Yonca Tokbaş - Kelebek

Belgrad Ormanı imdat!

29 Ağustos 2011
Belgrad Ormanı, benim gördüğüm en güzel, en doğal, en gerçek, en insanı spora ve doğaya çağıran yer. Bir şirketle anlaşılmış, koşu-yürüyüş parkuruna özel zemin döşeniyormuş.
Şirketin ismini verip reklamını yapmak istemiyorum; çünkü reklamın iyisi kötüsü yok mantığından çıkıp bu kötü reklamdan bile faydalansınlar istemiyorum.
Yalvarıyorum durun ve yapmayın! Koşan, yürüyen, spor yapan insan için zeminin en doğalı en makbul olanı. Bu işe kim el attıysa belli ki hiç koşmamış, hiç spor yapmamış. Durduk yerde o güzelim ormana zemin döşetmek sadece tek şey düşündürtür bana: çıkar!
Ormana zemin yaptırmaya kalkanlar sporcu kafasından olsalardı, doğasever olsalardı bilirlerdi ki doğal çalı çırpı ve toprak örtüsü insana hasar vermez, sakatlanma olmaz.
Dünyanın milyarlık zeminini yapın, hem doğaya hem dizlere zarar. Boşa dökülen bir para bu! Yazıktır. Bırakın orası öyle kalsın nooolur! Orası bir park değil, orman orman!
Yonca
“ormancı”


Likya

Likya Yolu Ultrama-ratonu’ndan haberiniz var mı? Hiiii yok mu? Türkiye’nin incisi diyebilirim.
Başvurular hâlâ devam ediyor. 24 Eylül-2 Ekim arası rüya gibi bir çılgınlık yapasınız varsa www.likyayoluultramaratonu.com’dan bilgi alabilirsiniz.
Yonca
“Likya yolcusu”


Ruhuma rakı

Can Yücel’in mezarına yapılanlar bana da çok dokundu. O andan beri, ne yazsam diye düşündüm durdum.
17 Ocak 2011’de bu köşede yazdığım bir yazım var: Rakı, balık ve kadın diye. “Rakıyı en iyi kadınlar içer” diye başlayan...
“Rakı; Sarı Zeybek’tir, Yeşil Efe’dir, eskiden kalma ama Yeni’dir.
Beyaz leblebimizdir.
Geçmişten bugüne, bugünden geleceğimize mirastır. Gelenektir.
Yasak tanımaz.
Özgürdür.
Hicazdır, nihavenddir. ‘Makberdir’, ‘Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin’ diyerek hayata avaz avaz tutturandır.
Deşarjdır, ‘İkinci bahar’ımızdır bizim.
‘Kalamış’tır.
Bizimdir, bizdendir.
Eskimiz, yenimiz, tarihimizdir. Yadigardır.
Sözünü esirgemeyen kadın gibidir.
Benim gibidir...
Yonca ‘Efe’”
Diye biten.
Ben gittikten sonra da ruhuma rakı dökülsün.
Mirasımdır. Şimdiden.
Yonca
“buzlu”


Tüylenme

Yaz başından beri fotoğraf çekiyoruz, yüzüm bir acayip parlıyor. Sanki tam karşımdan ışık tutulmuş gibi
Üstümde bir garip kadifelik. Yüzümü elliyorum, sanki bana ait değil. Anlayamadım nedir.
Elime bir el feneri aldım, yüzüme bir tuttum ki, o da ne! Yüzümü sapsarı tüyler sarmış.
Resmen yeni bir bitki örtüsü gibi. Uzun uzun sarı sarı tüylerim var yahu! Suratım bozkırlara benzemiş.
Güneşten korunmak için sür Yonca sen o kremleri, sür şekerim sür sür. İşte olursun sarışın orangutan gibi! Bir ben miyim bu hale düşen? Koruma faktörü yüksek kremler anormal tüylenme yaptı mı sizde de? Çaresi ne bunun peki?
Yonca “maymune”

Müjde

İlk defa, bomba gibi profesyonellerin danışmanlık verdiği, beslenme uzmanından koçuna, yarış takviminden antrenmanlara, atletizmden yüzmeye, bisikletten triatlonlara kadar her türlü bilginin alınabildiği nurtopu gibi bir web sitemiz oldu! www.antrenmanyap.com, tavsiye ederim efenim.
Yonca
“antren-manda”

