Öyle delirmiş durumdaki, ne attığı tekme tokat, ne fırlattığı şişeler, ne üzerinde söndürdüğü sigaralar bu gece hızını kesmeyecek…
Bu gece işi bitirecek.
Kadın, o anı çok iyi biliyor aslında.
Biliyor ama çaresiz.
Bekliyor.
Sonunu, bekliyor.
Cinnet geçirip adamı öldürse belki sözümona “kurtulacak” ama, ona bile gücü kalmamış ki. Ölse de kurtulsa...
Bitse bu işkence hani...
En önce kendimi düşündüm.
Hangi dizileri seyrettiğimi.
Fatmagül’ün suçu ne? seyretmeden bir Perşembe geçiremiyorum.
Kuzey Güney ve ÖBGZK kaçırmamak için uğraştığım iki dizi.
Bu üç dizinin üçünde de şiddet var.
Hele Fatmagül ve ÖBGZK’da kadına yönelik şiddetin alasını yaşıyoruz bir yıldır. Sürekli kendimle hesaplaşıyorum bu yüzden.
“Yahu Yonca sen nasıl insansın ki, bu dizileri seyrederken kendinden geçiyorsun!” diyorum kendime.
O kadınların dramı sanki benim dramım.
Bi şeyler olurken yaşayıverip geçtiğin,
Unutarak devam ettiğin…
Kızımın benimle, babasıyla, kardeşiyle, hayatla, ergenliğe girişle, arkadaşlarıyla, okulla, evle, odasıyla; ne bileyim bazen okul çantası veya şortuyla bir sorunu oluyor. Çocuk işte…
Gözlerinden pıtır pıtır yaşlar süzülüyor.
Bazen haklı.
Bazen haksız.
Bazen haklı veya haksız olması gerekmiyor. O an öyle hissediyor, ertesi gün başka türlü…
Değişen, gelişen bir şey olmadı.
Anlaşılan değişeceği de yok.
Belki de yeterince yazamadık, o yüzden.
Sıranın kime geleceğini bilmeden, bilemeden susuyoruz.
Sinmişiz daha başımıza gelenler gelemeden.
Çünkü aslında, sözkonusu insanın kendine özel, kişiye özel, telefon konuşmaları olunca, biliyoruz ki hepimiz Allah ne verdiyse konuşmuşuzdur.
Midem giderek daha fazla bulanıyor bu durumdan. Sürekli birilerinin başı “yandırılıyor”.
Mesela bir gün dünyanın en acayip işkadını gibiyim.
Öyleyim de.
Bayılıyorum o halime.
Pek havalıyım o halimle açıkçası.
Ama ertesi gün mesela, zerre kadar çalışasım yok. Bırakın işkadınlığını filan, evkadını da olamam o halde. Sadece oturmak ve dizi izlemek ve hatta onu bile yapmadan uyumak, bön bön bakınmak filan istiyorum.
Hiçbir sorumluluk alasım yok.
Hiç mi hiç hem de.
Yazarların, bazen okudukları bir şey, bazen başlarına gelen bir şey, bazen duydukları bir şey, bazen de bilemedikleri bir şey yüzünden tıkandıkları olur.
Yani benim oluyor.
Dün kendi çapımda zor bir gün geçirdim.
Olan çocuklarıma oldu. Kocama oldu.
Bütün hıncımı haksızca onlardan çıkardım. Ya da çıkarmadım belki ama bana şu anda öyle geliyor.
Oluyor bazen böyle.
Hiçbiri elle tutulur bahane değil biliyorum. Ama gerçek bu işte.
Bir de ne yalan söyleyeyim, deliler gibi 16 Ekim’deki Avrasya koşusuna kitlendim. Sürekli antrenman yapmayı düşünüyorum. Sanki kalan her şey gereksizmiş gibi geliyor zaman azaldıkça.
Dün, tam da tüm engellere rağmen bir sürü şey yapmayı başaranları düşünürken geldi bana ve yine düşüncelere daldım.
Yalan yanlış hikaye fasa fiso filan demeden okuduysanız da, bi kere daha okuyun lütfen.
Anlatılan şey bizi çok yakından ilgilendiriyor.
Çok yakından.
Nereye çekerseniz çekin, bizdeki temel bir eksiklikle alakalı bu hikayede anlatılan...
Bulun bakalım hangisi?
Yonca
Masum insanların; anne, baba, çocuk, bebek…
Hiçbir canlının haince öldürülmediği...
Ve üzüntüyle yazılan hiçbir yazının yaza yaza bir yere varamadığı için çaresizlikten klişeleşemediği günlere...
Özlemle...
Yonca
“boş”