Yonca Tokbaş - Kelebek

Babamı kaybettiğimde...

24 Ekim 2011
Kötüydüm.

Çok kötü.

“Kalp krizi” diyebilmişti annem telefonda zar zor, tir tir titreyen sesiyle.

Havaalanında öğrendim aslında kalp krizi geçirip hastanede olamadığını. Krizi geçirmiş. Bitmiş.

Ben zaten gecikmişmişim.

Yazının Devamını Oku

Elvan Kunta Kinte

21 Ekim 2011
Kuzenim Damla, beni Avrasya’da engelli arkadaşımız Mustafa Çağlayan’ı iterek 15km boyunca gayet mutlu bir şekilde koşarken görünce: “Sen artık Elvan olmuşsun, bundan sonra sana Elvan Kunta Kinte diyelim. ” dedi ve Pazar gününden beri annemler beni böyle çağırıyorlar.

Bu benzetme benim için bir onur. 

Keşke Elvan gibi koşabilsem ve Kunta Kinte kadar da dayanıklı olabilsem.

Ama ben yavaşım. Amacım hız değil zaten, TEGV için, çocukların eğitimi için bağış toplamak. Yarışmak için değil, farkındalık için koşuyorum.

TOFD, Buğday, TEGV ve TOG’u anlatmaya çalışıyorum.

Yazının Devamını Oku

Özür

17 Ekim 2011
Dün hava nasıldı, soğuk muydu, sıcak mıydı, yağmur ne kadar yağdı, rüzgar ne şiddetle esti, ne olduk ne bittik, nasıl koştuk, yolda neler düşündük, neler yaşadık...

Henüz bilmiyorum.
Şu anda bunların hiçbirini bilmeden bu yazıyı yazmaya çalışıyorum.
Günlerden cumartesi. Siz bugün okuyorsunuz, yani pazartesi.
Ve çok ayıptır söylemesi ama kafam şu anda öylesine koşuya kilitli ve içim öylesine heyecan dolu ki, saatlerdir sancılar içindeyim tek satır yazamadım diye.
Kuzenlerim Önem, Hüner, Gaye, Damla ve ben, en yakın arkadaşımda buluşup kalıyoruz maaile.
Onlar Ankara ve İzmir’den geliyorlar iki senedir.
Yani ailenin kadınlarını da yürütüyorum Avrasya’da bir şekilde.

Yazının Devamını Oku

Dubai sıcağı

14 Ekim 2011
Kader beni ya çok sıcakla ya çok soğukla veya feci sağanakla test ediyor galiba.

Dubai’de nasıl bir sıcakta antrenman için koştuğumu anlatamam. Sıcağı bırakın, nem var nem. Hava 44 derece ama çöl tipi 44. Yani sokakta yürüme şansınız yok. Nem de yüzde 60 oranında filan. Neredeyse sudaki balığım ama solungaçlarım yok. Nasıl desem, kafama yarısına kadar sıcak su dolu bir torba geçirip içinde nefes almaya çalışarak koşuyor gibiyim. Oradan geliyorum memlekete koşmaya, hava ya soğuk ya da feci sağanak var. Ortası yok.
Ben gibi.
Zor oluyor. Olsun.
Duyarsızlıklar yüzünden engelleri aşamayıp hayata karışamamak, arkadaşlarımın okula gittiğini görürken gidememek, üniversiteyi kazanıp imkansızlıklar yüzünden okuyamamak kadar zor değil.
Spor yaparak hem kendimi, ruhumu, gönlümü iyileştirdim ben, hem de çocukların eğitimine katkı sağlama şansı elde ettim.
Born To Run diye sırf koşan insanın değil, her insanın okumasını istediğim bir kitap var. Yazarı Christopher McDougall. Hayatımda okuduğum en güzel cümle yazılıydı kitapta:
Eğer yola para için çıkarsan, gönül su koyar. Ama yola gönül için çıkarsan, para kıskanır arkandan koşar...

Yazının Devamını Oku

İstanbul sokağa!

10 Ekim 2011
Geçen sene Avrasya Maratonu’na aklına esen elini kolunu sallayarak gelmeye kalktı, köprü sallandı. Arkadaşlar sakin olalım.

