Kayda Geçsin

Bugün burada okuyacaklarınızı ben yazmadım.

Haberin Devamı

Ece Temelkuran yazdı.
Malum Ece yazamaz hale geldi.
Pardon, “getirildi”.

*

Kitabı “Kayda Geçsin” yeni, bu ay çıktı. Size kitabın başından bazı alıntılar yaptım. Yani bugün köşemi, Ece’ye ve kitabından alıntılara verdim.

Alıntılarımı Ece’den izinsiz yaptığım için özür dilerim. Ama paylaşmanın önemli olduğunu düşünüyorum.

Alıntılarla yetinmeyip kitabın tamamını okumanızı öneririm.

Öneririm ki,

Kayda Geçsin.

Yonca
“kayıt anı”

* * *

“Tuhaf zamanlardan geçiyoruz…



Bize gereken şey bu: Büyük tanışma!



Çoğumuz çoğumuz hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bilmemeye, görmemeye, yok saymaya yemin etmişler bir kenara dursun.



Konuşmak insanların ekranlarda birbirine bağırması değildir.



“Samimiyet moda olduğundan beri cahiliyet meşrulaştı” diyor yazar Umut Sarıkaya. Samimiyet adı altında üslupsuzlaşan “polemik hezeyanı” bir süredir konuşmak, diyalog kurmak sanılıyor. Polemiğin “samimi cehaleti” ise işimizi daha beter zorlaştırıyor. Her kesim, kendini ne olmadığı üzerinden tarif etmek zorunda kalıyor.



Tanışmamızı engelleyen bir başka mesele ise hep birbirimizi “çıldırma” anında görüyor, birbirimize o zaman bakıyor olmamız. Atatürkçüler darbecilikle suçlanmaktan öfkelenmişken, İslamcılar depremde yıkılan Kuran kursunda ölen çocuğunun hakkını aramazken, Aleviler çalıştaylara karşı kavga ederken ve Kürt çocuklar taş atarken… kameralar tam o anda bize dönüyor ve kendimizi, Türkiye’yi o anda görüyoruz: Hep kavga ederken. Bu da ülkenin kendiyle ilgili bir kanaat oluşturmasına neden oluyor: “Biz birlikte yaşayamıyoruz!”

Televizyonlarda kimse Atatürkçü bir kadının Ramazan Bayramı’nda evinde yaptığı baklavayı, okuduğu Yasin’i anlatamıyor. İslami kesimden bir genç başı açık kızlarla “çıkmayı” nasıl istediğini… Ermenilerin de bu ülkede biraz Müslüman gibi yaşadığını, Kürtlerin dünya üzerinde Türklere en çok benzeyen halk olduğunu….



Niye birbirimizden saklanıyoruz?

Farklılıklarımızdan korkuyoruz. Ama bu, meselenin sadece bir tarafı. Esasında korktuğumuz başka bir şey daha var: Benzerliklerimiz!

Kendimizi “ötekinden” ayırmak için onunla olan benzerliğimizi reddediyoruz. Biz aslında benzerliklerimizin ortaya çıkmasından da korkuyoruz.

Ya birbirimize hepten karışırsak!



Toplumların psikiyatrisiyle ilgilenen Arno Gruen Demokrasi Mücadelesi (Çitlembik Yayınları, İstanbul, 2010) kitabında şöyle diyor: “[Birbirimizi] anlamak, ancak çocukluk acılarımızı yok saymamakla mümkün olur. Bu önkoşul yerine gelmedikçe “anlamak” ancak ardında kibir ve küçümsemenin gizlendiği bir anlayışlı olma pozundan ibaret kalır.



Oysa yapmamız gereken, hoşgörünün yerine serinkanlı ve samimi bir tanışmayı geçirmek. Sakin olup, sadece bir parçamızı değil, bütünümüzü gösteren bir aynaya bakmak!

Üstelik sadece yaralarımızı değil sevinçlerimizi, neşemizi, dostça selamımızı da görmeliyiz aynada.

Hiçbirimiz yaralardan ve korkulardan ibaret değiliz nasılsa.

Bir tür “derin barış imkanı” da var bu memleketin hamurunda.

Olmalı.”

Ece TEMELKURAN
Kayda Geçsin, Everest Yayınları, İstanbul, 2012

Yazarın Tüm Yazıları