Bir “kırmızı ruj” yazısı yazdım ya mesela... ay ay ay!
Ben bir şeyi yazarken hiç böyle şeyleri hissettirip böyle şeyleri düşündürtebileceğini düşünmediğimden, şaşırıyorum.
Allah ne verdiyse yazıyorum çünkü.
Düşünmeden.
Kimi zaman çok düşünüyorum, bi işe yaramıyor.
Çok düşündüm mü olmadığı oluyor.
Ama o yazı mesela; o hiç düşünmeden yazdığım yazıdan sonra, bir sürü farklı farklı kadından “kırmızı ruj ihtilali” kokusu çıkmaya başladı.
Nereye dönsem birisi sanki kırmızı rujunu gösterip göz kırpıyor bana.
YONCA TOKBAŞ'IN DUBAI EYE'DAKİ CANLI YAYIN FOTOĞRAFLARI
Bunlardan biri de “Radyo Olayı” oldu.
Böyle şeyleri ne kadar sevdiğimi ve böyle şeylere ne kadar heyecanlandığımı görünce bir garip oluyorum.
Ben bunca sene, gerçekten sevdiğim şeyi yapabileceğim yeri ve imkanı bulamadığım için, şu an feci bir açlıkla bulduğum anda onlara saldırma halindeyim.
Hayatımda ilk defa bir Radyo’ya Canlı yayında, hem de en sıcak saatinde konuk oldum. Sanki doktora tezine hazırlandım yani, öyle bir heyecan ve ter bastı öncesinde beni.
“Dubai Eye 103.8 Haber. Sohbet. Spor.” olarak kendini tanımlayan bir radyo istasyonu. İlginç konularda ilginç kişileri bulup çıkarıp sohbet ediyorlar. Müzik yok. Ama inanılmaz çok takipçisi, dinleyicisi var.
Kızımın yeni okulu Wellington International School’un içinde meğer bir radyo istasyonu kuruluymuş. Amaçları, öğrencilere “Medya” derslerinde harbi uygulamalı eğitim vermekmiş. Okulda gün boyunca canlı yayın yaparak tecrübe edinip, ayda bir kere de Dubai Eye’da bütün Birleşik Arap Emirlikleri’nin ve hatta dünyanın karşısına çıkıyorlar.
Gerçekten büyük sorumluluk. Hele de bu bölge, yani Körfez ülkeleri söz konusu olunca, sorumluluk daha da büyük. Çünkü belli konular cıs! Konuşamazsınız. Yanlış bir kelime edemezsiniz vesaire... Mesela Dubai’yi veya Emirlikleri eleştiremezsiniz.
Ya da belki artık inmişimdir.
Acaba saat kaçta okuyorsunuz beni?
Neyse.
Sabah errrkenden bindim, İstanbul’a geliyorum.
Geldim gibi yani...
Ama ne heyecanla geliyorum of of of!
Uçarak değil mübarek, ADIM ADIM koşarak geliyorum sanki.
Bir sürü, ama bir sürü çok uzun ve sivri ve bedeni sepsert ve diri kalemim var.
Kimisi kalın kimisi ince.
Kimisinin üstü parlak ve kaygan, kimisinin ki sert ve pürüzlü.
Her dokunuş bir tüy ürpertme...
Ter bastı birden her yerime!
Çünkü bazıları bir de utanmadan pembe ve kırmızılardı ve de mürekkeplerinin o yağlı görüntüsü ile insanı feci baştan çıkarıyorlardı.
Bildiğin müstehcen ve davetkarlardı.
Aldım kalemleri acele çekmeceye attım.
Çünkü gerçekten çok ilginç duygularmış.
Vay anasını!
Hayır ben daha önce de çok istifa ettim ama, bu bi başka oldu şahsen.
Efsane!
Şu an hala daha istifa etmiş olduğum şirketimde devirteslim modunda olduğumdan olay tamamen kopunca yazacağım ama.
Bazı haftalar inanılmaz büyük bir gazla, konulardan konu seçme sıkıntısı içinde, neyi daha önce yazacağımı şaşırmış bir şekilde yazıyorum.
Hatta bazen aynı gün 2-3 yazı yazacak kadar fikrim, enerjim, isteğim, hayalim, kelimelerim oluyor.
Yazmalara doyamıyorum.
Ama...
Bir gün geliyor, kimi zaman nedensizce, kimi zaman da gerçekten işten güçten ondan bundan tükenmişlik hissiyle kafamda bir sürü şey olmasına rağmen ekran bana bakıyor ben ekrana ve iki kelimeyi biraraya getiremiyorum.
Bu son yazdığım olay feci bir şey.
(Dilekçemin tam burasında mesela kafamda Bülent Ersoy çalmaya başladı;
Düşünüyorum da, aslında ne çok güzel arkadaşım var...
Şanslı kulum.
Kaprislerimi, salaklıklarımı, ayıplarımı, hıyarlıklarımı, gereksiz yere yaptığım ani ve saçma sapan çıkışlarımı... her şeyimi hoşgören arkadaşlarım var.
Yeri gelince, kendime getiriyorlar beni tatlı tatlı.
Yüzüm kızarıyor büyüklükleri karşısında.
Yılbaşı gecesi bir başka dünya tatlısı ve “the organize işkadını” arkadaşım Merve ve Korhan’larda toplandıktan sonra her şey için teşekkür eden güzel bir mail göndermiş Aylin hepimize; ve ardından çok çok uzun zamandır unutmaya yüz tuttuğum bir Borges şiirini yollamış.
Şiiri okudum.
Bi daha okudum.
İnsanın içini zıplatan, umutlara boğan, neşe veren, güç veren, gaz veren, kendine güven getiren, yılma sakın dedirten, rol model olan insanlarla tanışıyorum.
Benim içine düştüğüm sihirli kazan da bu işte!
“Muhteşem insanlarla tanışırsan muhteşem şeyler başına gelir kazanı”na düştüm ben.
Bu insanların birçoğu ile asla yüzyüze gelme şansım yok.
Çünkü onlar benim okurlarım.
Onlar sizsiniz yani!
Kimisiyle, yani kiminizle, tanıştığımın farkında olmadığım oldu. Kiminiz ile tesadüfen 5 dakika görüştüm. Görüşmüşüm yani...
Yani bir şekilde sizlerle garip bir tanışıklığım var.