Paylaş
Babamı kaybettiğimizde yıl 1994, günlerden bugündü.
O günden bugüne, çok zor geçti zaman.
Her sene çeşit çeşit yeminler verdim, tövbeler ettim.
“Artık tamam, artık üzülmek yok, artık pişmanlık yok, artık düşünmek yok, artık yargılamak yok, artık kahrolmak yok” diye diye kendimi perişan ettim…
Hiçbir sözümü tutamadım.
Hiçbir yemin işe yaramadı.
Hiçbir tövbem kabul göremedi gönlümde.
Her babasını kaybedenle yeniden kaybettim babamı ben de.
Acıyı bildiğinden, sanıyorsun ki daha kolay atlatırsın.
Hayır hiç öyle olmadı bende.
Her seferinde daha beter etti kayıplar beni. Ne kadar can yaktığını, ne çok iç hesaplaşma yaşattığını bildiğimden belki de, herkesin acısını da benimki gibi yaşadım.
Başkası neyi nasıl yapar, yaşar bilmem; ben böyle yaşadım.
Arkadaşlarımdan, ailemden utandım kimi zaman, gelip giden duygularım yüzünden. Öyle fena ki bu da! Hep kendini kısman gerek. Susman gerekiyor, içinden susmak gelmezken.
Sonra utanmayı da bıraktım duygularımdan.
O kadar bıktım ona buna göre duygularımı yaşamaktan.
Birileri sürekli akıl veriyor, “büyü artık” diye, şımarık filan sanıyorlar seni.
Değilsin oysa.
Elinde değil büyüyememek.
Sonra bir dönem, tamamen kaçtım her türlü duygumdan ve her türlü acıdan.
Sevdiğini kaybeden hiçbir tanıdığımın yanına gidemez oldum. Hala da biraz öyle. İyi gelmiyor bana sevilenin kaybına tanıklık.
Kaçıyorum.
Ama bu sene bana başka türlü bir şeyler oldu gibi.
Dünyam değişti.
İçimdeki bir sürü hiç aklıma gelmeyecek zincir kırıldı.
Eskiden dışımdan konuşmak yerine, daha çok kafamdan kendimle konuşup, kağıtlarla dertleşirdim.
Bu değişti en çok.
İçimdekileri dışarıya daha net ve direk olarak söylemeye başladım.
Gittiğim bir kursta bana en çok “sadede gelmem” konusunda eleştiride bulunulmuştu. Onu kırıcam, bunu üzücem, ya da karşımdaki böyle dersem şöyle düşünür diye kendimi yemekten sadede gelemiyordum bir türlü; ya da söyleyeceğimi bin bir filtreden geçirip söyleyemiyordum dümdüz.
Bundan vazgeçtim.
Hafifledim.
Babam dümdüz bir adamdı.
Düşüncelerini aynen dümdüz söylerdi. Belki ben, kendim yapamadığım şeyi onda yaşadığım için, o kadar hararetli bir ilişki yaşadım babamla.
Şimdi anlıyorum bir sürü şeyi. Anca.
Kendime karşı daha dürüstüm babam konusunda da.
Bir de bana sanırım tam 25 yıl önce söylediği bir-iki şeyi hatırladım ve o da iyi geldi bana.
İLK defa bu sene, özellikle de şu ara, babamın aslında beni ne kadar iyi tanıdığını, gittiği yerden bir şekilde beni görüyorsa, benden memnun olduğunu, gurur duyduğunu düşünebildim.
Ne zor bir şey biliyor musunuz bu noktaya gelmek.
Hayatta olmayan babamın onayına ihtiyaç duydum bunca sene.
Hala ihtiyaç duyuyorum buna.
Gelsin başımı omzuna koyayım, “Aman da amaaan, baba kıçı bokum benim! İyi gidiyosun iyi...” desin. Soracak en fazla 3-5 sorum var, ah bi sorayım şak diye cevabını versin, olay bitsin gitsin istiyorum.
Ya da demesin bi şey; ama gözlerinde okuyayım ben o cevapları.
Beni onayladığını bileyim...
Şu an ne hissediyorum biliyor musunuz?
Bunca sene babamın beni hiç onaylamadığına emindim.
Oysa şimdi onaylamadığı şeyin ne olduğunu bildiğim gibi, neleri onayladığını da çok iyi biliyorum.
Dahası bütün bunları bilerek kendi kararlarımla ilerleyebiliyorum.
Bunu kendi kendime söyleyebilmeye öyle çok ihtiyacım varmış ki!
Bu cümleyi şu anda buraya yazmak da hiç kolay olmadı biliyor musunuz.
Hiç.
Neyse... her an aşırı duygusal olabilirim, kesiyorum.
Babamın yıllar evvel söylediği bir cümle üzerine bir yola çıktım.
Neye niyet neye kısmet, tam ona yakışır sürprizler hazırlamış bana sanki, yol beni aldı hiç aklıma gelmeyecek bir hikayenin içine attı.
Keşifteyim.
Çocuğum yeniden.
Yonca
“hasretle”
Paylaş