Yazının Devamını Oku

Hakuna Matata

26 Ağustos 2011
Bir gün bir mail aldım.

“Yonca, biz 9 genciz. İyi okuduk, Amerika’da iyi işlere girdik, üstelik sporcuyuz. Şimdi Klimanjaro’ya tırmanmaya gidiyoruz. Ama amacımız bu tırmanışımızı bizim yaptıklarımızı yapabilecek başka gençlere adamak. Türkiye’deki gençlere bir fayda sağlamak, ellerinden tutabilmek” diyordu.
TOG’un, yani Toplum Gönüllüleri’nin “Gençlere Değer” diye bir projesi var. Müthiş bir proje. Gençlerin akademik ortam dışında, sosyal sorumluluk projelerinde diğer gençlere de faydalı olmalarını amaçlıyor. Yani bir genç okumak için destek almak istiyorsa, kendisi gibi bir başka gence kendilerine yapıldığı gibi destek sağlamak için çalışmak durumunda.
Adım Adım’da TOG sorumlumuz Şener Kurtuluş var, onla iletişime geçirdim bu 9 mucizeyi. Şu ana kadar onları desteklemek isteyen çevreleri tarafından TOG’a tam 20 bin TL lik bağış topladılar. Hedefleri 30 bin TL. Yani sayelerinde bir sürü gencimiz üniversitede okuyabilecek. Görüyor musunuz nasıl gençlerimiz var! Ne olur görün, bilin onları.
Var mı onlara destek atmak isteyen birileri peki? Hemen şu verdiğim linkten bilgi alınsın ve TOG’a onları desteklemek için el uzatılsın lütfen:  http://hakunamatatakili.tumblr.com/
Twitter hesapları: @HakunaMatata_9
Kim bu alınlarından öpülesi gençler peki derseniz eğer, buyrun okumaya devam...
Yonca

Yazının Devamını Oku

8 tatlı kaçık

22 Ağustos 2011
Ultra Trail Mont Blanc diye gerçekten ancak ve ancak macera delilerinin katılabildiği bir dağ maratonu var.

Geçen sene ilk defa bizden Emre Tok ve iki arkadaşı katılmayı başarmıştı. Katılabilmek bile büyük başarı çünkü.
Bu perşembe, ayın 25’inde bu sefer tam 8 çılgın Türk olarak dünyanın bu en zorlu dağ maratonuna gidiyorlar.
İki parkur var.
Emre Tok, Caner Odabaşoğlu, Faruk Kar, Bakiye Duran ve Fırat Kara TDS parkurunda 112 km’yi 31 saat hiç durmadan koşup yürüyerek 7 bin metre tırmanacak.
Sertan-Serkan Girgin, Devrim Celal ise 166 km`yi 46 saatte durmaksızın bitirmeye çalışırken 9 bin 500 metre tırmanacaklar.
Tüm ihtiyaçlarını da kendileri sırtlarında taşıyorlar bu arada. Yani aynı zamanda bu arkadaşlar halterci gibiler.
Emre ve Caner bizim Adım Adım Oluşumu üyesi aynı zamanda. Bakiye Duran’ı hâlâ tanımıyorsanız ayıp valla. Kaç kere yazdım. Bir zahmet Google’dan bakın. Bakiye bu ülkenin ilk tek kadın ultramaratoncusu efsane bir kadın!

Yazının Devamını Oku

Hayat çağırıyor

19 Ağustos 2011
Bayram sonuna kadar Yalı-kavak’tayım. Evimizde.

Oğlum “YalıkaVak” diyemediği zamanlar “YalıkaBak” derdi biliyor musunuz... Kendimi artık giderek daha da fazla Yalıkavaklı hissediyorum. Yani ben artık YalıkAngarabaklıyım.
Çocuklarımla huzurla vakit geçirdikçe, anneliği sevdiğimi de fark ettim.
Burada mis gibi bir havada yüzüp koşuyorum. Sporla, doğayla iç içeyim çok şükür.
Veee, 16 Ekim’de Avrasya Maratonu’nda Adım Adım Oluşumu ile yine TEGV için koşmaya hazırlanıyorum. Yani siz de hazırlanın ufak ufak, bağış ve koşu sezonumuz geliyor yine. Okutacak çok çocuğumuz var bu ülkede. ışimiz çok daha.
Yalıkavak’la aklımı bozdum dedim ya, Yalıkavak’da olan biten her şeyi de deli gibi takip ediyorum.
Yollarını, tabelalarını, doğasını, sitelerini, yapılan yapılmayan her şeyi.
Toz konsun istemiyorum Yalıkavak doğasına... Burada garip bir büyü var. Adını koyamıyorum...

