Antalya’dan dönüyoruz.
Tam bir göçebe haldeyiz.
Koşudan beri gözümü kırpmadım ayağımı uzatmadım dizime buz yapmadım derin bir nefes alıp şöyle bir soluklanmadım. Ama çok mutluyum!
Hatta mutluluktan patlar mıyım acaba diye düşünüyorum.
Her şeyi yarına yetiştirmeye çalışıyorum. Du.
Ol(a)madı.
Yok böyle bir hızlı hayat...
Affedin.
Ama çaldığım kitap neydi yazmadım. Tahmin edin istedim.
Tahminleriniz aslında bir bakıma bana benim hakkımda nasıl bir hisse kapıldığınıza dair çok güzel fikirler verdi. Belki de ben öyle algılamak istedim.
Tahminlerinize bayıldım.
Ayıptır söylemesi bir de meğer ne çok kitap hırsızı varmış. Bu kadar kalabalık olduğumuzu bileydim, yıllar evvel yazar, hem sizi hem kendimi rahatlatırdım.
Hatta klübünü kurardık hep birlikte belki.
Çaldığım kitaba dair tahminler şunlardı bakın ne kadar ilginç:
1- Nihan K.’nın tahmini: “J. D. Salinger’ın kitaplarından biri olmalı Yonca; Çavdar tarlasında çocuklar, Franny and Zooey, veya Dokuz öykü. Kesin bunlardan biri!”
Eskiden insanları uyarmazdım, direk çalardım. Ama bir gün kitap hırsızlığım tescillenince; açıklamak durumunda kaldım. “Bana dikkat edin!” dedim.
(Ama ne kadar dikkat ederseniz edin valla, ruhunuz duymaz. Çalarım.
Çaldığım kitabın içine; kimden nerede çaldığımı, neden çaldığımı da yazıyorum artık.
Kendimi geliştirdim.)
Ama, Üniversite Kütüphane’sinden kitap çalarken yakalanıp da, kurul tarafından 1 ay okuldan uzaklaştırma ile cezalandırılınca, feci travma yaşadım.
Çok korktum. Annemlere söyleyemedim. Rezil oldum.
Utanmadan kendimi savunmuştum ama! Kuruldakilerin ağzı açık kalmıştı kitabı çalma nedenim olarak:
“Bu kitabı çaldım çünkü; bugüne kadar kimsenin onu okumamış, bir kere bile almamış olması beni çok üzdü. Değerini anlamamışlar gibi geldi. Ben onu o kadar seviyorum ki, iyi bakarım ve hakettiği değeri veririm diye düşündüm!” demiş, hatta bunu yazılı da beyan etmiştim.
Millet evde mışıl mışıl uyurken ben kalkıyorum.
Deli miyim neyim?
Evet.
Çöldeki deli benim.
Millet uyurken uyanıp çıkıp gidip ne yapacaksam yapıp geliyorum ya, benden mutlusu yok. Hem kimseye zararım olmuyor, hem kimseden -özellikle de çocuklarımdan- vakit çalmamış oluyorum.
Kimse karışamıyor bana, ya da benim adıma bahane üretemiyor.
Benim saatim o saat.
Ben saatim...
Ece Temelkuran yazdı.
Malum Ece yazamaz hale geldi.
Pardon, “getirildi”.
*
Kitabı “Kayda Geçsin” yeni, bu ay çıktı. Size kitabın başından bazı alıntılar yaptım. Yani bugün köşemi, Ece’ye ve kitabından alıntılara verdim.
Aklınıza benim aklıma gelebilmiş olduğunu düşündüğünüz tüm küfürleri saydım, bilin.
Daha da doyamadım. Hala sövüyorum.
Ne işe yarayacaksa... küfürüme bile değmezler ki!
Videoyu seyretmedim. Haberin başlığı bana yetti.
İçim çekildi!
Kusura bakmayın ama bu ülkede, aciz ve zararsız bir hayvana zarar verebilen insanlar olduğu sürece, bir bebeğe zarar verebilen insanlar da olacak.
Yani şiddet ilk önce insana uygulanarak başlamıyor.
İnsan ilk önce, çocukluktan daha, kendinden aciz olan hayvana şiddet uygulayarak bu işe başlıyor.
Hatta önyargısızlığımla pek övünürdüm.
Meğer çok küçükmüşüm ve burnum Kaf Dağı’ndaymış. Kendime şöyle bir ciddi bakmamışım. Pek kolay atıp tutup sağa sola çakmışım. Ne çok önyargım varmış, ne çok şeyi hiç bilmeden sürekli bir fikir ve yargı edinmişim, farkettikçe kendime hayret ettim.
Tanıdığım tanımadığım insanlar ve hayatlar hakkında hep önyargılarım varmış, evet. Hem de kocaman kocaman, derin mi derin. Üstelik hep kulaktan dolma sığ sohbetlerden olma.
Hani ne oldu da bunların farkında olur oldum derseniz, kesin cevap veremem. Bazen okuduğum bir yazı, bazen şahit olduğum bir olay veya hakkında önyargılarım olan şeyle karşılaştığımda girdiğim şokla, kızaran yüzümle farkeder oldum galiba.
Bu önyargı meselesi bir hastalık. Çok basit şeylerle başlıyor, sizi üzerinde durmadıkça çok önemli şeylere kadar ilerleyip hayatınızı örümcek ağlarıyla kaplıyor. Net göremez oluyorsunuz bir sürü şeyi.
İnsanın bu konuda tedavi filan alması gerekibiliyor şiddet ve boyutuna göre bence.
Tam da bununla ilgili haaarika bir proje geldi önüme.
Anksiyete ve özeleştiri yazımdan sonra gelen yorumlar beni bir dibe, bir güneye, bir kuzeye, bir batıya, bir doğuya, bir tepeye savurdu.
Bir okurum bana pes etmememi söylemiş.
Yok pes etmedim. Etmeye niyetim yok zaten.
Ama çok, gerçekten çok gerildim.
Gerilmişim yani. Bir sürü şey üstüste geldi. Hani olur ya...
Bana yazdıklarınızı okurken sürekli şükrettim. Şükrettim çünkü eleştirileriniz de yorumlarınız da o kadar içten ve bir o kadar mahrem ki!
Gerçekten şanslıyım. Beni bu kadar çok anlayan ve hala destek vermek için çabalayan, ta içinden geleni güvenerek bana yazan kocaman bir okur/ailem var.
Zor bir süreçten geçtiğimi kabul etmeye ve kendimi telkin ederek, problemleri küçük küçük halletmeye karar verdim.