Evet, Avrasya Maratonu bu koca dünyanın tek kıtalararası koşusu ve evet dünyanın en güzel parkuru. Ama şaka değil, Boğaz Köprüsü’den geçiliyor. Bi tatsızlık olmasın diye ne olur bu işi kurallarına uygun yapalım olur mu...
Avrasya Maratonu’na öyle elinizi kolunuzu sallaya sallaya gelemiyorsunuz. Kayıt yaptırıp göğüs numarası almadıysanız, güvenlik tarafından geri çevrilirsiniz.
Bu sene 33’üncüsü 16 Ekim’de düzenlenecek olan Avrasya Maratonu’nda halk koşusuna katılmak gibi bir hayaliniz varsa; Spor A.Ş.’nin tesislerinde, meydanlarda, metro istasyonları ve belli noktalarda kurulacak olan kayıt stantlarında form doldurmanız gerekli. Katılım için sınırlı sayıda kontenjan var çünkü. Maraton Fuarı 13-15 Ekim günleri arasında İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenecek, katılım bedava. Bi ziyaret edin isterim. 14 Ekim’de ben de oradayım Adım Adım’la beraber, beklerim valla. Bi deee;
1- Avrasya koşusu günü üstünüz aranacak. Yok öyle elinde tüp, köprüde pikniğe gelmek!
2- Duraklamak, yere halı atıp güneşlenmek, simitçi kuyruğunda birikmek gibi şeyler de yok. Tehlikeli arkadaşlar, lütfen!
3- Haydee hoppa aynı anda uygun adım köprüye çıkmak da yok. Belirli aralıklarla, belli sayıda start alınacak ki köprü yine sallanmasın...
Bir de lütfen şunu unutmayın; orada ciddi yarışanlar var. Avrasya’nın dünya çapında kategorisinin altına yükselmesini, İstanbul için spor turizmi yaratmasını istiyorsak, bizlerin de özen göstermesi gerek.

Yazının Devamını Oku

Ölmeden önce

8 Ekim 2011
Ölmeden önce yapabileceğin hiçbir şey için geç kalmış sayılmazsın.

O yüzden; “Ay yaşım bilmem kaç, bu saatten sonra olmaz!” cinsinden tavır ve cümleleri hiiiç duymuyorum. Umursamıyorum.
Anneannem 60 yaşından sonra okuma yazma öğrendi. Annem 60 yaşında ehliyetini aldı.
Can çıkmadan çaba bitmez.
Yaşı asla bir sınır veya engel değil insana. Kafası sınır, kafası.
Kafan istemiyorsa, yaşını bahane etmeyeceksin. İnsan istedikten sonra, niyeti varsa yapar.
Ya da dener.
İlla istediğin şeyin olması da gerekmiyor. Denemesi bile büyük adım. İçinde kalmaz en azından. “Denedim, olmadı” diyebilmek, “Acaba deneseydim olabilir miydi?” demekten sonsuz kat daha iyi.

Yazının Devamını Oku

Ah be hayat!

3 Ekim 2011
Okurumdan bir e-posta aldım geçen hafta.

Tamam hayat çok acayip ama, bu ülkede başka türlü bir acayip! İşte bu yüzden bir amaç için koşup ihtiyacı olan birilerinin hayatına azıcık da olsa değebilen Adım Adım Oluşumu’nun bir parçası olmak; birilerini farkındalık için harekete çağırmak, hayatımın en büyük amacı. Okurumun anlattığını bi okuyun hele, ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız elbette.

