre baskısıyla, maddi koşullarla yüzleşmek çok zor oldu. Hep bir panik hali, yanlış mı yapıyorum, 7 yılda yaptığım kariyeri çöpe atıyorum, bir süre para kazanamayacağım, nasıl olacak... bunların hepsi kemirdi beni.
Bir de anneannemin kaybı üstüne gelince ve bu endişelerle birleşince hooop geldi depresyon!
Ama hepsi geçiyor. Hakikaten Allah insana kaldıramayacağı yükü vermiyor, sadece bu hayatta çıkışlar kadar inişler olduğunu da öğretiyor zaman.
Şimdi kendi internet sitem var www.misafirgeliyor.com oradan yemek satıyorum, davetler için.
Ayrıca da eğitmen şefim artık, çocuklara pizza dersi veriyor ve çok eğleniyorum.
Hatta dünkü dersimde 22 çocukla enfes pizzalar yaptıktan sonra tam fırındaki pizzaları kontrol ederken arkamdan bana sımsıkı sarılan bir öğrenci o kadar mutlu etti ki beni, kendi kendime "Oh!” dedim, “Allah’ım sen utandırmadın, keyifle istediğim şeyi yapıyorum,teşekkür ederim!"
Eskisi kadar çok para kazanmıyorum ama, hem çocuğuma daha çok zaman ayırıyorum hem sevdiğim işi yapıyorum, darısı tüm isteyenlerin başına.
Umarım sen annenden daha da iyi hisseder, seni hep mutluluktan ağlatacak kadar güzel seçimler yaparsın.
....
Amin, amin, amin dedim bu son satırları okurken...
O kadar mesajın içinde bir tek bu vardı: BEN YAPTIM diyen..
Ümit verdi bana birden.
Sevdiği işi yapmak için kıvranan herkese, cesaret ve metanet diliyorum.
Ha gayret.
Hepimize.
Yonca
“düşüncelerde”
Paylaş