Öyle böyle değil hem de!
40 derece ateşle yanarken bile dans dersinden vazgeçmek istemiyor. Dersler yetmiyor her daim sürekli her boş bulduğu anda dans ediyor.
Aslında halimizi görseniz kafayı yersiniz.
Sürekli, aynı müziğin aynı kısmı, aralıksız -artık bilmiyorum kaç kere- başa alınıyor, rutin yapılıyor. Ve bu saatlerce, günlerce, aylarca devam ediyor.
Olana kadar bi daha, bi daha, bi daha.
Bu arada ben bakıyorum, kardeşi bakıyor, babası bakıyor, Ginger Bey havlıyor ve herkes yorum yapıyor. Bayağı bir olay yani.
Baktık çocuk ciddi, ilk önce salonu öyle bir düzenledik ki, T şeklinde boş bir dans alanı oldu. Odasının bir duvarını ayna kapladık. Boydan boya da bar gibi tutunacağı bir şey yaptık ki bale ne gerektiriyorsa yapabilsin diye.
Bütün bunlar için İç Mimar arkadaşlarım Meltem Okvuran ve Tuba Örüklü sağolsun, bana akıl verip kılavuzluk yaptılar. Benim aylarca beceremediğim şeyi, şıpadanak çözdüler.
“Anksiyete oldum” mu denir, yoksa “Anksiyetem var oldu” mu?
Ne nasıl deniyorsa işte!
Felaket bir haldeyim. Geçeceğini biliyorum; ama ben hemen şimdi bitsin bu hal istiyorum.
Yine acele ediyorum. Allah’ım ne olur bana acele etmemeyi öğret; sakince kendimle başedebilme gücünü ver! Ben artık bari bunu öğrenebilmiş, azıcık da olsa kendimi bu konuda terbiye edebilmiş olayım.
Ne olur, benim bu halim çocuklarımın bir alışkanlığı, bana bakarak içselleştirdikleri bir davranış şekli olmasın. Ne onlara çaktırayım, ne de onlar çakacak stresi yaşayayım. Ve bütün bunlar nasıl olacaksa, bi şekilde olsun.
Benim bu aceleci halim çok fena bir huy, ve ben asla çocuklarımın bunu benden öğrenmelerini istemiyorum.
Bu, insanın kendine yaptığı bir çeşit işkence.
Allah aşkına “Ne oldu, neden oldu, ayol daha dün iyiydin, bugün ne oldu?” filan gibi şeyler demeyin.
Millet anlata anlata bitiremiyor, ben de gıcık oluyorum.
Twitter hayatımı kurtarıyor bu anlamda.
Elif.
Elif Taş.
Soyadı gibi. Taş gibi kadın valla.
Ben Elele sayesinde tanıdım.
Elif, zelfist adında bir web sitesi kurmuş www.zelfist.com
Nedir peki bu “Spor Günü”?
Tüm gün boyunca çocukların çeşitli sportif yarışlar yapıp eğlendikleri; ana-babaların da onlara destek olacaklar diye kendilerini resmen yırttıkları gün.
Gönüllüler pasta kurabiye meyve satıp okula gelir sağlıyorlar. Müzik öğretmeni Dj’lik yapıp milleti kendinden geçiriyor filan.
Olay bu.
Çok basit bir olay gibi aslında. Ama aklınızın hayalinizin alamayacak olduğu kadar kocaman bir çocuk yetiştirme, gelecek nesile insanlık dersi verme yatırımı yapma stratejisi aslında.
Şimdi hislerimi ve gözlemlerimi nokta nokta anlatıyorum size:
1- Amaç, istisnasız her çocuk bu günü güzel yaşasın.
2- Keşke her gün Spor Günü olsa dersiniz. Gerçekten çok eğlenceli. Hem büyüklere, hem küçüklere...
Hepimizde de mi aynı travma olur!
