Hani bi’ çocuk çok ama çok istediği bi’ hayaliyle karşılaşınca gözlerini sonsuzca kocaman açar ve sesi çıkmaz hale gelir; ağzı açık tüm beden dilinden her bir tek kalp atışını hissettirir ya, ben de işte o haldeyim şu an.
Ya da bir yavru köpek düşünün, heyecan ve sevinçten salladığı kuyruğuyla evdeki her şeyi deviren...
Ben o yavru köpeğim şu an!
Ellerimin titremesinden odamdaki her şeyi devirdim...
Kendime sakin ol filan da demiyorum.
Tarihe geçiyorum, koşarak... Olimpiyat meşalesini taşıyacağım. Nasıl sakin olayım? Neden sakin olayım!!
31 saat sonra vardım Nizhniy Novgorod'a.
Beş senedir de minik heykelciklere takığım. Özellikle de işaret parmağımı geçmeyen boyda olanlara. Baktığımda üzerine bir hikaye uydurabilmeliyim ama.
Beş sene önceydi işte, bir gün bir kedi heykelciği gördüm.
Başında şapkası, teatral kirpikleri, rengarenk bedeni, ağzında upuzun bir sigarası vardı. Hayata yan gözle bakıp dalgasını geçen de bir edası. Çok, çok güzeldi.
“Git işine len” diyordu sanki. Cesurdu.
Aklımı başımdan aldı hali tavrı, duruşu, renkleri.
Hemen aldım. Arkadaşıma...
Arkadaşımın ve o kedinin halinin, tavrının, duruşunun ve cesaretinin birbirine benzer bir hikayesi vardı.
Neriman Teyzemlerdeyim.
İstanbul Bakırköy İş Bankası evleri.
Annemler beni bırakıp Almanya’ya, Amcamlara gittiler.
Yakup Abimle Hakan Abim beni şımartmak için her şeyi yapıyorlar. Geceleri buz pateni yarışlarını izliyoruz beraber.
Kızamık oldum. Hep ateşliyim.
Esat Eniştem deli divane bana. Ne istesem pişiriyor. Ne istesem alıp getiriyor.
Neriman Teyzem endişe içinde. Sürekli başımda. O ateş düşecek, yoksa ne der Babama...
İktidara sitemimin binlerce nedeni var.
Ama muhalefete de bir o kadar var.
Elimde değil. Çünkü şöyle düşünüyorum, eğer muhalefet muhalefet olaydı, bunca sitem biriktirmezdim, biriktirecek nedenim olmazdı, diye içimden geçiriyorum.
Aslında her ikisi için de, sitemden daha ağır şeyler de geçiyor kimi zaman içimden. Ama ben korkarım. İçimden geçirdiğim “ağır” şey, döner dolaşır beni bulur diye korkarım. Ondan içimden hep “hak yemeyen”, “hakaret içermeyen”, ne bileyim, hani “kutsal” şeylere değmeyen şeyler geçirmeye özen göstermeye çalışıyorum, zor olsa da! Ama onlar zerre nazik olmadıktan sonra, ben nazik olmuşum kaç yazar?
Adaletin var mı be Dünya!
Eskileri deşmeyeceğim. Güncelde kalacağım.
En basitinden şu son 6 aya bakacağım ve son 6 aydır neler hissettiğimi yazacağım.
Enayi yerine koyulmaktan bıktım.
Ben dışarıdan baktığım için görüyorum.
Peki siz içindeyken fark edebiliyor musunuz diye sormak istedim.
Gerçi şu da var, bunu ne zaman söylesem, söylediğim kişiler hemen ya savunmaya geçiyor, ya da hemen hararetle katılıyor dediklerime. Gelin görün ki ben ona “Üzgünüm Nejla sen de aynı kasık ve kendiyle dalga geçemeyen ekiptensin…” diyorum içimde.
Çünkü öyle!
Kendi kendinle dalga geçebilmek ne kadar önemli bir meziyet.
Ya da seninle dalga geçilebilir olmasına açık olman.
Veya herrrr şeyi ennn ciddi şekilde almayıp gülüp geçebilmek.
Bakan “evlat”ları rüşvetten tutuklanıyor.
Nitekim “oğul” Bakan çocuğu olunca “evlat” oluyormuş.
Onların değeri ve yeri bi başka oluyormuş...
İnsan rüşvet ve yolsuzluk haberlerinin hangi birini takip edeceğini şaşırmış, açık kalan ağzını kapatamıyor.
Garip bir şekilde hiç şaşırmıyorum da. En çok buna şaşırdım aslında.
Nitekim yıllardır alışık olduğumuz sahneler tekrarlanıyor.
Suçlamalar var, iddialar var, deliller var, tutuklananlar var.
Babamı kaybettiğimizde yıl 1994, günlerden bugündü.
O günden bugüne, çok zor geçti zaman.
Her sene çeşit çeşit yeminler verdim, tövbeler ettim.
“Artık tamam, artık üzülmek yok, artık pişmanlık yok, artık düşünmek yok, artık yargılamak yok, artık kahrolmak yok” diye diye kendimi perişan ettim…
Hiçbir sözümü tutamadım.
Hiçbir yemin işe yaramadı.
Hiçbir tövbem kabul göremedi gönlümde.
Neden ödev konusunda cinnet geçiriyoruz, ödev nasıl aile hayatımızı yedi vesaire konusunda kişisel deneyimimi paylaşmıştım.
O yazı bu:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/25272862.asp
Bu berbat konu destansı bi konu olduğu için bitemedi malum, bugün devam...
Bugün, dünkü yazımda girişini yaptığım ödev tarihçesinin sunumunu yapan o genç öğretmenin de izniyle, sunumdan minik alıntıları nokta nokta paylaşacağım.
Unutmayın bu sunum Avrupa ve Amerika referanslı.
Ama bunun da hiç önemi yok.