* * *

“Yonca, benim 29 yaşında bir erkek kardeşim var. 2001 yılında üniversite hazırlıkta okurken, ders arasında çıkıp kampüste hava almak ister. Aylardan mayıs, o kampüste ilk defa bahçeye çıkacaklar. Merdivenden inecek. Ama tırabzan yok. Üç arkadaş sohbet ederek inecekken kardeşimin ayağı kayınca pat diye beyin üstü sağ tarafına düşüyor. Atletik bir çocuk. O zaman 20 yaşında. Ambulansın gelmesi bir saat sürüyor, ailemiz başka şehirde, ben de üniversitedeyim. Beni arıyorlar hemen, beyin kanaması...
50 gün kıpırdamadan yoğun bakımda yattı kardeşim. Dört kişilik bir aileyiz, memur ailesi, biz de onunla hastanede yaşadık. Doktorlar hiçbir şekilde umut vermediler bize ama biz inandık. Kendi gayretlerimizle kardeşimi ayağa kaldırmayı başardık. Ne felçli oldu ne de kör doktorların söylemlerine inat. Ama tabi mühendislikte okuyan o zehir gibi çocuktan geriye, ancak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen, ağır hareket edebilen ve kafası her şeye yetemeyen bir çocuk kaldı. Şimdi annem ve babamla küçük şehirde yaşaması aslında İstanbul’a kıyasla avantaj. Oralarda herkes kardeşimin eski halini de bilir, şimdiki halini de.
Ama ne yazık ki o artık bir özürlü onlar için. Bazen, o izlediğimi bilmeden, gizlice iki metre arkasından yürüyorum sokakta. Deli muamelesi yapanlar, selam verdiği için dalga geçenler, dışlayanlar, azarlayanlar, kovalayanlar hangi birini anlatabilirim ki sana!
Kendi bu durumdayken bile; yaşlıya, başka engellilere yardım eden bir çocuğun gördüğü muameleyi satırlarca yazsam anlatamam. Sosyalleşmesini bırak, iş bulabilme imkanı da yok. Engelliler için sınav yapılıyor ama eli kolu incinen engelli raporu almış bizim ülkemizde. Zekasında hiçbir sorun olmayıp zehir gibi olan insanla benim kardeşim aynı sınava girip aynı kategoride değerlendiriliyor ve tabi ki hayatı boyunca işi olabilme ihtimali sıfır! O kadar adaletsiz bir ülkede yaşıyoruz ki.
Biz sıfırdan yeniden bir birey yarattık 2001’den bu yana uğraşarak ama ne insanlar ne de içinde yaşadığımız ülke onun bundan sonra bir adım daha atıp sosyalleşebilmesine, aile sahibi olabilmesine, işinin olabilmesine imkan tanımıyor. Ve sen binlerce yazı yazsan da tanımayacak işte!”

Yazının Devamını Oku

Kalbimde garip bir ağrı var

30 Eylül 2011
Tatlı bır ağrı. Şu ara normalden fazla çarptığından olmalı. <br><br>Kendisi yine çok heyecan yaptı.

Bacağımdaki ağrılar ise antrenmanlardan. E normal. Çalışıyorlar.
Aslında ne kalbimdeki, ne de bacaklarımdaki ağrıların geçmesini istemiyorum. İsteeyerek edindim ben bu ağrıları.
Kocaman bir tırı okul yapmak için koşuyorum.
TEGV’in Ateşböceği diye bir projesi var. Bir tırı alıp okul haline getirip çocukların ayağına eğitim götürüyorlar. Ben bildiğiniz TEGV bağımlı bağışçısı ve gönüllüsü oldum. Aklımı okuyabilecekken okuyamayan çocuklarımızla bozdum. Çünkü imkanı olsa okuyabilecek bir çocuk sırf okuyamadığından ya tinerci oluyor, ya dağa çıkıyor, ya hırsızlığa çekiliyor, ya da uyuşturucu satıcısı olmak zorunda kalıyor.
Oysa TEGV’e 60TL bağışlayınca, 1 çocuk 1 yıl boyunca eğitim alabiliyor; doktor olabiliyor, ressam olabiliyor, arkeolog olabiliyor.
Çocuk oluyor çocuk!
Bu tırın yapılabilmesi için gereken paranın yarısını, ADIM ADIM Oluşumundan tüm TEGV adına koşan arkadaşlarla, Runtalya’da toplamayı başardık. Şimdi sıra geldi dünyanın tek kıtalararası koşusunda, yani Avrasya’da 16 Ekim’de Boğaz Köprüsünü geçerek kalan kısmını toplamaya; Türkiye’nin bireysel bağış toplama rekorunu kırmaya!

Yazının Devamını Oku