Çok üzüldüm. Hadi bunlar bana ulaşanlar dedim; ama ya ulaşamayanlar ne halde?
O çocuklar ve o anneler?
21. yüzyılda ve hala!
Düşünmeyi öğretmek ve kendi seçimlerini yapma özgürlüğü hakkını vermek yerine, dindar nesiller yetiştirmek...
Spor yerine Umre’ye göndermek...
Hala daha çocuklar üzerinden politikacılık oynamak ve onlara henüz daha farkında olmadıkları yaşta kendimizi aşılamak ve kendilerince olmak istedikleri gibi değil de, bizce yontmak...
Bunların hepsi valla kusura bakmayın ama, kökünde kıl tüy meselesindeki travmaya benzer şeyler benim gözümde.
Çünkü kızımın mahremiyeti veya özel hayatı adına yarın öbür gün dönüp bana “Anne sen deli misin niye yazdın bunu?” diyecek olduğu bir şey yapmış olmak istemem. Amacım bu değil.
Bir gün beni okur mu, okursa ne düşünür acaba?
Bunlara öyle felaket duygulanıyorum ki zaten şu ara, sürekli zırıldayan bir kadın oldum.
Affola.
...
Öte yandan, yazmam da lazım sanki.
Ana-kız belki başkalarına bir faydamız olur diye düşünüyorum.
İnsan bebeğinin büyüdüğü fikri ile sürekli farklı örnekler sayesinde yüzleşiyor. Kimi yüzleşmeler çok gıcık, kimisi de haaarika.
Ben de böylece hayatımda ilk defa bir Cumhurbaşkanı’nı yakından görmüş oldum.
Ziyaret ÖncesiCumhurbaşkanlığı makamı çapında bir ziyaret BAE’ye yapılmayalı meğer 15 yıl olmuş. Dolayısıyla BAE basını hazırola geçmişti.
Türkiye’nin buralardaki şanı son 5 yıldır öyle tavan yaptı ki, Dubai’de yaşayan bir Türk olarak kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü Dubai’de yaşayan yüzlerce farklı milletten insan da, gerek basından gerek kendi Arap arkadaşlarının Türkiye sevgisinden öyle veya böyle bir şekilde nasipleniyorlar.
Bu da bizi herkese karşı daha “tanınmış” kılıyor.
Bu, hem güzel bir his hem de insanı ülkesi hakkında daha ciddi anlamda bilgili olmaya zorlayan bir sorumluluk. Ne kadar “bilinirseniz” o kadar da mercek altındasınız.
Ödev kaliteli ve yapılmaya değer, ne bileyim işte, hem eğlenceli, hem yaratıcı hem de bir şey öğreten cinstense yapalım arkadaşlar; yok eğer sırf laf olsun, ana-baba çocuğa ödev verildi diye huzur bulsun cinsindense, yapmayalım arakadaşlar... şeklinde.
Hatta birkaç kere kifayetsiz ödev için öğretmene utanmadan uyduruk bahane bildirmişliğim var.
Allah affetsin beni.
Ben, insanların sevdikleri şeyleri yapmaya vakitleri oldukça, ve onları yaptıkça, başka şeylere karşı şevklerinin de artacağına inanıyorum.
Hani neşen yerine geldikçe bir şeyleri de huzurla yaptıkça yapasın gelir ya, öyle işte.
İyi iyiyi çağırıyor, arttırıyor sanki. Valla.
Hem zaten bunun doğruluğu, yapılan araştırmalarla önümüze belgeleriyle konuyor artık.
Eski usul, dayatma şeklinde verilen eğitim sonrası başarı var, evet. Ama oyunla, eğlenerek; hani sözümona bazı ana-babalara hafif gelen şekilde verilen eğitim sonrası başarı oranı ise öbüründen kat be kat yüksek. Çocuklar rahat bırakıldı diye başarısız olmuyorlar arkadaşlar, sakin olalım yani.