Yazının Devamını Oku

Kaplumbağa

15 Ağustos 2011
Evvvet bu bir ağustos ayı yazısıdır. Bu ay benim en sevdiğim ay!
Doğduğum ay.
Büyüdüğüm ay.
Olgunlaştığım ay.
Evlendiğim ay.
Hamile kalmaya karar verdiğim ay.
Hamile kaldığım ay./images/100/0x0/55eb2885f018fbb8f8af1973
Bi daha hamile kaldığım ay.
İçimde iki kere iki ayrı canın tohumunu attığım ay...
Cesaret kazandığım ay.
Korktuğum ay.
Güldüğüm ay.
Ağladığım ay.
Anılar edindiğim ay.
Bilmem kaç kere aşık olduğum ay.
Kalp kırdığım ay.
Kalbimin kırıldığı ay.
Kalbimin mutluluktan uçtuğu ay.
Hayatımın aşkına kavuştuğum ay.
Arkadaşlar kazandığım ay.
Tecrübelerime yenilerini eklediğim ay.
Tecrübesizliklerimden ders edindiğim ay.
Ay oğlu ay!
Sabırlarınızla büyüyorum karşınızda.
Koccaman bi kadın oluyorum git gide.
Yaşım büyürken kafam da büyüyor mu, yoksa olgunlaştıkça çocuklaşıyor muyum çözemiyorum.
Bu yaz ilk defa, çocuklarımla onların tatillerinde onlarla olabilmek için, ücretsiz izin aldım ve işkadınlığıma ara verdim.
Bu kararı baştan almak en iyisiymiş. Her yazın başında muallak duygularla yapılan tatil, tatil gibi değilmiş.
Kararı verdim, verdim ve bittim!
Meğer ben işkadınıyken gayet organize bir insanmışım. Koca gün ne yapıyorsam, bir türlü becerip de yapmam gereken şeyleri sıraya koyup zamanında bitiremiyorum.
Üstelik inanılmaz da erken kalkıyorum. Yetmiyor koca gün bana.
İçimdeki “Aslan burcu kadınının” o kraliçelik beklentisi fırtladı bu sene.
Hani bıraksanız “Ömür boyu tatil yapmak istiyorum!” derim hiç utanmadan ve yüzsüzce.
Oysa benim tatil anlayışım da bir garip.
İnsan tatilde her sabah 5:35’de kalkar mı?
Ben kalkıyorum. Günü yaşamak, koşmak, antrenmanlarımı en âlâ şekliyle yapıp, çocuklarım uyanmadan, onlardan bir dakika çalmadan evde olmak ve her şeyi yapmış bitirmiş olmak istiyorum.
Zamanla eş zamanlı olayım isterken, bi yandan da sürekli bir saniye boşa gitsin istemiyorum.
Onlara bakarken, iskeleden atladıklarını gördüğümde gözlerim öyle bir doluyor ki, Allah’a beni uzunca süre aklım başımda, sağlığım yerinde onlara doyma şansı versin diye yalvarırken kendimi buluyorum. Ben hiç ölmek istemiyorum!
Bir kaplumbağa gibi olmak istiyorum.
Zamana meydan okuyan, marulla, yeşilliklerle beslenen, uzun ömürlü, kendi evinde mutlu ve güvende, emin adımlarla ilerlediği için ipi elbet bir şekilde göğüsleyen bir kaplumbağa!
Evet evet, ben bir kaplumbağayım aslında.
Uzun ömürlü, ezilmesi güç, tıngır mıngır yola devam eden bir kaplumbağa!
Kendime bu yeni yaşımda, kaplumbağalar kadar uzun zamandır “buradaymış” hissi armağan ettim.
Pınar Büyükgüral da kaplumbağa halimi çizdi bakın banaaa...
Trala la la la laaaa!
Yonca
“Tosbağa”
Yazının Devamını Oku

