Herkesin 40 yılda yaptığı şeyleri belki de 4 yılda yapıp zaman kazanmak için.
Belki de hayatta yapmak istediği şeylerin hepsini hemen şimdi yapabilmeyi her şeyden çok istediği için.
Korktuğu için.
Çok korktuğu için.
Durmayı sevmediği için.
Durmayı, fazla sessizliği ve vesaire gibi şeyleri sevmediği için.
Hareket ederken zamanı koluna takıp, zamanla kol kola olduğunu hissettiği ve o duyguya doyamadığı için…
Daha sonra, kafam gönlüm kaldırabilecekken izledim.
Zaten bazı şeyleri haydiii hep beraber aynı anda yapmayı da sevmiyorum. Herkesle aynı şekilde düşünürken buluyorum kendimi.
Dizi üzerine yapılan yorumları okumaktan da kaçındım.
Sultan Süleyman’ın kendi öz oğlu Şehzade Mustafa’yı idam ettirme sahnesinin olduğu o bölümden bahsediyorum.
Neyse. İzlediğimden beri de ayarım kaçık.
Hatta çok kaçık.
Tam olarak şunları düşündüm:
Babam her zaman aklımda ama; bu hafta bir sürü nedenden dolayı daha da çok aklımda…
23 Şubat yaşgünü…yaşgünüydü. 20 sene önce kaybettik babamı.
Komik adamdı.
İlginç hassasiyetleri vardı.
Kelimelere ve kendince doğru kullanımlarına inanılmaz takıktı.
“Koymak” fiili/kelimesi bunlardan biriydi. Ama biz, “koymak” fiilini Babamın önemsediğini ve kullanımından “hoşnut” olmadığını ancak kelimeyi kullanınca öğrendik.
Nasıl mı?
Nasıl olur da aşk ve ceza kelimeleri yan yana gelebilir?
Nasıl olur da, aşık olmak cezalandırılabilir?
Nasıl olur da, aşk her daim sadece devasa bir ödülken, suç gibi görülüp cezası da ölüm olabilir?
İnsanoğlu korkunç bir yaratık.
Kafasına göre bir takım kurallar koymuş.
Bunları kimi zaman; inanca, onura, edebe, adaba, ahlak denen nereye çeksen uzar kavrama işine geldiği gibi bi güzel uydurmuş. Sonra da aşkı bunlara göre sınayıp yargılayıp insanların başına çorap örmeyi marifet bilmiş.
İyiyi yaratıp içini boşaltan da insan, kötüyü yaratıp içini dolduran da.
Dünyayı kurtarsa bi tek aşk ve aşıklar kurtarır diye düşünürken ben,
Bankacılık…
Bakanlık...
Vekillik...
Daire Başkanlık...
Memurluk…
CEO’luk…
Patronluk...
Geçen akşam hiç şekersiz yapıp bayıldığım hiç şekersiz ayva tatlımın fotoğrafını paylaştım Instagram’da ve olan oldu.
Herkes tarif istedi.
Yazamadım, vaktim yoktu.
Mailler geldi. DM’ler, tacizler, tehditler ?..
Vaktim oldu.
Ama tarif yazmayı bilmiyorum.
Zor oldu.
Fransız okulundaydım. Lisede.
Sadece lisemizi bitirmem yetmiyordu. Bir de bizim üniversite sınavlarına girmem gerekiyordu.
Hayatıma o berbat “dershane” denen şey de girince, ömrümde ilk defa spor dersinden “raporlu” olup kaytarmak durumunda kaldım.
Resmen yalan rapor bulmak gerekiyordu. Bulunuyordu. Yalan rapor kabul edilebilir bir gerçekti... cümleye bak cümleye! Ülke bize gençlikten dolandırıcılık öğretti, kanıksadık biz de.
Hareketsizlik, stres ne istersen vardı Lise son sınıfta.
Ye-test çöz-yat-kalk-ye-test çöz-ye-yat.
Hareket edecek zamanın yok.
Çok şükür giderek daha fazla insan duyarlı, giderek daha fazla insan “HAYIR” diyor.
En son olarak Antalya Phaselis Antik Şehri içine bir otel vesaire yapılması söz konusu. Konu sıcak, her şeyin başındayız. Yani el atarsak durdurmayı başarabiliriz.
Lafı uzatamayacağım.
Change.org da bu konu için bir imza kampanyası başlatıldı.
Tıklayıp imzalamak yeterli…
Bir de etrafınıza yaymak.