Çocuk dersin, nereli olduğu, ne renk olduğu, kimin çocuğu olduğu, hangi “bölge”nin, hangi etnik kökenin çocuğu diye ayrılır. Kemik yaşına göre tecavüzü kabul edilebilir kılınır. Zaten belasını aramıştır. Kaşınmıştır filan...
Gerçekten ayıranlar var çocukları DA.
Keza, çocuğun hangi partinin çocuğu olduğu da önemliymiş bu zamanlarda. Yakın zamanda bunu da gördük ağzımız kocaman açık kala kala.
***
Ha bu arada ayrımcılıklar hep başkasının malı gibi görülür ama bakın sağınıza solunuza en eğitimlisiyle en cahili arasında pek ayrım yoktur ayrımcılıkta aslında.
Şak diye tokattır bu da bana.
***
Genç dersin; tipi, kulağındaki küpesi, dövmesi, saçı başı, kılık kıyafeti, hangi okulda okuduğu-okumadığı, ne okuduğu-okumadığı, cinsel tercihi, bekareti, fikri, duruşu artık aklıma gelmiyor işte sayacak şey, bin tane şeyden dolayı ayrımcılığa uğrar.
Benim için bugün;
Enerjimin tükenmediğini, enerjimde azalma olsa bile kendi kendimi;
Havadan, sudan, uçan kuştan,
Köprüden,
Boğaz’dan,
Mor sümbüllerden,
Üzüm tanelerinden,
Midemin nasıl bulandığını, nasıl kusmak istediğimi, ne kadar iğrenç hissettiğimi anlatabilmem imkansız.
Bayılacak gibi de oluyorum. Başım öyle bir dönüyor ki, yere uzanasım var.
Hayır, dahası kendimi bir kutuya koyup kapağını kapatmak filan istiyorum.
Küçücük olayım.
Kimse görmesin beni.
***
“Beyaz Yalan” nedir Allah aşkına?
Bu yazıyı 3. Güne başlamadan yazıyorum.
Geçirdiğim 2 gün boyunca duygusal anlamda başıma gelmedik kalmadı.
İyi anlamda.
Duvara çarptım, kendi çocukluğumla tokalaştım, annemle babamla selamlaştım, bi anlaştım, bi bozuştum, bi şomar yedim, bi acıdım…
Hani bi insanın kaç tane duygusu varsa yaşayabilecek olduğu, hepsini yaşamaya yaklaştım.
Sonucuna geleyim, bugünü de tamamlayayım, sizlere daha detaylı yazmak isterim.
Ama korkuyorum.
Sürekli bi yerlerde bi yerlerden daha beter bi şeyler oluyor.
Daha az beter şeylere şükredelim diye mi?
Felaket yarışına mı girdik?
Kabuslar bitemiyor.
Bitmiyor Allah kahretsin e mi!
Suriye’den işkence görüntüleri yayınlandı dün gece.
Ellerimle gözlerimi kapatarak, sözüm ona bakmadan baktım ucundan…
Kadın olarak Dünya’ya gelmişsen, güzel olmasalar kaç yazar?
Erkek dediğin kimi canlı, iki bacağının arasına “ahlak” levhası takıp sana sadece o pencereden bakar.
…
Kızlardan “büyük” olan, 14 yaşında evlendiriliyor.
Görücü usulü.
Zaten hep görücü usulü evleniyorlar. Sorgu sual asla yok. Karşı çıkmak akla bile gelmiyor.
Kabul edilen gerçek bu.
Yunanistan'dan Rusya'ya 7 Ekim 2013'de teslim edildi.
Rusya Federasyonu'nun 83 bölgesini koşarak, elden ele, tam 14bin kişi tarafından taşınarak toplamda 65bin kilometreyi 123 günde 6 farklı yoldan geçip Sochi'ye varmak üzere rotası belirlendi.
Nizhniy Novgorod'a vardı.
Dün gece minik bir fener içinde "flame sitter" yani "ateş bakıcısı" tarafından 3 satte bir beslenerek dinlendi... Asla sönmedi.
Bu işin o "ciddi bilgi" kısmı.
YONCA TOKBAŞ OLİMPİYAT MEŞALESİNİ TAŞIDI
HÜRRİYET DÜNYASI'NIN GURUR GÜNÜ - HÜRRİYET TV
İşin bana dokunan kısmıysa şu;
Olimpiyatın renkleri.
Benim içinse umudun renkleri.
Her türlü, ama her türlü, kimlik ve ırkın, dilin, dahası ayrıma neden olabilecek her türlü şeyin geride bırakıldığı; umudun ve hayallerin her şeyin önüne geçtiği o ruh halinin renkleri...
İnsanı "dayanıklılıkla" sınayarak birleştiren olimpiyatın renkleri...
Hayal kurup o hayalin peşinde koşmanın, mucizelere inanıp mucizeleri gerçekleştirmek için yılmadan, caymadan, bıkmadan vazgeçmeden yıllarca kendini inandığın hedefe kitleyerek çalışmanın, ve bunun sonunda sırf parçası olabilmenin bile olağanüstü bir duygu olmasının renkleri.
Siz bu yazıyı okurken, Hürriyet Daily News'dan ve hatta Ankara Lycee Charles de Gaulle lisemden de arkadaşım olan ve tesadüfen bilmem kaç yıl sonra Olimpiyat sayesinde biraraya geldiğim Barçın Yinanç ve ben, Nizhniy Nogrodov'da uzun bi yoldan gelen olimpiyat meşalesini taşımış ve bizden sonrakilere devretmiş olucaz....