Bahçemdeki kırlangıçlar

12 Ağustos 2011
Bir sabah boyunca, yedi kırlangıç bahçemde çılgınca uçtu durdu geçenlerde. Ama saatlerce uçtular.

Cikleyerek pike yapıp durdular daireler halinde. Çocukları çağırdım. Onları seyrettik.
İnsanın dili tutuluyor güzellikleri karşısında. Ne azim kardeşim, onca saat dört döndüler. Kesin bir bildikleri var. Kışa hazırlık filan sanırım. Ya da göç öncesi kanatlarını güçlendiriyorlar.
Öyle inanılmaz ki, neredeyse her türlü hayvan ve ağaç ve insan ve canlı mutlu bahçemde. Yani bana öyle geliyor. Bana öyle geldiği için mi mutlular yoksa mutlu oldukları için mi bahçemdeler bilmiyorum, ama bu durumdan acayip zevk alıyorum.
Ben de gittim çimlerde, tam pike yaptıkları yerin ortasına oturdum. Ama yavaşçacık. İlk başta bir tanesi yan siteye kaçtı.
Öbürleri o kaçınca azıcık daha yüksekten uçmaya başladı. Hiç kıpırdamadan seyretmeye devam ettim.
Beş dakika sonra bir baktım o giden kırlangıç geri geldi, yüksekten uçanlar da iyice alçalmaya başladı. Derken ben hiç kıpırdamadan durunca öylece, gitgide daha yakına geldiler. Neredeyse kafama konacaklar ya da kanatları yüzüme çarpacak, o kadar dibimde uçmaya başladılar. Gözlerimi kapadım.
Kanat seslerini dinledim.

Yazının Devamını Oku

Mutluluktan ağladınız mı hiç?

8 Ağustos 2011
Her canlının, hayatına sağlam devam edebilmesi ve ecelden gidebilmesi için bence kesin ciddi ciddi mola vermesi lazım. Baktım ki biz de ailecek çalışmaktan kafayı yemek üzereyiz, ailemi durdurdum.

Kafama, birbirimize ha deyince değiverecek olduğumuz kadar bir alanda olma fikrini koydum. Doğanın içinde kaybolmayı, ailecek birbirimize yıllar sonra yeniden kavuşmayı, silbaştan tanışmayı, kilometreleri sıfırlamayı istedim.
13 yıldır elimizden dizüstü bilgisayarlarımızı hiç bırakmadık. Birbirimizin gözlerinin içine dibine kadar bakarak zaman geçirmedik kaç senedir.
Çocuklarımız öyle hasretti ki bir ekran karşısında veya telefonda olmayan anne-baba görmeye; ben öyle hasrettim ki kocamın gevşemiş yüz hatlarına, kocam öyle hasretti ki olduğu yerde kalakalmaya ve ben öyle hasrettim ki uzaklara dalmaya...
Ardı arkası kesilmeyen anlamsız koşturma hırs ve sidik yarışlarından uzaklaşmaya öyle ihtiyacımız vardı ki en küçüğümüzden en büyüğümüze, mavi yolculuk yapalım istedim.
Hiçbir şey yapamayalım, sadece ve mecburen derin mavinin içinde kaybolalım, balık tutalım, uyuyakalalım durduk yerde istedim.
Korkularımızı, endişelerimizi, tüm suni yüklerimizi doğa alsın üzerimizden götürsün atsın uzaklara istedim. Ağaçlarla denizin öpüştüğü yerde, birbirimize sarılalım istedim. Hak ettik bunu biz. Çok istedim.
Yonca “oldu”

Kaptan Hasan Arslanseren

Yazının Devamını Oku

Çocukları mutlu etmek yeter

1 Ağustos 2011
Bunca zamandır hâlâ birbirimizi anlamamış olmamız çok fena. Ben çocuklarıma açıklayamıyorsam durumumuzu, anlattıklarımı anlayamıyorsa, bu işte anlaşılacak bir durum yok demektir.

Bugünün çocuklarının sorduğu sorular başka.
Baştan savma cevaplarla, anlamsız açıklamalarla tatmin olmuyorlar.
Verdiğimiz cevaplarla biz de tatmin olmadığımıza göre, tıkanmış konu. Çözüm isteği varmış gibi konuşuluyor ama, belli ki çözüm filan yok ufukta. Her şey “gibi gibi”.
Bir yerde hata olduğu kesin. Kesin ki hâlâ bir sürü insan ölüyor. Bir sürü insan içeride, bir sürü insan panik halinde, bir sürü insan intikam duyguları içinde.
Bir sürü insan istifa halinde. Bir sürü insan azınlık, bir sürü insan çoğunluk psikolojisinde.
Bakın YNSAN diyorum, bile bile. Dil üzerinden, din üzerinden, kimlik üzerinden, ırk üzerinden, mezhep üzerinden bin bir çeşit politika üretiliyor. Birbirimizi olduğumuz gibi kabul edeceğimiz yere, sürekli düşman kesiliyoruz.
Neden her konuda ilerleme kaydettiğimizi düşünür ve söylerken bu kadar geriledik gibi hissediyorum ki ben? Tıkanık sorunlara takılı kalma olayını bir kenara bıraktım. Çocuklara verdim kendimi. Topraklarımızda doğan çocuklara.

Yazının Devamını Oku